HER AKŞAM BİR HİKÂYE Rahmiye arkadaşları daima; Canım, derlerdi, bu senin halin nedir böyle? Hayatında tek bir aşk ma- yoktur. İnsan arasına karış. mla karşı karşıya gel- araya getirip Jâ- k mahcubiyetin, utangaçlığın bu derecesi de fazla doğ- TUSu... Rahmi bütün bunlara; 5 z5ayım? derdi... Elimde de. ği)... Herkesin yaradılışı başka baç- kadır. Kimi çapkın ruhludur. Kimi kadınlara kafşı fazla yılışıktır. Kimi de benim gibi mahcup ve utangaçtır. Hakikaten dediği de doğru idi. Rah- mi gayet kendi halinde bir çocuktu. Şimdiye kadar hayatında tek bir ka- din macerâsı olmadığı söylertirdi. Te- sadüfen çok güzel bir kadınla göz gö- ze gelecek olsa hemen başını önüne eğterdi. Onun hiç bir kadına dikkatli dikkatli baktığı görülmemişti. Hayatı gayet muntazamdı. Ömrü günü daire- sile evi arasında geçerdi. İş ve semt arkadaşlarının içinde macera düşkünü, uçarı derece çapkın bekârlar vardı. Bunlar Rahmiyi kendi meclislerine sokmak için çok çalışıyorlardı. Bu be- kâr ve çapkın gençlere nazaran Rah- minin gözünü açmak lâzımdı. Fakat & Rahmi katiyen arkadaşlarının eğlen- İ ; dikodu ayuka çıkmıştı. Komşular eğer | cesine iştirak etmiyordu. O yalnız ar- kadaşlarının kenâisini hayretler içinde bırakan maceralarını dinlerdi. Onla- rın âşk meselelerinde gösterdikleri ce- sarete, cürete şaşar kslırdı. Hele semt arkadaşı Kadrinin aşk yo- Tunda kırdığı cevizler artık bini aş- mıştı. Rahmi onun haline baktıkça: — İyi doğrusu, diyordu, kadın ma» ceralarında bu kadar ileri gidiyor. Hakkında öyle dehşetli bir dedikodu O sene yaz başlangıcında doktorlar havatebdili için Rahminin sayfiyeye taşınmasını tavsiye ettiler. Rahmi dar bütçesile bir sayfiyede, büyük, eski bir konağın ancak küçük bir bölüğünü tuttu. Artık senelerdenberi ayni şekil- de sürüp giden hayatında bazı deği- şiklikler olmuştu. Şimdi akşamları dairesinden çıktık. tan sonra köprüden vapura biniyor, yazı geçireceği köye gidiyordu. Sabah. ları da güvertede güneşe #irtını verip tatlı tatlı, zevkli zevkli gazetesini oku- yordu. Fakat gene eskisi gibi yolda, vapurda, köyde hiç bir kadına dikkat- Je bakmıyordu. Yalnız bir bölüğünü tuttuğu köna- ğın öteki kiracısı genç bir kadındı. Rahmi onun adının Nuriye olduğnu işitmişti. Nuriye her bakımdan güzel bir kadındı. Genç kadın Rahminin meşhur utangaçlığını bildiği için on- dan kaçınmağa hiç de lüzum görmü- yordu. Meselâ oldukça açık saçık bir kıyafetle Rahmi ile müşterek olan bah. çeye çıktığı çok oluyordu. Rahmi ilk zamanlarda böyle vaziyetlerde bahçede dolaşan Nuriyeyi görmemezlikten ge- Tiyordu. Fakât pazar tatillerinde Rahminin » bâşka eğlencesi olmadığı için zamanını €vinin balkonunda kitap okumakla ge- girirdi, O zaman gözleri islemiye istemiye bâhçede dolaşan genç kadma takılır. d. Evvelâ kaçamak bakışlarla onu müşkülpesend heykeltraşlara model olacak derecede muntazamdı. Yavaş yavaş Nuriyeyi uzaktan sey- yetmek Rahmi için âdeta bir zevk hall. me gelmşiti. Genç kadın ona karşı pek Mtifatkâr davranıyordu. Bazen karşılaştıkları zâmân bir iki kelime konuştukları