19 Aralık 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

19 Aralık 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

bunlardan balini bildikleri için ken- alay ederler. Mesel& sokakta hep birlikte giderken genç bir kadının şöyle tesadüfen gözü bi- zim tarafa ilişe hemen Şevkiyi dürterler; — Şevki, Şevki... Gördün mü?... Şevki mağrur bir tavırla cevap verir; — Görmez olur mıyım hiç? - Sana nasıl da baktı?.. Bakışlarında ne derin mânalar saklı dedi.. Muhakkak en bu kadını bir yerden tanıyorsun... hakkak... Şevki gülümser: Yok canım... Emin ol ki, onu ilk defa görüyorum... — Hele hele. Bu kadgı mutlaka sana — Yok canım sen dö... — Yo000.. Yoooo!, Bu kadın sana âşık azizim. — Balki... Fakat emin ol ki, benim bun- dan haberim bile yok. Igin daha tuhafı vardır. Şevkinin elleri İle ayakları fevkalâde kütütür. Bu küçük elleri, ayakları gören * bifçok kadınların bunların sihrine, nm kapılacağına imanı vardır. Bunun için bir bicekikndde, bir pastaha- nede, sinemada, tiyatroda bulunduğu za- man küçük, beyaz cilerini etrafa göstermek için fırsatlar icad eder. Bir kadının gözleri bu ellere ilişti mi? Artık Şevkiyi dinlemeli... Sevki bir aralık yeni bir apartımana taşınmıştı. Onu çok- tanberi görmemiştik. Bir gün telâş ve heyecan içinde bana geldi: — Azizim, dedi, öyle bir macera geçiri- yörum ki, sorma... 'Tabli bir aşk macerası değil mi?., 'abil, tabii... Fakat bu seferki mace- »k ateşli. Pek müthiş birşer.. — Anlat bakalım şunu. Şevki kendisini bir koltuğa attı, Anlatma da başladı: — Azizim, yeni apaftınıdma taşındığımı biliyorsun... Yeni evimden $on derece mem- nurum, Rtrafında şık, büyfik, yeni apartı manlar yar, Bunlardan biri tam benim odamın kar- gisındadır. Bir gün penceremin önündeki geniş koltukta oturmuş sigaramı tüttürür- ken bir taraftan da gazetemi okuyordum. Bir aralık gezetenin sahifesini çevirirken gözlerim karıdak. »partımana ilişti. Du- raladım. Çür manın açık pencero- sinde geyet İçimden: elişi gisi..s Genç dı. Benim pençereme doğru bakip bakıp Kırmızı dudakları aratından sigara du- manlarını aalıveriyordu. Kendi kendime: «Bü hareketinin muhak- Kak bir mânası olacak!... dedim, belki de genç Kadın uzaktan benim Minimini, beyaz ellerimin güzelliğinin farkına vardı. Karşıdaki güzl komşum sizaramnı bitirinceye kadar pencerenin önünde dur- du. Sigarasından son nelesini çeklikten Sonra içeriye çekildi. Bilesin ki ben böyle meselelerde pek has- sas bir adamımdır. Arlık ondan sonra be- ni bir düşüncedir aldı. Aklımda fikrimde hep karşıdaki güzel komşum vardı. Artık, sanki bir miknatisin tesirine kapılmışım gibi pencerenin önünden ayrılamıyordum. Hattâ beni daha İyi görmesi için pencers- nin önünde beklemeğe başladım. Arıdan bik saat geçti, geçmedi. Birdenbire gö- he heyecanlandım. Çünkü karşıdaki pence- bede genç kadın gene kendisini göstermiş- ti. Tuhaf şey... Elinde gene bir öiğara da- ha vardı. Kendimden geçmiş hayran hayran onu seyrediyordum, Bazi kadınlar sigarayı sa- nayli nefiseden bir iş yapar gibi içiyorlar, İşte bu genç kadın da bunlardan biri idi. Parmakları arasındaki sigaray: ağzına gö- türüyor, sonra tıpkı deminki benim bulun- duğum tarafa doğru dumanlarını sayuru- yordu. Artık iyiden iyiye Kanaab getirmiştim. Böyle işveli hareketlerle sigara içerek be- nim alâkamı