Herkes masa başına oturdu. İskambiller | ortaya çıktı. Genç kadınlardan biri: — Oyunun sonunda yenilene güzel biz 08- sa verelim... dedi. Ötekiler bu fikri pek muvafık buldulan, Oyunun sonunda yenilecek savallı için 09- #miar düşünmeğe başlandı. Herkez ortaya Bir fikir atıyordu: Yenilen evin içinde dört ayağile yürü- sün, merdivenlerden böylece inip çıkma. ehieccr, «Mcoece» diye bağırsın... “Hayır, hayır... yenilenin yüzünü göü- sü boyayalım. Ona mürekepie sakal, bi- yapalım... En iyisi yenilen kalsın çifte telli ep» Basın. — Olmaz... Hepimiz bü oyunu bilmiyorüa Lu Evde aksi tabiatlı, bir duduğı yeğde, bir dudağı gökte, yüzü çizgi çirgi bir senci ka- dın vardı. İsmi de Yasemindi. Masanın başında oturan Neclâ onu bü- tırlayınca güldü. Tatlı sesile; Ben oyunda yenilecek olan erkekler için gürel bir cesa buldum, Erkeklerden kim yenilirse gidecek Yasemin kalfanın önünde diz çökecek. Ona ilânı aşk edecek, Kendisi için yanıp tutuştuğunu söyliyecek,. Nasil güzel ceza değil mi? Erkekler hep birden bu cezaya iayan 6i- diler. — Allah göstermesini... İşte bu ceza hepsinden ağır. Başka bir ceza bulalım... Neciâ erkeklerin bu haline bakıp gülüm- Bu kadar telâş etmenizin mânasını ân- ayamıyorum. Bilâkis bu ocza sizin boşunu- neli.. Fen& mı? Oyunun sonunda bis kadına aşklar bahsedeceksiniz. Halbuki ek- riya erkekler k 8 böyle bir cöz | den de bunu, hem de büyük biz Bevk-; » Değil mi9, vaz geçin efendim vas geçin. aslından bunu kaldıralım... bir çeza tertip edelim. Lü buldum, dedi, oyunda yenilen bi- er şarkılar söylerin.. Ona istedi- ğimiz şarkıyı söyletelim.. Nasıl?.. Bu s8- setle bir taşla Iki kuş vurmuş Öyle ya hem yenilene ceza de ! gin şarkıyı dinleyeceğiz. m fikrini hepsi beğendi. Oyuna dilar. ar telâş içinde Jdi, Yenil- geldiği kadar ça- oyun bitti. LOL , hem | bştıkleri yenil sözüne sadık bir insan tavrile iâvdan dönenin kaşığı kırılsın. de- #tiğiniz şarkıları söyleyiniz. Emre- din. a Esmer, güzel bir kadın olan Muallâ gül” lü Sen esmeri fındık ile badem ile bas- rim» şarkısını rien edebiir miyim? Lütfü hemen: , 7 Emredersiniz efendim... diyerek iateni- len Şarkıya başladı. O kadar içten, © ka- dar aşk ve şevk ile söylüyordu ki, herkes hayretler içinde kalmıştı. Hattâ bamları: — Lâtfinin sesi fena değilmişi... dediler, Şarkı bittikten sonra LâtfI sordu: Başka ne emrediyorsunuz? O zamans kader sesini çıkarmamış olan ihtiyar bir hanım oturduğu yerden sesler- di — Ben oyuna iştirak etmedim. Anaba şarkı istameğe hakkım varmı efendim? Lütfi parlanırcasına: — Tabil tabll.. Rica ederim, emir buyu- tunuz. İstediğiniz şarkıyı söyliyeyim... de- ai İhtiyar kadın: 7 eski bir şarkı rica edeceğim geldi Irak.» şarkısmı.. Xx Lütfi hemen «Kış geldi frak, şarkısına başladı. Arak sağdan soldan Berkes birer sarkı, güzel istemeğe başlamıştı. Lat İstenilen her şarkıyı hemen söyle- yiveriyordu. O günden sonra ne saman 0- yun oynanacak olen Lütfi öne atılıyor: Tuzak içinde 'Tefrika No: 82 — Üç bin üç yüz İngiliz lirası. Oh, hooo... — Biliyorum... Hesab ettim... Fa- kat yüzümüzün ekiyle bu borçların sitından çıkâcağız!... — Bunlar vaid... Fi il akat vaid, para .