ettiler: — Kuzum şu senin erlenme hi- küyen! anlat da dinliyelim.. Şeziye gülümsedi. — Peki, dedi, anlatayım... Biliyorsunuz ya evlenmeği hiç aklımdan geçirmiyordüm. Hattâ kendim çalışıp, kendi kazandığım pa- Ta ile yaşamağı düşünüyordum. Bu maksad- la da tuttum, şık bir apartımanda bir şap- acılık atölyesi açtım. Paristen modeller ge- tirtiyor, kendi köndime çalışıyordum. Atl yem son derece şıktı. Telefonum filin her- #7 tamamdı. Atölyemde kendime ald iki hususi odam da vardı. Ben de orada ya- tip kKalkıyordum. Lâkin apartımanımın ay- i katında öteki dairede genç, bekâr bir tam oturuyordu. Pençerelerimiz onun dal- sile karşı karşıya idi. Ne zaman beh pen- İremi açsam karşımda bu genç adamı bu- | yorum, Bana hayran hayran bakardı İvaş yavağ işi ilerletmeğe başladı, Gözgö- gülümsüyor, selâm filân ver- N agror da. şik zamanlar onun bu haline dehşetli si- İ Heniyordum. Artık gene adamı görünce İ phen pençeremi kapatmaktan başka çare yıkmuyordum. Bir müddet de böyle geçti, rün alölyemde oturuyordum. Telefon i “li. Açtım, Bir erkek sesi >> Efendim, size bir ricam ver... dedi, sia İ “Beki güle aparlımanının üçüncü ka- oturuyorsunuz değil mi? Ayni kat- #uran benim sıkadaşım Şükrü var. M izin bitişiğinizdeki dairede oturuyor. | BENdiğintn telefonu yoktur. Hayati bir me- Sİ? hakkında onunla görüşmek istiyorum. Telefon rehberinde tesadüfen sizin İsmini” | Xi VE Oturduğunuz apartımanın Adresini yg m m Bizi rahatsız ediyorum. Acaba Jüt- <öŞ tn kendisini çağıramaz mis Pek, pek ati bir mesele... Çağırmazsanız çocuk Mahvölatuk Bu sözler katşısında ne kadar şaşırdığı- Bu, müşkül vaziyete düştüğümü tasavvur #demezsiniz. Ben onu nasıl çağırtabilirdim. Bu vesileden istifade ederek büsbütün şi- Maracaktı Pakat kendisini çağırmamak da büsbü- İn insaniyetsizlik olacaktı. Atölyede çalı- tan kızlardan birini gönderdim. Genç kom- Sümu çağırttım. Telefonun başina o geçli, Ban de bitişik odaya geçtim, Fakat komşum « İllefonda o kadar yüksek sesle konuşuyor- * duk, onu işitmemeğe imkân yoktu. Hem Meler söylefiiyordu ki: — Azizim, diyordu, imkâni yok, imkânı ok... Gelemem... Artık bana dünya tama- “le haram oldu. Âşıkım dostum âşıkım... *m d8 ne müthiş bir aşk, ne kara bir sev- 1, Sevgilim kim mi? Bak onu söyliyo- Yalnız benim çok yakınımda oturu- . Son derece güzel bir genç kadın... Fa- güzelliği derecesinde de hâln!.. 4 mi hiç yüz vermiyor. Onu evvelden 4 4laktan görebiliyordum. şimdi?... | Ben pençerede görünür görünmez o içeri Kâçıyor... Ah azizim, sorma bülimi... Evim- | den ayrılsmıyorum. Onu bir dakika için gö- | Töteğim diye evimden ayrılamıyorum. Bit. | kardeşim bitginim!.. Onun bu sözlerine kızmak mı yoksa gül- | ek mi Jâsım geldiğini bir türlü tayin cdo- | alyordum. l Telefonda konuşulacak «hayali meseles | A muydu?.. Genç komşum konuştu, ko- N konuştu. Sözleri hep bana dairdi. Xi- konuşması