Çok eski zamanlarda İspanyada krallığı, on dördüncü Lon?o'nuh idaresin- de pek mesuddu. Güneşin ve-lâtif denle rüsgürının sayesinde, toprak bol bol porta» kal, yasemin, üzüm va nar veriyordu. Ön dördüncü Lonzo yarı şair, yarı tilo- 891 bir kraldı, Mi etrafına toplar, kendileride iyilik eder ve onlardan has duysrdi. Halka eziyet etmezdi. Memürları her ne kadar çokça vergi alırlarsa da, bu, eski öint ve ananelerin unutulmaması içindi. Tonra, krallığının en güzel adamı diye moşburdu, Kadife gibi tatlı usun gözleri vardı. Endamı zarif ve yürüyüşü çevikti. İpek olbize giyip mücevheratiş süzlenmeği Dok severdi. Barayı ihtişam içindeydi. Balkonlarile, teraslarile, çeşmelerile, nadir mozayiklerile, ince heykellerile, kuş yuvası bahçelerile âdeta bir cennetti burasıf Kral, on iki yıla yakın bir zamandanberi, kuzini Solelia dEscaidore Ile evli bulunu- yordu. Kraliçe, henüz beşikte İken kendi- sine nişanlanmıştı. Abide, zahide bir hatun olan hükümder kadın, zeveinin sıhhat, afiyet ve saadeti Üze- | tirli titrerdi, O derece ki, Âdeta sofracılığını, evapçıbaşılığını, oda hizmatşi- Uğini yapar, bu yüzden de kendi zerafetini mühmel bırakırdı. Almeryahlar kralları kâdat kraliçelerini 4» severlerdi. Lâkin herkesin kalbi fens halde üzüm mekteydi. Hükümdarın evlâdı olmamıştı. Zavallı Solella beyhud? yere mukaddes yer; leri ziyaret etmiş, mucizeli membalardan sular içmiş, usta hekimlerin hazırladıkları iksirleri ve hapları kullanmış, hatli riva- yete nazaran sihirbazlara bile baş vurmuş- tu. Buna rağmen maalesef kisirlıktan kur« tulamıyordu. Bu talihsizlik, Lonzo'yu kederlendirmeğ? başladı, Artık bütün gününü avda geçire- rek oyalanmağa çabalıyordu. Kraliçe ise, ki. Misetere gidiyor, mihraplar önünde diz şö- Küyor, melül ve mahzun, dua ediyordu. On iki sene olmak üzereydi ki hpik ara- sında bir sözdür çınladı: Talâk! Bülâlenin kanunları gayet katiydi: On Iki sene tamamlanıp da kraliçe taht için bir vellahd vermezse kralın ikinci bir zey- ee alması icap ederdi. Bu hikmeti hükü- met önünde böyun eğmek, zarureti vardı. Lonzo da müteessirdi; fakat neylesin! S0- Jella'nın kapalı bir araba ile saraydan a7- rılarak manastıra gitmesi ve orada kalması lâzım geldi. Papaya yasılıp nikâ- hın feshi istendi. Kral artık bir meclis toplamak zarure- tindeydi. Yeni izdivaç meselesi mütalâa edilecekti, Acaba bir İspanyol kızı mı, bir ©mebi mi daha münasip olur? Saatlerde ımüsukere edildi. Nihayet, sakalı göbeğine kadar uzanan, siyri külâhlı bir hekim aya ğa kalkıp şu hakimane sözleri söyledi: — Haşmetmeap! Bütün fenalıklar akra ba arasında izdivaçlardan gelir. Âciz fik- rimae kalırım usak memleketlerden, hattâ şimal ikliminden kendinize bir zevce söçi- niz, İhtiyar asil kanınıza böylelikle taze bir pınar katılmış olur. Bu sözler pek muvafık göründü. Kral, Avrupanın muhtelif memleketlerine değ» hal sefirler yolladı. İçlerinde İlk avdet eden Dönio oldu. Bu, sarayın on sevimli genç şövalyesiydi. Kralıp