ki 25 Haziran 1939 İ Kânunuevvetin 31 i idi, Kadınların İslâşla mağaza mağaza dolaştığı, ufak Tefek hediyeler aldıkları ve bu halden Yövk duymalarına rağmen, yorgun- İ haktan şikâyet ettikleri gün! Fikriye de elleri paketle dolu, kocası Raifin i esi önünden geçerken, birden» | aklına, - yeni evlendikleri zaman Yaptığı gibi - içeri girmek geldi. İ o Merdivenlerden çıktı, Aralık duran İ kapıyı itti, Makinesi başında oturan daktilo bayana: — Beyefendi içeride mi? - dedi. — Hayır efendim... Şimdi çıktılar. Genç kadın durakladı, Keyfi bozu- an şımarık bir çocuk edasile yüzünü €kşitti. Kocasını bulmıyacağını hiç te düşünmemişti. Hattâ deminki su- Ali de lâf olsun diye sormuştu. Maa- Mafih Fikriyenin acele bir işi yoktu. İ Bekliyecekti. | — Çabuk'döner, değil mi? — Yok efendim... Çok meşgulmüş. İ Evvelâ bankaya gidecek, Sonra güm- İ Tüğe uğrıyacak, Ancak geç vakit çan- tasını almağa geleceğini, çıkarken bâ- a söyledi. Bu ne aksilikti! Üstelik bu gece Ra- Mf mühim bir iş için yola gidiyordu. Ne can sıkıcı vaziyetti bu! Genç kadın bir an tereddüd ettik- İen sonra kocasının yazıhanesine gi- Tip oturmağa karar verdi. — Paketler “parmaklarımı ağrıttı. Biraz da ısınırım! - diyerek Raifin Mususi odasına girdi. Oda sıcak ve boştu. Fikriye yazı Masasının önüne oturdu. Mavi ve kir- Mızı kalemlerle işaret edilmiş not. Ta baktı, hesaplara göz gezdirdi. Er- Keğinin seyahat çantası hazırlanmış, bir iskemlenin önünde duruyordu. İ Onun yanında, düşmüş bir zarf, koyu Tenk halının üzerinde beyaz bir leke İ gibi göze çarpıyordu. İ Bu mektubun burada işi neydi? Unutulmuş mu? Düşürülmüş mü? Fikriye uzun uzun baktıktan sonra alıp kaldırdı, Kocasının asabi yazısını tanıdı. Acaba mühim bir evrak miy- dı bu? Açtı, baktı. Gayet muhabbetli yazılmış bir mek- tup! Güzelim, Taltin kötülüğüne bak ki, yeni s€- Neyi seninle birlikte geçiremiyeceğim. Sen bu satırları okurken, ben iç sikici İşlerimi görmek üzere hareket etmiş bulunacağım. Halbuki bu gece arzu €ttiğim gibi baş başa kalamazsak bi- le, kendimizi biribirimizin yanında hissederek ne güzel vakit geçirecektik. Maamafih emin ol, mesafeler: rağ- men, ruhan, fikren senin yanındayım. İşte onun içindir ki, gitmeden cwvel Şu satırları karalayıp sana yolluyo- Tüm. Beni görmesen bile, hiç olmaz- #a kalbimden kopan bu satırları ya- Mn sabah okuyarak mevcudiyetimi hissedersin. Sana sadece bir telgraf ta çekebilir- dim. Lâkin o kısa cümlelerin içine bik tün hissiyatımı dökemiyeceklim, Eğer bu sözlerim güzel yüzünde ufak bir tebessüm belirtebilirse, kendimi bahli- Yer hissederim ve arzumun hilâfma 2uhur eden bu ayrdığın acısı bana daha hajif gelir. Raif Genç kadın zevkle, memnuniyetle, birkaç kere bu aşk mektubunu okudu. Demek, soğukluğundan şikâyet ettiği kocası, onu hâlâ eski zamanların coş- kunluğu ile seviyormuş! Halbuki Ra- İlin lâkayıt ve dalgın tavrı, Fikriyeyi İstikbal hakkında nasıl endişelere dü- Şürüyordu. Meğer korkusu ne boş- Mus! Bu mektup, işte, erkeğin muhab- belinin en büyük deliliydi. Fikriye zarfı çantasına koydu. Son- Yâ tekrar çıkardı. Bavulun üzerine biraktı, Evet, Ralfin neşesini kaçır Mak doğru değlidi. O bir sürpriz yap- Mak istiyordu. Genç kadın görmemiş Eİbi hareket edecek; ve yeni senenin birinci günü, kahvaltı ederken yalnız- Anı giderecek olan bu mektubu alıp “kuyacaktı, Ruhu saadet ve aşkla dolu olarak, Pikriye, yazıhaneden çıkıp gitti. id Gece tren hareket etmek üzereydi. Fikriye kocasının yanına yataklı Vâgona