Sli 1939 Fitnat şoförün parasını verdi. Sa- ona gireceklerdi. Fakat Zühtü bey, bu gürültüden uyanmamış, hâlâ is. Mm salıverir gibi puf puf uyuyor. Feriha, kocasının bu halinden uta- narak, çocukduk arkadaşına: — Görüyosun ya halimi... -deği, - Fakat isabet... Huzurundan kurtulu- ruz hiç olmazsa... Gel, yukarıya, be- nim budyarıma çıkalım... Ve yolda; — Ne mesudsun sen Fitnat!... - de- di, - Seni anlıyan kocan var... Sen de muharrisin, o da... Mısafir kadın şapkasını çıkarırken: — Bir bakıma, evet... - dedi - Mü- nevver adam, hisli adam... Fakat... Feriha hayretle: — Ay, sizin de mi ihtilâfınız var?... — Buraya ondan kaçtım... — Yok canım?... Kavgalı mus — Ne münasebet?.., eder mi?... Fakat aramızda yaş farkı var, nesil farkı var... Anlıyorsun ya... Birini seviyorum... —A... Bus... Bavulları tuvalet odasına çıkaran hizmetçiyi yangözle gösterdi. Fitnat, omuz silkerek; — Adam, sende... İşitirse işit sin ... Zaten kendi de biliyor... Ko. cam da... — Kim bu, kız? — Hiç... Daha doğrusu babası zen- ginmiş... Ölmüş... O da sporcu... Motosiklet şampiyonu... Olimpiyad- lara gidecekti şayet ortalık karışma. 2... — İşte böyle... Seviyorum onu... Deli gibi... O da beni çılgıncasma se- viyor... Onun gençliği, hayatiyeti be ni cezbetti... Beden zekâya galebe çaldı... Yani Aşığım kocama... — Şimdi ne olacak? — Burada azıcık İstirahat” edece- ğim... Beni çağırmamış muydın?... Bir ay kadar demiştin... Biraz ken- dimi toplarım... Sonra Celâlle seya- hate çıkacağım. Zühtü bey, peltek peltek: — Pitnat hanımı anladık, ka Adnan kavga ve e — Pitnatçığımı.... d naki miş... Fakat bu Celâl kim olu. yar? 'Tpfh... - diye söyleniyordu. Feriha: —Kendi âlemden saklamadıktan sonra ben senden ne demeğe gizliye- yim?... - dedi. - Nişanlım! Şişman adamın gözleri testekerlek — Ay bunlar Adnan beyle evli de. ğiler mi?... Tpfh?... — Evliler... — E öyleyse... — Modem hayat... Boşanacak, bu- Da varacak... Fazla eşeleyip durma... Biliyorsun, muharrir kadın!... Onun ber kaprisi mübah görülür... Hem de hasta, çok hasta... Bir krizi daha tutarsa maazallah yolcu diyorlar... Onun için kocasıda şımartıyor... Her şeye göz yumuyor... Hattâ ken- disini aldatmasını bile müsamaha e karşılıyor. — Benim böyle şeylere aklım er- mez... Tpfh... Bu, düpedüz boynuz- Feriha kocasına tenkidkâr bir na zarla baktı. — Hem aldatmiyor ki, canım... Apaçık söylüyor... Bize gelince, ne- mise lâzım?... Evimize geleni kovacak halimiz yok ya... Zühtü bey her ne kadar homurtu Ne sofraya oturduysa da, genç spor- Cunun neşesi içinde o da sürüklendi... Kahkaha, kehkehe içinde , günlerini geçirdiler. Neye gülüyorlar?... Kendi- leri de bilmiyorlar... Nihayet, bir hayli içtikten sonra: — Sizi pek sevdim, tphf... sık sık buyurun, tphfi... - dedi, Zaten Celâli kapıdan kovsalar ba- cadan girerdi... Hem sporcu, hem zen- Bu hal, haftalarca böyle sürdü, gitti. Genç kadın, onun motosikleti- ni bütün huzile