Üzrine çekmek &stiyordü. Ona Mus | me derce hayran olduğumu pencöremden ufak tefek hareketlerle ihsas etmek iste» dim. Tuhaf şey!... Bunlara aldırış bile et- medi, Sarki benim yaptıklarımı görmemiş &ibi davranıyordu. O 'kkatini üzerime çekmek için da- ha güze çarpacak şeyler yaptım. Lâkin na» file . Güzel komşum hiç o taraflı değildi. O günü belki on on beş kere peücerenin önüne geldi Her defasında da elinde bir agara vardı. Bu sigaraları keyif keyif içti, dalma da dumanlarını bana doğru sa- vurdu. O günden sonra hep böyle... Bu hnl des vam edip gidiyor. Muhakkak ki, bu kadın | bana âşık... Çünkü pençare önünde böyle mânalı müânalı sigara içmelere başka ne denilebilir... Fakat azizim bu işte beni çileden çika- ran şey gürel komşumun hainliği, Ben! çileden çıkartacak bu kadar şey yaptığı halde benim hareketlerime hiç bir mukabelede bulunmaması... Olur şey değ yahu.. Bir gün gel de vaziyeti sen de gör. Olur mu?, — Peki.. dedim. Ertesi günü Şevki hemeh zorla beni evi- ne götürdü. Penceresinin kenarına otur- duk. Biraz sonra baktık, karşıdaki apartı- manda genç kadın belirdi. Hakikaten çok güzeldi. Şerkinin söylediği gibi elinde gö- pe slgara vardı. Şvkinin pençeresine doğ- ru nazlı nazlı dumanları savurarak sigâ- rayı içiyordu. Arkadaşım: — Gördün mü? dedi, gördün mü?.. Nı dersin buna... Dudak büktüm; — Vallahi birşey söyliyemem..: Ne bilâ- yim bes?.. O günü Şevki de uzun müddet olurdum. Genç kadın birkaç kere pençerenin önün- de sigara içti. Aradan epey geçti. Ben Şevkinin kargt- sındaki komşusile tanışmıştım, Artık onlara gidip geliyordum. Genç ka- dının İsmi Saelde idi. Şık, zarif, ince vü- cudll bir kadındı. Şişmanlamaktan çok kor- kuyordu. Vücudünün güzelliği bozulacak di- ye ödü patlıyor, yemiyor, içiyordu. Sıkı surette perhiz ediyordu. Bir gün Saçide- 1220 Program ve memleket dat ayarı, 1235 Ajansa ve imeteoorloji haberleri, 12,50 'Türk müziği: Çalanlar: Reşat Erer, Vecihe, Cevdet Kozan, Kemal Niyazi Seyhun, i — Okuyan: Muzaffer İlkar, 1- Nikriz peşroyi, 2- Lemi - Nikriz şarkı: (Yavru gün yana- Bini aşkın ateşi sandım.), 3- Nikriz şarki; (Fatma), 4- İzmirli Hayri - Hüzzam $arki: (Hergün © güzel sahile yalnıca inerdi), 5- Sadettin Kâynak - Hüzzam türkü: (El£), 6- İzmirli Hayri - Hüseyni türkü: (Cemile kız) ,7- Yesari Asım - Hüseyni türkü: (Sa- rı zanbak), 2 — Okuyan: Mefharet sağ- nak, 1- Mahmut Celâlettin Pş. - Hüzzam şarkı: (Kerem eyle), 2- Arif bey - Kürdili- bicaskâr şarkı: (Balş feganı naleme), 3- - Muhayyer şarkı: (Gezdim yürü- düm), 1330-14 Müzik: (Hafif müzik - PL) 18 Program, 18.05 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji habrwleri, 1825 Mü- zik Cazband (PI). 18.55 Konuşma (âile #iraati), 19,10 Türk müziği: Klâsik prog- ram Ankara radyosu küme sos ve saz he- yeti, idare eden: Mesud Cemil, 1950 Konuş- ma (Çocuk terbiyesi), 20.05 Türk müziği: Karışık progtam, 21 Konser takdimi: Halil Bedi Yönetken tarafından), 21,15 Müzik: Radyo orkestrası: (Şef; Dr. R. Praetortus), 1- Ch. W. Gluck: Aleeste optrasından uvertür, 2- B. Wolf Ferriri: Divertimento, op 20, 3- Ch. Göunod: Faust opsrasından balet müziği, 22 Memleket saat ayarı, ajans haborleri, ziraat osham - tahvilât, kambi- Yo-nukut borsası (fiat), 22,20 Serbes saat, 2230 Müzik (Operetler - PL), 225ö Müzik Cazband (PL), 