; - ; AKŞAM BİR HİKÂYE Naci We sinemadan çıkmıştık. Ağır ağıf 'Taksime doğru yürüyorduk, Bir pastahane- hin önünden geçerken tam yanımızda bir Otomobil durdu. İçinden genç bir kadınla, orta yaşlı bir erkek indi, Naci onları görünce kaşlarını çattı, mi- rildandı: -- Hay dalavereci herif hay!.. Genç kadınla iri yari adam pastahaneye $irdiler, Biz yolumuza devam ettik, ben: — Kuzum Naci, dedim. «Dalavereci he- rif. diye kimden bahsediyordun? Hiddetli hiddetli cevap yerdi: — Genç kadının yarindâki iri yarı er- kekten.. Birader bana öyle bir dalavere çe- VR ki Hem de ne çeşitten bir dalavere musun? Bir aşk dalayeresi... — O da hasıl şey?. — Bak anlatayım birader... Bundan ta- mam beş sene evveldi O saman Avrupa şimdiki gibi top sesleri, mitralyöz gürültü- leri içinde çalkanan bir yer değildi. Büâkis ber taraftan neşeli ŞE m neleri işiti- Myordu. Trenle Avrupadan ate dönü- yordum. Bir kom; kişi idik. Ben, biraz evvel gördüğün öm aç ve güzel kadınla, iri yarı adam, Üçümüz de İstan bula gidiyorduk, Kadını gördün ya? Son derece güzel, zarli, Bir erkeği uzun usun oyalıyacak bir kadın değil mi?... Doğrusu böyle bir kadınla ayni kompar- timanda seyahat etmek bana sonsuz bir Zevk veriyordu. Uzum Müddettenberi mem- leketten uzakta yaşadığım için kulaklarım türkçeye hasret kalmıştı. Onun ciri etyil konuşması bana tatlı Dir musiki gibi geli. yordu. Bütün bunlardan başka genç kadın ba- na ikarşı hiç de lkayıd değildi. Biraz becerikli davrsiniraam bu tron yol- culuğunu nefis bir balayı seyahati haline #okabilirdim. Yalnız şlindi genç kadının ya- nında gördüğün Iri yarı adam bana arasıra hain hain bakıyordu. İçimden; «Bu adam bana kızıyor... dedim: *Hağkı da var ya... Gen; kadının bana bu derece ltifat etme- sini çekemiyor...» diyordum, Biraz sonra bu düşüneemde pek haklı olduğumu da anla» dun, Çünkü iri yarı, pehlivdn azmanı adam genç kadına hayran hayran bakıyor, onun iltifatını kazanmak için elinden geldiği ka- dar çalışıyordu. Fakat ne yapsa nafile idi, Genç kadın bütün iltifatını bana gösteriyordu. Bir aralık iri yarı adam şöyle yerinden bir doğruldu. Bana: — Affedersiniz efendim, İstanbulda Üs- küdarda ikamet buyruluyor değil mi?.. O zaman hakikaten Üsküdarda oturuyor» dum. Cevap verdim: — Evet. Üsküdarda oturuyorum... Böyle söyliyerek kendimi”takdim ettim. İri yarı adam gülümsedi: — Galiba bendenizi tanımadınız... dedi, halbuki ben zatıklinizi çoktanberi tanırım... Şaşırmıştım. Belki bu adamı Üsküdar va- zat ayni alaycı gülümseme İle; — Küçükler büyüdü mü?... Demez mi?.. Muhakkak ki beni birisine benzetiyordu: «- Yanılıyorsunuz efendim. dedim, ben- deniz evli değilim Biraz evvel ismimi kendişine söylediği için bu sefer: — Ay siz Üsküdarlı Naci bey değil misi- niz?.. dedi, nasıl olur efendim?... Altı