ei olduğu için dalma lütuflar gö- rürd Donio, Lagemnark krallığından geliyor- du. Ora hükümdarının biricik kızı Nelge- line'i görmüş, beğenmiş. Bu-mayi gözlü, kaj, tenli prensesin tabloları Lonzo'nun aklını başından aldı: Yişanlumı buldum. Başkasını istemem! « dedi, Donlo fevkalâde salâhiyetle tekyar yola Şıkarıldı. Vekâlet suretile orada nikâh kıyı- İscnktı, Avdette de düğün. Kral, kalbi çarparak beklemağe başladı. Yatak odasının bütün tertibatını kendi ne zareti altında ihtimamla hazırlalıyordu. Nelgeline'in şeffaf hayali karşısında tit riyordu. Arada sirada aynaya bakıyordu. Saçları dökülmüştü. İyi teggddi yüzünden şişman- Müste! zevcesi, tahayyfl ettiğinden yüz kere güzeldi. Hemen nişan. sına yaklaştı; hissiyatını sayıp ğer başladı. Prenses mukabele lerini önüne eğmiş, Kral ai bu sükütunu mahcuptuğuna atfetti, Fakat hükümdar develeree altın mukabilinde vindi, Eski vw! Bu sırada avluya dolu dileğin süvariler gelmesin mi? Belli ki mühim bir hâdise var. Mutlaka hükümdarı görmek isti- yorlarmış. Huzura çıkarılır çıkarılmaz müt- hiş bir haber verdiler; Eski kraliçe doğurmak üzere imiş? Ey- vahlar olsun... Lon#o fena halde bozuldu. Mümkün ol- saydı bu kara habercileri hemen oracıkta astıracaktı, Fakat bundan birşey çıkmıya- cağını düşündü. Mahud uzun aakallı, seri külâhlı hallali müşkülât doktoru buldurup manastıra gönderdi. Kisa bir zaman sonra, hekim, başı öns eğik, huzura geldi; müessif akikati Murat etmek mecburiyetinde kaldi: Kraliçe Solella altın topu gbi bir oğlan a heyhat! Kral, kendi kendini yiyerek, şimal pren- ai yanına gitdi, Meli, mahzun, ona ledi — Ey gözel Nelgeline! le GN uzxdur, Zeveemi geri çağırmak riyotindeyim. Pederinize sizi nasıl bildireyim? Siyasi ihtilâflar ruhur dı- cek. Hattâ balkt de harp! Prenses, sakin sesile: - Hiş bir tehlike yok! - dedi - Babam uslu akıllı bir zattır. bir ta- biatı vardır. Ağabeyim veliahdı olduğu için benim zürriyetimin onca lüzumu lr. tır... Binnenaleyh, efendim, şey... Madem- ki şövalye Donlo size vekâleten bana nikâh mg bari beni ona veriniz, olsun, bit- «Tesadüfens orada bulunan göralyenin elini tuttu. Biribirlerine öyle Aşıkans bakış-İ MUAMELE ve İSTİHLÂK VERGİLERİ tılar, sonra gözlerini kabahatlı kabahağlı önlerine öyle bir eğiş eğdiler ki, kral lâhsa- da herşeyi apldı: Dormnlon'un izdivaç olsun diye tehaliki, avdetie seyahati uzatmaları ve diğer olr sürü tafsilât... Bunlar hep on sekiz yaşında- ki kızla yirmi dört yaşındaki oğlanın işi şimal evisnseydi, büpna ila: işler açlacaktı. Mütevekkll içini 1: Evleniniz! Ve sonra, yalnış kalınca alnını kKaşıdı: «— İyi atlattım. Talihim varmış.» 4- | ye tesellisini buldu. Tercüme öden: (Vâ-Nâ) Eminönil Halkevinden; 24/11/6059 Cuma ukşamı saat 2030 da Cağaloğlundaki 'Tarih vp Edebiyat şubemiz başkanı B. Ha- 5t Bayrı tarafından Halkevleri mevzuu et- rafında bir müsahabe yapılacak ve temsil Yer değiştirecek kiracılara tavsiye! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA- RU'nı dikkatle okursanız kendi. dan Konservatuar müdürü Yusu! Ziya Demir- cinin Türk folklor'una ait eserlerinin al- tancısı budur. > On beş yıldanberi Anadoluda yapmakta olduğu seyahatlarda köylüler, göçebeler ara» sında topladığı türküler, doğumla başlıyan ninnilerden ölümdeki ağıtlara (yaslaral kadar bütün ömür safhalarına göre kadro- lanmış ve beynelmilel Âlimlerin fikir ve mütalâalarına göre izah edilmiştir. Halk edebiyatımıza ait zenginlikle bera- ber orijinaliteleri toplu bir şekilde ihtiva eden bu eser, türkülerin, mahallerinde tesbit edil. lerini de göstermesi ilibarile folkler muziki- #i tetdkikcileri için tam bis rehber vazife miş musikilerins ait, plâk ve arşivlerin yet- 3i görecektir. Büyük bir emek mahsulü ve dörtyüz sa- hifeyi, mütecaviz bulunan «Anadolu köy- lerinin türküleri» milli edediyatımızla folk- lor'umuz işin büyük bir servet ve kazanç- tır. Bu kıymetli kitabı herkese tavsiye sde- riz. Hatay şairleri B. Ahmed Faik Türkmen tarafından ya- zulmakta olun beş cildiik aMufasıla Hatay tarihinin üçüncü elldi intişar etmiştir. Müellif bu elidi on dokuzuncu Asırda yeti. şen ve Divan Edebiyatı vadisinde. gözel eserler veren Hataylı şairlere tahsis etmiş. tir. Kitap bu şairlerin hayatlarile eserleri ni ihtiva etmektedir. Ziya Kökalp ve Çınaraltı Büyük Türkçü ve mütefekkir Ziya Gök- alpın ölümünün 15 inci yildönümü müna- sebetile B. Ali Nüzhet Göksel «Ziya ve Çinar altte ismile küçük bir kitap çıkar» miştar. Üstadın hayatı ve basılmıyan eser- leri hakkında makalelerlo başlıyan bu ki- tapta Ziya Gökalpın ölümüne yakın gün- lerde yazıp mecmua ve gazetelerde neşret- tiği yedi makale «Çınar altte lemi altında toplanmıştır. Flatl 25 kuruştur. Tavsiye ede. riz, DIRILTILAR... ZIRILTILAR... Şair Hüseyin Rifat, şimdiye kadar yazdığı hicviyelerin bir ksmm Dı. ritilar, Zırıltılar adı altında ve kü- çük bir kitap halinde neşretmiştir. Değerli hiciv şairinin muhtelif deyir ve hâdiselere dair birçok manzume sini ihtiva eden bu eser 50 kuruş fi. atle kitapçılarda satılmaktadır. Maliye Vekâleti varidat umum müdürü B, İsmall Hakkı Ülkümen tarafından «Muamele ve istihlâk ver- gileri» isimli büyük bir eser neşredil. miştir. Bu eser İ ağustos 939 tarihin. de meri hükümlere göre Yazılmıştır. Fiati 300 kuruştur. f AKŞAM Abone ? ücretleri 'Tefrika No. 125 O gün Urman gözlerini kapar kapamaz, bu kara haber çarçabuk şehrin her köşe- sine yayılmıştı. Seyld Ahmed, reisin baş: ucunda bekli- yordu. Bilginler dualarım yaptıktan sonra bis rer ikişer saraydan başlamışlar» dı. Şimdi saraya Seyid Ahmed bâkim bulu- nuyordu. Seyid Ahmed, relse vezirlik ettiği günden beri Türklere yaranmak için, çöldeki Arap- lardan gücendirmediği kimse kalmamıştı. Fakat, Seyld Ahmed son günlerde, çöl hâ- kimi şeyh Seldie gizliden girliye anlaşmış bulunyordu. O zaten -(Can) bey akılı hir genç olsa bile- babasının yerini almasına meydan vermiyecek, ve yurd içinde karga- galık çıkarma yeltenecekti. Taşbilek, rel- sin yerine geçmeyi çoktanberi düşünüyor- du. Urman'ın eenaaesi üç gün sonra kaldı- rlacak$ı, Etrafta Türklere dost kabilelere Urman'ın ölümü baber verilmişti. Cenaz3 merasiminde bulunmak üzere çölden ve PL rat boylarından birçok atlılar Ur'a akın et- meffe başlamıztı. Seyid Ahmed, şeyh Saldin gelmesini bak- Uyordu. Şeyh Seyld Ur'a gelirse, cenaze mesrasi- minden sonra, Seyid Ahmede yardım ede- cek ve onu kolayca Urman'ın yerin göçl- recekli, Şeyh Saldin paraya ihtiyacı vardı. Seyid Ahmed ona Ur hazinesinin yarısını vadet- mişti. , Urman'ın veziri paradan, has'nelerden #iyade saltanat düşkünü bir adamdı. Ur- mün'ın debdebe ve intizam işinde yaşama, sına tahammül edemiyor, kskanıyordu. Seyid Ahmede göre bütün Kabile işlerini gören, ve kabilenin nüfuz ve sırırlarını ge - nişleten kendisiydi. O: — Ben olmasaydım, Urman, Fırat kıyı- larında küçücük kabilesile göçebelerin akın- ları önünde çoktan eriyip dağılmıştı: Diyordu. Seyid Ahmed. resin yerini alacağından O kadar emindi ki. Tajbileğin şehir için- de serbes dolaşmasından bile endişe “ et- miyordu. pi a Urman görmüldükten sonra.. Bir hafta sonra Relsin çenazesi debdebe ve ihtişamla kal darılımıştı, Kabilenin günlük işlerine reisin veziri Seyid Ahmed bakıyordu. Kabileye baş olarak henüz hiç kimse 90- gilmemişti. Genç muhariplerden Taner'in bir teklifi yardı: İleri gelenleri toplamak ve onların reyile kabileye bir baş seçmek. Bu teklifi herkes kabul etmişti, Zengin- ler ne Seyid Ahmode, ne de Taşbileğe rey vermek istemiyordu. «— Taşbilek sert bir adamdır. Başımıza geçerse kabilemiz mütemadiyen barp ader, akınlar peşinda koşar, Rahat yüzü görme- yiz.» «— Seyld Ahmedin başımıza geçmesini istemiyoruz. Hırsızdır. Urmanın hazinesini soymaktan çekinmiyen bu adam, kabilemi- zin erzak ambarlarına varıncaya okadaş bütün servetimizi soyar, elimizden alır ve bial çırçıplak birakir.» Hülkın ikisi hakkında, da verdiği hüküm çok doğru ve mantıki idi, Türkler ikisinden nefret ediyordu. Taner'in teklifimi işidenler: — Kurultay yapalım, saray meydanında İçimizden birini taş seçelim. Demişlerdi.. Seyid Ahmed, Taşbilek daş Şartile kendisinin de bu nimeen wak kalmasına razı Oluyordu. Fakat, icas ba Taşbilek ne düşünüyor, ne yapıyordu? Beyid Ahmöd bunu anlamak merakına düşmüştü. Yırat boylarında uzun ssırlardanberi ya- Tefrika No. 135 SEVİLEN KADI Of, artık illâllah demişti. İstanbul dan ayrılmağı muvafık bulmuştu. İlk önce bir Avrupa seyahati yapmağı da- ha iyi sanmıştı ammâ, ne ne ol muz pek de uzaklara gil iste- miş, bundan caymıştı. Bursada. yeni yapılan otelde birkaç zamanını geçi- recekti. En Alâ tedbir buydu. Samimi olduğu kimseler kendisine; — Ortalıktan bir müddet silinsen daha İyi olur! -diye nasihat verip duruyorlardı; onları dinlemiş ola çaktı. Nihayet, doktor Kadri Ahmed: — Ötesi var mı?,.. İşte ben de se- niniş beraber geleceğim!... Nereye ig» tersen... « demişti. Esasen, Bursa fikrini telkin eden Oydu: — Hazır benim de romatizmalarım var, azıcık tedavi ederim. O şehrin suları senin de sinirlerini yatıştırır... Göreceksin, he memnun olacaksın! « dömişti. * O gün öğle üzeri, Kadri Ahmedin davetinde yemek yerken Vehbi niha- yet kararımı verdi: İ Nakleden : ( Wâ - Nü) — Peki... Söylediğin gibi olsun. bu komplikasyonlar bir insanı kah- retmek iktidarında değildir. Haddi zatında ne var, ns oldu? Metres diye bir dansözle münasebet peyda etti- niz. Bu, pek çok kimsenin başından N bir Süz... Fakat aksilik bu va: Meğer dansöz zevcenizin kızı imiş. Ben sizl ikaz ettim. Viz geldi... İşin kötüsü, Vehbi birkaç kere «ofi» «pofs et tikten sonra: — Haydi o cihetleri birakalım; peki amma, Aciba?... - dedi, — Ne Acibas. — Cemil Aciba, canım... Şu bizim sabık Cemil Hüsnü, — Ne varmış? — Şey deği mi? — Şeyi, meyi yok.. İşte pılısını, | pırtısını topladı, vapura bindi, Tür- | kiyeden uzaklaştı, gitti. Vehbi, nikbin srkadaşile hemfikir | olamıyordu. Bir sigar çıkarup yaktı, Adaların gittikçe silinen manzâzası- na doğru püfür püfür üflemeğe baş- ladı, Gözlerini kapadı. Asabını yatış- tırmak istedi, Fakat, doktorun çenesi durmuyor- du: — Yahu, Vehbi bey, dolum! Ben si- zi hayatta daha pek feci vaziyetlerde gördüm, Tereyağından kıl sıyrılir gi- bi hepsinden çıkıp kurtuldunuz. Es- ki halinizle şimdikini kıyas etsenize... Necilenin kocası, bizar olduğunu anlatan bir harekette bulundu. Lâkin doktor, bu gibi telmihlerden anlıyan cinsten değildi. — Bir yiyin de bin şükredin. Eski- den nasıldınız? Alacaklılar gırtlağını- za basıyordu. Yarının ne olacağını | bilmiyor, tiril tiril titriyordunuz. Hat | tâ beyninize bir kurşun sıkmağı bile | düşündünüz. O zamanki sefil vaziye- timde bile mevkilerimizi değiştirme- ğe razı değildim. Bugünse ne fark. Doğru, tasdik ederim: Karınızla an- İ Tasammorsunuz; kedi ile köpek gibi. Yazan: İskender Fahreddin Seyid Ahmed Mansurun Ur dağına kaçtığına hükmederek arkasından adamlar göndermişti gıyân Türkler o güne kadar bu dereos he- yecanlı dakikalar yi Şimdi Ur şehri iki mühim adamın çar- pışmasına sahne oluyordu. simya un yerine acaba hangisi geçebilş- ti * Pei Ahmed bir sabah saray cellâdıni — Çabuk, dedi, baltanı bilet... Biraz son- ra bir baş uçuracak&ın! Fakat, bir vuruş- ta, anladın mı? Cenâd ortalığın karışıklığını ni — Kimin başını vuracağım. Se; Diye sordu. Seyid Ahmed güldü: — Sura gecelerden siyah bir adamın başını yurasaksın! Sarayda Mansurdan başka siyah. köle kalmamıştı. Cellâd işi anladı: — Can beyin kölesinden ne İstiyorsunuzt O sizin işinize yarıyabilir. Dedi. Seyid Ahmedin düşüncelerini pellag nasıl keşfedebilirdi? Ahmed, Cellâda kati çmirler vermişti, Biraz sonra ballasını bilemiş olarak ge» len cellâd: — Hazırım, Seyid! dedi, fakat (Can) be- yin kölesini aradım. bulamadım. Seyid Ahmed, Mansurun hafiyelik yaptı ğına kani idi. Sarayda olup bitenleri Ur dam Zında yatan (Can) beye bildiriyor #aniyor- du. O gün sarayı aradılar, taradılar. Mansu- run izini bulamadılar, Seyid Ahmed, Mansurun Ur dağına kaş- tığına hükmederek arkasından adamlağ göndermişti. Seyid Ahmed şüphelendiği kimseleri bi Fer birer orladan kaldirmak isliyorda, (Can) beyin kölesi kaçtıktan sonra, ölüm mras Fatmaya gelmişti, Fatmayı hepinis tarursınız: (Can) boy (Yıras)ı pazarda asip- cilere sattıktan zonra, onun yerine Patma- yı satın almıştı. Fatma zengi bir cariye id. Ycan) beye her hususta sadakatını göster- tnigti. Seyld Ahmed Fatmadan da şüpheleniyore du. Ceüğa: — Haydi git, şu gece yüzlü cadının kafa» Sini kopar! Dedi, Cellâd bu emri alınca sarayın 28- min katına koştu, Fatmayı buldu. Baltas sını kaldırdı: — Vesirin emri var, başını koparacağımı, Fatma! ıCan) beyin cariyesi birdenbire şaşaladı. Bu zavallı kadıncağız, (Can) beyin Urdan sw defa üsaklaştığı gündenberi sarayın bodrum Katına kapanmıştı. Kimsenin yü- günü görmüyordu. Bu İşi yapacak olan Cellâd, Seyid Ahma- Gin adamıydı. Eski öellld aslanlar ağzın- da parçalandıktan sonra, meydan bu ada- ma kaldığtı. Fatma cellâdı karşısında görünce yerlere yatarak yalvarmağa başladı: — Benim bir suçum yok. Seyid Ahmad benden ne istiyor? — Başını istiyor. suçun var mu, yok mu? Öcü ben bilmem. Geld çak konuşınadı, Fatmanın boynu- nu bir kütüğe koydu Ve bir vuruşta kadın- cağızın boynunu yere düşürdü. Coliâd kan- disini bu işte biraz beçeriksiz görüyordu, as» kl callâda uzun zaman yamaklık yapmışsa, da, balta ile o güne kadar hiç kimsenin »- ini kösmemişti. Fatmanın başını bir tepsiye koyda. Se- yid Ahmede gölürdü. Fukat, bü sırada, Soyld Ahmedin yanın- da (Mabkümlar kuyusutndan kurfulan (Karabulut) yardı. Urluların çok sevdiği bu kahramani da (Mahküminar kuyusu)na vaktile Seyid Ahmed atlırmıştı, Cellâd içeriye girince (Karabulut) İle karşılaştı. Onu (Mahkümlar kuyusuna on cellâd götürmüştü. (Arkası var) siniz. Bereket versin o, sakin bir in- san da ıztırabını belli etmiyor; ten halara çekilerek oralarda (ağlıyorsa ! ağlıyor, oflıyorsa oflıyor. Zil çalmıştı. Garson: — Yemeğe buyrun! - dedi. İki arkadaş masa başma geçtiler. Karınlarını döyurdular. Muhavere- lerini işiterek üç beş Bursalı tüccar da bulunduğu için fazla bir şey konu- şamıyorlardı. Kahveleri de içtikten sonra, yine eski yerlerine çıktılar. Doktor birdenbire: — Bizim küçük hanım bu vapur la birkâç gün evvel seyahat etmiş olacak!... - diye bir sözü ortaya attı. «Bizim küçük hanım mı? Oda kim olacak?... Vehbi, doktorun geve- aeliklerine kuluk asmıyor gibi dur- du... Ötekihin çenesi kapanmıyordu. — Öyle sanıyorum ki, hiç umma- dığımız bir yerde karşımıza çıkacak. Vehbi, doktoru çatlatmak istiyordus «— Kimden bahsediyorsun?» diye sormadı bile, Kadri Ahmed, yan "közle muhata- bini tedkik ediyor, onda ille alâka uyandırmağa uğraşıyordu. Vehbi, lâ» kayd lâkayd bir sigar daha yaktı, Ansızın şu sunli sordu: — Kuzum doktor, Necilenin kızlar rı ikizdi. Biri bizim Süzi... Öldü... Öle- ki ne oldu? (Arkası var)