girmek istedi. Zira orada, yal- Miz rahat rahat öpüşebilirlerdi, Fakat €rkek; — Hayır hayır... Çıkma... Bacet yok... Şimdi hareket edeceğiz... Bu- rada vedalaşalım! - dedi, Genç kadın kendi kendine düşündü: «— Şu erkekler ne tuhaf! Belki ayrılırken fazla üzülmemek için böy- le soğuk duruyor.» Düdük çalındı. Tren hareket etti. Fikriye elile öpücük yollarken, ko- Cası, dalgın, uzaklara bakarak! «— Çocuk!...» diye mırıldandı. sex Genç kadın yatağına uzanmış, göz- Jeri kapalı, heyecanla mektubun gel- mesini bekliyor. Kocasını düşünüyor. "Tatlı hayallere dalıyor, Hizmetçi, elinde birkaç zarf içeri girdi. Perdeleri açtı. Genç kadın asabi parmaklarla mektupları ayıkladı. Fa- kat aradığı zarfı bulamadı, Acaip! Ne olmuştu? Kocası mek- tupta: «Yarın sabah bu satırları oku- yarak» diye yazmamış mıydı? Acaba $on dakikada zarfı postaya vermeğe vakit mi bulamamıştı.? Yoksa müvez- zilerin bir hatası mıydı? Ralf bunu bilse kim bilir şimdi ne kadar Üzü- Jürdü? Genç kadın öteki tebrik zarflarını okumadı bile... Elinin tersile itti, Ko- casının yazdığı aşk kelimelerini kendi kendine mütemadiyen tekrarlıyordu. Hizmetçi kız gene göründü. Elinde bir telgraf vardı, Fikriye telâşla açıp okudu: Yeni seneni tebrik ederim, sıhhat- Ter dilerim. Bir an evvel dönmeğe ça- Uşıyorum. Seni şefkatle öperim. Raif Bu basmakalıp telgraf, insanı ağla- tacak kadar basitti. Hem o mektup yazıldıktan sonra buna ne mâna var? Fikriye birdenbire işi anladı. Ne feci fından senelerdenberi tetkik ve tetebbü edilen ve bütün dünyada tesir ve faydası mühim olan yeni bir KEŞİFTİR Püskürtmeye lüzüm yok. Yakmak lüzumu hissetmez, Hiç bir zahmeti yok. Yalnız odanızın veya elbise dolabınızın herhangi bir köşesi- ne asılması kâfidir. Sizin başka bir meşgaleniz ol- madan ASEPTA tableti vazifesi- ni kendi görür, ir ölüm haberi Eczanelerde ve büyük bakkaliye mağazalarında satılır, Şark İspençiyari Lâboratuyarı, İstanbul. bir surette aldanmıştı. Meğer o coş- kun aşk cümleleri ona hitaben değii- miş. Başka bir kadına imiş. 'Tavan başında döndü, Gözleri karar- dı. Sonra asabiyetle zile bastı, Gelen hizmetçi sordu: — Kahvaltınızı yatağa mı geti- reyim efendim? — Hayır, birşey içmiyeceğim... Perdeleri kapa... Aydınlığa taham- mülüm yok, Başım ağrıyor. — Evet, renginiz pek uçuk, he nımefendi! Fena bir haber mi aldı- nız? — Öyle... Çok fena bir haber... Bir ölüm haberi... Haydi... Beni yalnız bırak... Bugün gidin eğlenin! Genç- liğinizden istifade edin. Perdeleri kapadıktan sonra, hiz- metçi, sessiz adımlarla odadan dışarı çıktı, Fikriye artık dayanamıyarak başını yastıklar arasına sokmuş. Ba- ğırmamak için mendilini ısırıyor, kü- çük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağ- mıyordu!... Nakleden: Hatice Süreyya Iş bulmak için a Uzun, uzun düşünmeğe hacet yok! «Akşama bir KÜÇÜK İLÂN HA Kürkleri, elbi halıları, ve saireyi tahrip eden GÜVELERİ kökünden yok eder. Yemek salonuna, yatak odası- na, banyo odasina, mutfağa, ap- tesanelere koyacak olursanız, SİNEK - SİVRİ SİNEK ve bütün haşeratı uzaklaştırdığı gibi fena kokuları da izale eder. Sari hastalıklar mikroplarını taşıyan haşerattan korunmak için EVİNİZE, APARTIMANINIZIN içine bir veya birkaç ASEPTA tableti asmak kâfidir. Yalnız, yeryüzünde birşeyi, ayni tarzda yapan iki kadın bile yoktur. Ana bunu bilmezdi hiç. Herkes ken- disi gibi diker pişirir, kotarır sanır- dı! Halbuki gelini kafasının doğru- suna gidiyor, bildiğini okuyordu; pi- rinç lâpasına suyu dolduruyor Mâ murumsu, mıncık mıncık birşey yâ- pıp insanın önüne koyuyordu. Ana da hiç haz etmiyordu böyle yemekten. Bir gün geline bunu diyecek oldu, O da renksiz dudaklarını büküverip ne dise beğenirsiniz? «Hep böyle pişiririm ben.» Ve gene de bildiğinden şaşmadı. Buna benzer daha birçok şeyler olu- yordu, Genç kadın işi zorbalığa vur- madan, kimseyi öfkelendirmeden, ace- le etmeden, usul usul sıralı sırasınca bir takım değişiklikler yapıyor, yap- tırtıyordu ki, ana bunlarada fena halde içerliyordu. Meselâ geceleyin hayvan kokusundan hoşlanmıyordu haspa, bunu kaynanasına hiç açma- dan kocasına “hem de kimbilir ne nazlarla. fıslayıvermişti, o da, baharı beklemeden hemen kışta kıyamette kolları sıvamış eve bir odacık daha ilâve edivermişti. Yatağı oraya götü- recekler, yalniz başlarına uyuyacak- Jardı! Ana bu yeni çıkan âdetlere şaş- kın şaşkın baka kalıyordu. İlk günlerde, kör kızına, gelinile hiç bir zaman kavga etmiyeceğini söyle- mişti, Hoş zaten şimdilik ağız açmağa kalkışmak da güçtü, tazecik işini gü- cünü kusursuzca yapıyor, hamaratlı. ğı eden bırakmıyordu. Bunun için de, durup dururken: «Bu olmamış» ya da «şunu iyi yapamamışsın.» demesi zordu. Amma ananın hoşuna gitmi- yen bir sürü şeyler vardı, hele pirin- ci şu ezik ezik pişirişi yok mu! Boyu- na için içiri homurdanıyordu, sonun» da bir gün bağırdı: — Bu mıncık mıncık yemekle kar. nımm doyduğunu bile anlamıyorum. İnsanın dişinin arasına çiğniyecek birşey gelmezse neye yarar 0! Su gibi boğazımdan gidiveriyor, yel girmiş gi- bi karnımı şişiriyor sade; yemek dedi- gin şöyle şurada oturmalı biraz, ne. dir bul» Amma gene de gelinin bu lâflara hiç aldırış etmediğini görünce, bir gün gizlice gidip, tarlada çalışan oğlunu buldu; — Baksana bana, karına neye söy- lemiyorsun, şu pirinci tane tane, ku- ruca pişirsin diye, Böylesini, sen de sevmezdin... dedi, Delikanlı durdu, biran çapasının sapına dayandı ve durgun, uysal s€- sile: v — Pişirdiği gibisi hoşuma gidiyor, beğeniyorum... diye cevap verdi, Ananın öfke başına çıktı ve haykır- dı: — Evvelden hiç de böylesini beğen- mezdin, amma şimdi ondan yana çık- mağa bakıyorsun. Anana karşı gel meğe, karma bu kadar kapılmağa utahmıyor musun? Oğlunun yüzü kızardı, sadece: — «Sahi, epey seviyorum.» dedi ve tekrar çapalamağa koyuldu. O günden sonra ana, evin içinde ar- tık bu ikisinin buyruk kesildiklerini anladı. Amma böyledir diye, oğlunun ona bir kötülük ettiği de yoktu. Her vakıt nasılsa gene öyleydi. Güzel gü- zel çalışıyor para kazanıyordu. Karı koca, ikisinin de elleri sıkıca olduğun- dan bir yere harcamıyor, para birikti- riyorlardı, Yalnız, çatının toprakların sahibi ve efendisi artık onlar kesildi. inden, anaya evin çenesi düşük ko- ca karısı gözile bakıyorlardı. Kadınca- ğız ekindi, tohumdu diye, bir zaman- lar hep kendi elinden geçtiği için adam akıllı bildiği bir sürü tarla işle- ri için tutup birşey diyecek de olsa «Varsın o söyliye dursun.» gibilerde ses çıkarmıyorlardı amma, gi S na hiç de aldırış etmiyor kendi bil. dikleri gibi yapıyorlardı. O da artık hiçe sayıldığını ve bir zamanlar kendi evi olan bu çatının altında bilgisinin, tecrübesinin bile beş para etmediğini anlıyor, seziyordu. Bu halden kim olsa acı duyardı. Ni. tekim oda tamam olup da, genç karı koca oraya geçtikleri vakıt, ana yanı- başında yatan kör kızına, usulca; — Hiç böyle yapmacıklısını da gör- memiştim. Sanki zavallı hayvanların Sane » kokusu zehirmiş gibi. Kimbilir işin içinde