Eski bir tablo Aziz gülümsedi. arkadaşlarına: — Hepiniz başınızı geçen vakaların en gariplerimi, en & âşk hikâyeleriniz! anlatınız. Şimdi de beni dinleyin bakalım. Öyle zannediyorum ki nimkinin yanın- da sizin maceralarını, garabet cihetinden, oldukça sönük kalacaktır, dedi. Kibrltini çakıp sigarasını yaktıktan #on- ra anlatmağa başladı Çok küçüktüm, Kndisini eLütdl amca» diye çağırdığım bir tanıdığımız vardı. O benim hakikaten amcam filân değildi. Hat- tâ milemizle bir akrabalığı be yoktu. LA- kir ben çok sevdiğim bu delibas, çocuk ruh- Yu adama eLütfi amca: adını koymuştum. Ona benim taktığım isim pek uygun git- miş olacak ki, kendisini herkes «Lütfi am- ca» diye çağırmağa başladı. Lütfl amcanın resim yapmağa pek me- rakı vardı. Hattâ sonradan, büyüdüğüm 2a- man öğrendiğime nazaran kendisinin bir- çok tabloları da arkadaşları arasında pek ziyade heğenilirmiş. Ona şöhret kazanma- mış bir sanatkâr nazarile bakarlarmığ.. Hiç unutmam bir gün babam bana bir keçi yavrusu almıştı. Bahçede onunla altel- ia üstüste oynuyordum. Bu sırada evimize Lütfi amca geldi. Benim bahçede keçi yav- rusu ile oynadığım görünce gülerek kar- şımda dürdü. Uzun uzun Benimle keşlimin halini seyretti, Arasıra: İs güzel, ne güzel!... diyordu. sÖtri amcanın elinde kara bir kutu var- dı, Sonrsdan bunun bir benim keçi yavrusu ile beraber birkaç poz resmimi çekti, Bu resimleri babama verdi- &i için hâlâ saklarım. Zavallı Lütfi amca- : amca bu kadarla da kalmadı. O za- | manlar benim bahçede keçi yavrusu ile oy- namamı pek beğenmiş olmal: ki, bu vazi- yette bir de yağlı boya resmimi yapmak 1s- tedi. Artık hergün üçümüz, ben, Lütfi amca, keşl yavrusu bahçede beraberdik. Keçi yav- rusu İle ben yampuru erik ağacının altında oynarken Lütfi amca elinde fırçası resmi- mizi yapıyordu. Lütfi amca bunun için haf- talarca uğraştı. #fattâ ben bazen mütema- diyen keçi yavrusile oynamaktan bıkıyor- dum. O zaman Lütfi amca; — Haydi Azizeiğim... Keçi Ve biras da- ha oyna... Bir parça daha, bak sana yarın çikolata getireceğim. diyerek gönlünü al- mağa çalışıyordu. Nihayet benim keçi yav- rusile resmim bitti Herhalde bu o zamanlar çok güzel bir re- sim olmuştu ki babam Lütfi amcaya: — Şunu bize hediye et!.. diyordu Fakat LAMI amca: Yo00... O benim en güzel eserim... de- Vakıâ LOtfI amca yaptığı resmi bize ver- memişti. Fakat onun çektiği fotoğraflar ay- Ben artık büyümüştüm. Güzel sanatlara merakım vardı. Bir aralık LAtfI amcanın arkadaşlarından birine rasladım. O bana: — Lütfi hakikaten kuvveti bir sanat — Tablonun ismi «koç yavrusu Se mai dediniz? «mu — Evet «Keçi yavrusu ile mavi çocuk... Tefrika No. 125 fotoğraf makinesi | olduğunu öğrenmiştim. Lütfi amca o günü | — Aman bu kadının adresin! biliyor mu- sunuz?.. — Maalesef bilmmiyorurn.... İşte bu sıaralarda bir aralık yolum Mısı- r& düşmüştü. Bu sıralarda Lütfi yerme erer satın alan kadını arayıp bulmı ımdan bile geçmiyordu. Oru nası) bulabilirdim. Ne