3820-9340 Yarınki prog- ram ve kapanış, ERER ARNE EEE ri nin çok sigara İçmesi mvzuu bahsoldu. Genç kadın: — Ne yapayım? diyordu. çok yemek ye- meyim, iştiham kapansın diye çok sigara içiyorum. Kocam dariliyor diye de daima gidip arka odanın ponçeresinin önünde si- garamı içiyorum... dedi. O zaman gülümsedim. Şevki aklıma gel- miş. Böyle kendi kendilerine gelin gü- ey olan kimbilir ne çok erkek vardır, Mikmte Fridun Es KR öle eeeilime ll” Edirne Nafia Müdürlüğünden: İpsala kazasının Sarıca Ali köyünde bulunan bütün yedek aksamile birlikte ekiska- vatör makinesinin muhammen bedeli (30900» lira olup kapalı zarf usulile ve yirmi gün müddetle satılığa çıkarılmıştır. Muvgkkat teminat akçesi 2250 İlradır, Makineyi görmek arzu edenler mahallinde görebilirler, Makineye ald yedek parçalar listesi Edirne Nafıa müdürlüğünde mevcuttur, Exsilime 29 kânunuevel (59 tarihine müsadif cuma günü suat 15 de Edirne Nafia müdürlüğü odasında teşekkül edecek komisyon mürifetile yapılacaktır. Talipler eksiltme saatinden bir saat evvel muvaxkat £cminatlarının vilâyet muhasebe veznesine : tesiim etmeleri şarttır. Postada geç kalan mektuplardan dolayı komisyon ar kabul etmez. Dellâl ve 10293 gazete ilân masrafları müşteriye Mittir. < P.T.T. Umum Müdürlüğünden: 1 — Taahhüdün ağemi ifasından dolayı 60,000 âdet 2 No, lu fincan açık eksiltmeye çıkarılmıştır. 2 — Muhammen bedel «12500» muvakkat teminat, «9378» lira olup eksiltmesi 8 Künunusun! 940 pazartesi günü saat eli» Ankara P. T. T. Umum Müdürlük binasın- daki satınalma komlayonunda yapılacaktır. 3 — İstekliler muyakkat teminat makbuz veya banka teminat mektubile kanuni vesikalarnı hâmilen mezkür gün ve sahte 6 komisyona müracaat edecsklerdir. 4 — Şartnameler Ankarada P, '. T. levazım, İstanbulda P, 7. 7. şubesi müdürlüklerinden bedelsiz olarak verilecektir. levazım ayniyat (0025) (5960 Ziraat Vekâletinden Orak makinesi, Harman makinesi, Traktör ve Bileği makinesi alınacak 1 — Zirai kombinalar kurumu ihtiyacı için oruk makinesi, harman makinesi, bileği makinesi ile traktör alınacaktır. Bu makinelere ait fenni şartnameler zirai kombinalar kurumu müdürlüğünden parasız olarak verilir, 3 — İsteklilerin şartname almok üzere Ankara »irai kombinalar kurumu müdürlü- güne müracaatları, (6351) (10322) Tuzak içinde Tuzak Yefrika No, 11 Silâhları eşti, şerait eşti, Kendisinin tabanca kullanmak bilgisine diye- cek yoktu. Her ihtimale karşı, silâhını mua- yene etti, Fevkalâde olduğuna kana- &t getirdi. Hapsedildiği yerde, zavallı Hidayet bu konuşmaları, bu silâh seslerini işitiyor; -—- Burhan... Allah aşkına... Vaz- geç... Bu işi yapma... - diye yalvar» yordu. Kaptan cevap bile vermedi, Paltosunu çıkardı. Onun da ceke- tinin üzerinde bir harp madalyası ol duğu görülüyordu. İki rakibin, aşk #alihleri gibi, - servetleri müslena - büviyetleri de biribirini hayli andır- maktaydı. «Burhan, elinde silâh, duvara dar yandı. ledi, Şimdi Hidayet, içeride, çılgıncasına bağırıyor; yumruklarile kapıyı güm. bürdetiyohdu. Çıkardığı velvele deni- zin uğultusuna karışıyordu. Başka İ hiç bir ses işitilmiyordu, Nakleden : (Vâ - NÜ) lardı, Çeteci dudaklarını ısırdı ve ka nattı, Karşısında duran bu adama karşı Iki buçuk senedenberi içinde ta adığı kin, birdenbire müthiş surette kabarıvermişti. Ahi Onu