17 Ağustos 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12

17 Ağustos 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

i Fi iş | i yar me p * gum... Yaşım ilerledi, ğe ep le yüze Rahmi Doğan, o gün memnundu. “Yardirektör kendisine: — Çok yoruldunuz, gittiniz, geldi- © niz, koridorlarda beklediniz « amma, nihayet işiniz oldu!.. Baremin mü- .sande ettiği derece ile memtür oluyor- “sunuz... - demişti. © Delikanlı, müstakbel âmirinin eli- ine sarılıp öpecek kadar oldu: — Teşekkür ederim. ) © <— Yok, hayır, bana değil vsahadet- # namenize teşekkür edin... Lise mezu- İÜ azanuz.. Yüksek tahsiliniz de vari... & © © İçtimaiyat okumuşsunuz. Diploma- “larınız mükemmel... Sizin gibi mü- © nevverler başımızın üstüne... İtiraf « ederim, ben size kıyasla hiçim, çocu- hirslarım da © kalmadı... Zannettiğiniz gibi Aâmiri- niz olamıyacağım... Bu meslekte tu- tunmam kabil değil... Şimdiye kadar © ayda üç yüz elli lira elime geçiyordu. * Fakat bundan sonra yeni bârem mu- © cibince ancak yüz yirmi kâğid alabi- © leceğim... Rüştiye mezunu bile de. Bilim. Pratikten yetişmeyini. ” o— Delikanlı: Estağfurullah... - di- ye, bu hazin itiraf karşısında keke edi. — Hakikate «Estağfurullah!» ol- “maz... Elimde ilkmektep şehadetna- mesi bile olmamakla berâber ben ge- ne kendimi hayat mücadelesine ek © verişli bir adam sayıyorum... Şimdi- * ye kadar bu müesseseden aldığım üç yüz elli, dört yüz lira maaşi, artık pratik hayattan kazanacağım... © Geveze yardirektör delişmenimsiy- di. Hayatı olduğu gibi telâkki etmiş, © samimi bir neşeyle konuşup duru- yordu. Eski memurlardan biri: — Sayın bay, mükemmel aşçıdır... dedi, . Bizi bir kere davet etti. Par. maklarımızı da beraber yiyorduk. Şimdi bir lokanta açacak... Müşte- “ risi kum gibi kaynar! Feleğin kadro harici ettiği ihtiyar memur, Rahmi Doğan'ın ömuzunu dostça okşadı: — Lokantam, bu civarda olacak... Sen de bazan öğle yemeklerini bizde i. hayata atılıyor... — Aman efendim... Hay hay... Ta- © bil. O sırada telefon çaldı. — Haydi bakalım... baren işin başlıyor... dışarı Eylülden iti- Sen içeri, ben Rahmi Doğan o gece yatağında bunları üdşünüyordu. Demek oda 'Tamamile müceh- hez olarak... Hesap etti; On'üç sene lise (iki sene çakmıştı), beşte yük- sek tahsil, askerlik, iş ararken Fran- > sızca hususi tahsil... Etti ön sekiz © yal... Evet tam on sekiz yıl hazırlan- mişti... Yirmi beş yaşında, tam mâ- .nasile asrın istediği bir İnsan... İş tikbal ona gülüyordu. İçinde tatlı bir memnuniyet kabar- dı. Yatağında hop diye bir taraftan bir tarafa döndü. Fakat demir karyolanın somyası bu sarsıntı ile yuvasından çıktığı için yatağın bir ucu gürültü ile yere düştü. Cibinlik koptu. Rahminin ba- Şına sarıldı. Delikanlı: «Eyyyh!s diyerek. çevik bir hareketle sıçradı. Evvelâ cil takmak istedi. Fakat çivi yerinden oynamış. Şimdi bunu nasıl yapmalı? « Ayakkabısını yerden âlıp topu- © Bile vurdu. Duvardan pütır patir ki- Teçler döküldü. Ayni nokfaya çâkil- muyacak, Başka bir noktaya tecrübe eti. Çivi nüfuz etmiyor. Daha ağır bir şey aradı. Jimnastik gülleleri gö- süne ilişti. Bununla çakmağa uğraşıtken > sol enin baş parmağına öyle bir vuruş vurdu ki, bütün kolu sızladı, 4— Eyvah... Şimdi şişecek... Belki tırnağım da düşecek... - diye düşün- dü. - Bunun bir çaresi vardı elbette... Sıcak suya mı sokarlar? Bal mı sürer ler? Bal yok amma, şurada sabah dan süreyim...» Tam sürdü ki, aklına geldi: «*— Yok canim, bu tedbir arı sok. ması içindi sahi,» Parmağı fena halde sızlamasına rağmen, kendi haline gülerek çıkar- dığı kirli gömlekle elini sildi. Çünkü havlularını yıkanmaya vermişti. Ba- ACAIB BIR NUVEL Merih yıldızında bir gece Bütün gök, tayyarelerle kaplıydı. Rahmi Doğanın bindiği tayyare stratosfere yükseliyordu basının gönderdiği parayı yediği için ay başından evvel çamaşırcıya yi di, Elini bir iki kere salladı. Sonra acıyan parmağını yaladı, Ağzına ek- şili tatlıı münasebetsiz bir lezzet geldi. Tiksinerek oda orlasına tü kürdü. — İyi ki bü halimi kimse görmü- yor! - dedi. - Yoksa ne derlerdi?... Somyayı yerine oturtmak istedi. Beceremeği: «— Adam... Yarın kapıcının ka nsı uydurur... Şimdi iğreti oturta- yım...» Cibinliği de uydurmasiyon bir şe- « Üç büyük seyyare birden: kürel arza yaklaşıyor... Dünya üzerinde mühim hâdiseler cereyan ederken, semalardaki maceraların ehemmiyeti olacak vakalar zuhur etmesi ihtimal dahilindedir. Bilhassa bu seyyareler- den birinin -harp ilâhı ile adaş olan- Merih olmasi cidden dikkati calip- tir...» Rahmi Doğan: — Merihin insanları bizim şu de- lice halimizi görseler, kürel arzın insanlarına acırlar, onlar da sulh cephesine yardım ederlerdi... - diye Mimi r yarisi üksün mağ kurtaran -arabasının düdüğü mü?... Hayır... Yıldırım harbi başlamış... Hava hücumu düdükleri çalıyor... Rahmi Doğan yerinden fırladı, Pen- lığın alevler içinde olduğunu görü- y& cehennemi ışiklar salıyor... Sema- nın karınca yuvası gibi kaynaştığı görülüyor... Bir uğulltu... Hayır, bu, geceleyin işliyen komşu trikotaj fabrikasından değil, semayı okapla- Birdenbire kapısı vuruldu. Kendi- Boşlukların ortasına doğru fırlı- hükim olamıyorum... . Sanki bir ca- ribeye kapılmış gibi gidiyoruz... — Nereye? — Bilmem... Herhalde kürel arz- dan uzağa doğru... Yıldızlara doğ. ru... Aman maskeni Iyi tak Bir sarsıntı duydu. Karşısında kendisinden daha acalp nikaplı gibi âlem... Yengeç değil bunlar... Fakat bir şeyleri var... Bunun ziyasını de- Hikalının üzerine çevirdiler, Konuşma halinde değil, ses halin- de değil, doğrudan doğruya fikir şu- aı hâlinde beynine şu düşünceler aktı: — Burası Merih yıldızıdır, Biz de onun sakinleriyiz... Yaklaşmıştık... Siz de stratosfer kıyısına geldiniz... Bizim cihazlarımız vasıtasile bu va- ziyette avlanmanız kabildi... Medeni. yetimiz öyle mükemmeldir ki avladık seni işte... Maalesef arkadaşın öl dü... Fakat sen dipdirisin... Tecrü- bemizden yüzde elli: muvaffakiyet hasıl oldu demektir... Anlat baka- lum, Delikanlı, şaşkın şaşkın: — Neyi? - dedi. - Hem ben sizin H- — Sadece düşün... Biz anlarız. Genç adam, bir an içinde dünya- nın keşmekeşli halini aklından ge çirdi. Merihiller; : — Yazıklar olsun... Bu mu imiş insanların hali?... Bizde uzaktan Bizi ifsad edeceksin... Temiz birşey düşün... — Ne giki?... Şiir mi?... — O da neymiş?... Safsata değil, hakiki medeniyetinizin esrarını öğ- renmek İstiyoruz. Biz burada tablatin pek çok esrarını keşfettik. Türlü tür- lü icadlar elde ettik... Meselâ şu ko- nuştuğumuz cihaz... Hem sonra, aç nin bünyene muvafık şekilde seyya- lelerte doyurduk... Gayet sıhhi şey- ler... Ne kara ceiğerine dokunur,ne niyetizin epiyce mazhariyetleri var... Onları bize naklet... — Nasıl? — Beynini o şekilde işlet... Mima- ... Yok yok, o alelâ- de fizik, kimya kaidelerini sormu- yoruz, onlar Iptidal şeyler... Ay, sen ne boş kafalı imişsin be... Demek bunca yıldır dünyada oturuyorsun, bir çeyrek asırdır; elektrik lâmbasını yakıyorsun, tramvaya (biniyorsun; yemek yiyorsun; elbise giyiyorsun... (VA - Nü) (Devamı 13 ncü sahifede) Ni Tefrika No, 34 Duran da alından indi, Hançerini çekerek saraya girdi. Sarayın ait katında şeyh Mehme- din adamları kılıç çekerek, Halife- nin askerlerile döğüşmeğe başlamış- lardı. Üst kata kimseyi bırakmak İs- temiyorlardı. Duran kavgacıların arasından siy- rılarak sarayın üst katına çıkmağâ muvaffak olmuştu. Sahte Halife gürültüyü duyunca gözlerini açmıştı. O gece büyük bir eğlence tertip etmiş ve sabaha ka- dar afyon çekerek sızmış olan şeyh Mehmed, vaziyetten o kadar emindi ki... Halife ordusunun şehre gireceği. ni aklından bile geçirmiyordu. O gece sabaha kadar uykusuz kalmış, güneşle beraber sızarak ancak öğle üzeri uyanmıştı. Şeyh Mehmed o gece, büyük bir salonda bir arada yatan yüz kadar cariyenin arasında uyumuştu. Cari- yeler gözlerini uğuşturarak birer iki- şer uyanıyor ve alt kattaki gürültü- yü duyunca, birbirlerine: — Ne var..: Ne oluyoruz? Diye soruyorlardı, Duran herkesten önce üst kata ni- çin çıkmıştı? Sahte Halifeyi yakala- mak mı, yoksa kaçırmak mi İstiyordu? Duran, ihtilâlcilerin reisine ya- ranmak maksadile derhal yanına koştu. Kızlar çekindiler: — Bu adam da kim byle? Valinin harem dairesinde bir yabancı mu- haribin ne işi var? Duran, şeyhe Mehmedin önünde durdu. — Sarayı Halife ordusu sardı. Türk kabilesi reisi seni diri olârak yaka- lamak için Elharisten emir almıştır. Sana bir iyilik yapabilmek için gel- dim, Haydi, Hemen kalk ve kaç. Şeyh Mehmed birdenbire şaşaladı. Yerinden fırladı. Aşağıdaki gürültü- yü duyunca kaçmaktan başka kur- tuluş çaresi olmadığını anladı. Du- vardan bir dolap açtı, eski valinin kıymetli mücevherlerini koynuna dol- durdu. Ve Duran'a dönd: — Bana bu iyiliği neden yapmak istiyorsun? — Ben Bağdadlıyım da. Bağda- dın dalma Bağdadlılarda kalmasını istiyorum. — O halde birlikte kaçalım. — Hayır. Benim vazifem var: Türk kabilesi relsini öldüreceğim. Şeyh Mehmed gözlerini açtı: — Sen ne yaman adamsın böyle! Haydi, beni kaçır da, ne istersen onu yap! Şeyh Mehmed sarayın doğu cephe- sine gitti. Oradan gizli bir merdi- venin başında durdu. Arkasına baktı... Kızlar arasında uzunca boy- lu, sehhar bakışlı birinin kolundan çekerek: — Zehra, dedi, sen de benimle bir- likte geleceksin! Zehra eski valinin gözdesiydi. Bağ- dadın en güzel, en sevimli kızıydı. Şeyh Mehmed, Zehrayı kolundan sürükliyerek, merdivenden oİnmeğle başladı. Ve merdiven kapısını için. den kapadı. Gözden kayboldu. Duran'ın, o gün, Türk olmadığı, Bağdadda doğduğu, küçükken eski kabile reisi tarafından Ur'a getirildi. ği ve orada yerleşip kaldığı meydana çıkmşıtı. Fakat, bunu kendisinden başka bilen yoktu. Şimdi Duran'a iki istikbal kapısı açılmıştı. Ur'daki Seyid Ahmedin .ve- ziri olmak hevesile reisi öldürüvere- cek miydi? Yoksa kendi memleketi- nin başında bulunan şeyh Mehmede yaranmak ve onu ölümden kurtar. mak suretile Bağdadda mı kalacaktı? Her halde ikinci şık Duran'a daha cazip görünmüştü. Duran tekrar ca- riyelerin bir et yığını halinde birbi rine dolanıp bağrıştıkları salonu gel. di. Hepsine ayrıayn ve hayretle baktı, Duran o güne-kadar bu kadar ka- dımı bir yerde görmemişti. Hemde birbirinden güzel ve çıplak denecek kei Hizme i ökk dike üni Yazan: İskender Fahreddin Şimdi Urman cariyelerle meşgul olacak. Hemen arka- sından sokulup hançerimi sol omuzuna saplamalıyım kadar açık saçık yatan bir kadın s0- rüsüydü bu. Duran'ın aklı durmuştu. Hangisi- nin yüzüne baksa, hangisile konuşsa, onu bir evvelkisinden daha sevimli, daha cazibeli buluyor, yanağını, da- gınık saçlarını okşayıp geçiyirdu. Cariyeler, Duran'a sordular; — Zehra nereye gitti? Duran kızların ağzını kapadı: — Susunuz... Onlardan bahsetme yiniz. Şimdi size onları soran olursa, görmediğinizi ve başka bir şey bilme- diğinizi söylersiniz. Dediğimi yapar- sanız yarin hepinizi azad ederim. Kızlar başlarını önlerine eğerek söz verdiler. Ve bu sırada alt kattan üst kata çıkan Ur'lularla karşılaştı lar. Urman da bunlar arasında gö- rünmüştü. Duran kendi kendine: — İşte, dedi, reisi vurmak için gü- zel bir fırsat ele geçirdim. Şimdi o, cariyelerle meşgul olacak. Hemen ar- kasından #okulup hançerimi sol omuzuna saplamalıyım. Urlu muharipler sarayın üst katı- na çıkınca şaşırdılar, Valinin cari- yeleri yerlerde diz çökerek, hep bir ağızdan bağırdılar: — Hoş geldiniz, manlar., Urman da Duran gibi, bu kadar kalabalık bir kadın kümesine öm- ründe ilk defa raslıyordu. Cariyelerin hepsi de birbirinden güzeldi. Urman kadınlara sordu: — Siz kimsiniz? Hep birden cevap verdiler; — Biz, eski valinin cariyeleri idik. Şeyh Mehmed, valimizi öldürdü. Onun yerine geçti, Şimdi biz onun cariyeleriyiz... — Şeyh Mehmed nerede? — Biraz önce uyanmıştı, Her halk de sarayın içinde olsa gerek... — Yalan söylemiyorsunuz ya? — Hayır. Esirler yalan söylemez- ler. — Siz esirmisiniz? — Çoğumuz para ile satın alınmış, harplerde zorla ailelerimizden kaçı nlarak buraya getirlilmiş kızlanz. İçimizde Bağdadi: olan pek azdır. Urman adamlarına şeyhi aramala- rını emretti, Bir taraftan da kızlara; — Bağdadlı olanlar bir tarafa ay- rılsınlar... Diye bağırdı. Yüz kadar cariyeden on dördü bir tarafa ayrıldı. Kızalrın büyük bir kısmı küme he linde salonun ortasında kaldılar, Urman bu büyük kadın kümesine sordu: — İçinizde başka Bağdadlı kalma- dı, değil mi? Hep bir ağızdan: Diye cevap verdiler, Urman: — Hepinize hürriyet veriyorum, dedi, bu dakikadan İtibaren serbes- siniz! İstediğiniz yere gidebilirsiniz ve istediğiniz kimselerle evlenebilir. siniz! Kızlar Urman'ın âyâklarına kapa- narak yalvardılar; — Teşekkür ederiz. Fakat, bizi şimdi saraydan uzaklaştırırsanız, her birimiz bir canavarın ağzına düşe riz. Bize kimse yardım etmez, yol göstermez. Memleketimize gidinceye kadar, siz bizi burada koruyunuz! Urman kızlara söz verdi. — Burada kalınız. Sizi yurdların- z& göndereceğim. Sonra Bağdadlı kızlara döndü: — Sizi de Şama göndereceğim. Bundan sonra Halifeye hizmet ede- ceksiniz! Duran ii ini e hi Fakat, vuramadı Duran'ın gözleri dönmüştü, Bağ- dad sarayının ihtişamı Duran'ın ak- nı durdurmüuştu. O artık bir şey dü- şünemiyordu. Halife ordusunu İçin. den vurmak ve şeyh Mehmedi mey- kiinde alıkoymak için ne mümkünse yapacaktı. yiğitler.. kahra- (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: