Iki kırtasiyecilik misali ki nâdide kırtasiyecilik misali dinledim. Bunlardan biri bir talebenin, diğeri bir memurun başından geçmiştir. Maarif Vekâleti harp vaziyeti dolayısile Avrupadan memlekete getirilen talebenin tekrar mekfeplerine dönmelerini kararlaştırmış ve gazetelere ver- diği bir ilânla alikadarların Vökâlete rairacani etmelerini bildirmişti. Fran- sadan gelip İstanbul üniversitesinin bir fakültesinde doktora sınıfma. yazılan hir talebe, bu İlân zerine fakülte külemine baş vurarak vaki davete ienbet İçin Ankaraya gideceğini ve trende tenzilâtla seyahatini temin edecek bir ta- Jebe vesikası verilmesini istemiş. Kalem âmiri: «Bizim böyle bir davetten ha- berimiz yoktur» demiş. Talebe — Efendim gazeteler yazdı. Amir — Getirin gazeteyi görelim! Talebe — O güreteyi bulmak müşküldür, çıkalı beş gün oluyor. Amir — Öyle ise veremeyiz. Biz sisi ancak Ankarada bir hastanız olursa göndermek salâhiyetine malikiz! Talebe — Çok şükür hastam yok, fakat var farsediniz de ucuzca Anka- raya gidip işimi halledeyim. Âmir — Fakat bunun İçin Ankaradan gelmiş bir telgraf ibraz etmelisiniz, Nihayet talebe, ilânın çıktığı garete idaresine giderek o eski nüshayı te- darik eder, âmire götürür, ilân kesilip evrakına fliştirilir ve İstediği vesikayı alır, gider. İkinci kırtasiyecilik vakası da şudur: Vazifesi İstanbulda bulunan bir memur Ankaraya tayin ediüniş, hareket için harcırah bekliyor. Günlerden sonra merkezden harcırah yerine şöyle bir kâğıt gelmiş: allarcırahınızın gön- derilmesi için İstanbulla Ankara arasındaki mesafenin trenle bir gün tuttu- Kunu Haydarpaşa Gar müdürlüğünden tevsik ettiriniz.» İlh... Bir taraftan önüne geçmeğe çalıştığımız bu kırtasiyeciliği biz o kadar ileri götürmek istidadındayı? ki, neredeyse bir gün, İslanbulin Ankaranm trenle bir günde alınabileceğini vesikalarla isbatı da kâfi bulmuyarak, bir günün yirmi dört saat olduğunu ve eğer bu hâdise dünyanın kendi mihveri etrafında dönmesinden husule geliyorsa, evraka iliştirilmek üzere, «dünyarın | | nü isbat elen bir vesika istemeği gayet makul bir talep sayacağız. Şevket Rado Yeni petrol aramak usulleri Şimdiye kadar petrol çıkarmak için mü- in yaptıkları yeri delme ameliye- ak dört bin metreye kadar bargu kayıdlarına göre otuz boş ill petral vardır. Şimdiye rı yeni delme usulleri bulmuşlar Karısının sükütü sayesinde İügat yapmış! Londrada bir basim evi direktörü fran- sapa çıkarılmıştır. LÜE ebecilere bu timi muvaffakı- tuna bağlı olduğunu miştir Ki ım hakikaten bir garibedir. atın tertibile uzraşırken benimle hiç konuşmadı, hattâ çalışma esnasında hiç bir kelime bile söylemedi, birşey sorma- ki, halk benim tam ve mufassal Jügatımla lâyıkile istifade edecektir. Asker kaçağı atl Bir Belçika köylüsü, bir ay evvel, sevdiği bir utını Belçika ordusuna hediye etmiştir. Köylü artık atını göreceğini ümid etmiyor- muş. Fakat bir gün orduya hediye ettiği atını evinin önünde başıboş görünce hay- Tet elmiğtir. At, ordudan kaçarak yüzleroe kilometre mesafe katetmiş, yularsız, diz- ginsiz evine dönmüştür. Köylü, evvelâ 3e- vinmiş, fakat sonradan (Omtinin asker kaçağı olduğunu düşünerek hemen kendi. dn! askeri makamlara teslim etariştir. — ümilerden biri kuyunun dibine motör indirip bunu çelik mahfaza içindi ince bir tel ile işleterek delmeğe devam et- mektir. Diğeri bir küçük su tilrbin makine- sini kuyunun dibine indirip yüksek tazyik ile tulumbalanan su ve çamur ile işletmektir. Şimdi her Iki usul ile Amerikadâ çok Ji İ rinlere erişmek için tecrübeler yapılıyor. ölmemiş! Maruf Mir kraliçesi ve Roma hüküm- darı Mark Antöniy'in maşukası Kleopatra» nın şimdiye kadar bir yılân. düğü biliniyordu, Amerika profe; Bens Brumen bu mesele ile yeriden meşgul olmuş ve bunu esaslı olarak tedkik etmiş- “er. Vardığı neticeye göre Kleopatra yılan ısırmasından ölmemiş, asid karbonikten bo- Kulmuştur. Profesör Brümene göre Mark Antoniy'in elçileri kraliçenin sarayına git- tikleri zaman Kleopatrayı sımsıkı kapal: bir odada yatakta bulmuşlardır. Odanın pen- cereleri müşkülâtla açtırılabilmiştir. Ze lendiğinin farkında olmıyan Kleopatri malı elçilerle görüşmüş, konuşmuş ve ai cak ertesi gün ölmüştür. Kurdlara karşı mitralyöz Stokholmdan gelen bir telgrafa göre, İs- veçte çok fazin üreyen ve zarar yapan #yi- leria kurdların itlâfı için askeri tedbirler alınmıştır. Organize edilen askeri taburlar, şimal İsveçte bu gibi hayvanlara karşı şid- 'deti mücadeleye girişecekler ve bunları * tüfek ve mitralyözlerle ateş edeceklerdir. Dün Üniversite doçentleri arasında bir (lisan imtihanı) yapılmıştır. İmti- hana 24 doçent girmiştir. Yukarıdaki bir kısmı görünüyor. Zonguldakta İnönü günü Zonguldak 16 (A-A.) — MİM Şefi- mizin Havzaya İlk a; 16 sonteşrin gününün İnönü günü olarak kutlanması hakkinda Zongul- dak Halkevince karar verilmesi üze- rine bugün Zonguldak baştan başa avzanın mazhar olduğu Y sek saadeti anlatan söyic miştir. Yine bu yük İnör ve maden Mimlerile Erte“ bastıkları | resimde imtihana giren doçenilerden i Bulgar köylülerine radyo verilecek Sofya 16 — Bulgar Zitnat Nezare- tinin hazırladığı bir projeye göre, yakında Bulgar köylüleri radyo sahi- bi olacaklardır. Köylülere, ucuz fiat- le ve uzun taksitle ödenmek üzere halk tipi radyolar dağıtılacaktır. Ay- rıca her köyde radyo dinlemek için İ toplantı salonları da vöcuüe getirlle- i Bulgar köylerinde rad- Varna, radyo re ziral ir isiğindeli konferans. erin. siraimbligis DEMSA Kleopatra yılan ısırmasından! İ HABBE “KUBBE ağ Fa RE RA Züğürd olup düşünmektense... — “ Etlik,, denilen kırk gün hazırlığı — O sırada cihan harbinin en fena, felâketli bir devresinde bulunuyor. &uk. Moskoflar Sivasa yaklaşmışlar, Trabsonu işgal etmişlerdi; Çanakka- lede müthiş kara muharebeleri olü- yor, kan gövdeyi götürüyordu. İstan- bul açtı; mısır, darı, kuşyemi, hattâ süpürge tohumu ekmeği yiyor, mide fesadına uğruyor, kurdeşen ve uyuta tutuluyor, fakat «Züğürt olup düşün imektense uyuz olup kaşınmak evlâ- dır. darbımeselindeki oteselliden de mahrum, bem züğürü, hem uyüz, hem düşünüyor, hem kaşınıyordu. Bizler ise, Anadolunun demiryolu. na sapa düşen bu bereketli kasaba- sında halis özlü unun çuvalını, yani yetmiş iki kilosunu (yirmi beş yıl önce öğrenip bir daha da kullanmak fırsatını bulmadığım şu kilo adedi aklımda doğru kalmış ise bravo halfi- İsa kuvvetimel) gümüş para beş me- ; ediyeye alıyorduk. Cami, mescid, med- rese, han, mekteb gibi ihtiyaçtan faz- la mevcud veya harb dolayısile ihti- yeç kalmamış binaların çoğu hubu- sa buğday ile doldurulmuştu; dağ, taş buğday kesilmişti. Güya bunlar yol bulunup başka yerlere, kıtlık çe- ken şehirlere ve ordulara sevk edile- cekti; fakat hiç bir tarafa gönderile- İ miyerek depolarda billenip, böcekle- nip mahvoluyor; diğer taraftan yeni- si yetişiyor, yeni ambarlar tedarik olunup bunlar da tekrar çürütülüyor, | küflendiriliyordu. Benim o havmliye gelişim eetlik» denilen zamana tesadüf etmişti, ya- ni kış tedariki yapıldığı devre, har. | man sonuna... Bu devir kırk gün sü- rer; kırk gün kasaba bir hummah hazırlık buhranı, bir karınca faali- yeti geçirir, İşte harmanlardan son kağnılar müthiş gıcırtılarla dönüyor; çeşme başları bulgur yıkıyan genç kadınlar, meydanlar bulgur kurutan, daha doğrusu kuruyan bulgurları bekliyen kocakarılarla dolu... Üç dört sokak kenarında bir, bir dibek taşı var: Güçlü Kuvvetli kızlar, ellerinde tok- mekler, bulgur dövüyorlar. Av'lular- da erişte, tarhana yapıbyor; nişasta, ve irmik eleniyor; pastırma, sucuk kurutuluyor; kavurma, kıyma kav- ruluyor. Satır, tokmak, kağnı, değir- men seslerinin birleşmesinden hasıl olan bir fabrika uğultusu duymak- tayım, Bu, bana, eski Unkapanı köp- rüsünden, bir mektepli çocuk olarak geçişlerimi, oradaki un fabrikasının işlemesini, karşısında gece simidi çi- karan fırmı, Zeyrek yokuşunu, İstan- bulumu hatırlatıyor. Ben de bir mikdar kış tedarikinde bulunuyorum; meselâ, birine bir al- tın veriyorum ve harman sonu besili, semiz olan kaz palazlarından alma- sını tenbih ediyorum. Akşama doğru sokakta bir kıyamet Konuyor, pence- reye koşuyorum: Bir sürü kaz, dört çobanın muhafazası sltımda, bağıra çığıra eve doğru geliyor. Ben diyeyim otuz Kaz, siz deyi eli... Bahçem kâzla doluyor. Çeşmenin yalağına koşuşuyorlar, yıkanıyorlar, haykırışı- yorlar; yukarıdan baktığım zaman hareketli, sesli, oynak v6 geveze bir beyazlık bahçemde dalgalanıp dur- maktadır; âdeta köpükleniyor; yazın, meltem rüzgârı alında Maltepe ve Adalar arası gibi ilik ve beyaz, keyif verici bir çalkantı ve hışütı.. Kasabanın yağı, sütü, balı, üzümü, pekmezi çok güzel; Tosyaya uzak ol- madığımız için pirincin nefisini de bulmak kabil; boğazına düşkün olan- lara gün doğmuştu. İstanbulun yarı âç yaşadığı bir müşkül devre içinde be- nim burada tavuk, hindi dolmaları, kaz kızartmaları, mantarlı sini bö- rekleri, ballı sütlâçlar ve kaymaklı nazlaçlarla beslenmekliğim bir nimet idi, bir mükâfat oluyordu. Bundan Azami derecede istifade etmekten ge- ri kalmıyor, keşkekler, gözlemeler, mantılar ve mahallebiler yaptırarak or, sürülmüş olduğumdan çoğu defa, talihime şükredi- yor, teselli noktasını taamda ve gıda- e “fd nal yrd ee ma | fında dizili ufacık çocuklar gibi eşya- yı büyültüp canlıları küçülten aca- bal ambarı haline konulmuş, tıka ba-| İ etmiştik, Süslü tahta kaşığımı ikinci İşte böyle bolluk bir memlekette Mina İle hazırlanmış bir ziyafet sof- rasının ne olabileceğini kolayca tah- min edebilirsiniz; müthiş bir şeydi. Bis, yere çömelip sini başına sıralan- dıktan sonra yemeğe iştirak etmeyip ayakta hizmeti hürmet sayan ev Sa hiplerinden biri, elindeki uzun, işle- meli bir bezi, şöyle, uzaktan atıverdi ve bez, fırdolayı hepimizin önüne, bir tarafı sarkmadan geldi, kondu. Bu, yemek peşkiri yerini tutacak, dizleri- mizi döküm saçımdan koruyacaklı. Ben atıştaki maharete karşı, şaşırtıcı bir hokkabaz numarası seyretmiş ka- dar afallamış, el çırpmakten kendi- mi güç alıkoymuştum. Tam o sirada ortaya çocuk banyo- su kadar İri, geniş bir bakır kapta çorba kondu. Ayağa kalkabilip kena- rından baksam başım dönebilir; ba- şım büsbütün dönmese bile her hal- de gözlerim kararabilirdi. Fosfatin #lânlarımdaki kocaman köse ve etra- yip bir manzara ve bir lâvha teşkil uzatışmmda (adamakıllı yorgunluk duydum; olduğum yerle çorbanın bu- lunduğu kap kolun olanca uzunlu- ğile açılmasını ve sonra ağıza varmak için de tamamen kapanmasını icab ediyor. Sofrada hayli zahmetli bir id- man hareketidir başlamıştı. Bunun doğrusu çorba kabına birer marpuç uzatmak ve dünyanın garib usulleri ve Âdetleri arasında yer tutacak bir orijinal şekil icad etmekti, Çorbayı bir yemek geçidresmi ta- kib etti; saymak ve tarif etznek iste- sem sütunlar dolar, Nihayet pilâv Jengeri kondu; fakat öyle tepeleme yığılmış bir pilâv ki karşıma rasgelen misafirlerin başları, pirinç dağı ar- kasında kaybolmuştu. Şimdi, Taksim meydanından geçerken yıkılan bina- larla Mete caddesi arasındaki toprak yığınına baktıkça gözümün önüne hep bu pilâv lengeri geliyor. Yirmi, otuz amelenin kaza, taşıya bir türlü Aâzaltıp tüketemedikleri sed gibi biz de, kaşıklarımızla gide gele Azami gayretle çalışmış, çalışmış, fakat bir türlü sekizde birini bertaraf etmeğe muvaffak olamamıştık. İçimizde «Ha yiğitler pilâydan kaşığı dönenin ka- şığı karılsın!ş “diye hem teşvik, hem yarenlik edenler de vardı; bir radde- ye geldi Ki en iştahlıların bile elleri yanlatına düştü; ancak kaymaklı bir İ somurtarak, rakı tasını cümürüp Kaz çalkantısı ve hışıltısı — Çorba gölü ve pilâv dağı tatlı yüzünü gösterince yeni bir faa- Hyet başlıyabilmişti. «Eh diyordum, artık kalkacağız...» Bağdaş kurmaktan bütün damarla- rımla alâkasını kesip benden uzak- laşmış olduğuna, yabancılaşlığına hükmettiğim bacaklarımı Ouğarak kendime ve hayata getirmeğe hanr- lanıyordum, tatlı tepsisi keldınlıp boş kalan mevkiine yine, eskisi kadar azametli ve heybetli, müthiş bir pi- lây lengeri daha yerleştirilmesin mi? Hayretle karışık bir hiddete kapıl- dım; söylenmekten kendimi alama- dım. İzah ettiler; Âdet böyleymiş, pi- Mâ çift gelir, sonuncusundan da, mu- hakkak, bir kaşık alınır, arkasından sütlü tatlılar yenirmiş. Nitekim öyle de yaptık. Ben kendimi, ömrümde hiç başım- dar geçmemiş kadar fazla yemiş, kı- | mıldanamıyacak halde, külçeleşmiş farzediyordum. Fakat ayağa kalkıp topal mopal biraz yürüyünce içimde tuhaf bir derinlik açıldığını duydum; bir rahatlık başlangıcı Yemekler, öyle zannettini ki, yeni bir saha bu Tup midemde daha geniş yerleşti yerlerini buldular, ferahladılar. ne idi? İlk defa yer sofrasında b daş kurup yemek yiyen bir adamın ayağa kalkınca duyduğu ha)! Kahveler içildikten sonra, sabah yaklaşıyordu, veda etmek isteğim, «Aman