öldürebilmek... İşte şim- di bu mümkün bir hale gelmişti... Hem de zarurl!... Burhan ona; buraya kadar gelirken uzun uzadıya düşünmek vakit ve fırsatını bulmuş. #u. Yolda, dimağından bin türlü va- ziyetin hepsini geçirmişti. Ecdadının bütün yakıcılığı, yıkıcılığı şahsiyetine hükim olmuştu, Bir tek emel bütün hareketlerini sevk ve idare etmişti: Kan dökmek, gebertmek! Tapmırcasma. sevdiği bu kadının ti, Fekat korsan kaleye ! Pu ilk his ve arzular yerine tahsilli, İki düşman, biribirlerine bakıyor. | gün görmüş bir adamın sekâsi, mu. ihaneti onu cidden çileden çıkarmış. | hâkemesi kaim olmuştu. Esasen hizmetçi Zübeydenin verdi. ği malümat tam değildi ki... Gittiği yerde ne gibi bir vaziyetle karşılaşa- cağını bilemiyordu, Onun için soğuk- kanlılığına hâkim olarak icabına gö- re davranmanın daha mukul ve man- tıki olacağına karar verdi, Kaptanlık mesleğinde, her türlü ihtimallere kar- şi nasıl rotalar çizerse burada da ay- nini yapmıştı. Kasabaya geldiği vakit, ilk gayreti kendini göstermemek olmuştu, Zira burada kendisini tanıyorlardı, Ne ya- pacağını henüz tafsilâtile tesbit et memesine rağmen her şeyden evvel, hareketlerini gizli tutmak mecburiye- tinde olduğunu biliyordu ve ona göre davranıyordu. Kalabalık yerlerden ge- çorken, boyuna âtkısile iyice yüzünü sarmış, kendini göstermemişti. Kasabadan Korsankayaya kadar gel mek için de bir sandala binmesi lAzım- gelmişti. Pek yakın köylerden birine arabayla gitmiş, oradaki evlerden $0- nunçcusunun kapısını çalmıştı, Bura- sı, ender temizlikte bir avlusu olan ev. di ki, biraz ötesinde balık ağları asıl. miş duruyordu. Korsanoğlu açılan kapının eşiğinde bu temiz halli balıkçı karısı, hele e3- İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Tetrika No, 4 Yazan; İskender Fahreddin Kale müdafileri müslümanların çok kuvvetli olduğunu onlara karşı duramıyacaklarını söylüyorlardı — Bu ns kiyafet, Selman? Neden giy- din bu düşman elhisesini?.. a çok heyecanlıydı. kısaca an- — Mühim bir vazife aldık, Haydi, çabuk Gl! Bu gece seninle birlikte gölü geşerek karşı yakaya, papas Fernando'nun oturdu- Bu şatoya tecessüse Zideceğiz. Fatmanın yüzü güldü. Koca ordunun içinde bu işi görmek için Selmanın onu seçmesi elbette böyle bir kahraman kadı- nın gururunu okşıyacaktı. Sadece: — Tarık'ın bu işten haberi var mı? Diye sordu. Selman: »— Tarık şimdi beni çağırdı, şatoya giz- İlce gitmemi emretti. Yanıma bir yardım- cı, almamı da söyledi. Ben, seni seçtim. Bü İşi ikimizden başka kimse bilmiyecek, arladın mı? dedi, Fatma sonsuz bir sevinç ve heyecan için- de yerinden fırladı: — Ben de #enin gibi mi giyineceğim? — Evet. O civarda bisi uzaktan gören olursa, kılığımızdan şüphelenmez. Biz de serbesçe işimize bakarız. — Pekâlâ, Hemen şimdi hâzırlanaca- ğim. 8slman tekrar çadırdan çıktı. Dışarıda bekledi. Ve Fatıma hazırlandıktan sonra, msi görünmeden karargihtan ayrl- Fernando'yu ele geçirecekler mi? Gece yarım göle atlamışlardı. Ikisi de yüzme biliyordu. Fatma, Afrika sahillerinde dolaşan bir denizeinin kızıydı. Fatmanın babası öldük- ten sonra, Tarık onu yanına almıştı. Fat- ma erkek gibi cesur. atılgan, ölümden yıl- maz bir kadındı, Yaşı yirmi beşi bulmuş, fakat o güne kadar kendisine uygun bir er- kek bulamadığı için eylenmemişti. Fatma, Türkın İspanyaya hareket