bitti, Ferdi bana büyük biR nezsketle teşekkür eli Gitti. | Ptesi günü Kene telefon çaldı. Gene ay- | Mİ kek sesi: —Komşünz Şükrüyü çağırabilir misiniz | © Ç Şeniim . Çok çok hayati bir mesele hak- | kındi görüştcektim... Demez mi? l X ürtık bu kadarı fayla İdi.. Özür dileye- EK oldum, Lâkin telefondaki ses: — Pek rita ederim, İstirham ederim. Yüvarırım. Son derece hayati bir mesele... diyi İsrar #diyordu, Gene onu çağırdım. ; Tekrar bir pün evvelki gibi aşkına, sevgili- | K e bainiliine dair konuştu, konuştu... | — toldum vasstasile sryorlardı. Ar- teleron, Mibikimış usanmıştım. Nihayet Om ldırtmağa mecbur oldum. — Evet. — Öyle yâ: ahi... Siz, «Bakırcıla- HiR> dedikiği yileden misiniz? — Öyle, İletdim... Bahaeddin ku- Tunuz..., — Sirlını#la mekte y p elbisesi var... Mektebe mi gidiyorsunuz? —— Lisedayim. — Maderk ki avanak babanız iflâs ş ji Tefrika Yoji l 1 3 Malindeymi w.sizl okutmağa masraf esine he tüzum vardı? Bu Külü muamele, delikanlıyı çi- eden rıyordu. Ev sahibinin küs- tah Veti, dayanılır gibi değildi. Bahaeddin, ejlerinin ve dizlerinin tit rediğini o issediyordu. (o Külâkları Uğu'duyerdu. Buna rağmen hissiya. tmâ ga Saldı. Bahasını, bilhassa annesini ve ajle- N sirin istikbalini düşünerek, her şeye Tağnlen katarm! tatbik azmine devam €tli- Tahkirleri hiçe sayıp yerinden kri dümadı. Sakin olmağa çalışan bir sesle, bu İstanbullu zengin zatı mühtereme, ailesini bütü '#iümuskâ. öve ödemek Zİ am pr Tuzak içind Bir gün merdiyenleğde gen ras geldim. Şapkasını di ve bana sordu: — Hanımefendi, telefonunumu kaldırtiz- mz m?.. komşuma selâm ver- Dım çalındı. Baktım. Genç komşum: Me Bizi bizim telefondan arıyorlar... de- Şaşırmıştım: — Sisin telefondan mı istiyorlar?.. Pa- kat sizin telefonunuz yoktu, değil mi?.. Yeni aldım efendim, six telefonunuzu kapattıktan sonra ben telefon aldım... Lüt- fen sizi bekliyorlar. Tuttum, komşumun apartımanına g00- tim, Telefonu aldım. Gene bir erkek mesi: — Efendim benim sevcem sizin müşteri- niadir.. Yeni şapka modelleriniz geldi mi?.. — Geldi efendim... — Teşekkür ederim. Telefon kapandı. Hayret etmiştim. Be- nim müşterim ben! komşumun telefonun- da aramağı nasıl akıl etmişti? Ben kendi apartımanıma gitmek üzere iken komşum: Lütfen, diyordu, biraz oturmaz mısı- DIE... — Teşekkür ederim, hiç vaktim yok... de- dim, dışarı çıktım. Artık hergün komşum kapıyı çalıyor: — Sizi bizim telefondan istiyorlar!... Di- ye karşıma dikiliyordu. Nihayet bir gün da- yanamağım. —Canım beni ararlarsa yok deyiveriniz... dedim. O kaşlarını kaldırdı: — Yoo... imkânı yok... dedi, bendeni ya» lan söyliyemem, Hayatımda hiç yalan #öy- lemiş adam değilim. İşte bu suretle Feridin apartımanına gi- de gele, gide gele onunla ahbap olduk. Ba- zen bana sigara, likör ikram ediyordu, Nihayet herşeyi itiraf etti. Bütün bu te- lefon meselelrinin benimle ahbap olmak için bulduğu bir çare olduğunu söyledi. Me- ğer onu bir arkadaşi benim telefonum va» silaşile ararmış.. Ayni adam «Ben sizin, müşterinizin kocasıyım..» diye de beni onun telefonuna çağırırmış... Bunları söyledikten sonra komşuma bana aşkını itiraf etti. Ben de ondan hoşlanmağa. başlamıştım. İşte böylece ahbap olduk. Hikmet Feridun Es Uzun kış gecelerinde hoş vakit geçirmek için meşhur ARSEN LÜPEN Büyük ve heyecanlı roman Bu seri 6 büyük ve resimli cilddir. Beher cildin flati 80 kuruş. 6 Cildlik takımı birden alanlar için fiati: 4 liradır. Tovsi yeri: AKŞAM matbaası Tel: 20881 Yüzde yirmi iskonto kuponu Bu kuponu kesip «Akşam matbaası kitap servisine getirir veya gönderir- seniz İlat üzerinden size yüzde 20 İş- e Tuzak Nakleden : (Vâ - Nü) yet bu hal böyle devam ederse mab- volacaklarını bildirdi. Fakat bütün çene çalmaları nafi- Teydi. Zaman zaman, Kolon beyzade, burnundan soluyor, «Lâhavi; mana- sında başını sallıyordu. Nihayet, dayanamadı; bir el hare- ketile muhatabını susturdu. O, hu- kukçuydu! Kanunları biliyordu. Kanun ne eimrediyorsa öyle ola- caktı, Kimsenin hakkını yemiyordu ki... Kendi hakkını istiyordu. «Şeriatın kestiği parmak acımaz!» diye de bir düstur yok muydu? Delikanlı, birdenbire, avukatın iki eline coşkulukla sarıldı. Fakat Kud- Yet, sanki kirli bir şeye değmemek İs- tiyormuş gibi, geri çekildi. Bahaeddin; — Bütün hayatımı feda ederek ça- lışırım... Borcumuzu öderim... Ta- leplerinizi biraz tehir eder de bize bir iyilik yaparsanız mutazarrır olmaya- Türkiye Raâyodifüzyon Postaları Türkiye Radyosu 1648 m. 182 Ke./ 190 Ker Ankara Radyosu T.A. P.3117 m. 9465 Ke/s MK W. TÜRKİYE BAATİLR Pazartesi 1/1/940 1240: Program ve memleket saat 138: Ajans ve meteotoloj! haberleri, ik müziği (PL), 1330 - 14: Müzik: Ka- besi enat, 19,10: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 19,30: Türk müziği: Kadın geçit konseri, Çalanlar; cihe, Reşad Erer, Cevdet Kozan, Kemal yazi Seyhun, İzzeddin Ökte, 20,13: nuşma, 2030: Türk müziği: Fasıl heyeti, 11,15: Müzik: Küçük Orkestra (Şef:: Ne- «ip Aşkın). | — Ziehrer: Eşkiya opertin- Gen potpuri, 2 — J. Strauss: Şarap, ka- 3 — Paul Lineke dın ve şarkı (Vals) Fantan (Rntermezao) insan ğ 6 — Sonuna di» gelirse rüzgâr olup « Kart hayvanlar. 7 — Cevisden küçük, fındıktan büyük 'arlak bir tatlı - Kör. 8 — Ulamak'tan emir - 9 — Çapala - Kedinin başı, 10 — Ümldsizlik. Yukarıdan aşağı: 1 — Muşamba pardösü. 2 — Sivri tarafı mükemmel olan. 3 — Hadsiz hesapsız - İlçe. 4 — Sonuna «2, gelirse kolun üst başi olur - İsim - Mühendisin başi, 5 — Sallanan adam, 6 — Tersi anılmak'tan emirdir - Bonu- na «K» gelirse kalın kemiğin içinde bulu- La 7 -- Bağırma - Kamet. 8 — Vanda sakin olanlar. 9 — Yama vurmak. 10 — Tekdir - Tersi kıyıdır. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — içerken, Ot, 2 — Güzellikle, 3 — Ra, Eazım. 4 — Sütkokulu, 5 — Uk, İp, Kaje, 8 — Amiral, 7 — Lemet, İnne, 8 — Yam- ruk, Ak, 9 — Evlladam, 10 — Kalt, Ahize, Yukarıdan aşağı: 1 — İğ, Süal, Ek, 2 — Çürükmeyva,3 — Ezat, İmali, 4 — Re, Kiremit, 5 — Klsopat ra, 6 — Elak, Uda, 7 — Nizuk, İkah, 8 — Kılana, 9 — Olmuş, Na, 10 — Te, Emekle, Bir Ermeni ladı, — Annem, babam ihtiyardır, On- lara bu darbeyi vurmayınız!, — Vaktile düşünselerdi. — Annem kederinden ölecektir. — Vah vah... Fakat kabahat ben- de değil. — Size bunca senedir hizmet eder- cesine intizamla tediyatta bulunduk- larını düşününüz. — Vazifeleriydi... Kendileri de ge- çindiler, — Beyefendi. — Ne var? — Dikkat ediniz! — Neye? — Kendinize... — Allah Allah... Ne varmış?... Delikanlı müthiş bir nazarla bakı- yordu. — Beni tehdit mi ediyorsun. — Yerlere yatarak yalvarmamı mı, secdeye varmamı mı İstiyorsunuz. — Ondan da bir şey çıkmaz! — Ne yapalım öyleyse? — Bu mülâkatımıza derhal bir ni- hayet vermek, yapılacak şeylerin en iyleldir. Fakat Bahaeddin yerinden kımıl- damıyordu. Bulunduğu noktaya çivilenmiş gi- biydi. Kalbi fena halde burkuluyor. a : 'Tefrika No. 16 İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Yazan: İskender Fahreddin Nöbetçilerden ikisi yoldan kaçamıyarak taşın altında kal- mışlar ve bir anda ezilerek pestile dönmüşlerdi O, büyük bir huzur ve emniyet içinde da- çikiyor ve orada papas Fernandoyu bu- sanıyordu. Dağdaki kayalıklardan Ş seyir birdenbire karşısına çıkan bir nöbetçi, Maryananın bütün plânla- rını altüst etmişti. yerde bir timsah gibi sürüne- yek ileriiyen kadını gördü: — Dur, Diye bağırdı. Ve elindeki kargısını uza- tarak Dâve etti: — Kımıldama.. karnını deşerim şimdi! Maryana kanlı hançerini elinden birak- | mamıştı. Bir an içinde irade ve cesaretini toplıyarak, hançerini koynuna koydu. — Ben gavalhı bir anayım. çocuğumu arıyorum. Sakın bana kıyma! Diye ağlamağa başladı. Nöbetçi sordu: — Çocuğun dağda ne işi var? — Onu buralara kaçarken gördüm. — Sen buraya nasi gelebildin? Demek ki gizli yolu sen de biliyorsun? — Önüme bir yol çıktı, uzaktan bir duydum. Buralara tırmandım. sesi Şit buraya kaçırdılar sanıyorum. förmedin mi onu? — Dağda atmacalardan ve Arap nöbet- glerinden başka kimse yoktur. Haydi, doğ- Basunu söyle. Buraya seni kim gönderdi? iü arıyordum. Allah şahidim- ©r. Bana merhamet et. bana yardım «| Maryananın konuştuğu adam, Sölma- gin sadık ve cesir muhafızlarındandı. Öenç kadının yüzüne dikkatle baktı. O, bir anadan ziyade, hain bakışlı vara bensiyordu. Yanına sokuldu — Seni burada geberimek vazifemdir. Pakat, böyle bir dağın tepesinde ayağıma senin gibi güzel ve zarif bir kuşu kolay elimden kaçırmak istemem, Kargisini yere bıraktı. Ve genç kadını iberi eşinden ayrılmış. bir sırtlan kucakladı: — Ne güzel saçların, ne iri gözlerin, ne tatlı bakışların var! Söyle bakayım, kimi burada? — Hak'ka #öyledim. Çocuğumu