— Biliyorum. — Neticeye varmalı, — Hay hay... — Vakit kaybetmeden, | — Mümkün olduğu kadar süratle | hareket edeceğiz... — Şu Rosen işinin olgun bir hale geldiğine memnun oldum... Bari © nihayete ersin. | — Arzettiğim gün neticeye varaca- | doz... Bu ayın yirmi beşindel Templeton takvime bir göz ettı. — Ayın yirmi beşi cumartesiye dü. şüyor! - dedi. — Erek - — Ondan sonra da pazar geldiği ne göre, bu meşakkatli mesaiden sonra istirahat edersiniz azizim, heh heh he... Haydi bakalım... Kismeti- niz açık olsun, önünüze bir mania çıkmasın... Hakkınız derhal verile 2 Kömüği eransezir” gelişi tyacro hayatımızda bir canlanmay — Oyunda kim şaria söylesin... yelda Sal görlyordn. Onla Ge hi yy. GAM ŞİM YY #al olduğunu sanıyor, oyunda yenilmeği gaz Mı söylemek için bir fırsat tellirki ediyordu. LARfI ayunda yanllmadıği ve garkı söyle mediği zamanlar âdeta ürülüyondu. Nihayet, dan en muzibi olan Gevkiye rica etti: — Şevkiciğim, kardeşim... Bilirsin ki, her- kesin bir hevesi merakı vardır. Ben de şarkı Söylemeğe bayılırım. Besimin güzel olduğu- nu da zannediyorum. İskambil oyunların» da yenildiğim zaman istediğim kadar şar- kı söylüyor, hevesimi alıyor, içimin kurdia- rını döküyorum. Bilirsin ki, musiki gözel sa- matlardandır. Sanatkârlar kendilerini baş- kalarma beğendirmek isterler, Ben de çi- kp umumi konserler veremem ya.. Böyle pan toplantılanda, şarkı söyliyerek mera- mi Yerine getiriyorum. Allah aşkına bu- ha mani olmayınız. Bırakın da ben yenile- yün, şarkıyı ben söyliyeyim. Hikmet Feridun Es İm YENİ NEŞRİYAT İm a SAĞLAM ÇOCUK yar sak zengin münderecatdı hafta- gazetesinin 9 Mart Üinitelertle çıkmıştır. Bebi Açık Artırma İle Hakiki Fevkalâde Satış 1940 Martın 3 üncü Pazar günü sabah saat 10 da Kabutaş, vapur iskelesi kar- yanda set üstünde merhum Çürüksulu Mahmud paşa konağında mevcut eşya- İmr açık artırma ile satılacaktır. Güzel bir yemek oda takımı; bir'ka- Bape ve 2 koltuktan ibaret zarif ampil bir salon takımı; diğer hakiki Hereke ipek-! Wi perdeler; 3 aynalı dolap tuvalet, 2 kar- | yola vesaireden mürekkep mavun kap- İama bir yatak oda takımı; | kütüpha- ne (3 kapılı), meşhur Fransız ressamı J. F. Bouchor'in imzası bavi 2 adet yağ- İı boya tabloları; biri 1893 de S.E. Münir paşaya ithaf edilmiştir); İtalyan malı oymalı orta masası ve ayna kon- sol; meşhur ressamlardan A. Svoboda, Ali Rıza, B. Fecamp vesair imzalı yağlı ve sulu boyu tablolar; Saçuma, Kütah- ya, Rozental, Saks, Çin vesair vazolar ve duvar tabakları; kristal bakara va- zolar ve şampanya kovası; eski Türk işi gümüş taslar vesaire; yepyeni salaman- drn kontinental sobalar; çini soba- lar; limon ağaçları; çekmeceli İngiliz şifoniyeri; Gall& vazo; Louis XVİ bronz bir saat; Şam işi sedefli salon masası ve tabureler; Louis