sürdüğünü seyredi- yordu: — Ah, arkana binmek istiyorum... Beni de sürükle, götür... - diyordu. Celâl, onu, mecalsiz bir halde otur. duğu koltuktan çekti: — Gel, bak, vallahi bir şey olmuya- caktır... Sarsmam... - dedi, Anlamıyordu, bilmiyordu, her bün- yeyi kendininki gibi telâkki ediyor- du. Ev sahibesi itiraz etti, Fakat bin- diler, Ancak yüz metre gidebildiler, Fitnatın feryadları üzerine Celâl ara- bayı durdurmak (mecburiyetinde kadı: — O.... dedi. - Seninle yolculuk... olamıyacak... Ve sevgilisini top gibi kucağına al dı. Gerisingeri getirerek yerine ya- tardı. O günden İtibaren Pitnatn hali fe- nalaştı, Kocasına da bildirmişti: «Avrupaya, tedavi için gideceğim. Celâl de benimle birlikte gelecek! Se- ninle ebediyen dost ve arkadaş kala- cağım... Görmeği, vedalaşmağı pek #sterim..» Adnan hemen geldi, Saçları dökülmüş, gözlüklü, zayıf, biraz göbekli bir adamdı bu... Gören- ler: «— Bu romanları o mu yazıyor?... Hiç te halinden belli değil!... - derler. di. - Edibden ziyade banka kâtibine benziyor...» O gece Adnan bir hastabakıcı gibi karısının başı ucunda döndü. — Fakat neden böyle oldu?... Bu hastalığın seyrini biliyorum... Böyle olmıyacaktı! - dedi, Motosiklet vakasını anlattılar. — Ah, çocuklar... Çılgınlar... Yapı hır şey miydi bu?... Bu Celâl de hiç in anlamıyor... Bakamıyacak sa- gesi kadın düşünceliydi, Kocasının elini tuttu. Muhabbetle te onun nemli alnına bir öpücük kon- durdu. — Adnani... - dedi. — Söyle, ne istiyorsun?... . — Beni bedbaht ettim. — Hayır... Mesud ettin... Senelerce ömrünün kaç yılını bana verdin... — Fakat sonu böyle oldu... Bir nin farkınla onun farkımı|... Yele — Gidelim buradan... Onunla de- g1, seninle gitmek istiyorum... Nere- ye istersen... Al beni... İyileştir... Ha- yata kavuştur... yorlardı. Ferihanmw: gözlerinden yaşlar akti, Zühtü bey cnu dirseği fle dürttü: — Görüyor musun?... Tphf... Fakat Faihanın öfkelenmesine va. kit kalmadı. Zira, Fitaat asabi tekal- lüslaria elini boğazını, götürdü. Göz. leri yuvalarından uğradı... Hepsi kuştu'ar, Su, hava, eler, doktor... Hiçbir şey iz etmedi. » hlagür <, Fitnata dair bası küçük liraları ak mağs geldi. Ebediyen saklıyacakmış. Bu kadını unutmıyacakmış. Adnan bunları rakibine verdi, Genç sporcu: — Bir hafta daha yas.yabilseydi, Ah! - diyordu, Onu ep İsviçreye gü- türecektim... Adnan cevap vermedi. Ev sahipleri de sustular. Sporcu gittikten sonra, Zühtü bey: — Niçin söylemediniz: «Sizinle gel- miyecekti, benimle gidecekti! deme. diniz, tpfh... - dedi, Adnanin gözleri meçhul bir nokta. ya daldı; yavaş yavaş, mırıldandı; — Velev rakip olsun, bir insanin güzel bir hayalini niçin bozmalı?... Hayat o kadar kısa ki, öyle uçucu ki... Değmez... Nakleden: (VA - Nâ) Kiralık apartıman Nişantaşında Vali konağı kar. şısında Eytam caddesinde 5 nu- maralı apartımanın ikinci dairesi kiralıktır. Apartıman 6 odalıdır. Kalorifer, sıcak su ve sair her türlü konforu, denize fevkalâde nezareti vardır, Kapıcıya müra- BULMACAMIZ 1 — Çima - Kuyudan yarayan kap. 2 — Lübiyat - Kimsesiz. 