HER AKŞAM BİR HİKÂYE Mürid Remzi, arkadaşı Naci ile be raber vapurun Üst güvertesinde otur- muş, konuşuyorlardı. Birer sigara yak- tılar. — Kahve... Çay... Gazoz... diye ba- Bırarak yanlarından geçen vapurun garsonuna birer kahve söylediler. Bu sırada üst güverted gayet şık, genç, güzel bir kadın belirmişti. Müfid Remzi yerinde doğruldu. Gözleri ken- dilerine doğru ilerliyen genç kadında olduğu halde, arkadaşı Naciye: — Hayatımda bu derece güzel bir kadin görmedim!... dedi. Naci gülümsedi: — Evet, dedi, çok güzel... Fakat lü- zumundan fazla boyarimış değil mi? Aklıma bir filim ismi geldi: «Boyalı Melek...» Mütid Remzi cevap verdi: — Evet, dedi, biraz fazla boyalı amma ne olursa olsun, ben bu genç kadını çok güzel buldum. İki arkadaş, yavaş yavaş böyle ko- nuşurlarken genç kadın geldi. Tam onların karşıma oturdu. Bacak ba- cak üstüne atarak gazetesini açtı. Muharebe havadislerini okumağa baş- ladı. Müfid Remzi hayran hayran: — Bu kadar güzel gözlerin o derece korkunç havadisleri okuması reva mi? diye mırıldandı. Arasıra bakışıyorlardı. Müfid Rem- sinin hayranlığı gitilkçe artıyordu. Güzel kadının. bakışları arasıra Mü- id Remzinin üstünde, uzun müddet takılıp kalıyordu. Naci, bir aralık onu dürttü; — Haydi, dedi, bugün gene talihin. açık... Baksana gözlerini senden ayır. mıyor. Vapurdan hep birlikte çıktılar. Mü- fid Remzi iskelede arkadaşi Naciden ayrıldı. Şimdi gene kadın önde, Müfid Remzi arkada ierliyorlardı. Delikanlı oturduğu köye gelmişti. Genç kadın biraz ilerideki bir köşkün önünde dur- du.Kapıyı çaldı, içeriye girdi. MMüfid Remzi hayretler içinde idi. Demek bu güzel, bu şık, bu genç kadınla komşu olduğunu şimdiye kadar farketmemiş- ti, Kendi kendine: — Ben de amma gözü kapalı adam- mışım hal... dedi O günden sonra delikanlının bütün işi, gücü güzel komşusunun yolunu beklemek olmuştu. İsmini öğrenmişti. Zehra idi. Onu sık sık görüyordu. Bil ja gidiyordu. Tabii Müfid Remzi de önün arkasından... Artık aralarında #yiden iyiye bir göz âşinalığı başla- miştı. Birbirlerine hiç yabancı bakmı- yorlardı. Karşılıklı gülümseme faslı bile başlamıştı. Nihayet ilk firsatta tanıştılar. Müfid Remzi âdeta bir şiir hayatı yaşıyordu. Zehranın yüzüne baktıkça, bir insanın bu derece güzel olabileceğine hayret ediyordu. Genç kadının güzelliği âdeta Mütid Remsiyi şair yapmıştı. Bir gün oturu- yor, onun kıpkırmızı dudakları için bir giir yazıyordu. Ertesi günü aşka geli- yar, onun uzun, kıvrık kirpikleri için bir manzume uyduruyordu. Sol gözü- nün altındaki küçük siyah ben için bile bir şey yazmıştı. Zehra bütün bunları okudukça gü- Yüyor, Müfid Remzinin kendisine kar- g bu kadar coşkun hislerle bağlı ol- masından -pek memnun oluyordu. Genç adamın Zehraya karşı hay- ranlığı bu suretle iki üç ay devam etti. — Derhal... Şimdi bir sandal tutu- yorum... Hemen sahile indiler. Bir sandal ki- raladılar, Müfid Remzi küreklere geç- ti. Bugün deniz biraz yaramazdı. Dal. ıncakta zannediyorum, Müfid Remzi de Zehrayı neşeli gör- dükçe memnun olüyordu. Bir yandan kürekleri çekerken, bir taraftan da sevgilisinin emsalsiz rengine, kıpkır- müm dudaklarına, üzün kirpiklerine, sol gözünün altındaki küçük siyah be- ne hayran hayran bakıyordu. Bir ara- ik uzaktan bir motör sesi işitildi. Zehi- BOYALI MELEK Müfld Remzi sevgilisine cesaret ver- mek maksadile: — Korkama... dedi, ondan bir şey çıkmaz... Motör yanımızdan geçer, gi- der... Lâkin bütün süratile onlara doğru İ gelen motör gittikçe kendilerine yak- Zehra: — Bu motörü idare eden adam bizi görmüyor mu? dedi, şuna bağıralım da yolunu değiştirsin... Lâkin genç kadın sözünü bitireme. di. Bütün Mmzile gelen motör sağ taraf- tan sandalın burnuna çarpmıştı. Bir an içinde sandal kapaklandı. Zehra ile Müfld Remzi kendilerini dalgalar ara- sında buldular. Hiç yüzmek bilmiyen Zehra sulara batıp çıktıkça: — Remri!... Remzi!.. diye avaz avaz bağırıyordu. Genç adam büyük bir fazliyetle dal- galar arasında çırpınıyor, sevgilisini kurtarmağa çalışiyordu. Nihayet Zehrayı tutmağa muvaffak olmuştu. Şimdi bütün gayretile sahile doğru yüzüyordu. Yorgun argın kıyıya geldiler. Müfid Remzi biraz evvel sulara batıp çıkan Zehrayı kumların üzerine yatırdı. Bü- yük bir tehlike atlatmışlardı. Bir aralık genç adam, sevgilisinin yüzüne bakınca, hayretle duraladi. Sanki Zehra yerine denizden kur- tardığı kadın başka bir insandı. O uzun simsiyah kirpiklerden eser kal- mamıştı. Dudaklarının o pek hoşuna giden kırmızılığının yerinde yeller esi- yordu. Yalmız tıpkı ciğer yemiş bir ke- di gibi Zehranın ağzının etrafına kır- mızı boya yayılmıştı. Müfid Remzinin 0 pek hoşuna giden Zehranın s0l gözü altındaki siyah küçük ben tamamile ortadan kaybolmuştu. Suya girip bü- tün boyaları çıktıktan sonra, Zehra insana hayret verecek derecede çir- kinleşmişti. Mürid Remzi, arkadaşı Nacinin Zeh- ra hakkında söylediği bir sözü hatır- ladı, Onu kendi kendine tekrar etti; — Boyalı Meleki... O günü genç adam Zehrayı evine götürdü. Müfid Remzi bir hafta son- ra İstanbula inmişti. Birdaha hiç kimse Zehra ile onu yan yana gör- medi, Hikmet Feridun Es Türkiye Kadyodifüzyon Postaları Dalga 1648 m. 182 Ke./» 120 Kw. Radyosu TAG. 1974 m. 15195 Ke/& 208. Ankara Radyosu T.A. P. 3170 m. 0465 Ke./s 20 KG. | TÜRKİYE SAATİLE 11/3/939 Parartesi 12,30: Program, 1235: Türk müsiği -P1, 13: Memleket saat ayarı, ajans ve meieo- Foioji baberleri, 13,15 - 14: Mürik (Karışık program - PL). 19: Program, 1005: Müsik (Operet Beleksyonları P1), 1930: Türk müziği (Pami heyeti), 20,15: Konuşma, 2030: Memleket saat âyarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 2050: Türk müziği: Okuyanlar: Mustafa Çağlar, Safiye Tokay. Çalanlar: Raşad Erer, Ruşen Kam, Cevdet Kotan. 4 — Tanburi Cemil - Ferubfeza peşrevi, 2 — İsmali Hakkı bey - Ferahfeza beste (Çağlayan cüyi sirişkinle), 3 — İsmail Hakkı bey - Ferahfeza şarkı (Ateşi aşkın Me), 4 — Ishak Varan - Ferahfeza şarkı (Beyretmek için), 5 — Ruşen Kam - Ke- mençe taksimi, 6 — İsmali Hakkı - rahfeza şarkı (Mehtapta güzel olu 7 — Nasibin Mehmed - Kürdilihlcazkâ; arkı (Derdin ne ise), $ — Nasibln Meh- med - Hicazkâr şarkı (Görmezsem eğer) 9 — Şemseddin Ziya - Hicaz şarkı (Olah ben sana bende), 10 —Refik Fersan - Hicaz şarkı (Geçti rüya gibi), 2130: Ko- muşma, 2145: Müzik (Melodiler), 22: Müzik (Küçük orkestra! Şef: Necip Aş kin: 1 — Emile Waldtenfe) - İki kere iki - (Muhtelif memleketlerin melodileri üze rins rapsodi, 5 — Micheli - gar- kıları - Potpuri, 23: Son ajans haberleri, siraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsa (flat), 2320: Müzik (Cazband - PL), 23585 - 24 Yarınki program kiralamak için «Akşamsın KÜÇÜK İLANLARI En süratli ve Ingiliz donanması karşı- sında Alman donanması (Baştarafı 7 nci sahifede) Bu itibarla Almanyanın derizlerde ve bilhassa İngiltere etrafında tica- ret gemilerine memnu muıntakalar ilân etmesine intizar edilebili. Bu memnu muntakalarn içine giren düşman ve bitaraf bütün gemiler Acaba Almanların bu mıntakalar- da