edeceğini du- yunca, bir gece erkek girerek ka- fileye karışmış, mücahidlerle birlikte yola şıkmışlı. Fatmayı yolda gören Tarık onu geri çevirmek istemişse de, hem yolun uzun: luğu hem de Pulmanın yalvarması Tarıki bu fikrinden vaz geçirimiş, Fatma bu su- retle İspanyaya kadar Arap mücahldleri- Je birlikte gelmişti. Fatmanın yollarda bir hayli yararlıkları da görülmüştü. Gölün karşı yakasindaki muhteşom ga- tosunda ölururak, bükün İspanyayı bura- dan idare etmeğe çalışan rahip Fernando çok kurnaz bir adamdı, O, İspanyada Krat- dan sohra gelen ve her dediğini yaptırın mühim bir çahsiyeçti. Fernando, İspanyayı idare eden (Yedi- Jer heyetine: «Müslüm: Tr çok yakında Endülüsü terkedip geldikleri yere dönecekler.» Tarzında bir de teminat vermişti, (Yedi rahipler) Fernandoya güveniyorlardı. O gece Selman ile Fatma gölde yüze dursunlar. biz gelelim Pernandonun $ato- suna, Ferando İşbilliye kalesi önünde kime güvenerek oturuyordu?... Ve müslüman or- dusunun mühim bir fırkası gölün karşı ya- kasına geldiği halde, kızıl rahip burada n& cesaretle 'oturabiliyordu?, Bu hâdise bü- tün İspanyolların olduğu Kadar, müslüman- ların da gözüne çarpıyordu. Ferdanonun hususi ve gizli bir ordusu mu vardı? Yoksa, o da kralın beklediği gi- bi, müslümanlara gökten bir felâket yağ- muru inmesini mi bekliyordu? İşte, papasın çömezlerinden bir başka rahip, Ferdanonun önünde eğilmiş, telâş ve heyecan içinde birşeyler anlatıyordu: — Bu akşam gökyüzünü kara bulutlar kapladı, sinyor! Umarım ki, sabaha karşı, çoktanbari beklediğimiz «Feliket ve musi- bet yağmuru» yağacak. bütün müslüman- lar telef olacaktır. Ti. Şimdi di tabil cazibesinin mühim bir kısmını hâlâ kaybetmemişti, — A... Siz misiniz, Burhan beyefen- di? - diye şaşırıverdi. — Evet... Benim ya... Em Vallahi geleceğinizi bilmiyo. rduk. — Kara Yusuf evde değil mi? — Kasabaya indi beyefendi... Balı- mı satmağa gitti. — Sonra ne yapacak? — Dönecek... Fakat bilirsiniz ya: Saati malüm olmaz! — Sarhoş olup bir yerde yıkılmasın da... Ev sahibesi: « — Vallahi bilinmez ki...» mânası- na gelen bir harekette bulundu, Kara Yusuf, aldığı parayı rakıya ç8- viren ayyaşlardandı. Rasladığı her meyhaneye burnunu daldırdığı için, burnu da kıpkırmızı kesilmişti, Kadın: — Kendisile bir işiniz mi vardı? - diye sordu. Kaptan, orada bulduğu iskemleler- den birine çöktü. Diğer köylü evlerile kıyas edilmiyecek derecede munta- zam bir yerdi burasi, Tahtalar gıcır gıcır silinmişti. Her yerde bir intizam göze çarpıyordu. Bürhan kendini sev- a sempatik bir muhitte hissetti, Pemando içinden gülerek, bu riyakâr ra- hibe sordu: — İşbiliyeden ne haber var? — Eskisi gibi, sinyor! Hiç bir tehlike yok, — Kale kumandan!le konuştun mu? — Konuzzwa, sinyor! Ve emirlerinizi ken- disine teblig ettim. — Askerin bir şeye ihtiyacı yok mu? — Hayır. Silâhi var. erzakı var. fakat. Çömez rahip ağzının içinde birşeyler ge- veledi. Cesareti birdenbire kırılmıştı. Fernando gözlerini açtı: — Fakat ne var?... Silâh, erzak. bunlar, — memleketi müdafaaya kâfi gelmiyor ağa cemreli büsbütün kırılmıştı. Yernando, birdenbire korkudan dizlerinin bağı çözülen rahibe başladı: — Ne oluyorsun? Saran mı tuttu gene?... — Hayır, hayir. o kadar mühim birsey değil, sinyor! Herşey war amma, askerimiz de cesaret yok. Lam herşeyi göze alarak