ismini biliyordum, ne adresini. LA) am- canın tablosunu satın slan kadın!.. Sarı çizmeli Mehmed ağa!... Bu sıralarda Sacide adında genç bir ka- dınla tanışmıştım. Sacide sekiz senedenbe- ri yaşları İstanbulda geçiriyormuş. Genç, zengin, çok can yakın bir duldu. Onunla aramızda hafiften hafife pek tat- lı bir arkadaşlık başlamıştı. Hattâ bir gün Sacide beni evine çay içmeğe davet etti. Kalktım, gittim. Bugünkü gibi Hatırım- dadır. O günü sırtımda Jâciverd bir kostüm vardı. Hizmetçi beni misafir salonuna 50- kunca az daha hayretimden bir çığlık ko- paracaktım. Lütfi amcanın senelerce evvel yaptığı tablo, «Keçi yavrusu İle mavi ç0- cuk» tamı karşımdaki duvarda idi. Bakın onu söylemeği unuttum. Lütfi Am- ca beni «Mavi çocuk» diye çağırırdı. Gözle- rimin çok koyu mavi renginden dolayı ba- na bu ismi vermişti. Hattâ keçi yavrusu İle resmimi yaparken sırtıma da mavi bir göm- lek giydirtmişti. $imdi Sacidenin evinde bu mühim hatırasını göri » bütün o €s- ki günler yeniden bayalimde canlanmıştı İşte Anadoluhisarında evimizin bahçesin- deki yumpuru erik ağacı, işte sevgili ke- çim, işte kısa kollu mavi gömleğim, kısacık pantalonum... Hey gidi günler hey... Birdenbire aklıma geldi. Aynen bu Yazi- yet Lütfi amcanın çektiği küçüklük fotoğ- rafım yazımda, cüzdanımda 14). Onları çi- kardım. Baktını, Fotoğraflar tamamile bu tablonun öyni idi. Ben böyle dalmış düşü- nürken arkamda bir ipek hışırtısı, bir ayak sesi işitilm. Başım çevirip baktım. Sacide odaya giriyordu. Genç kadın. benim duvar- dak! tabloya uzun uzun baktığımı görünce gülümsedi: — Bu, dedi, benim en çok sevdiğim tab- lodur... Allah aşkına şu mavi çocuğun gü- zelliğine, sevimliliğine bakınız... İnsana bu yumurcağın yanaklarını sıkmak arzusu gel miyor mu?... Öyle tatlı bir çocuk ki. Bir kanapeye gömüldü. Son derece mun- tazam bacaklarını biribirinin üstüne ata- rak bir sigara yaktıktan sonra gülümsedi: Bu tabloyu Lütfi adında meşhur olma- mış bir sanatkâr İstanbulda yapmış... Şimdi kimbilir bu eserdeki mavi çocuk ne halde- dir? Belki de bir delikanlı olmuştur. Belki 4htiyarlamıştır... Herhalde onu görmek is çocukluğumun denbire Sacide: — Şayanı «Mavi çocuksa ne kadar benziyorsunuz.. Ayni sima, ayni gözler... Tevekkeli sizi gör- düğüm zaman âdeta tanır gibi olmuştum. Demek bu benzeyiş beni aldatmış. Bu sefer ben Bükimediin — Bu ressamın Mavi çocuk adını taktığı benim... dedim. Hâlâ elimde duran Lütfi amcanın çekli- #i fotoğrafları Sucideye uzattım: — Bakınız, dedim, bunlar da ayn! pozda çekilmiş fotoğraflarım... İşt yampuru erik ağacımız. İşte delişmen keçim. Ve işte ben. Sacide: — Bu fevkalâde bir macera... diyordu, fev- Bu garip macera Sacide ile aramızı pek samimileştirmişii. Onunla a a yi zel aşk günlerini yaşadım. Ondan ayrılaca- Eun günü bana «Keçi yavrusile mavi çocuk» tablosunu hediye etti. Hikmet Feridun Ss KONGREYE DAVET e ee Kadıköy 5 inci tik okul hima- yillik SEVİLEN KADIN O gece, babasının evinden çıkınca asabiyet ve yeis içinde tiril tiril tit- riyordu. Feleğin ona oynadığı son oyunu pek çirkin bulmuştu. Annesi- le, hakiki annesile karşılaşmak saa- detine nail olmuşken onun boynuna sarılamamış, ona: — Anneciğim! .diye muhabbetle bakamamıştı, Zira annesinin rakibesiydi. Kendisi Vehbinin metresiydi. Annesi ise ayni adamın zevcesiyd. Bazı kirler, bazı fenalıklar unutu. labilir. Fakat bazılarının de izleri hayalin sonuna kadar kalır, Ebediyen silinemez. Bu münasebet de öyle bir şeydi. Süzi, yalnız vücudunu değil, bu sefer Tuhünu da kirlenmiş sayı- Ömrünün sonuna kadar üz6- rinden atamıyacağı bir lekeyle dam- galanmıştı. Babasının otomobili onu Beyoğlu- na doğru uçururken müstekreh vazi- yetinin dehşetini düşünüyordu. Ren- #a yanındaydı. Ona sokuluyordu. Fa- kat kardeşinin - yahut daha can dostunun - fikirlerini büsbütün Nakleden : ( Vâ - Nü) çapraşık bir istikamette inkişaf et- tirmemek için ağzını açıp tek kelime söylemiyordu. Araba Taksim meydanına yaklaş- tağı sırada, dansöz sükü'u ihlâl etti, Şoföre parmağiyle ters bir islika- met gösterip: — Şu tarafa sapm! - emrini verdi. Hemşiresi: — Peki amma cicim... . dedi. - bizim evimiz o tarafta deği) ki... Süz: — Sebebini sonra anlatırım... - vabını verdi. Araba, yıldırım gibi gidiyordu. Yollar tenhaydı. Dansöz, mütemadiyen: — Sağa... Üçüncü sokağa... - tarzında emirler veriyor; pasa ita. at ediyordu, Renza, yine: — Nereye kuzum? - diye soru- yordu. «— Eski evimize,.. Porsuk sokağına. — Sebeb? siyatımı anlamalısın... Vehbinin tut- DA Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu Türkiye Radyosu 1048 m. 182 Ke./». 120 Kw. Ankara Radyosu T.AP,SLIm. 9485 Ko /420K, W, TÜRKİYE BAATİLE CUMARTESİ 11/11/009 1330 Program ve memleket saat ayarı, 1335 Ajans ve meteoroloji haberleri, 19,30 'Türk müziği, Çalanlar: Vecihe, Reşat Erer, Ruşen Kam, Cevdet Kozan, Okuyan: Sema- hal Özdenses 1- Kürdilihicezkâr peğrevi, 3- Bimen Şen - Kürdilihicazkâr şarkı: (Ate- şi aşkın dile etti eser), 3- Kemanl Badi - Segâh şarkı: (Ruhumda ölen), 4- Faize - Nikris şarkı: (Gönül ne için ateşe —. 9 - Faiz Kapancı - Nihavent şarkı: güzelim çaileaya, 6- Ruşen Kam - Se mençe taksimi, 7-, Yı Asım - Surinak şarkı: (Ümitderim hep kırıldı), 8- Faiz Ka- pancı - Hüzzam türkü: (Büklüm büklüm sırma saçın Ezine), 9- Halk türküsü; Yürü dilber yörü, ömrümün varı, 1430 Müzik (Riyasetledmhur bandosu: Şef: İhsan Kün- çeri, 1. Franz ven Elon: Marş, 2- Chopin: Ağır vals (La minör), 3- Auber: La Muette de Portiri uvertürü. 4- J. Massenet: (1) Marş (2) Balet havası, (3) Angelus (4) Fe- te Böheme, 15,18-1530 Müzik (Dans müzi- gi - PL) 15 Program, 1809 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 18,25 Müzlk (Radyo caz orkestrası), 19, Türk müziği: Ge- çit konseri (14 okuyucu sira ile), idare eden: Mesut Cemil, 20 Konuşma, 20,15 Türk mü- ziği: Karışık program Çalanlar: Hakkı Der. man, Şerif İçi, Hasan Gür, Hamdi Tokay, Basri Üfler, 2 Müzik (Küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın), 1- Brahıns: Macar dan- s1, No. 20. 2 - Paul Lincke: Emine (Mısır Srenadı), 3- Hartmann: Thrym efsanesi «Bale), 4- Toman: Viyana hülyaları (Vals), 5- Korsakow: Şehrazad, 6- Malvezzi: En- dülüs çiçekleri (İspanyol dansı), 7- Brahms: Grav suit, 22 Memleket sant ayarı, ajans haberleri, zirast haberleri, 22.15 Konuşma (ecnebi dillerde), 2245 Müzik (Casband- PL), 2325-2330 Yarınki program ve kapa- niş, Va. 000 641 1158 1433 1656 1829 İdarehane: Babıâli civarı Acımusluk sokak No. 1$ Gökten gelecek tehlikeye karşı iyi hazırlanmak milletin bütün ferdlerini ayrı ayrı düşündüren bir davadır. Bu mevzua hiçbir Türk vatandaşı kayıtsız kalamaz. BEŞİKTAŞ HALKEVİNDEN: Evimiz caz heyeti kış mevsimi çalışmala- rına başlamıştır, Cazımıza iştirak etanek is- teyen amatör gençlerin hergün idare me- murluğumuza müracaat ederek kayıtlarını yatırmaları lâzımdir. Evimiz kız ve erkek orta okul talebeleri Için İngilizce, Prantizca, matematik ve geo- metri kursları açılmıştır. lerin Mey- gün idare memurluğumuza müracaat, ede- rek kayıtlarını yaptırmaları lâzımdır. tuğu eve bir daha adımımı atamam. Bu ismi telâffuz ettiği zaman du- dakları nefretle titriyordu, birdenbire: — Cinayet evi! - diye kaşlarını çattı. —? — Şimdiye kadar oturduğumuz Tepebaşındaki evi öyle telâkki edi- yorum. Canmbaz kiz: — Nasıl istersen öyleyap... Hiç birşeyine itiraz edecek değilim!. dedi. Gece yarısını hayli geçmiş olan bu saatte Porsuk sokağının kara suratlı evinin kapısını çalmaları hadise teş- kil etti. Burası, otelimsi, batakhanem- si, randevu evirnsi Ve pansiyonumsu bir yerdi ki, kendilerini kabalda güçlük göstermediler. Esâsen İsanbula ge melerinin hemen akabinde buraya yerleşmişlerdi. o Muhitte tanınıyor, seviliyorlardı. Macaristan ve Polonya hanlarında, çocukluk zamanlarında uyudukları gibi bir tek karyolada koyun koyuna yatarak uyudular. Saat onda kalktılar. Süzi dansettiği sahneye gitti, Öğle- den evvel gayritabil hiç bir hadise cereyan etmedi. Hakikater vazifele- rinin çok olduğu bir gündü, İşini bitirdikten sanra, kardeşini yemek yemek üzere bir lokantaya » Tefrika No, 115 Yazan: İskender Fahreddin Sabahleyin şehrin kapıları açılır açılmaz çölden gelen akıncılar şehre girmekte gecikm girmekte gecikmemişlerdi Emine, Abdullahın boynuna sarıldı: — Sana inanıyorum. Abdullah! Sen ya heciğim! Ben artık mahrolmuş bir insanım, Beni değil, ebediyen dünyüyı görmemeğe mahkümumi. Abdullahın gözlerinden kanlı yaşlar aki- yordu. Emine âşıkınım yüzüne dikkatle baktı. Titredi. — Oözlerine mil çekmişler... — Evet. kör ettiler. Seni gör- memek için gözlerim! söndürttü o kaltak. Emine ağlamağa başladı: — Zavallı Abdullah! Vücudün gençleş- ti. fakat, gözlerini kaybettin. Yazık oldu bel rel gözlerimi oysalardı da seni bu halde görmeseydim. — Bus Emine! Bu duvarlarda yalnız onun kulağı vardır. Arzunu duyarsa, sen de be- A A DEMRE MANN Eee akyl ak KARAŞ — Burada sesimi duyan