de oluyordu. Hat- tâ bir akşam üstü Nuriye bahçedeki Şardağın altında, küçük havuzun kar- Şısında bir çay sofrası kurmuştu, Bu pazvaş balkonunda oturan Rahmiy' bir çay içmek için çardağa davet etmişti, Rahmi büyük bir heyecanla bu da- veti kabul etti. O günü çardağın al- tanda, havuzun karşısında tatlı tatlı Konuşarak çaylarını içtiler. Nuriyenin kendi elile yaptığı pastaları yediler, hayatında bu kadar heyecan- Mi ve bu kadar mesud dakikalar geçir. diğini hatırlamıyordu. Nuriye ne tat. h,ne cıvıl cıvıl konuşuyordu, Onu din- bile büyük bir zevkti. Hele Nu- Tiyenin kurduğu çiçekli çay sofrası, kendi elile yaptığı pastalar ne kadar Afis olmuştu. Nuriye çayı bile başka ÇAPKIN ERKEK i türlü pişirmiş, gayet güzel demlen- dirmişti, Rahmi bu küçük çay sofrasındaki intizamdan bile Nuriyenin ne kadar mükemmel bir ev kadını olduğunu kes- tiriyordu. O günden sonra yavaş yavaş arala- onda tetli bir ahbaplık başlamıştı. Artık Rahminin en büyük zevki, en büyük ve en tatlı meşguliyeti güzel komşusu olmuştu. Akşamları müm. kün olduğu kadar köye erken gitme- ğe gayret ediyordu. Yolda, hattâ be- zen işinin başında hep Nuriyeyi düşt- nüyordu, İlerisi için bir tatım prog- ramlar, projeler yapıyordu. Nuriye ile ! hayatını birleştirecek olursa herhal- de pek mesud olâcağına keni idi. Bu kendisinin hayatında yegâne macerr- si olacaktı. Artık bahçedeki çay âlem- leri sıklaşmıştı. Hattâ bazı geceleri mehtapta Köşkün balkonunda karşı karşıya oturup birer sigara tellendir- dikleri de oluyordu. Rahmi Nuriyenin evini gördükten j sonra onun ne kadar muntazam bir ev kadını olduğunu büsbütün anlamıştı. Genç adam Nuriyeye karşı pek ciddi hisler beslemeğe başlamıştı, Lâkin semtteki komşular uzaktan onlârın bu ahbaplıklarını farketmişlerdi. De- ; çapkın bir adamın böyle bir macer i sına şahid olsalardı bunu tabii göre. , cekler bu kadar dedikodu yanmıyacak. lardı. Çünkü Rahminin en uçarı ârka- daşlarının, en aşiri maceraları bile bu derece dedikoduya yol açmamıştı. Fa- kat Rahmi gibi şimdiye kadar hiç bir macerasi işitilmemiş bir adamın bu hali dehşetli dedikodulara yol açmıştı, Arkadaşları ona: — Vay kâfir vay... diyorlardı, demek sen sarı saman altında su yürütüyor. sun ha... “— Fim... Sen ne yere bakan yürek yakan takımından mışsın yahu... Me- ğer sen ne uçarı « Kar- da yürür de izini ebili etmez cinsin den mişsin... — Demek balkonda mehtap âlemleri, bahçede çardak sefaları ha... Gidi çap- Dedikodu o derece alevlenmişti ki, Rahmi bunun önüne geçmek için tek- rar İstanbul cihetine taşındı. Nuriye ile de istemiye istemiye ahbaplığını kesmeğe mecbur oldu, Çünkü o dedi- kodudan çok korkârdı. Lükin olan olmuş, herkes bir kere dehşetli çapkın olarak tanımıştı. Rahmi bir kaç kere evlenmek istedi. Fakat osarı saman altında su yürütür. müş», «Karda yürür de izini belli et. mez mişo, «Çapkınmış. diye ona kimse kız vermedi... En çapkın arkadaşları evlendi. O evlenemedi... Mikmet Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Maçka, Taksim: İstiklâl cad- desinde Kemal Rebul, Kurtuluş cad- desinde A. Galapulo, Beyoğlu: Gala- tasaray, Posta sokağında Garih, Ga- lata; Topçular caddesinde Hidayet, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Haheroğ- | Sırrı Rasim, Şehremini; Ahmed taşta Hamdi, Üsküdar: Çarşıboyunda İtti- had, Heybeliada: Halk, Büyükoda: Şinasi Rıza, 133 Kes, 19/74 m. 15195 Kes. 3170 m. 9485 Kes ANKARA RADYOSU Çarşamba 22/3/9319 TÜRKİYE SAATİLE 1230: Program, 1235: Türk müziği «Pl. | 13: Memleket saat ayarı, jars, meteo- Yoloji haberleri, 13,15 - 14: Müzik (Riya- seticümhur bandosu - Şef: Ihsan Künçer) 1 - Ambroise « Zafer (Allegro), 2 -L Bicmant - Pikkolo (Küçük flüt için - bo- lero), 3 - A. Ponçhlelii - La Cyokonda Operasının balesi, 4 - Meyerbeer —- 14 Prophâte (Peygamber) operasından seçil- miş parçalar, 5 - R, Wrgner - Tanhöy- Zer operasının marş, 1830: Program, 1815: Müzik (Sololat - PL), 19: Konuşma, 19,15: Türk müziği (Fasıl heyeti) Celâl Tokses, Hakkı Der- man, Eşref Kadri, Hasan Gür, Hamdi Tokay, Basri Üfler, 20: Ajans, meteoro- j loji haberleri, ziraat borsası (fiat), 20,18: Türk müziği: (OÇalanlar; Fahire Fersan, Zühtü Bardakoğlu, Refik Fersan, Cevdet Çağla.» Okuyanlar: Sadi Haşses, Semahat Özdenses. 1 - Suzidil peşrevi, 2 - Tanburi Ali efendi - Suzldil ağır semai - Kani yadı lebinle, 3 - Nuri Halll Poyraz - Su- zidi) şar - Sevda elinin, 4 - Haşim be- yin - Suridi şarkı - Mesken oldu bize dağlar, 5 - Muhlis Sabahaddin - Hicaz- kâr şarkı - Çöban kızı, 6 - Osman Nis had - Nihavend şarkı - Fatma, 7 - Refik Fersanın - Hicaz şarkısı - Cihanda biri- cik sevdiğim, 8 - Refik Fersan - Hicaz şarki - Geçti rüya gibi, 9 - Sedad Öztop- rağın - Hüseyni aşiran şarkısı - O güzel gözlerie bakmasını bil, 10 - Saz semaisi, 21: Memleket saat ayarı, 21: Konuşma, 21415: Esham, tahvilât, kambiyo - nukud borsası (flat), 21,25: Neşeli plâklar - R., 2130: Temsii: İbnirrefik Ahmed Nuriyi anmak için, 22: Müzik (Küçük orkestra » Şef: Necip Aşkın) LI - Ziehrer - Aşık - Romans, 2 - Özernik - Dans eden kalb- Jer - Konser valsi, 3 - Brahms - Macar dansı No. 17, 4 - Schmalstiek - Ormanda aşk, 5 - Gabriel - Hafta nihayeti pazar gelir - Marş, 6 - Lindner - Bacchanele (Şarab ilâhı Bakös şerefine dans), 7 - Munkel - Venedik hatirası (Serenad), 8 - Dietrich - Fitreler (Marş) Weninger tertibi, 9 - Müller - Lapaloma şarkısı üze- rine fantezi, 23: Müzik (Cazband - PL), 2345 - 24: Son ajans haberleri ve yarınki program. Boldan sağa: 1 — Cografyayı güsteren lâvha » Eşya, 2 — Beygirin üstüne çıkmak. 3 — Istanbulun bir semt, 4 — Ampulü yakan kuvvet, 5 — Tersi eski bir çalgıdır - Geri ver- mek, & 6 — Işığın parlak bir yere çarpıp geri dör mesi. 7 — Bırakma - Tersi tekrsirlanıma adam yiyen vahşi olur, 8 — Sevda - LâyIk. $ — Pecilik - Koğmaktan emir, 10 — Yunanistanda spor yapılan dağ - Sonuna *Ö» gelirse weu çen- geli iğne olur. Yukarıdan aşağı: i — Havadis < Bir hastalık. 2 — İmalâtnane - Bir âzamız. 3 — Bir Musevi kadın İsmi - Ald. 4 — Hororun şepkası - İkindi ile yatsı arası. 