Fakat bir gün Alinin Kadriye İle evlen- diğini haber aldık. Bu, hepimizi hayrete düşürmüştü. Vakia Kadriye çirkin bit kız değildi. İyi tabiatli idi Pakat bundan evvel Aliye tarsiye edilen, kendisine taniş- tarılan genç, güzel, zengin kızların bir ço- &ilc mukayese bile edilemezdi. Tabii hiç birimiz, aramızdaki bütün samimiyete rağ- men Aliye niçin birçok güzel, zengin genç kızları bırakıp da Kadriye ile evlendiğini soramağık. Onlari tebrik ettik. Yeni kan koca gayct mesud görünüyorlardı. Aradan bir müddet geçliklen sünra herkes onları unutmuştu bile... Artık ile, ne de karısı ile meşgul oluyordu Bu hal dört beş sene kadar devam etti. Bir yaz sabahi Aliye Beyoğlu caddesinde rasladım. Gözleri uşkusualuktan kapkır- mızı olmuştu. Halinden geceyi son derece rahatsız geçirdiği anlaşılıyordu. Yanına yaklaşarak sordum: Nereye böyle Ali?... — Aman, dedi, sor derece uykusuzum... Plâja gidiyorum. Başım son derece Ser- sem, belki denize girersem biraz açılırım... Denize gitmek. Bu'bana da pek cazip geldi. Çünkü ne zamandayberi ben de de- niz hasreti çekiyordum. Ona” — Haydi, dedim, ben de seninle beraber geliyorum. . Ali ile beraber trene bindik. O günü plâ- ja giden birçok güzel, genç kadınlar var- dı. Ayaklar çorapsız, gözlerinde siyah göğ- Tüklerle vagonlam Gelmuşlardı. Alinin mahzun, dalgın hali pek ziyade dikkatimc çarpmıştı. Bir aralık bir fırsa- tina bulup sordum: — Kuzum Ali. Bügün sende bir hal var, Nedir kumuz? : Ali başımı dertli dertli iki tarafa esila- dıktan sonra: — Bırak kardeşim bırak.. dedi, derdi- mi kabartma... Bu epeyoe uzun bir hikâ- yedir. — Anlat eznim. dökmüş olursun... — Peki anlatayım. Biliyorsun ki ben grlenmeğe. alyetlendiğim zaman karşıma birçok genç, güzel, zengin kızlar çıktı. Bun- ların bir kısmı bir bekâr için mumla ara- nip da Dulunamıyacak derecede iyi kw- metlerdi. Lâkin ben bunlarla tanıştıktan bir müddet sora hepsine birer uydurma bahane bularak hiç birisile evlenmeğe ya- maşmiyordum. Ben evlenmek. İstediğim genç kızda, genç kadında bambaşka, garip bir hususiyei arıyordum. Şimdi sana bu- nu söylesem bana pek ziyade şaşarsın. Lâ- kin söyliyeceğim. Ben evleneceğim kadı- mn geceleri uyurken şöyle tatl: o musiki gbi, vayet hafiften horlamasını istiyor- Gum... Bu sözlerime pek ziyade hayret et- tin değil mi?.. Hiç olmazsa derdini zannetliği yibi kendisinin sözlerine pek şaşmadım. Çünkü bunun bir nevi ruh hastalığı olduğunu biliyordum. Bir takım erkeklerin ter kokan kadınlar- dan bile hoşlandıklarını okumuştum. Ka- dınların buz garip hususiyetlerini birer meziyet sayan erkekler bulunduğunu «Ta- babeti ruhiyes kitapları kaydaderlerdi. AN sözüne devam etti: — O zamanlar fikrim şu idi: Kadınların her şeyinde olduğu gibi horlamalarında bile bir güzellik bulunadileceğine kanidim, Hem insan hafif hafif, tatlı tatlı, ince bir Tefrika No. 113 hiç kimse ne AH | k biriei düşünerek insana daha emniyet gelirdi. O zamanlar: «Horlayan kadını ne ya- payım?. Bazı kadınlar yatağa yatarlar. Uyudukları zaman, horlamak şöyle dursun, nefes aldıkları bile hissolunmaz. bir ölü e koyun koyuna yatar gibi.» di- yordum. Tanıştığım zengin, güzel, genç kızların bir fırsatını bulup geceleri horlayıp horla- madıklarını