3 — Bir erkek ismi - Tersi artmaktah emirdir, 4 — Denizyollarının bir Yapuru - Yol 5 — Devletler arasında verilen şiddetli nota. 6 — Su - Tahriş ediver. 7 — Meyletmiş - Köyün büyüğü, 8 — Kanadı var uçâmâz, kümestedir tavuk değil, suda yüzer balık de- gil - Medhet. 9 — Musiki muallimi, 10 — Yanar dağın tepesindeki delik - Yama, Yukandan aşağı: 1 — Pilin burnu - Yarış sandalı, 3 — Santi düselime. si çikarmağa nin 7 — Beyan edatı - Başma «Ke gelirse seri - İnce kurum. 'Tefrika No. 50 Yazan: İskender Fahreddin Fırat, gözünün önünde parlıyan hançeri görünce yerin- Ev sahipleri, yatağın ucunda duru. |den fırladı: “Beni vuracaklar, koşunuz!,, diye haykırdı Deveci derhal Zehranın yanıma koştu: — Bu ister misiniz, gitti? — Evet. Hararetten dilim kurudu. Deveci, Zehraya su getirdi. — Şimâi konuşabiliriz, sittil Her- kes yorgunluktan bitap düşmüş, Hur. malıkların altına uzanıyorlar, Zehra suyu içti: — Sana bir teklifim var, Fakat, bu- Du reddetmiyeceksin. — Elimden geleni yapanın, sittil Sizden hiç bir şey esirgemem. — Dediğimi yaparsan, boynumda- ki bütün incileri sana vereceğim. Zengin olursun. Deveci, Zehranın boynundaki in- , ellerden gözünü ayıramıyordu. — Söyleyin, dedi, sizi dinliyorum. Emrinize âmadeyim. Zehra yavaşça fısıldadı: — Urman İline varmadan, (Firat)ı ne yapıp yâpacak, öldüreceksin! Deveci hiç te şaşalamadı. O zaten Zehradan böyle bir teklif bekliyordu. — Peki, gitti! dedi. Bu, çok güç bir iştir. Fakat yapmağa çalışaca- ğım. — Güçlük neresinde bu işin? Ge- ce yarısı herkes uykuda iklen, bir hançer yalnız onun değil, bütün ca- Tiyelerin canını alabilirsin! Kimse görmez. — Nöbetçilerin gece sabaha ka- Mirsin... Haydi, Jâfı uzatma! Hemen işe başla. Deveci su matrasını aldı, geriye çekildi. Devecinin bu işi yapabilmesi için önünde epeyce bir zaman vardı. O i gece olmazsa, ertesi gece, ertesi gece i yapamazsa, nihayet Fırat kıyılarına varmadan Tanju'nun bu güzel kizi- nı öldürecek ve Zehranın incilerini almağa çalışacaktı. * 'Taşbilek gece olunca karargâhı do- Jaşır, nöbetçilere emirler verir ve gözcülerin uyuyup uyumadığını ted- ik ederdi. Urman konak yerine gelir gelmez atından inmiş ve biraz yemek yedik- ten sonra uyumuştu. 'Taşbilek gece yarısına doğru dola- gırken, cariyelerin yattığı yere geldi. (Fırat) hâlâ uyumamıştı. Kendi de- i vesinin önünde oturmuş, başı gökler- | de, sahi yıldızlarla (konuşuyordu. Ay yeni doğmuştu. 