arıyo- Bum. Onu buraya kaçırdılar. | — Yalan söylüyorsun, fettan! Gözlerin, bakikati gizlediğini ifade ediyor. — Ben yalan söylemesini bilmem. Ve nöbetçinin dizlerine sarılarak: — Haydi, bana çocuğumu bul! Diye yalvarmağa başladı. Dağ nöbetçisi yavaş yavaş yumuşayıp eriyordu. O, Endülüse geldiği gündenberi bu kadar güzel, bu derece serimli bir ka- dınla karşılaşmamıştı. Tekrar boynuna sarıldı. kollarının bütün kuvvetile genç kadını sıkıp sevıneğe başladı. Maryana, nöbetçiyi vurmak için fırsat arıyordu. Bir aralık nöbetçinin yere uzan- dağını gördü. Bir anda koynunduki han- gerini çekerek #avallının göğsüne sapladı. — İşte, ben buraya bunun için gelmiş- #im. Haydi Şimdi sen bana hesap ver. Fer- nandoyu gördün mü? Nöbetçinin başı birdenbire omuzlarının Üstüne devrildi. Gözleri kapandı: — Görmedim., fakat, dağa çıktığını duy- dum. Ben de onu arıyordum. Diye mırıldandı. Farla konuşamadı. Nöbetçi ölmüştü. Maryana hançerini nöbetçinin eteğine silerek tekrar koynunm koydu: — Sen bana lâzım olacaksın! diyerek Yavaş yavaş çekilip ormana daldı. Demek ki, Fernadonun dağa çıktığı doğru idi. Nöbetçinin son nefesinde ver- diği bu haber yanlış olamazdı. Maryana şimdi ne yapacaktı? Nereye gidecekti? «— Şu herifi şuracıkta boğ, ge bert!» diyordu. Fakat zayıftı, kuvvetsizdi. Hiç bir şey yapamazdı! Beyni sis içindeyken, kulakları u- ğüldarken, muhatabının şöyle müz- tehzi bir şekilde konuştuğunu duydu: — Ahmed ağa... Şu küçük beyi di- şarı çıkar! Baha, birdenbire sıçradı, Hücum vaziyeti aldı. Dişlerini sıktı, gıcırdattı. Koca uşak, kendisine doğru yürü- yordu. İsminin Ahmed ağa olduğunu öğrendiği bu adam bile, onun haline acıyarak: — Haydi, çocuğum... Benimle be- raber gel! - dedi. Bahaeddin çarnaçar, emre İtaat etti. Mihaniki şekilde, uşağın arka. sından yürüdü. Fakat birdenbire durdu. Kolonbey- made Kudrete, hiddetli bir sesle: — Bana iyi bakın, beyefendi! - dedi- İsmimi de hatırlayın: Bana «Bahaed- din» derler... Ailemin adı «Bakırgik tım. Sis ise, zenginsiniz, kudretlisi. niz... Fakat hayat belli olmaz. İleri, de görüşürüz. Uşak, işin fazla uzamaması için Pernadoyu bulamazsa, hali yamandı. Önüne gelen dağ nöbetçilerini öldürme- sine İmkân mi vardı? — Nasi olsa, gene müslümanlaın elins düşeceğim. Ah, şuracıkta Pernandoya ras- Tayıversem., Maryana söylenerek yürüdü. Ağaçlar arasında suklanarak, etrafı te- cessüs ederek bir hayli yol almıştı. İşte bir nöbetçi daha. Bunlar da bu esramgiz dağa neden böyle ardısıra yayılmışlardı ya? Dağda gerçekten Fernandoyu mu arıyorlardı? Maryananın uzaktan gördüğü nöbetçi bir kişi değildi. Ayakta duran nöbetçiden baş- ka iki mücahid de yere uzanmıştı Maryana kulak verdi. Konuşuyorlardı: — Kara cübbeli şeytanın izini bulama- dık. — Tarık'ın emri var. onu buluncaya ka» dar arıyacağız. — Ya bulamazsak. — Kaşırdık demektir, O zaman sonü- muz fena olur. — Biz