öğreniyordum. Ne yazık ki hiç birisi de horlamıyordu. Bis genç kızın, ne kadar güsel, ne kadar zengin, ne kadar gık, ne kadar zarif olursa olsun şöyle iste- diğim gibi, hafif hafif horlamadığını öğ- , | rendiğim zaman gözümde bütün kiyrğetini kaybediyordu. İşte karşıma bu esnada Zeynep çıktı, Hani kendisile evienmediğim için herkesin bana hayret ettiği zengin, güzel, genç kız.. Onunla tablatlerimiz de birbirine uyuyordu. Fukat işi biraz derinleştirince müthiş bir hayal sukutuna uğradım... Ne yazık ki Zeynep de bütün metiyetlerine rağmen öteki genç kızlar gibi horlamıyordu. Onun- la da evlenmekten vazgeçilm. Ne yapa- yım?, Bu bende bir hastalıktı!... Nihayet Kadriyeyi buldum. Doğrusunu istersen evvelâ onunla evlenmeği pek dü- şünmüyordum. Fakat bir gün konuşurken aramızda geceleri horlamakları bahis açıl- işti. Kadriye âdeta büyük bir kabahat iiraf ediyormuş gibi: — Pelâkete bakın, dedi, ben de geceleri horlarım... Amma in anlattıkla- İ rma bakılırsa gayet hafif horluyormu- Şum., Bunu işitince yerimden fırladım: Ne? dedim, geeeleri horluyor musu- nuz? O gene utana utana itiraf elti: — Evet, Fakat dedim ya çok hafif hor- Jarmaşım!.. Artık Kadriye bana dünyanın en güzel Kadını imiş gibi görünüyordu. Demek hor- luyordu ha? Hafif hafif, tatlı tatlı, ince bir musiki gibi horluyordu ha? Artık Kadriyenin etrafında fırdönüyor- dum, Ona hemen evlenmek teklif ettim. Pek kısa bir zamanda evlendik Artık hayattan son derece memnundum. Haki- katen karım tam benim istediğim tarzda, istediğim tonda harluyordu. Onu hafif perdeden horlayışlarım, feykalâde inee bir #iir gibi dinlerken geceleri yalnız olmadığı- mı daha İyi am. Onun tatlı ho- rültuları ninni gibi beni uyutuyordu. Beneler böyle geçti. Lâkin kazım gittik- çe şişmanlıyor. horlaması da yavaş yavaş alamama. Nihayet bu horlamalar be- ni uyutmıyacak bir hale geldi. Geceleri orlarken bazan uzakta gök gürlüyor sa- nıyordum, Ağzile, burnile garip garip ses” ler çıkarıyordu. Nihayet dayanamadım. Odalarınızı ayırdık. Karım bana daima: Ah şu hain erkekler, diyordu, ilk ev- lendiğimiz sene horlamamın bir gür gibi, bir musiki gibi olduğunu söyler; andan pek boşlanırdın. Halbuki girdi borlamamdan kaçıyorsun. Dün gece karım biraz yörgundu. Erken- den odasına çekildi. Ben de yattım. Gec* birdenbire bir gürültü ile uyandım. Bana sanki evde «gar!» diye bir takım kapılar açılıyor gibi geldi. Malim ya biraz da ir. Hırsızlar zannettim. Kalk- tum, kapımı kilitledim. Yattım. Dalmışım.. Biruz sonra gene bir takım gürültülerle uyandımt..- Korku İle etrafı dinledim. Bu defa amladım: Karım horluyordu... Lâkin © derece şiddetli bir horultu ki odalarımız ayrı ayrı olduğu halde benim uyumama knkân olmadı. Sabahi eltim birader... İşte benim hikâyem.» Tren durmuştu. Plâja geldik. Sayunduk, dökündük. Denize girdik. Sonra da çıktık kumlara uzandık. Plâjda uzun boylu, vücudü güneşten ba- — Ne güzel kadın! diyordu. Hakikaten de güzeldi. Bir aralık genç kadın kumların öserine tam bizim yanı- SEVİLEN KADIN Cemil: « — MHemsşiresinin yanındalı diye m Vehbi bey mi kendisine tuttu? — Evet. — Sık sık devam ediyor mu? — Ne garip sualler soruyorsunuz... olduğu her halinizden belli, beyefendi, sık. sık devam ediyor. Erkek bir müddet konuşmadı, Başı avuçlarına dayalı, o parmaklarının ucunu asabiyelle ısırıyordu. Ne va- siye takımacağını birtürlü tayin | edemiyordu. Sonra, yüzünü mümkün mertebe göstermemeğe çalışarak kızını tet- kik etti. Kendine kur yapan bir sü rü hovarda arasında ciddi bir hali vardı. Bu kafile ortasında doktor Kadri Ahmed dikkati celbediyordu. Cani herif öyle sakindi, öyle ii ki, sanki Süsi'nin babasının bulda bulunduğunu bilmiyor > Vehbi De evlâdının beraber yaşadığı- Nakleden : ( Vâ - Nü) mı öğrenirse ne hallere gireceğinden ürkmüyor muydu acaba? Yanlarında, Rıfkı, BUâ! ve diğerleri de vardı. Bunlar, hep birlikte eğlen- parıl pini bir tarak nazarı okşuyordu. Cemilin yüreği tekrar hopetti. Süzi, Suzana ne kadar benziyor. İkiz kar- | deş oldukları ve kendinin kızı olduk- İ ları böylelikle büsbülün meydana çıkıyordu. Biran herşeyi unuttu. Sadece baba olarak evlâdının temaşasına daldı. Bu kan, ona öyle sıcak geliyordu ki... Genç kız ise, etrafını lâkayıdlıkla sü- züyordu. Dudaklarında nasıl bir hü- zün vardı. Renza'nın yüzündeki ifa- denin ayni... Acaba Renza yanındaki erkeğin ruhundan geçenleri anladı mi? Ona kâışı yüreğinde birdenbire pek derin bir itimad ve şefkat duydu. Elini eli üzerine koyarak, yavaşça : — Yoksa kardeşimi, sürdüğü ha- KA A YA A rr e LAM e #21465 Türkiye Radyodifüzyon Postaları uzunluğu 152 Ke./s. 120 Kw. Dal Türkiye Radyosu 1048 m. Ankara T.A. P. 317 m. 9465 Ke/s 20 K. ©. TÜRKİYE SAATİLE Eer gün yalnız kısa dalga 31/7 m. 9465 Ke/s postamızla heşredilmekte olan ya- bansı dillerde haberler saatleri aşağıda gösterilmiştir: İranca saat 13,00 ve 1845 de Arapça saat 13,15 ve 19,45 de Fransızca saat 15,45 ve 20,15 30/10/939 Pazartesi 730: İstasyonun açılışı (Muhtelif diller- de) İstiklâl marşı, 735: Müzik (Sabah mü- ziği - Neşeli plâk). 8: Sani ayarı ve ajans haberleri, 820: Müzik (Plâk), 845: Müte- rakki memlekelletde cemiyetler ve Türki- ye çocuk esirgeme kurumu mevzulu konuş- ma (Türk çocuk esirgeme kurumu umumi merkez resi ve Kırklareli mebusu bay Dr. Fuad Umay tarafından), 9: Son 1230: İstasyonun açılışı (Muhtelif di- lerle) İstiklâl marşı, 1240: Ajans haber- leri, 15: Türk müziği, 13,45; Cümhuriyet gümrükçülüğü ve inhisarlar idaresinin ka- rakteri mevzulu konuşma (G, ve İ, V. eko- nomlk işleri müdürü Celâdet Barbarosoğlu tarafından), 14: Müzliz (Plâk), 1430: Milli iktisad ve tasarruf mevzulu konferans (Mardin mebusu bey Riza Erten tarafın. dan), 1448: Müzik (PIAk), 15: Belediye ve köy kalkınması mevzulu konferans (Dahi- liye Vekâleti mahalli idareler şübe müdür- Yerinden bay Baha Koldaş), 15,15. Son ve İstiklâl marşı, 17: İstasyonun açılışı (Muhtelif dillerle) İstiklâl marşı, 1740: Müzik (Riyaseticüm- hur bandosu - Marşlar), 18: Ajans ha berleri V.8., 18.00: Cümhuriyet devrinde ziraat çalışmaları ve feyizli eserleri mev- yulu konuşma (Ziraat V. mütehassıs mü- şaviri bay Rahmi Öke tarafından), 1835: Türk müziği (Tuna boyu, köçek ve mili Baralar), 1935: Türk hava kurumunun 14 yılık çalışması mevzulu konuşma CTürk hava kurumu umumi merkezi reisi ve Br- surum mebusu bay Şükrü Koçak farafın- dan), 19,50: Türk müziği, 2045: Otimhuri- yet devrinde lesretin karakteri mevzulu konuşma (İhracatı teşkilâtlandırma mü- dürü bay Servet Berkin tarafından), 21: Müzik (Küçük orkestra), 22: Ajans ha- berleri V. 8, 2220: Müzik (Cazband - Pik), 28,30: Son ve İstiklâl mar, RADYO LÂMBALARI Radyo makinelerinden iyi randıman âl- mak için muhakkak suretle radyoların kalbini teşki! eden lâmbalarını arm sra muayene etmek ve ülçtürmek lâzımdır. Bu işin bilibedel yapılmasını arzu edenlerin Yütfen 41014 numaraya telefon etmeleri lâzımdır. Ev, Apartıman kiralamak için «Akşamım KÜÇÜK İLANLARI En süratli ve en ucuz vasıtadır. başımıza uzandı. Gözlerini kapadı. Ali gene: si sanar Genç kadın bir ri yapıyordu. Uyuduktan sonra Borlamağa başladı. Za- man zaman burnile düdük çalar gibi ses- der çıkarıyordu. Ali hiddetle yerinden fırladı: — Talihimiz buraya da mı yetişti?.. dedi, kadınların horlamasinı artık çekemiyorum. Kalk gidelim... i Hikmet Feridun Ex yüzünden hakir mi görüyorsu- nuz? - diye sordu. Cemil, bir rüyadan Uyanırcasına; — Ben mi?... - diye sordu. - Ben mi onu hakir göreceğim? — Aman sükın ha... Hemşiremi fe- na bir kadın telâkki Onun ne ıztıraplar çektiğini bilse- Biz... Çocukluğumuzdanberi sefale- tin gayyasında yuvârlandık... Şimdi biraz olsun hayatta geniş bir nefes almak için... Erkek cevap verdi: — Ona karşı muhabbetten ve şef- kattan başka hiç bir hissim yok... — Demek alâkanız muhabbet ve şefkat? — Evet... Uesuz bucaksız bir aşk... Kopmaz bir bağ... Mesud olması için onu on kere müreffeh edebilecek ser- vet temin edebilirim... Zira ben ken. disinin... Sustu, Istikbalde yapacağı şeyler için sus- ması lâzımdı. rim ki bütün elemlerinizi unutacağı- niz şekilde istikbalinizi temin edece- im... Beni henüz tanımazsımz... Fa- kat belki halime bakarsanız ciddi bir insan olduğumu ve verdiğim sözü tu- 'Tefrika No. 103 Yazan: İskender Fahreddin Sen Abdullahı öldürüp onun yerine oyun oynamak istiyen bir soytariye benziyorsun! Haydi defol! — Ne kadar gençleşmişim.. ne kadar gö- , Allahım! Yurduma dönünce di. gi Halvan kabilesine mensup bir zenginin Bahçe duydu: «— Ben dünyada bu kadar güzel deli Kanlı görmedim.. «-- Ben de m Acaba hangimiz- den hoşlandı.r Abdullah, Ur dağından boşuna dönme- diğini anlamıştı. — Artık inandım ki, ben de bir genç ka- dının gözüne ve kaibine girebileceğim. Diyordu. Haivan kızları Abdullaha ayrı ayrı birer taz su Ikram ettiler: — Hangimizi beğendinse onun tasını al! Abdullah bu güzel kızları kırmamak için, ikisinin tasından da su içli: — İkiniz de birbirinizden güzelsiniz! Ve bahçeden derhal dönerek atına at- Jadı: — Yırlar ilk görüşte bana âşık oldular, Sevgilim beni görürse: «Saçların ağarmış, yüzün buruşmuşis diyemiyece ve bana varmakta gecikmiyecektir. Allah (Can) beyden razı olsun, Ve kızları selâmlıyarak bahçeden ayrıldı. Abdullah yolda giderken söyleniyordu: — İçimde bir giphe vardı: Acaba ben, Merenunun söylediği gibi gerçekten güzel- Jeştim mi? Halvan kızlarına raslayışım çok iyi oldu. Beynimi kurcabyan bu şüphe içimden silindi. Abdullah sevinç ve meşe içinde, tozu du- mana katarak koşuyordu. Halvan kızla- rından ayrıldıktan sonra - yurduna varın- caya kadar - hiç bir konak yerinde dur- madı ve hiç kimse ile konuşmadı. SEKİZİNCİ KISIM Gökten inen delikanlı! — Beni ne çabuk unuttunuz yahu? Ben Amirtlerin Zeyd kolundan Harrum ailesi- sini bulmuşlar. harekâtıma hâkim olamıyacağım... 