efendim, dediler, nereye? Asıl oyun, çalgı, eğlence, içki siradi başlı- yacaki» — Ne zaman biter, öyleyse? — Behi olmaz. Belki yarın, belki öbür gün, üç gece veye bir hafta sonra! Üç gün mü? Bir hafta mı? Hep bu şekilde içip yenilerek, bağı kurup be lebi atıştırarak üç gün, bir hafta ha? lerinden israrla nasıl kurtulduğu- mu, sakat bacaklarımı sürüyerek, her vakti, dar sokaklardan evime na- ml döndüğümü ve yatağıma kendimi nasıl attığımı ben bilirim... Aradan dört gün mü gevmişti, beş gün mü, eğlence ve ziyafeti unutma- ğa yüz tutmuştum, bir öğle üstü çar. pda, göğsünde sımsıkı, karabinlik taşıyan bir adam önüme dikildi: — Buyurunuz, dedi, beraber gide- Mim, ağalar memnun olurlar, elekçi kızları o geldiğiniz gündenberi zil döğmeği kesmediler! Alnıma yazdınsa boz, Allahım! GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ İnsanların her asırda kıymet verdikleri maden: ALTIN maliyon altın dolar gönderilmiş. Bu miktar ewvelki hafta yollanandan 7 milyon fazla imiş. Böylelikle eski dünyadan yeni dün- yuya mütemadi bir altın hlereti kaydolu- Geçen hafta Avrupadan Amerikaya 77 muyor. Altan, çok eski devirlerdenberi insanların memleketler birden- bire inkişaf eltmişlerdir. Amerika tralyanın da kisa zaman içinde parlamala- ri kısmen böyle izah edilmiştir. Altının Misir ve İbrani dillerindeki kar- 1 şeklinde bulunmuştur. Safi- derecesi yüzde 99,9 altının Koloradoda verilmiştir. Eki devirlerde simyagerler bir beceri felsefi keşfederek ve bunu bakıra sürerek altın yapmak hevesine düşmüşlerdi. Şimdi #ani şekilde bu madeni yaraimağı fen müm- "ün kılmışsa da astarı yüzünden pahalıya sal olduğu, mübadelede ölçü rolünü oynı- yabildigi ve siynet eşyasında kullanıldığı İçin insanların nazarında böyük bir kıyma? kesbotmiştir. Amerikanın keşfinden sonru dünyada 6 milya» Türk tiras karşılığı altın vardır, Bu- “yun yansıma yalanı para halmdedimbiz sülüsü mücevherattır. Mitebakisinin he ol- duğu meçhuldür. Kalifornişadaki altın madenlerinin 198 de kçşli, piyasayı altüst etmiştir. yaz ral *i : fazla altın cenubi Afrikadan çıkar. Şim Amerika ikinel gelir. Altın aramak için insanların, meselâ Hin distanda 1200 metre, Brezilyada 1800 metre, ” İsanubi Afrikada 2100 metre derinliğinde ma» le Avuş. | denlerde mir olur. Altın ekseriya gü- müşle karışık bir halde çıkar; kumlu tabuke- arda bulunur. Seller bu tabakaları parçala- muş ve sudan 15,77 defa ağır olan altınlar defa, nehir kıyılarına atılmıştır. Nehir bataklarında toplanan altınlar *o- parak taşlar şeklinde, yahud pul halinde- dir. ma adam Min alta Kıymetli ps #kseriya ddetle Sü fişkapa tan hortumların kuvvetile, yahut ateşle inek Büret elde edilir, Erimiş altin ya # görünür. Altın hiç bir hararet derececin- 'de oksijenden mütetesir olmadığı için, es- kilerce -bakır, kurşun ve kalaya kıyasla azli saymıştır. Ayni sebeple, «beyaz altini» denilen plütin asildir. M4 ayar altın, saf altındır. Mücevherat gin 18 ayar en İyi altındır. Altın bakım ia karıştırılırsa kırmızımsı, işle karış- farılırsa sarımsıdır. Türk ve İngiliz altınları & 965, diğer altınlar & 90 suflıktadır. 4 Beyoğlunda Firurağt civarında oturan Bahtiyar adında bir kadın evinde müsül