Tarihi bir vaka Büyük harpte Marmarada tahtelbahir avcılığı Periskop vuran türk topçuları dünya - nım en mükemmel niş Çeyrek asır evvel Çanakkale Boğa- &ının her iki tarafındaki sarp toprak- Jar üstünde harbi umuminin en kanlı mücadeleleri devam ederken İngiliz ve Fransız tahtelbahirleri Boğazdan ge .çerek Marmaraya girmeğe teşebbüs etmişlerdi. Filhakika dar ve ivicaclı Bo- gazın akıntılı sularının altından tah- telbahirle geçmek büyük bir cesaret ve mehârete mütevakkıftı. Boğazın muhtelif yerlerine serpilmiş maynler, geçlid başlarına gerilen çelik ağlar ve bunlara İlâveterf keskin gözlü 'Türk topçuları tahtelbahirlerin su altından . Sinsi hareketlerle geçmelerine müni oluyordu. Bu deniz şeytanları bir kere Marmaraya girerlerse İstanbuldan ve diğer iskelelerden Çanakkale cephe sine yapılan nakliyatı akamete uğrat- mayı tasmim etmişlerdi. Sabah rüzgürnın deniz sathında has sil ettiği kırışıklıklar arasına gizlediği pereskopile mütecessisane etrafı gö. Pelengideryanın o zamanki topçu zabiti getliyerek karakol hattına kadar 50- kulan Fransız tahtelbahiri «Turkuvaz» Müstecip adındaki Anadolu neferi- nin gözünden kaçamamış derhal to. puna sarılan onbaşının isabetli ateşi. ne hedef olarak teslim olmuştu. Ge- ne böyle bir sabahın &laca karanlığın. dn Boğazın derin suları altından Mar- maraya girmek sevdasile ilerliyen bir İngiliz tahtelbahiri, çelik ağlara ta- kılarak ağa düşen kılıç balığı gibi şaş. kın ve bimecal bir hâlde kendi kendi. ni batırmıştı. Bu acı vakalara rağmen Boğazdan geçmek hırsı İngiliz ve Fran. siz tahtelbahircileri arasında şiddetli bir rekabete yol açmıştı. Nihayet bir fırsatını bulan İngiliz yüzbaşısı kaptan Nasmis tahtelbahirini Marmaraya sok- maya muvaffak oldu. Şimdi amiral olan bu tahtelbahirci Marmaraya gi- rer girmez derhal şikâr aramağa ko- Yulmuştu. Bundan cesaret alan diğer tahtelbahirler de Marmaraya ilk giren. den öğrendikleri usul ile Boğazdan murura teşebbüs etmişler ve bazıları emellerine nail olmuşlardı. Marmara» ya giren tahtelbahirler Çanıkkaleye yaptığımız nakliyatı hayli sekteye uğ» rattılarsa da bu nakliyata tamamen mâni olamadılar. Bunları takip ve İni ha edecek süratli avcı botları o zaman elimizde mevcud olmadığından küçük torpidobotlar, rusumat vapurları ve hattâ kapan gemisi makamında yel kenliler kullanıldı. Baby sınıfı botlar» dan Sultanhisar ve reji idaresinin kü- çük Babrisefid vapuru mahirane ta- kiplerile Marmarada iki İngiliz tah. telbahirini batırdılar, Kayda şayandır ki, İngiliz tahtel. bahirleri Haydarpaşa ve hattâ Kızku- lesi önlerine kadar geldikleri halde se- vahili mütecavire yolcu- vapurlarna tecavüz etmediler. Halbuki halkın maneviyatını kırmak için yolcu va- Purlarını kolayca batırabilirlerdi, Mar- marada İngiliz tahtelbahirlerinin ika ©ttikleri hasar ve zayiatta başlıca ta- kip vesaitimizin kifayetsizliği müessir olmuştu. Daha doğrusu bidayette tah- telbahir avcılığı hakkında malümatı- miz mefkud idi. Nitekim tahtelbahir. lerin periskapları kırılırsa işleri bitiri- lir zihniyetile avcı merakibine balta Ve ağır kanca gibi kırıcı âletler veri- liyordu. Tahtelbahirlerin gözünü ür- küten su bombası henüz elimize geç- Mmemişti, Tahtelbahirlerle mücadele için ta Mire muhtaç adeta kötürüm hale gel- miş gemilerden de istifade çaresine baş vuruldu. Uzun zamandanber! Ha- El İngiliz tahtelbahiri tarafından vurularak ikiye bölünen E 11 İngiliz tahtibahirinin periskopu liçten çıkmamış olan oPelengiderya torpido geçeri de tahtelbahir mücade- lesine memur edildi. Bu eski geminin büyücek iki topu kara cephelerine gön- derilmek üzere