Acı hakikatlerin romanı Bir zamanlar mevzularını hayattan al- dığını iddia eden lamımuş rormancıla, mızdan biri, eserinde çizdiği tablonun ha acıklı olması için masum kahramanı- | »ı hâkim huzuruna eli kelepçeli olarak çıkarmış, fakat kanunlarımız. suçlunun hâkim karşısında tamamen serbes bu- lunmasını istediğinden o mahkemelerimiz- de asla görülmeyen bu sahne meşhur ro- mancıyı bilgisizlikle itham eden bir çok tenkidlere sebeb olmuştu, İnsan böyle bir hatanm bir kere yapılabileceğini ve jeni Yomancıların - başka hatlar yâpsalar bile | biç olmama onu zanneder. i Zanneder amma yanılır. İşte bir genç muharririn daha yirmi gün evvel intişar çen ilk romanında (*J Halük ismüni ta- #yan kahraman şu satırlarla ağır ceza mahkemesi salonüna sokulmaktadır: Halük kapıda gözüküyor. Yüzü sapsarı, saçları darmadağınık, bitkin bir halde, tekralamıyacaklarını elleri kelepçel! olarak İlerliyor. (Sahife 148). Eğer bu cümleleri takib eden muhake- me sahnesi bir garabet harikası olma- saydı romanın kahramanını bürada bıra- sokup: size eser hakkında izahat verebilir- dim. Fakat onu anlatmadan geçemiye- cekim. Kahramanlarının isimleri Halük, Ner- min, Türkân, Needet ve saire olan, vakası beş altı sene evvel Bursa, Mudanya, İz- mir gibi şehirlerimizde cereyan eden bu romanda biraz evvel ismi geçen Ha- lik kardeşi Türkân: öldürmekten maz- nundur. Fakat işlediği cinayet hakkında mahkemede bir tek kelime söylemiyor ve hâkimlerden kendisini mahküm etmele- rini rica ediyor, Mlâkim ne yapacağını şa- şurmuştur; Halük'un karısı Nermini, ve va- Bunun üzerine hâkim, müddelumumiye «söz sizindir. dediği zaman a; müddelumumi yu cümlelerle ne başlıyor: — Muhterem hâkim.. Hayatımda, İlk defa olarak böyle bir muhakemede bülu- nuyorum. Şimdiye kadar bir çok katlı v; kalarına müddelumumilik ettim, bir çol larına eean verirken günlerce düşündüm, Fakat hiç böylesine tesadüf elmedim. (Sahife 152). Kanunlarımız. ceza vermek - hukkımı münhasıran hâkime tanımış olduğu hal- de romandaki müddelumumi bir çak de- falar düşüne düşüne ceza vermiş oldu- gunu, fakat bu muhakemede ne yapaca- Emi şaşırdığını söylemektedir. Devam edelim. Suçlu Halük sesini gi tikçe yükseltiyor. Ve bir aralık bağıra bağıra mahküm edilmesini taleb ediyor, Buna fena halde hiddetienen romandaki | hâkim ayağa kalkarak bağırıyor: — Susunuz, aksi tekdirde muhakemeyi kapatırım, — Halbuki kanunlarımıza göre hâkimler önlerine gelen her da: neticelendir- mek vazifesile mükelleftirler. Fakat suç- lular muhakeme salonımda fazla bağır dıkları takdirde onları mülüyim sözlerle üükünete davel ederlerse de hiç bir sa- smuhakemeyi kapatırım. şeklinde tehdtidlerle suçluları korkutmazlar, Muhakeme bu garib sekilde cereyan ederken nihayet remândaki hâkim gene müddelümuminin «Halik katildir, bunu kendisi itiraf ediyor. demesi üzerine bir müddet düşünüyor ve başını halka çevire- rek şu sözleri söylüyor: Muhterem dinleyiciler.. Mahkeme (1 Aşk iztirabdır. Oğuz Özdeş, İkbal Kitapevi. AKŞAM 'ın tefrikası beyeti şimdi müzakereye çekilecek ve boş dakika sonra kararını verecektir. (Sahife 156 Gördünüz mâ? Romandaki hâkim din- leyicilerle hasbihal etmekte ve müzake- reye çekilmek için âdeta onların müsaa- delerini istihsale çalışmaktadır. Hem de fazla bekletip üzmemek için müzakerenin âzami beş dakika süreceğini ilâve ediyor. Hakikaten tam beş dakika sonra bhâ- kimlerin müzakere odaşmdan çıktıklarını görüyaruz. Romanın ifadesinden anlaşıl- dığına göre ağır ceza reisi oturmadan ayağa kalkıyor ve çene halka dönü; (Sahnenin güzelliğini kaybelmemek iç müteakib parçayı aynen alıyorum: — Muhterem dinleyiciler! Şimdi mah- keme heyetinin müzakeresi neticesinde verilen kararı okuyacağım. Hükim © susuyor, yutkunuyor, sonra önündeki: kâğıdı eline alarak okumağa unda 15 Nisan 1921 saat 2de kardeşi Türkân öldür- mek suçundan dolayı 12 yıl sonra Necdi tin. ihbarı üzerine yakalanan Halük ida- ma mah. İnes ve keskin bir çığlık bütün sa- tonu Kaplıyor. — Hayır, hayır. onu öldürmeyi run - anlatacağım. Hepsini an (Sâhife 153). Romandaki hâkimin bir ihbar üzerine idama mahküm etiği Halik nam zat hak- kındaki kararını okurken son kelimeyi tamamlamasına meydan bırakmıyan bu çığlık Halükun karısı Nermin tarafından koparılmıştır. Kadıncağız feryadlar için- de kocası Halükun kardeşini niçin öl- dürdüğünü anlatıyor. Meğerse biraz evvel şahid olarak dinlenen Necdeti öldürmek istemiş te kurşun yanlışlıkla kendi kardeşine isabet etmiş, Bu itiraf üzerine romandaki hâkim beş dakika müzakere neticesinde verilen ka- rardan vazgeçerek ayağa kalkan (dikkat ediyer musunuz, hâkim d: nuşmaktadır) özünü halka çeviri- yor ve şa sözleri söylüyor: — Nermin hanımın. biraz evvel anlat- lığı şeyler hakikaten dikkate şayandır. Şimdi kendisinden kocasının hatıra def- terini İstiyeceğiz ve bunun etrafında tah- kikat yapıcağız... Ümld ederimeki Nermin banımın söylediği şeyler tamamen haki- kattir. Şimdi muhakemeyi tatil ediyorum. 8 sah günü muhakemeye devam edile- cektir Ne ise uzatmayalım; ikinci celsede Halük 5 yl sürgün hapsine mahküm edi- liyor ve sade adliye tarihimizin değil, edebiyat tarihimizin de kaydetmediği bu muhakeme böylece neticeleniyor. Fakt içinizde «bu romancı mevzuunu hayattan aldığını iddia ediyor mu? Belki eseri hayal mahsulüdür. diyerek genç muharriri affetmek istiyenler çıkabilir amma, muharririn «Önsöz. ündeki şa Salırlar ona da imkân bırakmıyor: «Şunu önce itiraf etmeliyim ki, bu ro- man ne tamamen uydurulmuş hayali bir fikir, ne de çalakalem yazılmış bir eser m değildir. Bu Nerminin yıllaren göz yaşı dökerek, iz- rab çekerek ve severek yaşadığı bir To- Biandır... Bu ber gün yaşanan, fakat ber yaşanışiz göz yaşlarını bir sel gibi boşan- dıran acı hakikatlerin romanıdır. Romanı Nerminin ağzından yazmak, onun hatıralara bir kelime bile kstma- dan neştetmeyi çok istedim. Fakat Ner- minin hatıra yazıları gös yaşlarile o ka- dar silinmiş ve bozulmüş ki romanı ken- di kalemimle yazmağa mecbur oldum. Şimdi sizinle romanın ilk sahifelerine bir gözatalım. Roman «rüzgârın avucun- da bir top gibi yuvarlanan yağmur», «pembe yanakları bir limen gibi sapsarı», «sabah © oluyor, fakat güneş değmuyor» (Rüzgürm avucunda sallanılı duran kü- 'Tefrika No. 77 AŞKIN KURBANI — Büyük macera romanı — Hizmetçi kız: - Hayır beyefendi! Yanılıyorsunuz! .dedi. Sabaha kadar, beraber oturduk. — Kaçta gittiler? — Dörde doğru. — Hep birden mi çıktılar? — Hayir! Ayrı ayrı!.. Komiser birdenbire: - Ne malüm?.. Belki sen de onlar- la birliksin! . dedi. Doğruyu söyle kı- zım. Senin için daha hayırlı olur! Kız, korkusundan ağlıyarak: - Vallahi doğru söylüyorum! - gece yaptıklarını bir bir anlattı. Yemek yemşiler; bol bol içmişler... Artık koğulmaktan korkmuyordu. Ba- gına dallı budaklı bir iş açılmasın da. Bunun için herşeyi söylüyordu. Kızın odası araştırıldı. Söylediği gibi herşey bulundu: Ziyafet artıkları, boş şişeler, kirli tabaklar... Tekrar hizmetçiyi akıştırdılar; — Haydi! Doğru söyle... Ne.biliyor- san anlat! diye - Fakat başka bir ip ucu elde etmek - Nükleden: (Vâ-Nâ) dan birine emir verdi: — Şu herifleri bul, karakola getir... Çabuk! Barba Todorinin lokantasında iki arkadaş oturmuş, iskambil oynuyor- j dü. İkisi keyif içindeydi. Bir aralık «Üs. | tade sordu: — Kadri efendi dün gecedenberi görünmüyor. Acaba nerelerde? Epey de sarhoştu. Lokantacı: — Merak etmeyin! - dedi. « Sızmış uyuyor... O aralık içeriye polisler girdi. «Üs. tada yaklaşarak. yavaş sesle: Mukavemet edip ortalığı velvele- ye verme... Bilirsin ki ne yapsan nafi- iledir... Haydi karakola! «Üstadı - hayret içindeydi.. Fakat hiç isyan etmeden kalktı: — Pekâlâ"... - dedi. - Bir vatanda- şın vazifesi kanuna itaat etmektir. Am.! mâ ne var? — Ne olduğunu anlarsın. “Yürü. «Üstadı önde, Mehmed arkada, po- çük ev» gibi nadide ve insanı şaşkına çe- viren teşbihlerle başlıyo: Bence bülün kabahat Nerminin ha- tıra yazılarının göz yaşlarile fazla silin- miş ve bozulmuş olmasındadır. Şevket Hıfaı Türkün haşmet ve asaletini terennüm eden Yugoslav edipleri sVarlık» . mecmuasınm bu hafta çıkan 139 unen sayısında Mehmed Süleyman | Paşiçin «Türkün haşmet ve asaletini te- rTennüm eden Yugoslav edibleri. başlıklı şayanı dikkat bir makalesi vardır. ü asırdan Yugoslav ediblerinin Türk satvetini kâi- mata yaydıklarını söylüyor ve bu edible- | müz yelişmemiştir. hakkında Yugoslav muharrirlerinin çok kiymetli eserleri çıkmıştır. Dr. Mihayloviç, Sretovski, Maksim Svara, Hiz Beloviç ve daha bir çok Sırp ve Hırvat edebi ve siyasi muharrirleri ya- Taticı yeni Türkiyeyi ve onun Ölmez Ata- ni Yuguoslavlara tanıtan eserler maş bir Bosnalı bir Sırp halk şairi müteveffa kıral Aleksandr ölümünden sonra yaz- dip bir manzumede genç kiral ikinci Piyeri babasının kardeşi ve en samimi dostu Büyük Alalürk,e emanet ediyor ve Piyer'in dostları ve müttefikleri srasında ancak Atatürkün ordu ve donanmasına güvenebileceğini vatanperverane manzu- mesinde söylüyor: Bu manzume bugün- kü neslin diline destan olmuştur. Bu haftanın neşriyatı Cemal Nadir lm gl albüm Karikatürist Cemal eği in bir müğ- detlenberi ihtimamla hazırladığı karika- tör albümi şar etmiştir. Kıymetli sanatkârın bizzat seçtiği 200 den fazla karikatürünü İhtiyaeden bu albümün her sahifesi İnsanı dakikalarca meşgul et- mektedir. Albümün bir hususiyeti de ba- şında tanmmış edib ve muharrirlerimizin karikatür ve mizah hakkındaki fikirleri- nin toplanmış olmasıdır. Akşam karilerinin pek İyi tanıdıkları kıymetli sanatkâr Cemal Nadir'in yeni al- bümü hayranlarına onun unntulmaz eser- lerini bir arada bulmak imkânını vermek- tedir. Her kütüphanede ehemmiyetli bir yer alacak ve her ailenin masasını süsli- yecek derecede nefis surette basılmış olan albüm küçük, büyük herkesin zevkle sey- redeceği ve kol kamıyacakları tarafından hazırlanmıştır. Çingeneler Osman Cemalin bu isimde Tomanı * intişar etmiştir. Hayat- ları hepimizce meçhul olan çingenelerin kendilerina mahsus âlemlerini, onların arasına katılarak derinden tedkik etmiş olan Osman Cemalin pek sevilen üslübile kaleme aldığı bu eser bir çingene aşkını kâh güldüren, kâh iç sızlatan sahnelerile tasvir eden bir macera romanıdır. Mecmualar İlk öğretim; Maarif Vekiliği tarafın- dan neşredilen haftalık öğretmen ve eğit- men gazetesi (sayt 9), Yeni Adam: Pro- fesör . İsmail Hakkı Baltacıoğlu'nun kaf- talk mecmuası (sayı 225) bu nüsha Ab- dülhak Hâmid sayısıdır, Serveti Fünun - Uyanış: Haftaık edebiyat mecmuası, Lokman Hekim; Sıhhi öğütler mecmuası (sayı 20), Varhi Pikir mecmuası (sayı 139 Muh yeni bi Hslerle beraber çıktılar. Yolda hırsız- Jarın başı sordu; — Affedersiniz amma, bizi niçin ya- kaladığınızı anlıyabilir miyim? Hır. sızlık meselesi mi? Yankesicilik mi? “— Bü seferki daha feha, oglum. Başınıza büyük işler açılabilir, ygunculuk mu? Hırsızlık da var amma, daha da dâniskası var... — Neymiş? — Katiliik! Dördünüz de şüphe al- tındasıniz. Birçok deliler de var. İki hırsız, haytet içindeydi. Kara- koldan içeri girerken; «Üstade mırıl- darıyordu! — Katil nereden çıktı? Ve birdenbire aklına Kadri geldi. « Biçare ihtiyarcık bizim. yaka- landığımızı duyarsa ne-afallıyacak... « Allâh Allah... Buda efendi | Allah vere mesleğinden ürkmesin...» sex rkaç gündenberi Tendu'yu Fahri ile evlensin diye kimse sıkıştırmıyor. du. Delikanlının ziyaretleri de sey: leşmişti. Şimdi artık İstanbulda Pe- rihanın evine taşınmışlardı. Yerleş- mek filân epey sürmüştü. Genç Wz bu sükünu yerleşme telâşına atfedi- yordu. Yoksa acaba babası daha şid- detli bir plân mı hazırlamakla o meş- güldü? , 1938 yılında Türkiyede Pamukçuluk ve Devlet pamuklu. Endüstrisi de Türkiye pamuk -is- tihsali 66,471 tc baliğ olmuştur. Bu miktardan milli mensucat ve iplik fabrikalarımızın istihâk (ettikleri | 1933 senesi miktar 22,274 ton olmuştur ki; burun: ( ni mer Bank'ın işlettiği Devlet | fabrikaları İ sapça memleket umum mahsulünün | yüzde 14 ü Devlet fabrikaları tarafın- 9,366 tonunu yüzde 42 sini Sü- pamuk istiblâk etmiştir. Bu he- dan satın alınmış demektir. Fakat kaliteli pamuk cinslerinde Devlet fab- rikalarının istihlâki çok daha yüksek bir nisbet arzeder. 1937 de bu fabrikaların umum pa- Muk mübayaatında tohumu yerli olan pamukların hissesi yüzde 49, ecnebi tokumlu pamukların hissesi yüzde 51 | idi. 1938 de bu nisbetler birincisi için yüzde 40 a inmiş, iki: için yüzde 60 a çıkmıştır. Diğer taraftan yabancı memleketlere ihracatta da bilhassa iyi kaliteli pamuklara itibar olunması (yerli cins pamuk ihracatı bir yıl ön- cesine kıyasla yüzde 9 arttığı hnlde | Klevland pamuğu ihracatı yüzde 85 | artmıştır.) Devlet fabrikalarının pi- yasada ihtiyaçları nisbetinde yüksek evsaflı pamuk bulmalarını müşkilâta uğratmıştır. Sen üç sene zarfında Devlet fabri- kalarının pamuk mübayaaları şu sey- ri takip etmi Bu fâbrikalarımızın pamuk mük yaâları son on beş yıl içinde senede vasati olarak yüzde 173 armıştır. Beş yıllık program mucibince 1 *meye açılacak olan Malatya fabrikasile birlikte Devlet fabrikalarının 1939 senesinde sa decekleri pamuk miktarı takribi ola- rak şöyle tahmin olunabilir: Fabrikalar Kayseri Bez Nazilli Basma Bakırköy Bez Ereğli Bez Malatya Bez Yekün : 1939 Türkiye pamuk islihsali 1938 in ayni olduğu takdirde bu sene zarfı, da Devlet fabrikalarının pamuk lâki umum mahsule nazaran yüzde 18 e baliğ olacaktır. Bu .rakamlar memleket pamuk istihsalinde Devlet pamuklu endüsteisinin gitgide almak- ts olduğu ehemmiyetli mevkil kâfi bir vuzuhla göstermektedir. Devlet pamuklu fabrikalarında yapılacak tevsilerle bu mevki şüphesiz ki daha ziyade ehemmiyet alacaktır. Buna müvazi olarak pamuk istih- | salimiz ve bu istihsalde yüksek vasıfIş 1636 1837 1938 (Ton) (Ton) (Ten) Bakırköy pamuklu 1479 1808 fabrikası, Kayseri pamuklu fabrikası. Ereğli pamuklu fabrikası. Nazmi basma fabrikası 1443 309 BATI 0794 9366 168 3049-4247 3018 1225 1369 Yekün ve ecnebi tohumlu cinslerin nisbeti de seneden seneye memnuniyet verici bir şkilde artmıştır. İhraç imkânları da (bilhassa kaliteli pamuklu için) iç piyasada sürüm imkânlarına mü- vazi bir yükseliş seyri takip etmekte olduğuna göre, pamukçuluğumuzun pek müsaid bir inkişaf içinde bulun- duğu âşikârdır. Paris vapurundaki yatgındar bir manzara Fransıs vapurunun Havr Ilmanında çıkan bir yan- Yukarıki klişe, vapuru yanarken Vapur yandıktan sonra yan tarafına yatarak rıhtımın yanında batmış, teknesinin dörtte biri suyun üstünde kalmıştır. Bir aralık ablasının kendisini mü- dafaa ettiğine, babasını yavaş yavaş bü işten muvaffak oldu- ğuna kanaat getirdi. İşte bu, en doğ- rusuydu. Muhakkak ki ablası çok merhâmet- Mi. çok içli bir kadındı. Onu sonderece seviyordu. Demek ki yavaş yavaş, mü- temadi telkinlerle paşayı kandırma. ğa muvaffak olmuştu. Ratibin ondan sakınması he kadar haksızlıktı, Sevgilisinin nasihatlerine rağmen burdan böyle her derdini ab- lasına söylemeğe karâr verdi. Zaten Lütfiye hanım yok iken ona tamamile annelik yapan Perihan değil miydi? Genç kadın artık küçük hemşiresi- ne izdivyaçlan hiç bahsetmiyordu. Hattâ iki kere Fahri bey ziyarete gel- diği zaman Tendu kendisine «evde yok!u dedirtmişti de ablası hiç itiraz etmemişti. Acaba Perihan yaptığı hareketin- den nadim miydi? Filhakika genç ka- dının vicdan azabı gitgide artıyordu. Asabiyetinin ve çılgınca hislerinin ken- disini cinayete kadar sevkedişinden Ürkmüştü. Şimdi âdeta iki hissin or tasında bocalıyordu. Şeriki cürmüne verdiği silâhın teh- didinden kurtulamıyor; diğer taraftar | 'Tenduya karşı derin bir şefkat duyu- yordu. Ona bir bakıma yardım etmek istiyordu. Hattâ bir gün 'Tendu Lütfiye hanı- mi son derece göreceği geldiğihden bahsetmişti de genç kadın: — Onu görmek ister misin? - diye sormuştu. — Ah, kabil olsa... — Niçin olmasın? Git evine. — Nasıl? — Baban evde değilken gizlice çi- karsın... İstersen gel bugün tecrübe edelim... Hazır yalnızız... Yavrucağın gözleri sevinçle doldu. - Haydi, koş... Kalk, giyin... Ben de hazırlanıyorum. Çıkıp gideriz. Lütfiye hanımefendi ile Tendu biri- ” birlerine muhbabbetle sarıldılar. Bu: sevinci gören Perihan katilce düşüncelerinden doğan vicdan azabı- ma bir müddet oyalıyabildi. Hattâ hem- şiresi bir aralık uzun uzadıya halasile Ratibi konuşurken bile pek o kadar kin ve hiddet duymadı. İhtiyar kadın, delikanlının iyileşti- ğini, kendisini sık sık görmeğe geldiği- ni, yeni atıldığı avukatlık mesleğinde günden güne ilerlediğini anlatıyordu. Başka bir gün, Ratibin Lütfiye ha- rımefendide bulunduğunu bilen Peri- han, hemşiresini gene oraya götürdü ve bıraktı. — Bir saat sonra gelir, seni alırım! « diye gitti, (Arkası var)