gemi avlamak için her zaman nöbet bekliyecek miktarda fazla de nizaltıları var mı? Evvelemirde şunu bildirmeliyiz ki bir bahriyenin elin- deki bütün denizaltı gemilerini bir anda cepheye göndermesi tecviz edi- lemez, Mevcut denizaltıların ancak üçte biri cepheye sevkedilir. Geriye kalan miktarın yarısı seferden üsle- rine dönmektedir ve yarısı da tersa- nelerde tamirde ve sefere hazırlan- makta bulunur. Almanların bugün 15 denizaltı gemisi olduğuna göre bunlardan 25 tanesi cephede yani harekât mıntakalarında (faaliyette bulunacak demektir. Açık denizde harekât yapan bir denizaltı gemisi- nin denizde kalabileceği müddet dört, ilâ altı haftadır. Ekserisi 250 tonluk küçük botlardan ibaret olan Alman denizaltı filotillâlarından ancak 7150 ve 900 tonluk nisbeten büyücek bot- lar Okyanuslardan gelecek (İngiliz nakliyatını hasara uğratmak üzere İngilterenin garbına gidebilirler. Kü- çük botların fasliyet sahası Şimal denizinden dışarı çıkamaz, İngiitereyi denizaltılarla ablukaya imkân yoksa da kabil olduğu kadar fazla ziyan verdirebilmek için nak- liyat yolları üzerinde ve İngilterenin etrafında bir anda lâakal 100 deniz. altı gemisi bulundurmak lâzımdır. Umumi harbin son yılında Almanlar İngiltereye hariçten yapılan nakli. yatı hasara uğratmak için cephede en fazla 60 denizaltı bulundurabil. mişler fakat bu miktarın kâfi gelme- diğini anlayarak bütün tersanelerini ve kara cephesinden çektikleri işçile- ri çalıştırmak suretile cepheye daha | fazla denizaltı sevketmek çaresine ; başvurmuslardı. Şu halde Almanya memnu mınta- kalar ilân etmesine rağmen bugün- kü denizaltı mevcudile İngiliz nakl- yatına şayanı ehemmiyet zayiat ver- diremiyecektir. Bahusus odenizalt* gemilerine karşı mücadele ve İmha | vasıtalarının mükemmel ve çok mü- essir olduğu bu zümanda denizaltı harbi yaparak İngilterenin diğer kı- talar ve müstemlekelerile muvasala- sınmı kesileceğini zannetmek doğru bir kanaat olamaz. Halen bu ümidle faaliyete geçmiş bulunan Alman denizaltıları avcı ve takip grupları- nın şiddetli mücadelesi karşısında birçok zayiat vereceklerdir. (Deniz- altıları tahrip ve imha vasıtalarının neler olduğunu gelecek yazımızda bildireceğiz). Hulâsa: Alman donanmasının taf- bik edeceği: harp sistemi denizlerde İngiliz nakliyatına ve donanmasına korsan kruvazörleri ve denizaltilari- le zarar iras etmek suretile devamlı bir mücadeleden İbaret kalacak ve kuvvetinin kifayetsizliğinden dolayı İngiliz donanmasile karşılaşmaktan içtinap edecektir. 4. B. DENİZ (LEYLÂ ie MECNUNİ 'Tetrika No, 58 Orman bekçisi anahtarı uzattı, kilide soktu, bir- denbire uzaklardan gelen bir inilti duydu — Dağın hâkimesi de kim oluyor? Buralar, insan âyâğı basmış yerlere benzemiyor. — Siz Esrar Dağının hikâyelerini dinlememiş gibi görünüyorsunuz. Bu- — Bu hiküyeyi ben çocukluğunda dinlemiştim. Şimdiye kadar dağ te pesinde bir kaplanın tek başına yâ- şamasına imkân var mıdır? — Yaşıyorsa... — Her halde çok ihtiyarlamıştır. Bize zararı dokunmaz, Orman bekçisi birdebire bir kays- nın dibine sinerek: — Yâfa daldık, seyld! dedi, tepe mizden bir yıldınm geliyor... Gör- müyor musun? Ömer başını kaldırdı.. — Eyvah.. ben onu nasıl oldu da görmedim. Hemen okunu at, Pençe- lerini açmış, üzerimize iniyor. — Bu da Esrar Dağının en İhtiyar kartallarındandır. Bazan dağın sırt- larına kâdar iner... Fakat, kanatları açıldığı zaman bir kaç Kişiyi birden, 'kucaklıyacakmış gibi, insana öyle dehşet verir ki... — Haydi, lâf bırak! Çok yaklaştı... Orman bekçisi yayını boşalttı. Fa- kat, yırtıcı kuş yüksekten inmekte devam ediyordu. Ok boşa gitmişti. Ömer korkudan titremeğe başla. — Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, diyordu, bu canavar, ye ban öküzünden daha cesurmuş. Yo- Tunu bile şaşırmadı. Orman bekçisi ardısıra iki ok attı. İkisi de hedefini bulamamıştı. İhti- yar kartal bir kayanın üstüne kondu. — Tuhaf şeyi Neden üzerimize ? — Şaşmamak kabil mi, seyid?2! İn. san gibi, mâvi gözlerini dikmiş, yürü- müze bakıyor. İkisi birden kılıçlarım kınlarındân sıyırdılar. Kartalın ne yapacağımı, nereye saldıracağını bilmiyorlardı. Yırtıcı kuş birden korkunç sesile İhtiyar kartalm ağzından bir anah- tar üştü. Ömer! anahtarı görünce ge Hayretle bekçinin yüzüne Orman bekçisi yavaşça yerde sürü- nerek, kayaların arasına düşen anah- tarı aldı: sevindi. Bize dağın tepesindeki ha- zinenin anahtarını verdi. Ömer gülmeğe başladı: -— Hangi hazineden bahsediyor- sun a budala? Kartal nasılsa ağzına bir anahtar geçirmiş. bizi görünce, Anahtarı ağzından âttı. Yeni yem te- darikine başlıyacak şimdi. — O bizimle mücadele edemez, seyidi Hele bir kere tımaklarına ba kın.. nasıl dökülmüş! Kanatlarının tüyleri çoktan düşmüş. Vücudünü — O halde neden geldi bizim yâ nımıza? — Bu hayvan, dili yok amma, vak- | bir çok irili üfakh örümcekler takip | Yazan: İskender Fahreddin bir meydanda durdu. Ömer; i — Burası cennet gibi güzel ve sessiz bir yer, dedi, ağaçların lâtif ko” kular, kuşların cmltıları insanı Ade ta uyuşturuyor. Buraya şimdiye kam dar neden çıkmadığıma şaşıyorum, — Çok kimse çıktı amma, geri dö- nen olmadı, seyid! Benim yeğenim bis le on yıl önce bu dağın esrarını an- Jamak sevdasına düşmüştü. Birgün kimseye görünmeden (Esrar Dağı) na çıkmış. Bir daha dönmedi. — Acaba bu karta! herkese bu anahtarı veriyor da insan oğullarını tuzağa mı düşürüyor?! Ni — Kimbilir? Talihimiz biye yar- dım ederse, Sümetlilerin Hazinesini bulacağız. 'Tuzağa düşersek biz de ötekiler gibi, burada kalırız. — Sümerliler mi dedin? Smu ba- na şeyh Meldide bir kaç yü önce | söylemişti: «Esrar dağının tepesinde Bümerlilerin hazinesi varmış. Ah, şu” hazineyi bir ele geçirebilsemz: de mişti, 4 — Merak etme, seyid! Şejh Mehdi de buraya bir kaç kere başvurdu amma, yolun çetin ve tehlikeli oldü. Bunu görünce geri döndü. Küçük meydanda içi oyuk bir kaya gördüler. a Orman bekçisi kayanın önünde durdu. j — İşte, hözine burada, seyid! — Nereden anladın? i — Kayanm arasından küçük bir Kapıya yaklaştılar. Ömer yere eğildi: İ — ve üstü örümcek tut» muş bir ir kapı... Örümcek ağınm üstünde midye kabuğuna benziyen sırtını sürükliye- rek, ağların arasında yürüyen büyük bir örümcek göründü. Bu örümceği etti. Orman bekçisi: — Çok eski bir örümeek yuvası... © Diye söyleniyordu. Ömer: , — Yuvayı bozmağa mecburuz, d& rünce bir araya toplanarak koşuşma- ğa başladılar. Orman bekçisi kılıcının usile örüme cek ağlarını bozdu ve örümceklerden i sarâr görmemek için hepsini birer birer öldürdü. # Bu srâda ihtiyar kartal ortadan | kaybolmuştu. Ömer: — Urman'n yıllarca arayıp bul madığı hazineyi biz bulduk, dedi, bü- radan yalnız tılsımlı taşı değil, bü- tün hazineyi alıp gideceğiz. y Ömer . seviniyordu. : Sevinmekte haklı değil miydi? (Tilsmli taş) 1 bu- rada bulursa, Leyiâsına kavuşacaktı. ğ Orman bekçisi anahtarı uzattı, ki» de soktu. Birdenbire uzaklardan ge Jen bir inilti duyuldu. Ömer şaşkın şaşkın etrafına bâki yordu: » — Bu ses nereden geliyor? | İ i İH ni ik li :