çikarılmıştı. Geriye ka- lan dört tane 5,7 santimetrelik küçük topile bu gemi Bakırköy önlerinde do- Jaşarak tahtelbahir avcılığı vazifesine başladı. Gece vazifesini ikmal ettik ten sonra sabaha karşı Bakırköy açı. ğında demir yerine inmişti, Bakırköy koyu Rumeli sahilinden İstanbula muhtelif yük taşıyan yelkenli kayık. ların güzergâhı olduğundan bu ka- yıklardan birini siper alarak tahtelba- g | | ancılarıdır hir müsaid bir hücum fırsatına nall olabilirdi. Pelengideryanın göztüleri çanaklıkta ve köprü üstünde tahtel- bahir periskobu gözetlerken topcular da küçük toplarının başında ateş em- rini bekliyorlardı. İlkbahar güneşi he- nüz doğmamış Marmâranın sülârı uy- kusunu henüz bitirmemişt, Açıklarda tek tük Yunus balıklarının zıplayıp tekrar dalmaları gözcüleri bir hayli şa- gırtıyordu. Kimbilirdi ki, bu sakin su- ların altında sinsi sinsi dolaşan tah- telbahir, Bakırköy önlerini sabahın bu erken saatinde yoklıyacak orada gecenin takip yorgunluğunu geçir- mek istiyen Pelengideryayı şikâr itti- haz edecek. Su uyur düşman uyumaz derler hakikaten doğrudur. Nöbetçi zabiti ve vardiyanlar göz- cülere çok dikkat etmelerini sik sik ih- tar ediyor ve bilâ fasıla geminin gü- vertesinde tarassudia meşgul oluyor- lardı. Gözcüler deniz üstünde yüzen çöpleri bile takip ve rapor edecek de- recede titiz davranıyorlardı. Çanaklık- taki gözcü hafif dumanlı ufkun beri- sinde şüpheli birşey gördü. Filhakika gözcü aldanmamıştı derhal hükmünü verdi ve sancakta tahtelbahir! diye is- tikametini elile işaret ederek bağır. dı. Bu sadaya bir anda sancak tarafta. ki iki topun gürültüsü karıştı. Zaten toplara mermiler sürülmüş nişancılar âleste bekliyorlardı. Mermiler tahtek- bahirin üstünde kümeleniyordu, fakat ince bir değnek gibi suyu yararak gi- den küçük bir hedefin topla vurulma. #1 elbette ki, pek müşküldü. Topçular öyle isabetli ateş ediyorlardı ki, mer- milerin suya çarpmasından periskop köpüklere boğuluyordu. Şayed tahtel- bahir o esnada torpidosunu atmağa uğraşmasaydı, muhâkkak ki topçunun bu isabetli ateşinden korunmak için periskobunu aşağıya çeker ve derinle. re dalıp hücumüundan vaz geçerdi. Tor. pido izi yaklaşmıştı. Bundan kaçınmak artık mümkün değildi. Bu mahuf si- lâh seyyar bir bomba halinde 200 kilo barutla geminin gövdesine saplanarak infilâk etmişti. Gemi infilâkın tesirile şiddetle sarsıldı ve biranda geminin başı aşağı dikildi. Baş toplardan biri de gemi ile beraber suya gömüldü. Gemi. ye giren suyu yenmek ve torpidonun Açtığı yarayı tıkamak kabil değildi. Sancaktaki ikinci top ateşe bütün gay- retile devam ediyor ve tâhtelbahirin ikinci bir torpido atmasına meydan bırakmıyordu. Topçu zabiti yüzbaşı Fuad, askerlerine nümünel imtisal ölarak ve batmakta olan geminin dev. rilme tehlikesine aldırış etmiyerek top- çulara kumandalar veriyor ve sanki bir talim atışı yapıyormuş gibi sukut- lara nazaran aliş mesafesini tashih ediyordu. Tahtelbahir üstüne yağan mermi yağmuru altında bunalmış ola- cak ki periskopunu bir daha göstere- medi, topçular güverteyi yalıyan su- lar içinde bile ateş etmeğe devam edi. yorlar ve gemiyi terk için verilen em- re rağmen sevgili gemilerini birak. hakkından gelmeğe azmetmişlerdi. Ellerindeki top #ülara gömüldüğü an. da naçar denize atladılar. Fakat göz- leri hâlâ tahtelbahir periskopü arıyor- du. Kabil olsa yüzerek tahtelbahiri batırmak ve boğmak istiyorlardı. mahküm birkaç zabit ve efrad kaldığı şayi oldu. Der. hal çok mükemmel yüzme bilen asker- ler fedalcan edercesine mütenddid de- falar dalarak arkadaşlarını ve zabitle- ” ri kurtardılar. (Bu sadakat