hakikati söy- — Askerimizin cesareti kırılmış, sinorf Maneviyatı bozuk bir ordu her zaman mağ lâp olmağa mahkümdur. Halbuki, müslü- manlar gölü geçip kaleye ve şatoya saldır- mağa hazırlanmıyorlârmış, Fernando bu sözleri büyük bir siğük- kanlılıkla dinliyordu. -— Cesaretsizlik gösterenlere şiddetli cöza- lar verilmesini emrelaniştim, dedi, bunu kus mandana söylemedin mi? — Söylemez olur mıyım, sinyor? Efendi- mizin emirlerini her gidişimde aynen tek- rarlıyorum. Son defa kumandan banal «Ka- lenin zindanlarına attığımız kimselerin sa- yısı, kaleyi müdafaa edenlerden fazin ol- Gul» dedi. Görüyorsunz ki, kale kumanda. nı emirlerinizi derhal ve tamamen tatbik ediyor. Baş kaldıranın hemen başını eziyor. Cesarotsirtik gösterenleri dayakla, açlıkla tedhiş ederek zindanlara atıyor. Fakat, bu- nu yapmakla beraber, gerek yerlier, gerek» se kale müdaflleri; müslümanların çok kuvvetli olduğunu, onların karşısında da- yanamıyacaklarını söylemekten o çekinmi- yorlarmış.. Papas Ferdanonun bu. haberlere çamı M- kılınamasına imkân yoktu. Şiddetle yerin- den kalkarak: — İşbiliyeye yeni ve cesur bir kumandan göndezeceğim, dedi, Petro korkaklık göste- rİyor. Bir avuç müslümana kuvvetlerimiz. yenilemez. - Petronun yerine kimi göndermek fik- rindesiniz. sinyor? «- Henüz düşünmedim. Kral ile görüş- moğe gideceğim. Bu işi bir haftaya kadar bitirmeliyim. Papas mütereddid ayakta duruyordu. Şatoda korkunç bir sessizlik vardı; Fernando sordu: — Sen ne düşünüyorsun bakalım? — Kulunuz, Petronun İşbiliyeden kaldı- rılmasına taraflar değilim. Potro giderse, şehir içinde ihtilâl çıkar, Çünkü, yerlileri, Petro öyle sindirmiştir ki. yeni gelecek kumandanın orada onun kadar muvaffak olacağını tahmin etmiyorum. Çömez papaz birdenbire ümid verisi bir tavırla ilâve etti: — Göklerin yardımını temin ettiğinizi söylemiştiniz! Bu gece, çoktanberi bokledi- gimiz bu semari yardımı göreceğimizi umü» yorum, sinyor! Siz ne dersiniz? «Hazreti Mesihw yöklen, bizim ne kadar sıkıldığı. miz va a olsa gerek. Rahip Fernando İspanyolları (Bugün ee emi diye kandırmıştı, Hal- bilhassa rahiplerin yarısından çoğu bili inanmış görünüyor ve büyük bir sa- birsızlık içinde bu mueiteyi bekliyirdu. Hele papas Fermandonun çömezleri bu he- seyanlara tamamile inanmışlardı, Zira, (Hazreti İsa) nın yeryüzünde bir tek mü- messlli vardı; Fernando. (Arkası var) bir el hareketile, beyaz baş örtüsünü düzeltti. Eli belinde, dudaklarında bir tebessüm, yolcunun karşısında dur- du; sırtını duvara dayadı. — Hangi rüzgârlar attı da böyle bir. denbire geliyerdiniz, vallahi merak ettim, beyefendi, — Fena rüzgâr. — Hayrola... Ne var?... Aman beni korkutmayın beyefendim... — Halimden de bir feykalâdelik anlaşılmıyor mu? — Sahi... Nasıl oldu da bunu bir. denbire farkedemedim? ...Çok üzük düğünüz belli, — Evet Perrinciğim... — Halbuki beyefendiciğim, sizin, Allah ömürler versin, hayatta bir $8- yiniz eksik değil... Siz mesud olmıya- caksınız da kim olacak?,.. — Hâkkın var,., Amma... Kara Yusufun Pervin, kaşlarını çattı, Kaptanın hakikaten müthiş bir hali vardı, Yaklaşarak: i — Neniz var, efehdiciğim? - diye sordu, — Evvelâ acım... Bana yiyecek bir şey ver, bakalım... Kadın hayrette kaldı. Böyle bir be- yetendi! Âdi bir rençber gibi aç ola- bilsin!...

Bu sayıdan diğer sayfalar: