4 POLİTİKA ME e e İngiliz - Alman münasebatı Arnavutluğun işgali üzerine İngilterede büyük bir infial başgöster- mişti, Fakat İngiltere Akdenizde mevcut vaziyetin Arnavutluk tacını İtal- ya kralının giymesi ile değişmemiş olduğuna hükmetiniş, Romadaki sefiri Lord Perthi geri çağırarak bir nümayiş yapmağa lüzum görmemiştir. İtal- ya da buna karşılık olarak İspanyadaki İtalyan gönüllülerinin geri çekile- ceği vaadini tekrar etmiştir. İngiltere Çekoslovakyanın Almanyaya ilhakı hâdisesi karşısında daha şiddetli davranmıştı. Berlindeki sefiri Hendersonu geri çağırmıştı. Berlin- de İngiliz sanayi gruplarının ve İngiltere Ticaret Nazırının başlamak üzere bulundukları mühim iktisadi müzakereler de derhal tatil edilmişti. İngiltere şimdi Berlin sefirini de vazifesi başma göndermeğe karar vermiştir. İngiltere Hariciye Nazırı Lord Halifax Almanya aleyhine evvel- ce kullandığı şiddetli lisanı tadil ederek muhtelif devletlere verilen temi- nat ve siyasi işbirliği teklifleri ile hiçbir suretle Almanyayı çember içine almak gayesi güdülmediğini temin etmiştir. B. Hitlerin doğumunun ellinci yıldönümü tesid edildiği bir sırada Alman ya ile İngilterenin arasındaki tehlikeli gerginlikte ilk salâh alâmeti belir- AKŞAM miştir. GÜNÜN ANSİKLOPEDİSİ Bugünlerde masal hayatı yaşıyan TAHRAN ŞEHRİ 'Tahranda Gülistan sarayının #il dişi salonları ç Bu günkü dünya hercümerci içinde en mesud belde... Masal âle- mi yaşıyor... Bahtiyar prensle bah- tiyar prenses evleniyorlar... Pek çok gözler oraya müteveccih... Dost İran devletinin payitahtı olan bu şehir Hazer denizinin 85 kilomet- re cenubundadır. Elburuz dağlarının eteğinde ve 1158 metre yüksekliktedir. İranın en mühim yolları burada birleşir. Büyük bir ticaretgâhtır. Ta- rihte de mühim roller oynadığını gösteren kale duvarlarile, istihkâm- larla çevrilidir. Nasreddin şah 1869 da Tahranı büyüttü. Kale duvarlarını yıktırdı. Toprak istihkâmlar yaptırdı. Şehrin 12 kadar güzel kapısı vardır. Tahra- nın iki büyük meydanı mevcuddur ki, bunlardan birincisi olan Topha- ne'de ecnebilerin oturdukları büyük binalar sıralanır, Meydanın yarım kilometre kadar cenubunda büyük güzel bahçeler arasında Şahinşahın sarayı yükselir. Sarayın mermerden yapılmış taht salonu ve Tahtı Tavus denilen büyük içtima odasi en güzel parçalarını teşkil eder, İ rularla temin olunmuştur. Elektrik Tahran 350 bin nüfusludur, Halkın ekseriyeti müslümanlığın şit kolun- | dandır. 5 bin ermeni ve bir mikdar da musevi ile Keldani! vardır, Şehirde tıp, güzel sanatlar, sana- Yi, askeri, ziraat ve muallim mektep- leri açılmıştır. Bunların çoğuna e0- nebi muallimler getirilmiştir. Akar su ihtiyacı menbalardan bo- de vardır, Tahranın iklimi serttir. Yazın çok sıcak, kışın soğuk olur. Eskiden tifo çoktu. Mücadele netice- si epeyce önüne geçilmiştir. On kilometreden biraz fazla tram- vay, aynı uzunluğu yakın bir banliyö treni vardır. Bir büyük hat da Hazer denizile İran denizini - Tahrandan geçerek - biribirine bağlamıştır. Bu muazzam mesai Şahinşah Rıza Peh- levinin modern İrana hediyesidir. İranın muhtelif mevkilerile Tahran arasında otobüsler, otomobiller işler. İran dostumuzun payitahtında son seneler pek çok yeni ve güzel bina- lar yapılmış, fabrikalar açılmış, Be- lediyecilikte ciddi adımlar atılmıştır. 'Tahranda kalan ecnebiler buradan daima iyi hatıralarla ayrılırlar, Taksimdeki helâ yıktırılıyor Belediyenin Taksimde inşa ettir. diği yeni helâ bittiğinden dünden itibaren meydanda bulunan eski ap- tesanenin oyıktırlmasına (o başlan- mıştır, Burası küçük bir bahçe ha- linde tanzim edilecektir, #zından çıktığı sibi Enli gövdeli, kısa bacaklı, Gözler | sarı elâ, burnu muntazam, dudaklar sımsıkı. Konuşmadığı zaman bütün yüzü taştan oyulmuş gibi. Yaş otuz beş sularında. Sanati şimdi hizmetçiliktir. Modern bir apartımanın bütün işini bir maki- ns intizamile gören bu kadıri yedi se- ne evvele Kadar keçi gütmüş, sapan sürmüş, iplik bükmüş, bez dokumuş, hattâ sırtında odun bile taşımıştır. Adı Ayşedir. Hayatına, bir kaptan ge- misine ne kadar hâkim ise o kadar hâ- kim. Hem de herhangi muhalif rüzgü- ra hattâ ân kasırgalara rağmen tek- nesini, kafasının içindeki pusulanın çizdiği yolda yürütecek, hedef edindi. ği limana sokacak takımdan. Hikâyesi üç saat sürdü. Üç sütuna sığmadığı için hülâsa ettiğim hattâ atladığım yerleri var, fakat ağzından naklettiğim parçadaki sözleri söyledi- ği gibi zaptettim. Hattâ şivesine ka- dar, çünkü az farkla İstanbullu gibi konuşuyor; üslübuna kadar, çünkü birçok yazıcılara model olacak tertip ve vuzuhla anlatıyor. Kâzamız Cide, kariyemiz Aybâ- san ;köyümüz otuz haneliktir. Civar. da altmış ve iki yüz hanelik bile köy. ler vardır. Bizimkile Somadaydakiler hep Kara - kadı yahud Kaba - kadı oğullarındandır. Hep aramızda kız alır veririz. Bizde yabancı yaşamaz. «Balkam (Balkan) harbini rüya gi- bi bilirim; Büyük seferberlik davulu- nu iyi hatırlarım, on yaşlarında var. dım. «Bâbâmi döküz yaşında evermiğler, anam on altı yaşındaymış. Bize: Koy- numda büyüttüm, yatağıma bile işer- di, derdi, İki kızları olmuş, ben küçü- güyüm Babam çapkındır, zorbadır, seksenine gelse gene gözü körpe kız- ların paçasındadır. «Delikanlı olur olmaz dayısının ge- linine göz atmış. O da kötü bir kan Bir sene onunla dağlarda dolaşmış, sonra kocası karıyı boşayınca anamın üstüne kuma (1) getirmiş. «Anama dayak atardı, bizi hayvan gibi çalıştırırdı. Zaten anasından bâ- basından intizar (inkisar) almış, dik- tiği tutmaz, mahsulü hayır etmez, ev- de bereket yok, hepimiz açtık. Anam ikide birde dayıma kaçardı, amma ora- sı da kalabalık, babama rencber lâ. zam. Bizi sürükler getirirdi. «Ablamı erken gelin etti. Beni am- cam babamin eline iki yüz lira saydı oğluna aldı. Benimki benden dört yaş küçüktü, Üç yıl sonra Fadimem doğ- du. Yedi aylık oluncaya değin amca- mın yanında çalıştım. Yeri babamın köyünden yarım saat ötedir. «Miras yüzünden, bir mandayı pay- laşmak yüzünden babamla amcam hır. laştılar, ve bir gün döğüştüler. «Babamın erkek evlâdı olmadı, O yüzden amcamın köyünden Aşoğlu- nun (2) kızını almak istedi. Kız, o be. nim babam diyordu, babamın da pa- rası yoktu. Amcam babama nisbet kı- a benimkine almak istedi. Kız benim. kini de istemedi. Askerde sevdiği var- dı amma oğlan dönmedi. «Benim haberim yoktu. Her akşam amcamın ateşini ben yakardım. Oda- #1 bizim evin karşısındaydı. Elimde kürek giderken rasladım. Kavgadan dönüyormuş, yüzü gözü yaralı, o ka- dar hırslanmış ki, altındâki katırı öl- dürmüş. Beni görünce (bırak) diye haykırdı. «— Ne oldu Amca? dedim, «— Sana diyeceğim var, dedi. «Odasına götürdü. Ve Aşoğlunun kı- zıni baban almak istiyor. Ben onu se- ninkine alacağım. Sen kızı kandıra. caksın. Sonra kaynananla gidip kızı istiyeceksin! dedi, Ben ladım. Ve nasıl olur? Biricik evlâdımı öksüz mü bırakacaksın? dedim. «Yap- mazsan seni keserim» dedi, «Çocuğun yanına geldim, üstüne kapandım, ağladım. Benimki gelince «Noldun?» dedi. Hemen elimi çeneme götürdüm, «Birşey yok dişim ağrıyor» dedim. «Sen dişin ağrırken ağlamaz- sın, doğru söyle. dedi. «Yengeme sor» dedim. Biraz anasının yanına git- ti. «Gam yeme, ben kaçarım, ölürüm, Aşoğlunun kızını almam» dedi, «Am. ma baban beni kesecek» dedim, «Düşündük taşındık, babamın evi. ne kaçmağa karar verdik. Benimki «Baban erkek zürriyet istemiyor mu? Ben onun oğlu olurum, bütün işini görürüm. dedi, Yazan: HALİDE EDİB «O gece yarısı yatağı benimki sırtla- dı, ben çocuğu sardım sarmaladım, çamaşırımızı yüklendim yola çıktık. Kar vardı, fırtına vardı, zifiri karan- lıktı. Yarım saatlik yolu altı saatte al- dık babamın köyüne vardık. «Benimki dil döktü, yalvardı, babam ram oldu. Birkaç ay ona hizmet ettik, Gene bir gün babam benimkine «Sen çık git» dedi. Peki amma nereye? Am- camın evine gidersek mutlak Aşoğlu- nun kızını alacak. İstanbula gitmek için para lâzım. Anamın buzağiken bana verdiği bir ineğim vardı. On lira ya sattım, benimkine teslim ettim, iş bulsun diye İstanbula yolladım. «Biraz ferahlar gibi olmuştum am- ma bir hafta sonra babam beni değir. menin önünde yakaladı. «Çocuğunu götür babasının evine at yoksa seni keserim» diye bağırmağa başladı. Yal- varmak kâr etmedi. Hadi Fadimeyi al- dım götürdüm, kaynanamın odasına biraktım. Sütten kesmemiştim. Me. melerim şişti. Anamın kumasının me- mede çocuğu vardı. Onu emzir dediler. «Vay anamın kumasının çocuğunu da mu emzireceğim?> diye öyle bir bağır- dım ki... «İki hafta sonra tarla çapalarken komşumuzun kızı: «Ayşe abla bak se- ninki geliyoru dedi. «Nerede?» dedim. «Ti ha» dedi, Baktım, benimki. Yüre- ğime ok saplandı, tarlaya düştüm. Ar- tık Aşoğlunun kızım alacağını anla- dım.» (Burada kocasınm İstanbulda nasıl iş bulamadığını, hemşehrilerinin «Ba- bandan oluk gibi para akiyor, neden taze kızı almıyorsun?» diye kandırdık- larını anlattı.) «O akşam amcamın evine vardım. Hazırlıktan Aşoğlunun kızını getire ceklerini anladım.» Ben sordum «— Bu dediğin şey sekiz sene evvel olmuş. İki kadın almak yasak olmuş- tu. Nasıl oldu da üstüne kuma aldı- lar?» «— Doğru amma nikâhsız alıyorlar. Şimdi ona kuma değil meteres diyor- lar. Amcam bana «Sen kal, asıl gelin sensin. O senin kadar çifte çubuğa ya- ramaz, hem boyu bosu var amma hiç aklı yok» dedi. Aşoğlunun da kızına öğüd vermişler. O da boynuma sarıl. dı. «Darılma ablacığım. Ben iki yıl karşı koydum. Sevdiğim askerden dön- medi. Amcan iki yüz lira para saydı, kardeşlerim beni sürdü, getirdi. Sen kal, beraber geçiniriz?. dedi, Ben «Eğer benimkinin odasına girmezsen kalırım. dedim. O «Nasıl olur? Bir akşam sana, bir akşam bana» dedi. «Babamın köyüne dönünce «Sen Aşoğlunun kızını kocana aldın, seni sağ komam keserim» diye üstüme hü- cum etti, Nideyim? İstanbula kaçma- ğa karar verdim ve o akşam binemi (3) görmeğe gittim. O otuz yıldır İstan- bulda çalışır, gene gidecekti, «Beni de götür» dedim. «Peki, dedi, Amma para nerede? İnek satıldı, bir pulum yok. Amcamın evine o akşam tekrar gittim, Beni görünce «Vay hangi de- rede domuz öldü? Demek artık bura- da kalacaksın?, dedi. Ben «Yok» de- dim. «Kalmıyacağım İstanbula gi- deceğim. Bana beş lira ver, çalışır öderim.» Razı oldu. O gece çamaşır- larımı kestim sabaha degin Fadıme. ye çamâşır diktim. İki gözüm iki çeş- me, Çocuk hep uyuyor, ben aç gözü- nü doya doya göreyim, diye bağın- yorum. Sabahleyin kaynım beni bir katıra bindirdi. Ben Aşoğlunun kızına «Fa- dimeye iyi bak, incitirsen gelincemda- mınıza ateş verir hepinizi Vallah diri diri yakarım. dedim. İskeleye altı saatlik yoldur. Ben vapura bin- diğim gece Aşoğlunun kızına kına yaktılar.» «Kına yaktılar; Ayşenin gırtlağın- dan bir hiçkırık gibi çıktı. Anladım ki hayat savaşının birinci büyük dö- nümünde Ayşenin sirti yere gelmiş- tir, Biraz kendini toplasın diye asl iki dakika başımı pencereye çevir- dim. Biraz sonra hikâyesinin ikinci faslını, dört sene sonra hem sila için hem de Fadimeyi alıp İstanbula gö- türmek için Aybasana tekrar gelişi ni anlatmağa başladı. «Beni'fena deniz tuttu. Evvelâ ba- bamın evine gittim. Beş gün yattım. Her akşam için bir lira verdim. İstan- bul otellerinden pahalı. Bir sabah kalktım sofya muhtar önde bütün köylü yığılmış. Muhtar yaşıdımdır. «Ne var Mustafa?» dedim. «Baban Emniyetteki yüz elli Jiranı istiyor. Kendi diyememiş, bizi gönderdi. Sana tarla verecek?» dedi. «Vay babamın yerini parayla mı alacağım. Öteki evlâdları yüz lira bulsunlar ben iki yüz vereyim, hem benim yüz elli )i- ram olduğunu nereden biliyor? Ben paramı babama vermek için mi bün- ca yl İstanbulda alın teri döktüm?» dedim. Hemen çıktım amcamın evine gittim. «Fadime beş yaşındaydı, Aşoğlunun kizinin üç çocuğu vardı, Hepsi bit sirke içinde. Sıvandım, hepsini temis- ledim. En küçükleri oğlan. Öyle sev- dim, öyle sevdim ki... Hepsi Ayşe ana diye bana sokuldular, «Bizim anamıs Ayşe, sen kim oluyorsun?» diye ana- larını ittiler, «Fadimeyi aldım İstanbula getir dim.» Ben gene sordum. «Hiç tekrar gittin mi?» «Gittim, Amcam hastalanmıştı. İstanbula getirdim, üç ay Cerrahpa- şü hastanesinde baktım, Sonra aldım Cideye götürdüm. Gidince yüreğine indi öldü Ben: «Neden? dedim, «— Aşoğlunun kızının oğlu petmes tavasına düşmüş, yanmış. Onun ölü- sünü bulduk Oğlanı bir sever, bir severdim. Yanakları elma gibi, ken- di tosun gibiydi. Ona İstanbuldan bir mekteb şapkası gönderdiydim. Bizi ge lecek diye saçını kestirmiş, şapkayı giymiş, yüzünü gözünü yıkamış <Ay- şe anam beni öpecek?> diye içi içine sığmamış. Elindeki sopa İle petmes tavasını karıştırırken içine düşmüş yanmış ölmüş. Tabutunu sekiz kişi Cideye getirmiş. Öyle oğlan öyle oğ- lan ki doktor bile ağlamış...» tağı hayatının hiç bir yerinde sarı elâ gözleri sulanmamıştı. Hattâ çocuğun- dan ayrıldığı sahnede, hattâ Aşoğlu. nun kızının nihayet elinden aldığı ko- casından bile bahsederken, boğazında kuru bir hıçkırık sezilirken bile gör leri yaşsız, yüzü sert ve hareketsiz kalmıştı. Dedim ki: «— Bu sene de bir ay izinli gide- cekmişin, ne yapacaksın?» «— Aşoğlunun kızının çocukları nın nüfusunu çıkartacağım. Anaları nikâhlı değil, Benim diye kaydolur- larsa piçlikten kurtulurlar. Bir de anamı alıp getireceğim, bir oda tuta- cağım, rahat ettireceğim...» Ayşenin hayat teknesi hakikat şim- dilik limana demirlenmiş gibi. Kızı Fadime hizmet ettiği ailenin evlâdı- dir, kendisi hem hizmetçi hem de ailenin bir ferdi gibi ömrünün sonu- na kadar kalmağâ karar vermiş. Fa- kat o şimdi kocasını, metresini, ço- cuklarını, bütün aileyi selâmete eriş- tirmek için hâlâ çabalanıyor. Tıpkı tehlikede, fırtına içinde olan uzak Bayramda Çocuk Rozetle- rini seve, seve göğsünüze ta- kınız! Bunun varlığiyle sesiz Yoksul Yavruların Sağlığına Koşulacaktır. KANSIZLI e deva kani ih; tarafından tertip ediimişir benizsizlik icin Yi mmm elisi. SIROP DESCHLENS, PARIS