Çocukluk arkadaşı Kocaman transatlantikte, bu kadar | kalabalık içinde Zehra kendisini yapa- | Yalniz hissediyordu. Uzun zamandan- beri sinirleri son derece bozuktu. Ken- dini artık ihtiyarlamış addediyordu. | Halbuki daha genç sayılabilirdi. Kırk | yaşında 1di. Vakıâ şakaklarındaki saç- | İar hafifçe beyazlanmıştı. Fakat hâlâ güzel kadındı. Yalnız dünyasından bezmiş bir hali vardı. Sonra hasta idi. Ümidsizdi. Artık kendisini gençlikten, neşeden tamamile uzak buluyordu. Doktor ona uzun bir seyahat tav. siye etmişti. Bu arada kendisini d6 tedavi ettirecekti. Zengindi ve yalnız seyahat ediyordu. Muazzam bir oteli andıran vapurda herkes eğleniyordu. Geceleri balolar veriliyordu. Barda çılgın rumbalar Çâs Uniyordu. Zehradan daha yaşlı kadın- lar ağır tuvaletler içinde, binbir boya Me her biri birer güzellik kraliçesi ha» linde dolaşıyorlâr, mehtapta, güverte de dalgalara karşı delikahlılarla tat hı tatlı konuşuyorlar, gülüşüyorlardı. Hattâ vapurda yaşlılığına rağmen çok güzel bir kadın vardı. Gençler bunun #igarasını yakmak için hep birden kib. rit çakıyorlardı. Zehra bütün bunlara uzaktan uza- ğa bakıyor, kendi kendine: «Tuhaf şey... diyordu, benim içim ölmüş. Artık ihtiyarladığıma benim için bütün heyecanların, şiirin, aşkın bittiğine o kadar kaniim ki...» Günler böylece geçip gitti. Bir gün vapur onu dünyanın bir ucundaki uzak bir şehrin limanına bıraktı. Bu- rada Zehranın tanıdıkları vardı. On- larla İstanbulda iken tanışmıştı. Ar- tık bu memleketten uzak şehirde ge- *ip tozuyor, görülecek yerlere gidiyor» du. Fakat içindeki ihtiyarlamak hissi azalmıyor, hattâ çoğalıyordu. Bir akşam dostları; — Bu gece seni buranın en büyük, en güzel barına götüreceğiz, dediler. Bu bar bütün dünyada meşhurdur. Zehra o gece senelerdenberi yapma dığı bir işi yaptı, Gayet güzel bir tuvalet giydi. Gittikleri bar hakikaten pek muhte- $em bir yerdi. Her biri birer güzellik Meykelini andıran artistler vâryete nu. Mâraları yapıyorlardı. Bir aralık cazband güzel bir hava çalmağa başladı. Dansetmek için bir- kaç çift ortaya çıkmıştı. Bu esnada, güzel, gayet şık giyiniş uzun boylu bir kadınla, genç bir erkek dansa kâlktı. Bardakiler son olarak dansa kalkan Uzun boylu kadını şiddetle alkışladı. — Zehra yanındaki ahbaplarıma sor. — Bu alkışlanan kadın kimdir? Ahbapları ona: — Tanımıyor musunuz? dedi, meş- ur artisttir. Ne güzel kadın değil mi? Hakikaten çok güzel kadındı. Bu Kirada Zehranın gözleri bu kadının ya- Yundaki erkeğe İlişti. Kalbi çatlıyacak- Miş gibi çarpmağa başladı. Bu genç adamı o çok iyi tanıyordu. Bu önun Çocukluk arkadaşı Orhandı. Fakat Or. han değişmemişti, Hâlâ Erenköyünde, Kozyatağı caddesindeki köşkte otur- dukları zamandaki Orhandı. Altin sa- tsı saçları, açık renk gözleri, geniş omuzları, uzun boyu ile ona hâlâ deli- kânlı denilebilirdi. En fazla 29-30 ya- Şında gösteriyordu. Herhalde Orhanla bu meşhur kadın artistin arasında büyük bir samimiyet Yardı. Çünkü birbirlerinin ağızlarının ye girecekmiş gibi konuşuyorlardı. Sırada bardaki elektrikler söndürül. Müş, dansedenlerin üzerine renkli pro- İektörler çevrilmişti. Bu projektör Işık- bazen danseden erkeklerin, kadın- Yarın yüzlerine geliyor, anların çehre. aydınlatıyordu. Çalınan dans havası bitince öteki çiftler yerlerine Oturdular. Halbuki ayni parça bir da- Çalınmağa başladı. Şimdi ortada Yalnız Orhanla meşhur artist dansedi- Yordu, Zehra onlara bakarken arkasında ktığı seneleri düşünüyordu. Orhan. aralarında çılgınlığı andıran bir Bençlik macerası geçmişti. Fakat o za- r İkisi de yirmişer yaşında idiler, rü İkisi de birbirlerini kaybetmiş. ve İşte talih onları senelerce son- dünyanın öteki ucundaki bir şeh- bir barında bir gece yarısı karşı. Pakat aralarında ne büyük bir fark vardı, Zehra artak kendini hasta, ümid. siz, yaşlanmış, aşktan, şiirden, heye- candan, herşeyden uzak buluyordu. Buna mukabil uzaktan seyrettiği Or- hanı gençlikle, heyecanla, aşkla şiirle dolu görüyordu. Bardaki ışıklar Orhanın sarı saç- larında garip parıltılar yapıyordu. Zehranın yanındakiler onları işaret, ederek: — Ne güzel dansediyorlar değil mi?.. Hem Ikisi de çok güzel insanlar... Bi- ribirlerine ne kadar yakışmışlar... Ne güzel bir çifti... dediler. Zehra dalgın: — Evet... dedi, hakikaten öyle... Dans bittiği zaman Orhan yanında» ki kadını masasına götürürken bir ara» lık Zehranın önünden geçti. İşte o za- man gözgöze geldiler. Orhan dik dik Zehraya baktı. Sonra yerinde mıh- Jandı: — Zehra... dedi. Zehra heyecan içinde doğruldu, Gü- Jümsedi. Sonra çocukluk arkadaşını yanındaki ahbaplarına takdim etti. Or. han Zehranın masasına otururken: — Zehra... diyordu, bu kadar sene s#onra dünyanın bir ucunda seninle bir gece yarısı karşılaşmak!... Ne ga- Tip, hem de ne heyecanlı tesadüf.. Biraz sonra cazband tekrar başi yınca Orhan Zehrayı dansa davet etti. Lâkin Zehra senelerdenberi dans et- memişti. Özür dileyecek oldu. Orhan: — Bilirsin ya çocukluğumuzda da oyun oynamağa nazlanır, mızıkeıbi ederdin. Ben seni zorla oyuna sökar- dım: Şimdi de öyle yapacağım. Zehra acı acı gülümsedi: — Ben artık ihtiyarladım Orhanl.. dedi, Orhan: — Ne ihtiyarlık mı? O da ne keli- me?... diyerek onu zorla dansa kaldır- dı. Çılgıncasına bir rumba çalıyordu. Dansetmeğe başladılar. Artık o gün- den sonra Orhan hergün onu ziyarete geliyordu. — Bu halin ne Zehra? Kendini bu kadar kapıp koyuvermenin mânası ne? diyor, onu tekrar hayata, neşeye, genç Tiğe döndürmek için neler yâpmıyordu ki... Hattâ Zehra Orhanın bildiği, meş- İ hurartistlere mahsus bir güzeilik mü. essesine bile gitmişti. Şimdi giyinişine çok itina ediyordu. Orhan kadın eşyalarının en güzelleri. nin, en şıklarının satıldığı mağazaları çok iyi biliyordu. Her gün beraber do- Jaşıyorlardı. Bazen müthiş süratli bir motörle denizde dalgaları yararak do- Jaştıkları, yüksek dağların tepesine tırmanıp, mektep kaçıkınları gibi de- Micesine çığlıklar savurdukları oluyor. du. Zehra şimdi kendisini tekrar genç- leşmiş buluyordu. Âdeta Erenköyünde. ki delibeş genç kız olmuştu. Orhan onu tedavi etmişti. Beş ay sonra Zehra, Orhanla bera- ber memlekete dönüyordu. Fakat bu sefer o bambaşka bir kadın olmuştu. Bazen güvertede çocukluk arkadaşının ROMATİZMA - LUMBAGO - SİYATİK AKŞAM Türkiye Radyodifüzyon Postaları Dalga uzunluğu 1640 m. 183Ke/5120Kw. Türkiye Radyosu TAG, 1014m. 15105 Ke/a 20Ew. Ankara Radyosu TAP. Tüm. #405Kc./s. 20K0. TÜRKİYE SAATİLE Cuma 15/8/9329 1230: Program, 1235: Türk müziği -P1, 13: Memleket saat ayarı, ajana ve meteo- roloji haberleri, 13,5 - 14: Müzik (Karı- gk program - PL), 19: Program, 1005: Müzik (Dans miizi- hi - PL), 1930: Türk müziği (Fasl he- yeti), 20,15: Konuşma (Haftalık spor ser- visi), 2030: Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 20,50: Türk mü- xiği: 1 — LAĞE ağn - Hicaz şarkı - Niçin şeb ta seher ben zir zârm, 2 — Bedriye Boşgör - Hicaz şarki - Mümteziç aşkınla, 3 — LANI ağa - Hücaskir şarkı - Yoktuf saman gel, 4 — Nefise - Hicazkâr şarkı - Severim her güreli, 5 — Osman Nihad - Bicazkâr şarkı - Şu zayi göğsüm içinde, $ — Osman Nihad - Kürdili hicarkâr şar- kı - Kaç yıl yüreğim, 7 — Salâhaddin Pı- nat - Kürdili hicazkâr şarkı - Ne gelen var, 8 — Musa Süreyya - Kürdili hicaz- kâr şarkı - Gün doğmayacak, 9 — Mu- bayyer şarkı - Niçin mahzun bakarsın öyle, 10 — Bedriye Hoşgör - Muhayyer şarkı - Bahara bak, 2130:. Konuşma 2148: Neşeli piâklar - R, 2150: Müzik (Riyaseticümhur bandosu - Şef: İhsan Künçer); 1 — Meyerbeer - iğ 4, Thomas - Hamlet opera; aryasi Clarnetie Si. B. için, 3 — Bellini - Norma operasının üvertürü, 4 — Oskar. Sirâuss - Vals rüyası (fantezi, $ — Gownod - Faust operasının baleti, 2240: Müzik (Opera aryaları - PL), 28: 8on ajans, ziraat, esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (fiat), 23.20: Müzik (Caz- band « Pİ), 24,55 » 24: Yarınki program, Avrupa istasyonları Snat 20 de Danzig 20 karişik muzika - Brünn 2a0l karışık muzika » Belgrad 20,05 orkestra- | Budapeşte. 20,26 konser - Bükreş 20,40 viyolonsel - Florahs 20 kutrtet muzikası- Hüyversum 1 3055 hafif muzika - Londra 2030 Amerikan -müsikam - Toulouse 2045 köy dansi Saat ?ide Berim 2115 Lehar'ın «Şen Dul» opere- 4 - Breslau 2145 orkestra - Frankfurt 21,15 askeri murika - Kolonya 21,15 dans - Königsberg 3135 operet konseri - Leip- sig 21,15 hafif muzika ve dans - Münih 2140 Furtwaeglerin idaresinde Viyana orkestrası - Akhlone 2125 hafif muzika - Bükreş 21409 Rassini'nin «Barbisr de Se- vile operası (piikla) - Londra 21 or- kestra - Lyon 21 konser - Nis 2130 - 23 $0 hafıf muzika - Rennes - 200 operet - Stokholm 21 hafif muzika - Tou- iouse 21445 operet muzikas Saat 22 de Leipzig 22 R. Strause'ın «Yusuf Ef-| sanesip operası - Stuttgart 22 Ruccini'nin| 1 perdelik «Gianni Schicchi» operası - Viyana 22 gala orkesira konseri - Florans 2230 orkestra - Hilversum II 22 Havaylan muzikası « Milâno 2230 senlom, konser - Roma 27 operet muzikasi - Toulouse 224 dans, Saat 23de Berlin, Breslau 2330 - 1 dans ve meşe - Danzig: Pragkfurt 2330 - 1 hafif muzika- Hamburg, Kolonya: Königeberg, Lelp- zig 3330 - ! dans, Münih 2330 - 1 dans - Btuttgrat 2330 dans - Viyana 2330 ha- ff muzik ve dans - Budapeşte 23 çinge- ne çalgısı - Hülyersum 12530 hafif mu-, zika - Lalbach 2330 İngiliz muzikası - Roma 23 karışık muzika - Stokholm 23,15 Tannhaeuser optrasınm $ perdesi, | Sant Zi den sonra Prag 24 Çek muzlkası - Londra 2410 dans - Roma 14 dans - Breslau, Kolon- | ya, Btutigari ve Viyana 1-4 askeri mu- | zika ve orkestra. koluna giriyor, onun kulağına fısıldı- İ yordu: — Orhan beni yeniden hayata dön- dürdün... Benim için ikinci gençlik başladı. Hikmet Feridun Es ARKA - BEL - DİZ - KALÇA AĞRILARI TESKİN ve İZALE EDER Vekâletinin 9/10/935 tarih ve 4/93 numaralı ruhsatını haizdir. EVROZI Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser icabında günde 3 kaşe alınabilir. Tefrika: No. 35 Yazan: İskender Fahreddin Urman, hayatını kurtaran kızı, oğlu ile evlendirmeğe karar vermişti Yavaş yavaş yürüdü. Urman'ın &r| kasına sokuldu. Türklerin refsi hâlâ geyh Mehmedi elde etmek için sara- yn her köşesinin sıkıca aranması hakkında şiddetli emirler veriyordu. Ordu Bağdada hâkim olmuştu. Şeyh Mehmed kendi adamlarının gehir dışında kılıçtan geçirildiğini bilmiyor ve onların biraz sonra Bağ- dada döneceğini umuyordu. Duran, kimseye sezdirmeden han- çerini çekti. Biraz daha sokuldu. Elini kaldırdı. Urmanı arkasından vuracağı sırada esir cariyelerden biri nasılsa gördü. Birdenbire atılarak: — Durunuz... Sizi arkanızdan vu- ruyorlar! Diyerek, reisin eteklerine sarıldı ve Deriye doğru çekti, Urman birdenbire ttredi. Salonun dört köşesinde miğferli ve zırhlı Türk nöbetçileri duruyordu... Urmanı ka dınların arasında kim vurabilirdi? "Türk akıncılarının reisi hayretle başını arkaya çevirdi ve korkudan birdenbire hançeri yere düşen Duranj| gördü. — Ben sâna, Şeyh Mehmedin aram masını emretmiştim, dedi, sen burü- da mı duruyorsun? Duranın bütün ümid ve hülyaları biranda mahvolmuştu. Hömen rel sin ayaklarına kapandı, Ben bu sarayın göz kamaştırıcı ihtişamı içinde kendimi kaybettim. Ne yaptığımı bilmiyorum. Karşımda Şeyh Mehmedi görmüş gibi oldum ve onun üzerine saldırmak, ondan öç almak istemiştim. Beni affediniz. Diye yalvarmağa başladı. Urman kurnaz ve zeki bir adamdı. Duranın hilesini anlamakta gecik- medi, - Şeyh Mehmede yaranmak için, beni öldürmek istedin, değil mi? Diye bağırdı ve nöbetçilere şu emri verdi; — Duranın kollarını bağlayınız ve karargâha götürüp hapsediniz. Urman, Duranı sorguya çekecek ve ağzından lâf almak için ne mümkün- se yapacaktı, Duranın ağlayıp sızlaması ve ya- lanları reisin kulağına girmiyordu. Cariyeler Uranın etrafını sarmış- lar: — Sen bize hürriyet verdin.. Tanrı seni koruyacak. Hiç merak etme! Diye bağrışmağa balamışlardı. Urman biran içinde kendini top- ladı. Şama gidecek Bağdadlı cariyeleri bir odaya kapattı, Palasını çekerek, yanındaki nöbetçlerle birlikte bütün sarayı dolaşmağa başladı. * » «Fırat»la bir konuşma... Urman biraz sonra tekrar cariye- lerin bulunduğu salona döndü. Du- ranm hançer çektiğini ilk önce gören ve reisin eteklerine sarılıp çeken ki- sın yanına sokuldu: — Adın ne senin? — Fırat. — Kim koymuş bu adı sana? — Babam, — Baban nereliydi? — Firat boylarında doğmuş. gü- Bün birinde Arapların baskınına uğramış. Araplar beni kaçırmışlar, gölde büyütmüşler. ondan sonra Bağdad valisine satmışlar, — Demek sen Türksün.. bizim 40- yumuzdansın, öyle mi? — Evet. Vali her zaman bana (Türk kızı) diye hitap ederdi. — Babanın kim olduğunu hatırlı yor musun? — Hayır. Yalnız o zaman boynum. da asılı küçük bir ceylin boynuzu vardı. Onu saklıyorum. Fırat, göğsünden bir tel çıkardı. Telin ucunda küçük bir ceylin boy- nuzu vardı. Urman boynuzu tedkik. edince: — Babanı şimdi tanıdım, dedi, sen Kıratlı Tancunun kızısın! Ben, ba- banı çok severim. Genç kız birdenbire sevinerek, re- isin ellerine sarıldı: — Babam sağ mıdır? Mia — Evet, — Sizinle beraber cenge neden gelmedi? — Biz cenge çıkarken O biraz r#- hatsızdı. Zaten rahatsız olmasa da, Onu buraya getirmezdim. 'Tancu Pirat bekçisidir, Onu Firat boylarından yurdumuzu koruyacak kimse kalmaz. Ah, babamı bir kere olsun gö- rebilecek miyim? — Seni yurduna Fırat! Merak etme. kavüşacaksın! — Anam da sağ demek? — Evet, O da sağdır. Fakat, ağla- maktan gözleri kör olmuştu. Şimdi, bu zavallı kadının yıllarlanberi ne- den ağladığını ve gözlerini nedel, Köy» bettiğini anlıyorum Urman, Fıratın saçlarını okşadı: — Baban çok merd bir adamdır. Bu ceylân boynuzu ona büyük b sından kalmıştı. Çok uğurlu bir boy- nuz olduğunu söylemişti bana. İyi ki bunu şimdiye kadar kaybetim Kaybetseydin, i olduğunu tanıyamazdım Fırat, Urmanin o gür gördüğü kız- larin en güzeli, en sevim man, Tancunun kızımı da götürmeğe ve oğlu Ca, lendirmeğe karar vermişti götüreceğim, Anana, babana bü kimin diyordu. Oysa ki, Urman d nu düşünür ve onu İ# dan kurtarmak için çareler arardı. Bağdad sarayında Fıratı görü; — Bu kız, Leylâdan çok güze Biç şüphe yok ki, Fıratı Leylâyı çabuk unutacaktır. Demişti. Gerçek, Fırat, Leylâ çok güzel, çok sevimliydi. Üstel güzel de sesi vardı. Bir meziy Fıratın Türk olmasıydı, Can bey Fıratla evlenecek olursa, Urmanın soyuna yabancı kanı karışmamış ola- caktı. Leylânın babası bu noklayı ne kadar düşünmüşse, Urman da bu me- sele üzerinde zaman zaman durmuş, fakat oğlunu selâmet saadeti için, Mehdinin gösterdiği taassubu göster memiş, herşeye razı olmuştu. Böyle olduğu hâlde Leylânın babası, kızını Türklerden esirgemiş ve Ömerle €y- lendirmişti. Urman bü acıyı unutmuyordu. Elbelte günün birinde yh Mehdiden intikamımı alırırm, Onun ğı bu hakarete ben de te etmek fırsatını bulurum, görürse, Urman, müstakbel gelinini - yur- duna dönünceye kadar - göz önünde tutacak ve muhafazasına dikkat ede- cekti. Halifenin ' ordusundaki ilerigelen sabitandan, valinin gözdelerlie meş- gul olmâk istiyenler yok değildi. Bağdad valisinin gözdeleri meş kurdu. Elharis yolda gelirken, Ur. mâna: — Balife bunları duyardı. Hiç mem- nun değildi. Fakat, Bağdad valisi çok muktedir ve ehliyetli bir adamdı. Onun için Bağdadın idaresini ona bi- rakımıştı. Diyerek, Bağdad valisinin sarayın- daki kadınlardan da bahsetmişti. Bu- nu herkes biliyordu. Müslüman zâ- bitler Bağdada girer girmez, hiç şüp- he yok ki, valinin ve validen Şeyh Mehmede intikal eden gözdelerini paylaşmak hususunda gecikmiyecek- lerdi. Zaten bu, muzaffer ordu rüe- sasının da haklarıydı. Urman, Pıratı, Halifeye götürmek Üzere ayırdığı Bağdadlı cariyeler ara- sında bıraktı ve kapısına bir nöbetçi dikerek, alt kata döndü. Bu sarada Elharis de sarayın önüne gelmişti. Urman, Halifenin kuman- danına gördüklerini anlattı: — Şeyh Mehmedin sarayda landığını söylüyorlar. Her köşeyi art dım. Hâlâ da araştırmalar yapılıyor. Fakat, Şeyh Mehmed me: Bu gece yüzden fazla c; nunda sabahlamış. EY