fakat bana aci- miyan bir tek kulak var, yavrum! Hatice- parmaklıklara saldıran aş kaplanların Korkunç seslerini duydu: — Bunlar ne, Abdullah? Etrafın vahşi hayvanlarla sarılmış. — Evet. Onlar benim dostlarım, Kendini korursan zarar vermezler, Hatice onlardan çok daha vahşi ve yırtırı bir mahlüktur. İşte, bötün kabahatım budur. Onu bir ke- re olsun kucaklasaydım, onu: «Peki, seni alacağım: diye aldatsaydım, ne bu 2inda- sözlerimi dinlediğini söylemiştim sana! Ne yapıyorsun... Onu çıldırtmak mı istiyorsun. — Ben burada seninle, âşığımla, güzbebe- gimle canımla konuşuyorum. Aramıza hiç bir kuvvet giremez. Meyus olma, Abdullah! Delikanlının soluk çehresinde - zindana girdiği gündenberi - ilk defa tatlı bir tebes- süm belirdi: - Gözlerim söndü. dünyayı göremiyo- rum. Bütün dileğim, seni dünya gözle bir kere daha görebilmekti. Şimdi, çöllerde değnekle dolaşan körlerden farksızım. Be- ni hâlâ seviyor musun, Emine? Yoksa ba- na sadece acıyor musun? Emine, Abdullahın tekrar boynuna sanl- dı: > — Seni şimdi eskisinden çok seviyorum. Bu sevgiyi mezaru kudar götüreceğim. On- dan ötesini bilmiyorum.. belki öbür dünya- da da buluşuruz. — Sen de tıpkı Leyiâ gibi düşünüyorsun, Emine! Ben de (Mecnun)a benziyorum Bi- > zi saadet bekliyor. Mutlaka mesud olaca- Bız. Zira içimde ne ülüm korkusu var, ne cehennem azabı. kulağımda bir ses, bana: - mesud olacaksınız!» diyor. Ya bu dünyada, yahud öbür dünyada. ner- de olursa olsun, birleşeceğiz ve mesud ola- cağız, sevgilim! İşte ben bu Imanla yaşı- * Emineyi zindandan tan sonra, bir paçavra gibi, kolundan tutup sokağa atmış- — Beni şeyhi huzuruna götürün. ona biz sözüm var. Diye yalvardıysa da, nöbetçiler kulak vera mediler ve ellerindeki kargılarla iterek sa- ray kapısından uza) Emine, Abdullahtan ayrılırken göz yaşı döküyordu. Abdullah sevgilisine: — Bu belki de son görüşmemiz olacaktı Beni unutma, Emine! Diye zalime da ve baygın bir halde demir Emine Sele “düşünüyordu: — Acaba Abdullahı öldürecekler mi? One zindandan Kurtarmanın yolu yok mu? Sendeliyerek, söylenerek yürüyordu. Evine gidince anasına, babasına ne söy- — bu korkunç haberi onlara nasıl ve- bahası, Şeyh Mehdinin e di düşmanlarındandı. O, kızımı Abdullahla evlendirmeğe karar Eminenin babası, Abdullahı sevmezken, onun Ur dağında gençleştiğini görünce: mukaddes bir adamdır. Allah onu ikinci defa gençlikle taltif etti. Abdullakın kalbini kırmak, Allahı kırmak demek'ir. Demiş ve eski fikrini değiştirmişti. Emine eve gider gitmez meseleyi babası- BA anlatacak ve Abdullahın zindanda nasil işkence gördüğünü, gözlerinin nasıl söndü. rüldüğünü söyliyecekti. «Gökten bir el uzandı..» Bir sabah şefük sökerken, Şeyh Saidin akıpcı muharipleri çölden bir sel halinde akarak, Mehdinin zaviyesini sarmışlardı. babası uyuyordu. Mehdinin askerleri, şeyh Saidin akıncıla- rına karşı koyamamışlardı. Sabahleyin er- kender, şehrin kapıları açılır açılmaz, çöl- den gelen akıncılar şehre girmekte