'Bu herifi eyinin kapısında köpek gi- bi geberteceğim... Gomes'in tehdidlerine ehemmiyet vermemiş olan cesur Renza bu sözle- rin ciddiyetini derhal sezdi: — Ne diyorsunuz? - diye şaştı. — Buna böylece emin olun... Şim- di sizden bir hizmet bekliyorum. — Buyurunuz... Arzunuz nedir? — Kimseye kendimi göstermeden pastaneden çıkacağım. İşte, şurada, yammızda bir kapı var... Gittiğimi görmiyecekler... Ben buradan âyrı- mea si? de Süzi'nin yanına gidersi- niz. Ona; «Benimle beraber gel! Biri seninle konuşmak istiyor!; dersiniz. Şayed «Kim görüşmek istiyor?» diye sorarsa: «Klarinetçi Rosso» cevabını verirsiniz. Rosso mu?... Aman Nerede 0?... İstanbulda — R Yarabbi?... m? Leylâ, Abdulahın dönmediğini görünce: — Zavallımın başına bir felâket gelmiş Diyor ve acınıyordu Abdullah, şeyhin sarayına girmek, Ley- diye - saray civarında dolaştı. Kimseyi gö- Abdullah üzerine aldığı işi tamamlamak istiyordu. Henüz sevgilisinin yanına bile öm. Zuten ona da kendini güçlük- — İsterse beni hiç tanımasın. Ben onu seviyorum ya, Kendimi nasil olsa ons sev- diririyi. Diyordu. Nihayet bir gün çarşıdan dö- nefken Leylânın arkadaşını gördü, peşin- den koştu: — Hatice, Hatice, ben geldim. Bir haf- tadır senin yolunu bekliyorum Hatice bu sesi tanır gibi oldu. Fakat ba- şını arkaya çevirince güzel, yakışıklı bir delikanlı ile karşılaştı. Sen kimsin, ne İstiyorsun? — Abdula tanıyamadın, değil mi? Uş dağında derimi değiştirdim. Mecnundan haberler getirdim size, Hatice, Kıys'in değiştiğini biliyordu. Fas kat o çirkinleşmişti, Elli yaşında bir ada- min böyle gençleşip güzelleşeceğini tahmin edemedi. — Sen Abâullâhı öldürüp onun yöriie oyun aynamak istiyen bir soytariye ben- siyorsun! Hadi defol peşimden... Abdullah şaşırdı. — Ur dağından düneli bir harts o'du, Hatice! Sözlerime inan. Ben Harrum atlez #inin son erkeğiyim, adım &Abdullahtır.. Buradan giderken elli yaşında idim. Ur dağındaki (Tilstmli su) dan ietim. bu hale geldim. Hatice sokak ortasında güldü: — O sudan içenler çirkinleşir. Sen ise gok yakışıklı bir delikanlısın. Ben budala bir çorukmuyum ki, beni aldatmağa yel- teniyorsun? — Pekâlâ, birüz beni dinlerser, sözlerime inanacaksın: (Can) beye götürülmek üze“ re bana mektup vermediniz mi. Leylâ, ben dönünce, bana hediye vermiyecek miydi? İşte. muvaffakiyetle döndüm. Hattâ (Can) beyden de Leylâya bir hediye getirdim. Pakat, bana Lembih etti, ona Söz verdim: Hediyesini Leylâya kendi elimle vereceğim, Şimdi ihandın mi bana? Hintlee kaşlarını kaldırarak alaycı bir ta- vırla Abdullaha cevap verdi: — Sen bunları Abdulahtan öğrenmiş kurnaz bir Kırsıza benziyorsun! Böyle bir dolapia Leyliyı görecek ve kendini on be- gendirmeğe Hatice ki. Onu — Sen gökten mi indin? Yurduminnla senin kudar güzel ve yakışıklı bir erkek görmedim. (Arkası var) mişsiniz... Öyle ya! Aklınıza nasıl gelirdi? — Peki, peki... Böyle söylersem bemşirem derhal Rosso'yu görmeğe gelir... Zira bu adam bize pek çok iyi- likler yapmıştır. — Söylediklerimi iyi anladınız mi Rena? ' — Hiç birşeyden korkmayınız... Bizim gibi kadınlar hislerile hareket ederler... Sizinle beraber dünyanın (Arkası var) ği