ço- cuk babası değil misiniz siz... Hattâ kayın- Yalidenizle de geçlnemiyordunuz da mah- kemelik olmuştunuz... Bu sefer soğuk bir tavırla; — Hayır efendim hayır, dedim. beni bi- risine betizetiyorsunuz... Ben bekârım.,.. Al- W değil, bir çocuğum bile yok... Kayınzali- dem filân da olmadığı için onunla geçin- mem, yahud geçinmemem de tabli mevzuu bahs olamaz.. Iri yarı adam bu sözlerim üzerine sahki son derece hayret etmiş gibi bir tarır aldı. — Hafızam o kadar kuvvetlidir ki, dedi, aldanmama ihtimal veremiyorum, sisin ai- ta çocuk sahibi olduğunuzu sayet iyi bili. yorum... Çıldıracaktım. İri yarı olmasa herifin gırtlağına sarılacaktım, Maamafih kendimi Tefrika No. 147 SEVİLEN KADIN Kâh kayalıklar arasında, dar bo- Bazlarda kalıyorlar, kâh sık orman- lardan geçiyorlardı. Bazan da, önle- rinde sişlerin tüllerine bürünmüş lâ- tif bir manzara açılıyordu. Derken Şişman doktor, hâyli para kazan. muştı amma, yorgunluktan da ölmüş- tü, bitmişti. Böyle bir dağ yolculuğu, onün gövdesinin kârı değildi. Yirmi yaşındaki delikanlıların yapacakları bir şeydi bu... Ya hele heyecan... Kaç gündenberi kaç hâleti ruhiyenin te- sirinde kalmıştı! «— Anamdan emdiğim süt burnum. dan geldi; fakat mangizleri de vur- dum... İyi kazandım...» diye elini göğsündeki servete bastırıyordu, Klavuzun hayvanı önde, doktor or. tarla, uşak en geride gidiyordu. Kad- ri Ahmed, küygan taşlar üzerinde af tiyorsunuz... Demekle iktifa ettim. Fakat bunları söylerken sanki hakikaten hüviye- $ini saklıyan bir adam gibi utanıyor, kıza- rıyordum, Genç kadın hayretler içinde bizim konuş- mamızı takip ediyor, şaşkın şaşkın benim ıme bakıyordu, Üçümüzün arasında öy» Je bir hava hast olmuştu ki, ben sanki al- karşı bekâr göstermeğe yeltenen âdi biş çapkın vaziyetine düşmüştüm. İri yarı adam ayni alaycı gülümseme ile bana başka birşey sordu: — Muhakemeniz nası oldu? Hiç kabahatsız olduğum halde yeniden kulaklarıma kadar kızardığımı hizsetmiş- #im, Şaşırmış bir halde sordum: — Ne muhakemesi?... İri adam gayet sakin bir tavırla: — Canım şu hırsızlık ve cinayet davas!,, Galiba onuncu yıldönümde çıkan affı umu- miden istifade ettiniz değil mi?... Ağrım iki karış açık hayretler içinde ada- mâ bakıyordum: — Kuzum rica ederim, dedira, rüya mi gö rüyorsunuz? Hangi hırsızlık ve cinayet da- vasından bahsediyorsunuz? — Hangi hırsızlık ve cinayof davası ola- cak?.. Mani Beyoğlunda bir handa ibtiyar bir kadını parasına tama ederek öldürmek zannı We sizi yakalamışlardı, Mahkemeye | vermişlerdi. Onu soruyorum... Netice na l- du? Mahküm mu oldunuz? Yoksa beraci mi ettiniz?... Artık bu herif çok oluyordu. Ona şiddetle cevap verdim: Rica ederim, artık bu derecesi fazla... Benim hiç bir hırsızlık ve cinayet davaslle alâkam yok. Sizin o pek güvendiğiniz ha- fızanız