gecik- memişlerdi. Şeyh Mehdi uyurken, sarayda uyanık İmi- Junanlar da vardı, Leylâ o geceyi sabaha kadar buhran ve izlurap İçinde geçirmişti, Artık (Can'ın başretine tahammül edemi- yor, dört duvar arasında için için yanıp tu- tuşuyordu. (Menun)ja yeni bir mektup yazmağa baş- eş hasretinle, Yanıma gel, beni dinle, Bir sözüm var (Can) im sana: Seni görmek ister gönül. Birdenbire sarayın önünde bir gürültü gp hayvan sesleri, ve kamçı şakırtıla- Leylâ mektubu elinden bıraktı, Pencereye koştu. Çölden gelen atlılar saray kapısına da- yanmışlardı. Halbuki, o gün, Leylâ Abdullahı bekliyor- du. Hatice ona söz vermişti: «Abdullah bu- gün gelecek ve mektubunu alıp tekrar Ur dağına gidecek. Hiç merak etme!» Hatice, Leylâyı aldatıyordu. Abdullah ar- tık dünyasını göremiyen zavallı bir kördü. Ur dağına deği), kendi evine bile gidemezdi, m uyanık olanlardan biri de Hati- ce idi. Şeyhin gözdesi Abdullakı aslanların ağ- sına aturmağa karar vermişti. Hatiâ bir gün önce şeyhten emir bile almıştı. Hatica, geyhi: «Bu adamı öldürtmezzmiz, Leylâyı çöle kaçıracakla diye kandırımıştı, (Arkası var) “götürdü. Renza hiç fena birşey te- vehhüm etmediği için, cambazlık yaptığı bahçeye elini kolunu salbya- rak gitmekte mahzur görmedi. Cambaz kız, işini bitirdi. İki hem- şire, birlikte gezintiye çıktılar. Hür. riyetiebediye tepesine doğru yürüdü. ler. Cemille Necile kendisini sağda Yolda yürürlerken, Renza dedi ki; — Sana birşey söyliyeyim mi? Bu Gomes'le artık oyun oynamaktan vazgeçeceğim. — Niçin?... Fazla kıskançlık sah- neleri mi yapıyor? — Hemde nasıl, bilsen... Fakat ne çare ki, boşuna kap: “çalıyor... Kendisini hiç sevmiyorum... Sevdi- ğim biri var... —? — Sen... Yalnız sen, Süzi, — Biliyorum... - diye, dansöz, cam- bazın elini sıktı - Peki, madem ki hissiyatın böyle; terket Gomesi. — Elimde olsa... — Bir kaç güne kadar elinde olur, | — Ne suretle? — Heber veririm... O zaman sakin ve serbes olursun, Renzacığım! Gezintiden sonra, ac Fazla beklemiyerek iyi bir lokantada akşam yemeğini de yediler. Sekize doğru biribirlerinden ayrıldılar. Dansöz Renza'ya dedi ki: Sen Tepebaşındaki eve git... Se nin gitmende mahzur yoktur... Hiz- metçiye dersinki, benim için sahne. de ne lâzımsa hepsini getirsin. Bu işi becerebilir. Yarın münssip bir oda tutar, taşınırız... Başka bir şey konuşmadan ayrıldı. lar. Meğer hayatta bir daha tesadüf etmemeleri mukaddermiş. Renza, bir kaç adım yürüdükten sonra dönerek arkasına baktı, Kar- deşi muhabbetle onu süzüyordu, Du- daklarile uzaktan uzağa bir öpücük gönderdi. Sonra, Süzi, içini çekti, Pastane lerden birine girdi. Bir Ukör, kâğıd ve zarf getirtti. Masanın başına ge- çerek, yazmağa başladı. Kaleme aldığı mektupların birinci. si Cemil Acibaya hitabendi ve şöy« leydi: Beyefendi, Benim hayatım dayanılmaz bir iş- kence halinde geçi, Baz sahneleri biliyorsunuz. Diğerlerini de Renaa size anlatır, Zira ben bu cesareti kem» dimde asla bulamıyacağım. (Arkası var)