ve fedakâr hık hissi ancak Türk askerine vergi. dir.) Bu suretle fazla zayiatın önüne geçtiler. Gemiyi terketme o ameliyesi tıpkı talim zamanında olduğu gibi in- tizam ve sükünetle yapıldı, Hatta hiç kimse başkasının cankurtaranını tak- mak gibi bir yahlışlık yapmadı. Tor. pido isabeti esnasında bir zabit ağır yaralanmıştı. Askerler onu ıslatma. (Devam: 13 ncü sahifede) Perşembe müsahabeleri Annemin resmi (Selma Lazerlöl) ün Nobel mü- KAfatını kazanan (Göcle görünmi- yen rabıtalar) adlı eserinden. Çatıları, pencereleri, ocakları biri- birine pek benzeyen bu yüz evlik ba. lıkçı köyünün kulübelerinden birin. de tek başına yaşıyan Matisson adın. da bir ihtiyar vardı. Köyün bütün evceğizleri hep bir biçimde döşeli, pencereleri aynı çiçeklerle süslü, kon- söllarının gözlerinde aynı sedef ka- buklar dolu, duyarlarında ayni re- simler asılı! Ananelerine pek bağlı olan bu balıkçıların yaşayış şekilleri de biribirinin aynı idi. İhtiyar Mattssonun yatağının başı ucunda annesinin resmi asılıydı. Bir gece rüyasında resim canlanır, çerçe- veden çıkar, karşısına gelip durur, kaşlarını çatar; — (Mattsson) sen der. Zavalli ihtiyar, yaşının yetmişi bulduğunu evlenme çağının çoktan geçtiğini anlatmak ister, özür diler. Bu sefer resim daha kati ve daha şiddetli bir sesle: — (Mattsson) evlenmelisin! lerini tekrarlar. İhtiyar balıkçının anasının resmi- ne karşı büyük bir saygısı vardı. Yıl- lardanberi en sıkıntılı günlerinde onun maneviyetinden yardım gör. müş ve çok kere de selâmete ermişti. Fâkat onu dalma iyiliğe teşvik eden resmin bu yeni teklifini aklı almı- evlenmelisin! Söz- Hattâ güveylik elbisesini giydiği sırada çerçevenin duvarda âsih oldü- Eu çivi yerinden fırlamış resim yere düşmüştü. Şüphesiz bu evlenmemesi için kendisine bir ihtar idi, O buna aldırış etmedi. Amma çok geçmeden cezasını çekti; Pek kısa süren evlilik hayatında bir gün bile yüzü gülmedi. Bir zaman sonra yeniden evlen- meğe kalktı, Gene güveylik elbisesi- ni giydi, Tam aynaya bakarken re- sim çerçevesi ile paldır küldür yere yuvarlandı. Bu sefer gelini, davetli. leri papam düğün evinde bırakıp kaçtı, Bir yelken gemisine tayfa ol- du. Dünyayı dolaşma yolculuğuna çıktı, Aradan yıllar geçti, Artik bir daha evlenmeyi aklından bile geçirmedi. Ne gariptir, aynı resim şimdi tekrar karşısına geçiyor ve kendisine: — Evlenmelisin! diye emir veri. yor. Yüreğinde dalma yaşıyan sevgi ve saygıya rağmen (Matisson) ana- sının hayaline karşı isyan etli: — Böyle saçma şey olur mu? Ana- cığım benimle eğleniyor musun, de- mekten kendini alamadı. Fakat re. sim hiç istifini bozmadan ayni ihtarı tekrarladı, — Sen evlenmelisin! İhtiyar rüyasında yalvarmağa baş- Tadı: — Aman anacığım biraz düşün, şu yüz evlik köyümüzde şimdiye ka- dar geçen hayatımı gözünün önüne getir. Burada kimsenin alışmadığı, görmediği, işitmediği bir şey yapılır mı? Sağ olsaydın, ben de evlenmeğe kaiksaydım mutlak sen olmaz, ola- maz! der beni bu atzudan geçirirdin. Bana sen her vakit, oğlum köyün Adetlerine uymak boynumuzun bor. cudur.» demez miydin? Bizim köyde yetmişinden sonra bir adamın evlen- diği görülmüş müdür” Yapma anacığım, beni doğru yö lumdan ayırma! diye yalvardı yakar- dı. Fakat hiç para etmedi, Annesinin yüzüklerle dolu parmağı kendisine doğru uzandı, başında sile hatırası olan boroşu, boynunda altın zinciri ile anasının hayali karşısına geldi. Yüzüklerle dolu parmağı kendisine doğru uzattı: — Mütlak evlenmelisin! dedi, Artık sesini çıkarmadı, evleneceği. ne söz verdi. Resim de duvara tırman- dı ve çivisine asıldı. Sabah olunca (Matisson) can si kıritısı ve helecanla oynadı. Kendisi. nin dalma iylliğini düşünen annesi. nin emrini dinlememek olamazdı Yalnız ilerideki günlerini gözünün il önüne getirince korkudan tüyleri | ürperiyordu. Kararını vermişti. Kö- l yün en fakir balıkçısının çopur bir | kızına talip oldu. O biçare de görül memiş bir ucube idi, Başı omuzları- na gömülmüş, çenesi öne fırlamış, | gözleri patlak, hülğsa bir çirkinlik nümunesi idi, Şimdi şehre gidip kili- se ve Belediyeye aid resmi muamele- yi yaptırmak lâzım idi. Bir mil ka- dar süren yol bataklık bir meradan geçiyordu. Bazı beyaz çakıllı sedef kabuklu yerler gökteki saman yolunu andırıryordu, (Mattsson) ayağındaki altı çivili balıkçı çizmelerinin bu ça- kıllardan çıkardığı madeni #esten | memnun görünüyordu, Evlenme muamelesi çok sürdü. ; İhtiyar şehre gidip gelmekten yö- rulmadı, usanmadı. Evlenme kâğıd- larının usulü dairesinde yapılmış olmaması önceden bir kere daha ev. lenmiş olması bir takım zorluklara yol açıyordu. Şehirdeki din işleri rel- si köy papazından soruyor. Gelen cevab papazlar meclisine havale edi- iyor. Bir çok yazıp çizmeler yüzün- den iş uzayıp gidiyordu. Artık haftanın iki gününde (Mat- tsson) şehirde din işleri reisi nezdi. “ ne gidiyor. Sessiz sakin sırasmı bek- İiyor, nihayet yanına girip: j — Bizim işten bir haber var mı? âiye soruyor. — Hayır henüz yok! cevabını alın. ca gümüş gibi beyaz saçlı başını önü- ne eğiyor, geniş kenarlı şapkasını kaşlarının üstüne kadar geçiriyor ve köyüne dönüyordu, . Reis ihtiyarın bu üzün sabrına, sebatına hayran olmuştu. Bu yaşta bir aşkın kuvvetine hem şaşıyor, hem de (Mattsson) un haline imreni- yordu. Bir gün dayanamayıp sordu: — Mösyö (Mattsson) evlenmek için - çok mu acelen var? i — Tabii ne kadar çabuk olursa © kadar iyi! dedi, " — Bu işten vazgeçsen daha iyi olur sanırım? (Mattsson) yerinden fırladı ve j ğ N d j | f haykırdı: — İhtiyar olduğumu ben de bili- yorum, fakat evleneceğim. Çünkü öyle lâzım geliyor! dedi ve çıkıp gitti, 'Tam altı ay her hafta muntazaman şehre gidip işini takib etti Nihayet izin kâğıdı çıktı, Bu müddet zarfında biçare ihtiyar şehre her gidişinde yolda rasgeldiği köylülere maskara olmuştu. Herkes onu biribirine gös- teriyor, Gülüyor, alay ediyordu. Hat- tâ bir keresinde: — Şu ihtiyara bak, bu şaşkın yet- mişinden sonra evlenmeğe kalkmışi dediklerini işitmişti. (Mattsson) bunun bir münasebete sizlik olduğunu bilmiyor değildi. Na çare ki bu deliliği ona annesinin res- mi yaptırıyordu. Bir pazar öğleden sonra evlenme kâğıdları basıldı, dağıtıldı, (Mattsson)) balıkçıların istihzalarını görmemek için erkenden kulübesinden çıktı. Sahilde denize doğru uzanan kaya- ların ucundaki fenerin yanına kadar gitti ve orada nişanlısını büyük bir taşm üzerine oturmuş ağlıyor gördü. Telâşla sordu: (Bertha!) Burada he arıyorsun? Yoksa bir derdin mi var? Neden ağ- Nyorsun? Söyle bakayım, yoksa bir sevdiğin var da bana varmak istemi- yor musun? € — Hayır kimseyi sevmedim, Beyaz köpüklü dalgalar fenerin di- bindeki yalçın kayaları durmadan dövüyordu, Yelken açmış yan yatmış bir balıkçı kayığı fenerin ucundan kıvrılıp koya girerken dümende otu- ran delikanlı (Bertha) yı gördü ve şapkasını salıyarak selâmladı, (Mat tsson) Bertanın yüzünün kızardığı- nın, gözlerinin parladığının farkınş rardı ve içi burkuldu. On beş gün sonra düğünleri oldu ve çok geçmeden birindikânunun belli başlı firtmalarından biri birden denizleri altüst etti Köyün küçük bir balık kayığının yelkeni kırıldı, dümeni koptu. İhtiyar (Mattsson) beş arkadaşile içindeydiler. Tam ili (Devamı 13 üncü sahifede) Selim Sırrı Tarcan