ne dalavereleri vardır. Bu oda- yı bizden uzak kalsınlar da rahat ra- hat, bize duyurmadan, kurdukları şey. leri konuşabilsinler diye yaptılar... Çocuk mu kandırıyorlar... Hayvan mayvan kokusu bahane... Bir dolap çeviriyorlar ya, bakalım anlanz elbet- te... Kardeşin olacağın şu yaplığını görüyor musun bak... Ne ayıp şey, bu kadar düşkünlük olur mu Karıya! Ne seni, ne küçüğü, ne de beni düşünü- yorlar, umurlarına bile getirmiyorlar bizi. Anlamıyor mıyım ben» dedi. Kızcağız hiç sesini oçıkarmayınca anası dayanamadı sordu! — Doğru söylemiyor muyum? Kör yavrucak biraz duraladı, son- ya hem odanın hem kendi karanlıkla. rının tâ dibinden kopup gelen bir acıh sesle: — Anacığım, sana birşey söylemek istiyorum amma, üzüleceksin diye kor. kudan, çekiniyorum! dedi. - Ana: «— Söyle kızım, söyle. Üzüntüye ben. den alışığı var mı ki! diye cevap ver- di. Yavrucak ince, mahzun sesile; — Şu kör halimle, ne yapacaksın be. ni sen ana? dedi, Kadın, hiç olmazsa şimdilik, kızının kendi yanından baş- ka bir yerde yaşıyabileceğini hiç ak- na getirmediği için birden şaşırdı — Ne denek istiyorsun, anlat ba- kayım? dedi, Kız da; — Kardeşimin karısından bir kötü. Yük, hainlik gördüğüm yok, hırpalamı. yor beni amma, yakında beni evlen- dirirsin sanıyor 0. Geçen günü küçük kardeşime sorârken işittim. «Ablanı kiminle nişanladınız?» diyordu. O da şimdiye kadar, daha kimseyle sözleşil- mediğini anlatınca, birden şaşırdı: «Koca Kiz olmuş, bu yaşa kadar ele karışmadan oturulur mu?» dedi. Ana: — Öyle amma yavrucuğum... Sen körsün, seni evlendirmesi güç olacak! diye karşılık verdi. Kaderin tokatını yemiş olan zaval. hı küçük âli), usulca: — Anlıyorum... Anlıyorum... dedi sonra da, nefesi yakıcı, tükrüğü kuru- muş bir ağızdan çıktığını belli eden bir sesle: — Sen görüyorsun anam, az buçuk bir işi ben pekâlâ becerebiliyorum... «Şu kız için hiç masrafâ girmiyecek- sin, beş para bile vermiyeceksin» de- nirse, belki fıkara, ya da karısı ölmüş biri razı olurdu bana! Ne dersin anam? Hiç olmazsa, bende evimi barkımı bi- dirdim, bir gün sen gözünü kapatıp gidecek olursan benim de bir kimsem olurdu. Neden dersen... Yengemin be. ni burada tutmağa pek gönlü yok ana- cığım Kadıncağız hemen bir hışımla cevap verdi; — Senin öyle sığıntı gibi evin birine gitmene razı değilim. Doğru, fıkara- yz amma; burada bizim aramızda, sen de elbette bir lokma birşey bulur yersin. Bir boğaz eksilsin diye seni yabanın, karı eskitmiş kart, kalı yü- rekli heriflerine peşkeş çekecek de. ğilim ya. Haydi bakayım, çikar ak- lından bunları, güzel güzel uyumana bak. Daha elim kolum tutuyor çok şükür, öyle kolay kolay ölmeğe de niyetim yok; ağabeyine gelince, oda çocukken bile seni incitmedi, hırpa» Jamadı Kızcağız içini çekerek: — O vakitler evli değildi ki... dedi, Sustu ve belki de daldı, uyudu. Amma anası bir türlü uyuyarıyor- du... Her vakıt çabucak derin bir uy- kuya dalıverdi amma, bu akşam sırt üstü yatmış, gözleri apaçık sade dü- şünüyor, ve kızının sözleri acaba ne dereceye kadar doğrudur diye birer birer bütün geçen günleri, şöyle bir gözden geçiriyordu. Başlı başına ha- tarlanacak esaslı bir hâdise bulmu- yordu amma, gelininin soğuk tabiatlı, daima onlara yabancı kalmış biri ol. duğunu hissediyordu. Hiç bir zaman ne küçük kaynına karşı içten gelme bir sokulganlık ve muhabbet. göstermiş, ne de kocasının evinde oturan kör kız kardeşe bir yakınlık duymuştu. İşte anaya, bir de bu acıyı çekmek azabı düştü. (Arkası var)