XV ayaklı uzun alçak masa; eski Fransız malı bronz saray avizeleri; Fransız malı hasır takım; Rus samaveri; tül perdeler; FER FORJE güzel bir fener; eski hakiki Türk kavuk. İğ; satranc oyunu; Louis XV yaldızlı salon masası; port - manto vesair hayli ev oyaları, Louis XV istilinde emsalsiz bir yarım kuyruklu PİANO (çarprast telli en son model) Horasan, ipekli Kayseri, Sıvas, | deriimelidir. Güllü Samerkant, Sımav vesüir gayet gözel HALILAR. Tuzak Nakleden : (Vâ - Nü) cektir. Mücevherin kıymetini müte- hassısa takdir ettiririz ve sonra hak- kınım tayin ederiz... İstediğiniz para- yı da yüzde yirmi eksik olarak vere- yim, razı mısınız? — Haydi bakam... Pekâlâ... sini istersem reddetmezsiniz. — Olur, olur... Patron gene telefona el attı. Muhasebeye emir verdi. Çok geçmeden tomar halinde para- lar masanın üzerine yığıldı. Baha, bunları el çantasına yerleş- tirdikten sonra ayağa halkı. Konfe- ransı nihayete ermiş bulunuyordu. ” — İzdivaç hakkında size istinad edebiliriz, değil mi? — Tabii... Bizim muamele yaptıjı- | | Müz bankaları biliyorsunuz; kayın pe- | çekiyordu. der onlârdan ne vakit referans isterse müsbet cevap alacaktır. — Mersi... İnşallah muvaffakiyeti- mişden sonra tekrar görüşürüz, mös- yö Templeton| — Güle güle... Şimdi hemen İstan- ya sebep | hasın: görsen far İ Fakat şayed lâzım olur da mütebaki- | LA m No, 80 (1), 4 10-5 v V-10-9 # Ds 4 4-543 4 R-V-103 Mar iki taraf zonda, kâadı veren: Genup DEKLARASİYON Garp Şimal pas 45.A pas pas OYUN Kozcu: Cenup Oyun: 6 sanzatı Bütün masalarda cenup, garbin çıktığı kupa üçlüsünü aldı ve kozculardan çoğu sineğin Üçlüşünü oynıyarak eli yere ver- di. Yerden Karo damını oynadı. Şark boş verdi, cenup sekizliyi koydu. Yerden bir karo daha geldi, garp gene boş verdi, el osnuba geçti, garp kând iszarta etti. Cerup, sineğin onlusunu oynadı. Yerden aale tut- tu. Yerden üçüncü bir karo gelerek pas yap- ta. Ki gene cenuba geçti. Kozcu karo asını ve 1k! büyük sineğini alarak dokuz leve yap- &. Fakat eli tekrir yere verip pika pasını yapmağa muktedir olmadığından, netice- de muhasım Larafa bir plka vermek mec- buriyetinde kaldı. Oyunu petişilam yapa- Lu Cenup gark : A pas A pas KRITIK Yere üç defa geçmek lüzümunu hisset- miş olan kozcular şu plânla hareket etü- a Kocu birinci kupayı aldıktan sonra si- Bağin valesini oynar, yerden ikiliyi verir. Bundan sonra sineğin onlusunu (üçlüyü değil) oynar, yerden damla tutar. Yerden karo damını çevirir. Şark eğer Ruvayı bas» mazsa (Bu vaziyette ruvayı basmak doğru bir hareket değildir) elden onlu veya vale verilmelidir, tâ ki yerden karo dokuzlusu oynandığı zaman şark gene ruvayı basmuz- İ aa elden sekizli verilebiisin. Bu suretle koz- cu dört dela kuro oyniyabilir ve neticede hasmın elindeki karo ruvasını alır, Karo- ları temizledikten sorra kozcu sinek rüvs- mn oynar yerin asile tutar. Yerden pika virerek pas yapar. Pas geçince, #ineğin sile yerin dörtlüsüne geçer, tekrar pika pasını yapar ve neticede on fiç leveyi de alarak granşilem yapar. BAVIS-2 Koz pika. El cenupta. Karşı tarafın mü- dafaa tarzı ne olursa olsun şimal ve cenup dokuz lereden sekizini yapacaktır. Hal müddeti on b: Akşam gazetes (1) Bundan © zetemizde İntişar etmiştir. — Hemen. | “ İ Baha İstanbula dönerken, biz Bür- han kaplanın evine dönelim. Kocasile son görüşmesinden sonra | Hidayet, çok mahzun, kolu kanadı düşük bir haldeydi «— Kızım kaybolmuş... Onu bir kerecik olsun göremiyeceğim!» diyor. du da ağzından başka bir şey çıkmı- yordu. Acaba hayatta mıydı? Yoksa ölmüş müydü? Bunu bilem'yordu. İ — Bilmemezlik, yüreğini | üzüyordu İ o Hayalinden bin bir türlü fikir ge- * çiyordu. Türlü türlü felâketler tasvir | ediyordu. Hattâ, evlâdının tehlikeler altında, sefalet içinde (kalmasın- İ dansa ölmesini tereik ediyordu. Kocası dört gün evvel tahkikat İ için Zonguldağa gitmişti. Hidayet te | İ o zamandanberi odasında kapalı otu- İ ruyordu. Kimseyi görmek İstemiyor. du. Kara düşünceleri yüzünden âzab | büsbütün Akşam olmuştu. Duvardaki saat dokuzu henüz çal muşta ki, hizmetçisi; — Halide Vildan harımefendi teş- rİf ettiler... Sizi görmek istiyorlar. - dedi. — Buyursunlar,.. Buraya al, e... mazsin, görücüye | ilde... İ Bürhanın karısı bu ziyaretten dola- | İSLAM TARİHİNDE Türk kahramanları Tetrika: No. 60 Şehir içindeki evlerde bir ferd kalmamış, Yazan: İskender Fahreddin bütün yerliler surlara koşarak müdafaaya hazırlanmıştı Köyümüzün bu nefis içkisi dünyanın bir yeşinde bulunmaz, Hezreti İse bile, şarabın hasretini çekerek yaşar. 'Tarık, arkadaşlarına; Dedi. — Haydi, içiniz. Diye bağırdı ve genç kadının yanıma #0- kaldu: — O halde hiç merak etmeyin. İsa gökten #mince, şüphe yok ki, bu köye gelecektir. Zabitler gülüşüyorlardı. 'Tarık, Estere sordu: — Bis Ori - Hoslla kalesine neden sığın- madırız? — Köyümüzde benden başku herkes ih- tiyardır. Kahraman ordunuzun bize kıy- muyasağından emin olduğumuz için, köyü- müzü terketmeğe lüzum görmedik. Bsterin sözleri 'Tarıkın hoşuna gitmişti. İspanyol dilberi — Biraz durunuz. dedi, köyümüzün bir Adeti vardır. misafirlerimize eski şarap ik- ram edeceğiz. İçeriye girerek, evvelce hazırladığı şarap destisini kucaklayıp geldi. Zabitler Tarıkın yüzüne baktılar. Acaba bu şaraplar zehirli midir? Yoksa, bu köylü kadın hakiki ve samimi misafirper. veriik duygularile mi kahramanları ikram ediyordu? Tarık birdenbire şüphelenmişti. Zabit- lere: İhtiyatlı davranın. Diye söylenirken, Ester, elindeki tası ya» riya kadar doldurdu. — Bakınız bu şaraba,. Kan gibi kırm- m. Pakat lexseti o kadar iyidir ki. onu böyle yudum yudum içerken, kanlarınızın tutuştuğunu hissedersiniz! İspanyol dilberi elinde tuttuğu şarap ta- mnı midesine boşalttıktan sonra, tekrax doldurdu. ve zabitlere uzattı: — İçiniz. tereddüd etmeyiniz.. şimdi top- rak altından çıkardım. Yıllanmış şaraptır bu. Tarık, Esterin ayni şaraptan içtiğini gö- rünce: — Tehlike yok. Fakat, birer bardaktan tazia içmeyiniz. Sarboş olursunuz. Dedi. içki içmeyen zabitleris ilariledi. İçki içenler geride, Esterin evi önünde kal- muşlardı. İspanyada şaraba alışan müslüman za- bitleri, şarap buldukları yerden kolay Ko- lay ayrılamıyorlardı. Esterin elinden şarap içmenin de ayrı bir zevki vardı. İspanyol Giberi, kahramanları avlamak (için bü- #ün zeküsni kullanıyordu. Onun maksadı müslüman zabitleri, daha doğrusu bütün orduyu burada birkaç gün oyalamak vo ka- öldürmeğe teşebbüs edecekti Esterin ve kaleye sığınan Gotlurın görüş ve inanışına göre, Tarık öldükten sonra, ordu burasını uzun zaman muhasara edo- miyerek ricala mecbur olacaktı, İspanyollar —> İsi ordusu, başsız bir iş göremez! Derlerdi. Bu, pek de yabana atılır bir söz değildi. Tarık, Musa bin Nasir tarafından hapse- dilince, Tarıkın ordusu birdenbire felce uğ- ramıştı. Gerçi bu orduda birçok değerli 7a- bitler, tanınmış kahramanlar yok değildi. Fakai, bunların hepsi Tanka bağlanmış, dünyayı onun gözile gören, kâdiseleri onun kafasile muhakeme eden kimselerdi. Tarı- kın elindeki kuvveti ve salâhiyeti slındığı gün, bütün bunlar, birer sabun köpüğü gi- bi sönüvermişlerdi. İspanyollar, istilâ ordularının bu zasfını uzaktan keşfettikleri için, Ori - Hoclla ön- lerine gelen orduyu başsız bırakmağa mu- vaffak olurlarsa, ordu manen hezimete uğ- yamış olacak ve kaleye sığınanlar yalnız kendilerini değil, belki de yarın İspanyayı bile kurtaracaklardı. İhtiyar kadın gene niçin gelmişti? Ondan, öğrenmek istediği her şe yi öğrenmiş deği miydi? Böyle bir dostla konuşmak, Hida» yetin elemlerini belki yatıştırırdı. yı memnun oldu. Bir kaç dakika sonra, ihtiyar ka- dın içeri girdi. Hidayet ona: — Çok iyi kalblisiniz... Beni unut- muyorsunuz... Size çok minnettarım hanımefendiciğim! - deği, — Unutur muyum?... Seni teselli edebilmek, dertlerini oyalayabilmek ümidile geldim... — Ah, benim derdim teselli edilir mi? Halide Vildan, rahat koltuklardan birine şöyle bir yerleşti. — Yavrum! - dedi. - Başınızda şu- kadar dert var ya... Fakat sen gene kendini bir dereceye kadar Allahın bahtiyar kulu say. — Niçin? — Öyle değil mi, evlâdım; elemle- rin çok fazla, biliyorum... Sana fev- kalâde acıyorum... Fakat cenabıhsk sana bir servet ihsan etmiş... Başını ei de seni ihata eden şu lükse bak... İçinde yaşadığın bu refahlı hayat ye- rine ya mazallah bir kara sefalet or- | tasında bulunsaydın?.. Eldayet, başını salladı. e Ester buna muvaffak olduğu yani Tariki öldürdüğü gün, İspanyada bir azize gibi ebediyen bütün İspanyolların kalbinde ya- ayacaktı. O, akibetini düşünmüyordu. Bu işi yaptıktan sonra, yakalarsa bile mütees- «ir olmıyacaklı, Her tehlikeyi önceden gö” se almış, hedefine biran evvel erişmek sev- dasile dumanlanan kafasında yalnız bu işa plfnları yer etmişti, Bu sırada (Ori - Hoella) kalesine bir "Teodemir bir sabah, islâm ordusunun hâ- W «İhtiyarlar köyün önünden ayrılmadi- gın görünce: Ester, Tarıkı avucunun içine alı #a, gerek. dedi, bugün ordunun buraya gelişi nin üçüncü günüd çevresinden sarma: Gerçek, Ori - Hoella kalesi tam mân: muhasara edilmiş değildi. Tarık bu istikşat için bir miktar akıncı gönde surlarından &tılan ok 7 duruyorlardı. HÂ'â kalemiz! Tarıkı vurmuş mıydı? İstilâ ordusu başsız mı kalmıştı? Teodemir o gön surların dibine yaklaşan ve müslümanlara görünmeden Este has ber getiren bir ihtiyarla konuştu. Bu, mtu- Gizeye benziyen bir hâdise idi. İhtiyarın, burçların dibine sokulduğunu müsün lar görememişlerdi. Teodemir, ihtiyara sordu: — Ester hayatta mı? — Evet, — Ya Tarık? — O da yaşıyor. — O halde orduda bozgun mu, ihtifi mi var? Neden gelmiyorlar buraya? İhtiyar, koynundan bir mektup çık — Bunu okursanız herşey anlağilir çizim bir taşa sararak yukarıya hr- Ester, Xısaca şunları yazıyordu «Ordunu en büyük zabitlerini her gün şa rap ikram ederek «sarhoş ediyorum. Şarap içmeyen biri varsa, o da Tarıktır. Zabiller gok yorgun olduklarından, bir iki gün da- ha dinlenecekler, ondan sonra kaleye hü- cum edeceklerdir. Bu müddet zarfında işi- mi bitireceğimden ve hepinizi ölüm ve esa- retten kurtarcağımdan emin olabilireit Ester Pingoy Teodemir bu mektubu okuyunca; 4 Yarasın iter.. Yaşasın kale mödarile- Diye bağırarak şehre koştu. İhtiyar sur- lardan 'Teodemir, Esterin mektubunu şehir hal kına semt semt okuyarık: — Yakında İspanya kurtulacak. Ve Es ede büyük bir halâskâr olarak aris Diyordu. Herkes seviniyor, bu sevinçle surlara koşuyor, müdafaa kuvvetlerine Mt. hak ediyordu. Şehir içindeki erlerd bir ferd kalma'nış, bütün yerliler suriara koşarık müdafnaya hazırlanmıştı. Şehir içinde İspanyol ordu- suna ald pek çok zırhlı elbise vardı. Ka- dın erkek, herkes bu zırhlı elbiseleri giye- rek burçları doldurmuşlardı. Uzaktan bunların heybetli görünüşleri ia- sana dehşet veriyordu. İslim gözeüleri, sur- ların gün geçtikçe takviye edildiğini ve ka- le içinde mükemmel ve müsellâh bir düş- man ordusunun bulunduğunu tahmin ede- rek, Tarıka hergün malümat veriyorlardı. (Arkası var) Yakında, TÜRKÂN HÂTUN Hazin hazin: — Hayır... — Düşün: Şu dünya yüzünde ne bedbaht kadınlar var... Ve bunların sayısı ne kudar çok... Dertleri başla- zandan aşıyor; maişetlerini temin ede- bilmek için şu güzel gözlerini sildi- ğin mendili kaç gün zarfında işliyor- lar... Bu, küçücük bir mukayesedir... Ya mazallah onların vaziyetinde ol saydın... — Orası da var... — Bürhan beyi gördün mü? — Hayır... — Ondan sana haber getiriyorum, — Ne haberi? — Yakında kendisini göremiyece. ğini sanıyorum. j — Nerede? — Zonguldağa gitti. — Ya?... — Evet... Bir de mektup yazmış., Sana getirdim, okuyasın diye... — Her halde içinde ümidli bir şey yok ki doğrudan doğruya bana hitap etmeyip size yazmış... — İnsan asla nevmid olmamalı, — Kocan benden ayrılırken uz mi bulmak için elinden gelen herşeyi yapacağını vadetii. Fakat sonra dü- şünüp bütün emeklerinin beyhudeli. gine kannat getirmiş olacak (Arkası var)