5 — Sant işlerken bu ses çıkar - Mah- faza, 6 — Sonuna «Te gelirse bir cins kömüğ olur - Tersi yeşiliktir. 7 — Kurulmuş pofra, 8 — Yazı talim etmek, Bir renk - Makine işleten bir mayi, Sabah kahvaltı levazımatından. Geçen bulmacamızın balli Soldan sağa: 1 — Cümhuriyet, 2 — Âzd, Riya, 3 Zürafa, Zan, 4 — İmlaya, Rı, 6 — Ki, Er- kam, 6 - Esaret, Aba, 7 — Zas, İrak 8 — Ak, Najmi, $ — Şumpanya, 10 — Zai, Laik. Yukarıdan aşağı: 1 — Caxibelarz, 2 — Üzüm, 3 — Mara- kaz, Şi, 4 — Alirana, $ — Urfa, Bsami, 6 — Rinyet, İp, 7 — İy, Ar, İmal 8 .— Yaz, Karina, 9 — Araba, Yi, 19 — Tanı- mak, Ak, Baş, Diş, Nezle, Grip, Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser, BARŞAŞAŞAŞN İcabında TARİHİ e Yazan: İSKENDER F. SERTELLİ NA ROMAN Tefrika No, 88 Same, incileri bulmuştu. Sunglu çoban, Moğollara: Mabudun gazabından kurtulamıyacaksınız ! diyordu (Tsin) nehri kenarında bulunan bir define Samo o gece çadırmda uyuyami- yordu. Etrafa koşturduğu atlılar gece ya- rısına doğru eli boş döndüler: — Sinvur'u bulamadık Dediler. Samo bağırıyordu: — Köylülere sormadımz mı? — Sorduk. Tanımıyorlar. Böyle bir adam görmediklerini söylüyorlar. Atsu lâfa karıştı: — Buradaki köylerde Sunglar otu- ruyorsa, muhakkak ki, Sinvur'un yo- Yunu onlar kesmşitir. Ben Sung köy- Jülerinin ne kadar gözü açık insan- Jar olduğunu bilirim. Samo: — Onu yarın sabah behemehal bulmalıyız, dedi, köylüler gene gör“ mediklerini söylerlerse, köyleri ateş- leyiniz! Samo sabaha karşı güçlükle uyu- yabilmişti. Güneş doğuyordu. Moğollar - ortalık aydınlanınca « tekrar sahile indiler. Akıncılann bir kısmı istirahat ediyor, diğer kısmı nehre balık avlamağa iniyordu. Sinvuru aramağa gidenler, güneş doğmadan köylere akmışlardı. Sinrurun izini göstermiyen köy- ler - Samonun emrile - ateşlenecekti. Moğol atlılar: ertesi sabah Sinvuru Bu sırada nehir boylarında balık avlamağa çalışan akıncılardan biri, gırtlağı koparcasına bağırmağa bas- Jadı: — Burada bir define var. Komuta- na haber veriniz! Moğol yabitleri sahile koşuştular. Balık avlıyanların sepetleri, suyun içinden balık yerine bir çok mücev- herler ve kıymetli taşlarla dolu ola- rak çıkıyordu. Moğol zabitleri, balık etralını sarmışlardı. Samo nehir kenarına koştu. Su- dan çıkan mücevherlere baktı: — Bunlar eski Sungkıralı (Ha- Ti) nin hazinesine elddir, dedi, o Cengiz hana esir düşmemek için memleketinden hazinesini alıp kâaç- mıştı. Cengiz onu (Tsin) boylarında kıstırdı. (Ha - 'Ti) yakalanacağın anlayınca, ilkönce evlâdlarını, daha sonra hazinesini nehre atmıştı. Ken- disi de bu nehirde boğulmuştur. Samo bu sözleri söylerken, balık avcıları mütemadiyen sudan sepet sepet mücevher çıkarıyorlardı. Samo avcılara sordu: — İçinizde iyi yüzmek bilen yok mu? Moğollardan biri atıldı: — Ben bütün gençliğimi nehir boy- larında geçirdim. Suyun içinde, ka- rada yürür gibi dolaşmasını bilirim. — Pek âlâ. Öyleyse hemen suya atıl. ve nehrin dibindeki hazimeyi yukarı taşımağa çalış! Samo, avcıları sevindirmek ilâve etti: Çıkaracağınız mücevherlerin en değerlisini size hediye edeceğim. Bunu duyan avcılardan