'Taşbilek (Fırat)ın yüzünü iyice seçebiliyordu. (Fırat) arkadan bir ayâk sesi du- yunca, yerde yatan devesinin gövde- sine başını dayadı.. uyur gibi görün- mek istedi. Fakat, Taşbilek onun uyu- mağığını biliyordu. Yanına sokuldu: — Herkes uykuda, Sen ne bekli- yorsun? Diye sordu. Fırat ilkönce duyma miş gibi davrandı. Fakat, gözünün ucile bakıyordu. Taşbileği görünce dayanamadı gözlerini açtı: — Uykum yok. Uyumağa çalışıyo- rum, dedi. Ay ışığı birdenbire (Fırat) m yü- üne vurmuştu. Tanju'nun bu güzel kın çölün ortasında Taşbileğe o ka- dar serimli görünmüştü Ki. yanın. and geçip gidemiyordu. Konuşmağa başladı — Evet. dan vazgeçmiş mi acaba? — Bilmem, Urman bana fazla bir şey söylemedi: «Seni oğluma götürü“ yorum. Benim gelinim “olacaksın!; dedi. Başka bir şey bilmiyorum ben, (Fırat) bir müddet sustu. Taşbile din tereddüdünün sebebini anlıyâ- madı: — Beni reisin oğluna lâyık görmü- yor musun? — Evet... (Fırat) hiddetlendi: — Fakat ben de bir Türk ailesinin. kızıyım. Pazardan satın alınmış cari- yelerden değilim... Taşbilek gülmeğe başladı: — Düşündüğün gibi deği. Ben (Can)ı sana lâyık görmüyorum. O, serseri, derbeder bir çocuktur. Ley- Mya gönlünü kaptırmış. Gözü ondan başkasını görmez. Halbuki sen hem çok güzel, hem de çok akıllı bir kız- sım! Yani (Can) dan ziyade bana lâ- yıksın! (Fırat) hayretini gizliyemedi: Kendinden * bahsetmeseydin, XCan) bey hakkında söylediğin sözle- Te belki inanırdım. (Fırta) tekrar başını deveye daya- dı ve gözlerini kapıyarak: — Şimdi uykum geldi, dedi, mü. saade edersen uyumak isterim. Taşbilek (Fırat) tan fazla yüz bulamayınca, yumruğunu sıkarak tersyüzüne döndü. Ve develerin arasında kayboldu. 'Taşbilek o gece saatlerce uyuyama» maştı. — Şeytan kızın hayali gözümün önünden gitmiyor, diyordu. Acaba onu seviyor müyüm?! “ “ (Fırat) başucunda bir han- çerin parıldadığını gördü.. Helvan'lar güzel kadın düşmanıydı. Kendi kabileleri arasında bir güzel kadın gördükleri zaman: «Bu kadın, şeytanın kızıdır. Kabilemizi içinden yurmağa gelmiş!» diyerek, ne yapıp yapar öldürürlerdi. Arapların bir ri- vayetine göre de Helvan erkekleri çok kıskanç olduklarından, güzel kâ- dınlara tahammül edemezlerdi. Her erkeğin karısı elbette güzel olamaz- dı. Kansı çirkin olanlar, güzel karı- ları olan erkekleri kıskanırlar ve bu yüzden güzel kadın görünce ya 76- hirle, ya vahşi hayvanlarla öldürür- Jerdi. (Fırat) a bu hikâyeyi yolda anlat- mışlardı. (Fırat) O gece uyumağa çalışırken, kendi kendine: — Teşbilek bana kıydı - diye söy- elndi - fakât kizmeğa hakkı yok, Ur. man benim için az mı çarpıştı? (Can) bey ne olursa olsun, büyük bir Türk kabilesi reisinin oğludur. Ve ben onun Karısı olacağım. (Fırat bu sırada gözlerini açıp kâ- payarak uyumağa çalışıyordu. Cari- yelerin hepsi uyumuşu, Develerin bi- le horultusu işitiliyordu. Etrafta do- laşan nöbetçilerden başka uyanık kimse yoktu. Nöbetçilerin ayakta uyukladıkları ve uyuyup kalmamak için aşağı yukarı dolaştıkları görülü- (Fırat) birdenbire kendi devesinin hafifçe böğürdüğünü duydu. Fakat, gözlerini açmadı. — Sinekler develere rahat ver- mezler.. i Devenin üçüncü defa bağırmağa başlaması (Fırat) gibi öteki kızların da uykusunu kaçırmıştı. Kızlardanbiri: — Bu hayvana ne oluyro? Busadı ise biraz su verseler... Diye bağırdı. (Arkası var) ni Sai ire kk GMY Esk