çoktan İflâs etmiş... Pehlivan yapılı adam, itimadsızca dudak büktü, sonra da; — Belki... diyerek bağını salladı. Genç ka- dına bakım, Evvelee benim tam yanımda Otururken, bir köşeye büzülmüş, tA pen- çerenin kenarına gitmişti, Artık ö zamandan sonra da bana Ktifat etmez oldu. Âdeta benden çekinen, kaçınan bir hali vazdı. Bir aralık dışarıya çıktım. Sinir içinde idim. Bir müddet lokantalı va- gonda oturdum. Tekrar kompartımana dön- düğüm zaman iri yarı adamla genç kadını pek samimi buldum. Hararetli birşeyler ko- Buşuyorlardı. Beni görünce hemen susta- lar. Yalnız genç kadının: — Hem efendim meşhur sözdür, «Ateş ol- mıyan yerde duman tütmez..» derler... di- ye mırıldandığını işittim. Herhalde benden bahsediyorlardı. Artık o geceyi irenin en tenha köşelerin- de geçirdiler. İstanbula geldiğimiz zaman trenden indiler, Kolkola girdiler, birlikte ötomobile bindiler. Bü herilin beni tani- tuttum. Yalnız: — Yok efendim yok... Rica ederim benza- Türkiye Radyodifüzyon Postaları TÜRKİYE SAATİLE e a e m5 bancı dillerde haberler saatleri sağda gösterilmiştir: İranca saat 13,00 ve 18,45 de Arapça sanat 13,15 ve 1045 de “,- Fransızca saat 13,45 ve 20,15 de SALI 5/12/ 1240 Program ve memleket mat ayari, 1235 Ajans ve meteoroloji haberleri, 12,50 Türk müziği: Çalanlar: Cerdet Kozan, Re- fik Fersan, Reşat Erer, Kemal Niyazi Sey- hun, 1 — Okuyan: Mefhareb Sağnak, İ- Gemsettin Ziya - Hüseyni şarkı: (Yaslanıp yatmış firaşı nazına), 2 - Ahmet Rasim - Hicaz şarkı: (Can hastasıyım), $- Enderan- Iu Yusut - Hicaz şeki: (Ateşi aşkına rap- tettim), 4- Şehnaz şarkı: (Ben perişanım), 3 — Okuyan: Muzaffer İlkar, I- Vecibe kanun taksimi, 2- Rahmi bey - Hüseyni şarkı; CAcap nazende şuhsun), 3- Bimen Şen - Hüseyni şarkı: (Bahçemde lüle de var), £ Refik Fersan- Hüseyni şarkı: (Birkaçı birleşerek), $- Paz a (Aman dağlar canım dağlar), 8- Hüseyni şarkı: (Sevdiğim cemalin çünkü göremem), 1340-14 Müzik (Hafif müzik - Pi) 18 Program, 13,05 Memleket saat uyarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 10,25 Müzik (Cazband - PL), 18.55 Konuşma, 19,10 Türk müziği: Klâsik program, Atikaru radyosu küme ses ve saz heyeti idare eden; Mesud Cemil, 19,30 Konuşma, 20,05 Türk müziği: Karışık program, 21 Konser takdimi: Halil Bedi Yönetken, 21,15 Mümik (Radyo orkeş- trası - Şef: Dr. E, Practorlus), 1- F. Men- delssohn Bartholdy: Ruy blas uvertürü, 2- Ed. Orleg: Norveç Eee 3- Pr. Smelna; garka (Senfonik parça), ih. Siremse: Perpetuum Mobile, 5- K Se Rezniezek: Donna Dina operasmdan urertür, 22 Memle- ket saat ayarı, Ajans haberleri, ziraat, eö- ham - tahvilât, kambiyo - nukut borsası (fiat), 32.20 Serbes saat, 22,30 Müzik (Ope- retler - PL), 22,55 Müzik (Cazband - Pl), 2325-2330 Yarınki program ve kapamış. 4 Çocuk Esirgeme Kurumu Galata ko- lundan:. Kolumuz öksüz ve yoksul (500) kız ve erkek çocuğa kış mevsimi dolayıstle elbise ve ayakkabı vermiş olduğundan bu husustaki hayırlı işe maddi yardımlarını esirgemiyen Galata nahiyesi halkına ko- lumuz namına şükranlarımızı sayın gaze- tönizle bildiririz. Fatih Askerlik şubesinden: 318 - 333 (dahil) doğumlu hiç askerlik et- memiş, cezalı” cezasız ve geçen csiplerde sevk artığı bırakılan (İstihkâm) sınıfına mensup crat askere sevkedileceklerinden hemen şubeye müraca: hiş cinayetle alâkadar bulunduğumu sırf gözünden düşürmek için istanbul P. T. T. müdürlüğünden: Beyoğlu P.T'T. Merkez binasının tamiratı açık an konulmuştur. Eksilime Postahan birinel 20/12/939 çarşimba günü saat 1515 de B. dürlüğü odasında katta PTT, Mü- alım satım mİ amaa ii Keşif bedeli (3303) lira (Tl) kuruş muvakkat teminat (623) liradır. Taliplerin mu- kavele, eksiltme bayındırlık işleri genel, hususi ve fenni şarlanmeleri keşif hülâsasiş büna müteferri diğer evrakı görmek ve muvakkat teminatlarını yatırmak Üzere çalışma günlerinde mezkör müdürlük idari kalem levazım kısmına eksiltme gün ve saatinde de &n az bir teahhüdde (5000) lirelik bu işe benzer iş yaptığına dair idarelerinden olduğu vesikalâra istinaden Istanbul vilâyetine müracaatla eksiltme tarihinden 8 gün MY Ye üracaatları, buzlle komisyona m (9926) P. T. T. Umum Müdürlüğünden: 1 — Taahhüdün ademi ifasından dolayı çıkarılmıştır. 2 Muhammen bedel «175005 8 Kinunusani 940 pazartesi günü saat eli» daki satınalma komisyonunda yapılacaktır. 3 — İstekliler muvakkat teminat zakbi vesikalarını himilen mezkür gün ve saatte 4 — Şartnameler Ankarada P. 'T. T. levazım, İstanbulda P, 7. T. şubesi müdürlüklerinden bedelsiz olarak verilecektir. Nakleden Vi-N — Bu ne? - diye sordu. ni göremiyordu. — pe bilir... Jandarmalar mi dır?... İhtimal kaçakçı arıyorlar... Sİ.” 76 göre korkacak bir şey yok... Beni arasalar bile üstümde tütün bulamaz- Jar... Hoş sizin yanınızdayken şüphe- lenmez de ya... Kadri Ahmed bir müddet etrafına bakındı durdu; nafle yere jandarma aradı... Öyle ya: Jandarmadan ne korkusu var?,.. Yirmi yıl evvelki yan» gın ve katil meselesinin izl burada çi- kacak değila,.. Yukarıdaki cesed işin» de de onun sun'u, taksiri yok... Jan darmular insanın göğsünü açıp vic- da, doktorun hiçbir fenalığını göre Ti Ahmed himaye altında şehre kadar Bir kere daha eyerin üstünde siçra- muvakkat beminat 50.000 adet 2 No. lu fincan açık eksiltmeşe «93715» lir3 olup eksiltmeyi Ankara P, T. T. Umum Müdürlük binasın- uz veya banka teminat mektubile kanun? © komisyona müracaat edecaklerdir, levuzım ayniyab (9625) — (596), ha düşecekti. Onun hayvanı peşisira gelen Alininki ile müsademe etmişti. Yüzlerini göstermiyecek şekilde iyi- ce sarmış, ceketlerini ters giymiş iki kişi, kayaların iki yanında beliriver. mişti, Arada sırada taşra muhabirle. rinden gelen haberleri gazeteler ya- zar: Amerikan gangslerleri gibi, bi. zim Anadolu köylüleri de bir cinayet Işliyecekleri ve ne olur ne olmaz izle- rini meydana vurmamak istedikleri zaman, yüzlerini masketerlermiş. Kad- ri Ahmedin aklına bu tafsilât geldi, «— Eyvah... - diye düşündü. - hapı yuttum.» Şimdi, ayni kıyafette başka insan. ları da görüyordu. Reisleri olduğu anlaşılan biri: — Durun bakalım... - diye seslendi. Klavuz korkmuş olacaktı ki sordu: — Bizden ne İstiyorsunuz?... Siz kimsiniz?... — Şimdi konuşur, anlaşırız... Öğ- renirsiniz! Çoban, doktora döndü; açıktan açı- 'Tefrika No. 137 Yazan: İskender Fahreddin Sünnur Ömeri tanimiyordu, fakat Leylânın Ömer adlı bir erkekle evli olduğunu Mansurdan öğrenmişti «Sünnur» u nereye götürüyorlar? o pi her zaman olduğu gibi, Leylâ- nm yemeğini bir gümüş tepsi içinde ge- tiren cariye, hanımının hâlâ başi sanlı yaltığını görünce, tepsiyi yatağın kenarina bırakarak: — Sitti! Akşam oldu. yemeğinizi getir- dim. Haydi kalkınız.. açlıktan öleceksiniz. kaç gündür yemek yemiyorsunuz.. bu ak- şam da yemek yemiyecek olursanız, anns- nize haber vereceğim! Dize söylenmeğe başlamıştı. Sünnur, Leylânın annesile karşılaşma- mak için, gelen yemeği güzelce yemeğe ka- rar vermişti. Zalen karnı acıkmış olan çöl yıldızı da bunu bekliyordu. Cariyesine eli- Je dışarıya çıkmasını işaret etlikten sonra yavaşça yatağının içinde doğruldu. Tepsi- nin başına geçti. Cariye dışarıda iken iyi- ce karnını doyurmuştu. Teylânın cariyesi kapı aralığından gözet- Hyordu. Acaba Leyli gerçekten yemek yiye- cek miydi? Arap kızı birdenbire gözlerine inanamı- yacak kadar şaşırmıştı. Leylâ bu akşam o kadar İştahlı yemek yiyordu ki. Sünnur karnını doyurduktan sonra tep- siyl yere bıraktı ve tekrar yatağa girip yat- tı, Leylânın cariyesi odaya girdiği zaman yemek kapları boşalmıştı. Bünnur bundan sonra; — Papağanımı doyurmayı unutma! Diye mırıldandı. Hüzmetçi kız: — Merak etme, sltzi! dedi, ona da $ize baktığım gibi bakıyorum. Aranızda bir fark var: Siz, hizmetimi takdir ediyorsunuz. O etmiyor, — Hayvanla insan mukayese edilir mi?, aptal? Hizmetçi yemek tepsisini alarak odadan sevinçle çıktı. Sünnur ilk tehlikeyi kolay- ca savuşturmuştu. Hizmetçi kız, Sünnurun sesini yadırga- mamişta, Yatsı ezanından sonra. Âmiri kabilesi efradı gündüzleri çok ça lıştığı için, gece olunca, yatsi ezanından sonra hemen uykuya dalardı. Saray kapı- sında dolaşan birkaç möbetçiden başka mey» danda kimseler kalmazdı. Âmiriler çok er- ken kalkarlar, güneş doğmadan işlerine gi- derlerdi. Şeyh Mehdi o günlerde fikren çok meşgul ve rahatsızdı. Kardeşi Sald çölde rahat dur- muyor: Ki — Mehdinin yerine mutlaka ben geçetö- Bim, O artık ihtiyarladı.. bünadı. Diyerek, çöl sakimerini yağma. geyh Mehdi aleyhine bunları duydukça hiddetinden e bi bi- niyor* — Bu buş belâsından hâlâ kurtulamadım Derd birken, iki oldu. Damadım Ömer de onunla birleşti, Diyordu. Ömer iki aydanberi meydanda yoktu. Bir gün Leylâyı kaçırmağa gelmiş ve karısının muhalefetini görünce? —Sen ergeç benim olacaksın, Leylâ! Hani- ya, bana $öz vermiştin.. neye sözünde dur- madın? “Deyip gitmiş, o gündenberi Âmiriler za- viyesinde görünmemişti. Zaten o artık şeyh Mehdi ile. yüzleşemezdi. Mehdi onu ele ge- çirince hapösdecekti. Şeyh Saldle birleşen bir adam, kim olursa olsun. Mehdi ile dost olamazdı. O gece Sünnur yalakla yalarken, oda ka- pısının önünde ayak sesleri duydu, dışaris ya kulak verdi: — Şeyhin nöbetçileri dolaşıyor... Diye söylenirken, kapının birdenbire ar. dina Kadar açıldığım gördü. İri boylu iki Arap genel, ellerindeki cenbiyeleri uzata- rak; Sesini çıkarma! bir tabanca olduğu görülüyordu. Doktoru kolundan tutup: — İn beyim yerel - emrini verdi. Bu, kati bir emirdi. Şimşman adamın kımıldamakla güçlük çektiğini görünce, uşağı ta, bancasile dürttü: « Aval aval sırıtıp ne suratıma ba- kıyorsun?... Haydi, yardım et te in- sin, Ali, işin şaka olmadığını anlıyarak Kadri Ahmedin MA tuttu, Doktor: — Bizden ne çi iin » diye klavuzun sualini tekrarladı, — Hâlâ sezmedin mi, beyim? Amma da vurdumduymazmışsın... — Arzunuz para mı yoksa? — Ha şunu bileydin... Kadri Ahmed sapsarı kesildi, Reis; — Bugün elinize okkalı para geçti, beyim... - dedi, - Bu servetiniz kulağı- mıza her nasılsa çalındı, beyim, öb- hö... Rem de cebindeki papelleri alın teri dökmeden kazandığını da biliyo- ruz... Arkadaşını satmışsın, onun ba» şına felâket getirmişsin!... Ya... Bak neler biliyoruz, iyi duymuş muyuz?... Habis herifin biri imişsin, sözüm meç- Yisten dışarı... Bizim mesleğimiz ka- çakçılık... Jandarmalar, bütün gün, av kovalar gibi peşimizde dolaşır... Her gün türlü türlü belâlara uğra- Diye bağırdılar. Sünnur na olduğunu an- uyamamıştı. Bu adamlar kimdi? Elerinde- derdik Rk m Sünnar uzun boylu ne düşünmeğe, ne de da ea vakit bulamadı. Sünnüru sararak kucakladılar.. odadan çı- Hardliz. Sünnur buraya kadar olan hâdi- seyi gözile görmüştü, biliyordu. Fakat, bun- dan ötesini bilmiyord. Sünnuru sarayın arka bahçesinden kaçıs Yolun kenarında birkaç at un arı a rdu. Bunlardan birinin üzerinde a lm du. Sünnuru kaçıran Araplar, atların ya- mına yaklaşınca, yolun üstünde kısa bir ko- nuşma geçti: — Saraydan çıkışınızı kimse gördü mü? — Hayır, seydi! Zaten uşaklar bizim adamlarımızdır. Birşey görmemek için uzak- laşmışlar. — Leylâ bağırdı mı? — Hayır, seydi! Ağzımı bile açmadı, — Kendisine birsey söylediniz mi? — Evet; «Korkmayın, kocanınn yanına gideceksiniz!» dedik. 5 Çok iyi. Hemen ata bindirip Yola gıka- Ömerin gözleri karanlıkta ışıldadı, Güldü; * — Dediğimi yaplım nihayet. Fakat, bunu daba önceden yapmalıydım. Birkaç yılımı boş yere geçirdim. Atlarım sürdüler, Zaviyenin smırlarını aşar aşmaz, Ömer hayvanlari durdurdu. Sürnuru götüren ate huin yanına sokuldu: - Leylâ havasılıklan boğulması... Hu- dudu geçtik. Biraz başını açsak fena ol- maz, Bünnur aksırarak uyandı: — Ben nerdeyim,, yatağımdan kim uzak- Yaştırdı beni? Ömer mağrur bir tavırla cevap verdi; — Seni kaçıracağımı Iki ay önce söyleme- miş miydim, Leylâ? İşte, dediğimi yaptım, Sânnur, Ömeri tanımıyordu. Fakat, Ley- Yanın Ömer adlı bir erkekle evli olduğunu Ur dağından gelirken yolda Mansurdaa öğ- rönmişti. Demek Ki, Ömer, karısı Leyliyı çöle ka- çırmağa ahdetmişti. Sünnurun başı iyice sa» riliydi. Örer onu karanlıkta tanıyamamış- tı, Sünnur kımk bir sesle sordu: — Beni nereye götürüyorsunuz? — Evime. — Evin nerede? — Amçan Baldin zaviyesinde, Çok m1? lı koşar. Daha önce de varabiliriz, Sünnur susmuştu. Ömer: — Artık herşeyi unutacaksın, Leylâ! Ur dağında geceleri sabaha kadar öten bay- kuştan bir daha bana bahsetmiyeceksin, değil mi? Diyerek, ellerini Sünnurun omuzlarında, gezdirdi. Sünnür vücudünde hafif bir ürperme duydu. Çöl yıldızı, Şeyh Sajdin zaviyesine va- rıncaya kadar susmağa karar vermişti, Sün- nur, Şeyh Saidi çok iyi tanıyordu. Sald, Bünrurun babasının dostuydu, İki dost ka- bile arasında çölde o güne kadar en ufak bir ihtilâf veya çarpışma vakası geçmemiş- ti. Sünnur oraya varır varmaz, Bağdattan dönerken Taşbileğin kendsini nasıl kaçır- dığını anlatarak şeyh Saidin yardımını isti» yecekti, Sünnur kendi kendine: — Ne ararken, ne buldum? diyordu - Bu tesadüften herhalde İstifade etmeliyim. Şeyh Salde yulvarırsam, muhakkak beni babama teslim edecek$ir, (Arkası var) Jin... Anlıyorsun ya... — Anlıyorum: Sizde dediniz ki, jan» darmalar sizi kovalıyacağına, siz beni Kovalıyasınız... Ve işte pusuya düşür. dümüz, — Evet. — Çabuk söyleyin: Kaç para isti- yorsunuz? Reis, parmaklarını dudaklarına gö- türdü, Bir ıslık çaldı, Kayanın üstün- den maskeliler ve - zâhir pek meçhul oldukları için - maskelenmeğe lüzum görmemiş bazı köylüler beliriverdi. Üç kişilik kafile sarıldı, kaldı. Şimdi artık en yüksek tepede bekçk lik eden İki kişi vardı. Bunların silu- etleri göğün maviliği içinde pek aca- vip duruyordu. Daha ilerde de biri vardı. Fakaf görünmüyordu. Bunun mahud İsmail olması pek muhte- meldi. Reis, arkadaşlarına: — Çocuklar! - dedi. - Bu efendi, kendisinden kaç para istediğimizi s0 ruyor. Bir ihtiyar, kumaz kurmaz güldü: — Gayet basit: O, zengin, biz faki- riz... Hem parasi da helâl para de gil... Kurtulsun gitsin... Diğer biri: — Üstünde ne kadar varsa hepsini versin evvelâ... Üçüncüsü; ii (Arkası var)