kaçırmadık ya. Ele geçirdikten sonra kaçmış olursa, Selmanın bizi ceza- landırmakta hakkı var. — Bu herif her halde dağın izbe bir kö- gesine saklanmış olmalı. — Dağın her tarafını araştırdık. Dağda saklanmış olsaydı, izini bulurduk. — Bu dağın esrarına bizim aklımız er- mez. Yernando kendine güvenmeseydi. bu- raya iitica eder miydi? - Ne yapacağız şimdi? — Buluncaya kadar aramakta devam edeceğiz. — Haydi kalkalım öyleyse. Bu iş yat- makla görülmez. Dolaşalım. Maryana Arapları dinledi. Bütün konuştuklarını iyice anlıyamı- yordu. Fakat, gittikçe ilerlettiği Arap dil artık ona eskisi kadar yabancı gelmiyordu. Nöbetçiler kalktılar. Dağın arka tarafına doğru yürümeğe r. Maryana mücahidleri uzaktan takip edi- yordu. : yn kayalık bir sırttan iniyor- Maryana bu sırada, nöbetşileri bir anda telef edebilmek için ele geçirdiği fırsata kaybetmek istemedi. Kayaların arkama saklanarak, büyük bir taşı yerinden Oy- nat, Aşağıya baktı. üç arkadaş taşların üzerinden atlıyarak, dar bir geçid önün- de durmuşlardı. Maryana büyük taşı if- mesile, gök gürlemesine benziyen bir gü- rüllü koptu. Büyük kaya parçası nöbetçi- lerin üzerine doğru yuvariunıyordu. Tepeden düşen bu büyük taş o kadar çabuk indi ki, nöbetçilerden ikisi yoldan Kaçamıyarak, taşın altında kalmşılar ve bir anda pestile dönmüşlerdi. Ayakta sağ kalan nöbetçi birdenbire şa- gırmıştı. Arkadaşlarını taşın altından kur- tarmak istedi. Fakat, ikisinin de parçalan» dığını ve kemiklerinin bile ezildiğini gör- dü, Sağ kulun nöbetçi kendi kendine söy- İeniyordu: — Bu ne esrarengiz bir dağmış! Tepe- mizden inen bir kaya parçası iki arkada- gmı birden öldürdü. Bakalım benim betim ne olacak? Bir müddet parçalanmış cesetlerin önün- de durdu. Düşündü. möbetçinin cesa- reti kırılmıştı. Üç arkadaş bir arada dola» grken, kendini bütün dağlara hâkim &a- niyordu. Fakat şimdi, korku ve heyecan içinde tütremeğe başlamıştı. Tekrar tepe- ye çıkmaktan ve diğer arkadaşlarını bul- maktan başka ne yapabilirdi? Kargısını omuzuna vurdu. Tik adımlarını atmağa başladı. One! (Arkası var) mez... Lâkin delikanlı, geriye doğru bir adım sıçrayıp dedi ki; — Evet... Allaha kasem ederim... Er geç karşılaşacağız. ve size göste- receğim, Gözlerinden alev alev kin Saçılı yordu. Ağzı köpürmüştü. Bütün vü- cudü tiril tirli titriyordu. Kolon beyzade omuzlarını kaldırıp şöyle cevap vermekle iktifa etti; — Sen çıldırmışsın, çocuğum... Ah- med ağa... Haydi yahu... Sana ne söy- ledim?.. Çıkar... Bahaeddin, kolundan tutuldu. Dr şarı atıldı, Arkasından bir kapının kapandığını, müphem bir şekilde işitti, Şimdi geniş bir merdivenden inmişti, Sokağa çıktı. Br buraya nasıl dalgın dalgın yürü- yerek gelmiş, oturmuştu. Bütün Asabı fitil fitil sızlıyordu. Maddi, manevi mahvolmuştu... Şimdi yapacaktı... ve ne tahkirlerdi © Dağradıkları! © Her halde pek perişan bir hali ola- oradan d