bir kaçı daha soyunarak, nehre daldılar, Samo nehir boyundan aynlamı- yordu. Bu hazineden onun da bekle- diği bir şey vardı. Arkadaşına yavaş yavaş anlatıyordu: — Sung kıralının kızı ozâman en değerli gerdanlığa malikti. Bu ger- danlığın üzerinde doksan dokuz ta- ne iri inci vardı. Bu incilerin her biri, bir genç kadmın göz yaşından hasıl olmuştur, derler. Sunglar bu gerdanlığı düşman eline düşürme. mek için, asırlarca Çinlilerle çarpış- mışlardı. İnci gerdanlık Sunglar ara- sında kraldan krala geçerek, niha- yet (Ha - Ti) nin güzel kızının boy- nunda kalmıştı. Eğer (Ha - Ti) bu gerdanlığı da nehre atmişsa, onu her halde bulacağız. — Böyle büyük değeri olan bir gerdanlık ancak sana lâyıktır, Samo! avcılarının için, başını : günde 3 kaşe alınabilir. MAYAN HANAMN | — Tav. Den böyle değerli bir ger Vi mi » z U N danlığı muhafaza edemem. Karm olsaydı, belki ona hediye etmeyi dü- şünürdüm. Onu bulursak, ben alacâ- ğım. Fakat, Turtkinaya hediye et- mek üzere... Atsu: gülmeğe başladı: — imparatoriçenin hazinesi dün- yanın en kıymetli mücevherlerle do- Yudur. Ona götürürsen, yazık olur, Samo! Onu sen sakla... Belki bir gün lâzım olur sana! Dalgıçlar mütemadiyen suya dalıp, her çıkışlarınd kucak kucak mücev- her çıkarıyorlardı. Samo bunları birer birer geçirerek: Beklediğim inci gerdanlık çık- madı. Diye söyleniyordu. Atsu da meraka düşmüştü. Doksan dokuz genç kadının gözyaşından (1) hasıl olan bu değerli gerdanlık acaba kime nasib olacaktı? Samo (Tsin) boylarında kaybetti- ği Sinvuru düşünürken, Sung kiralı- nım değerli gerdanlığını da ihmal et- miyor, onu elde etmeğe çalışıyordu. * ” gözden Göz yaşından hasıl olan inciler!... Dalgıçlar iki gün sıra İle nehre da- ıp çıktılar ve her çıkışlarında bir çok mücevher çıkardılar. Sung kıralının meşhur incileri bir türlü meydana çıkmıyordu. Acaba onları başkaları mı çalmıştı? Yoksa bu değerli inci- )er suyun , altında kaybolup git- miş miydi? Samo: «Buraya kadar gelmişken, bu İncileri elde etmeden geçip gitmek doğru değil: diyor ve dalgıçlar gayrete getiriyor, onlara sudan çıkan mücevherlerden bir çok hediyeler veriyordu. Bir gün nehir kenarında dolaşan bir ihtiyar çobana rasladılar. Bu, Sunglu bir fakirdi. Moğollar bu ihti- yar adamı yakalayıp getirdiler. — Sen, Sung kıralının incilerini nereye attığını biliyor musun Bilir. sen bize söyle, sana çok değerli hedi- yeler vereceğiz. Dediler. İhtiyar çoban, Moğollara cevab verdi; — «Ha Tiş nin incilerini boşuna arıyorsunuz. Onlar gözyaşından ha- sıl olmuş ineilerdir. İnsanların vak. tile akan gözyaşlarını toplamak nâ- sıl imkânsız ise, bu incileri de elde et- meğe çalışmak gülünç olur. Boş yere gayret ve emek sarlediyorsunuz! On- Jar, Tsin nehrinin koynunda coktan eriyip mahvolmiştur. Samö çobanın yüzüne baktı. — Sen nerelisin? Diye sordu. İhtiyar çobanın çok mânalı bakış- Jarı vardı. Gözlerinden, bir çok şey- ler bildiği anlaşılıyordu. Çoban: — Şan-Ton'luyum. Dedi. Samo; çobanla konuşmağa başladı: gü — Buralarda ne işin var? — Vaktile bende büyük bir adam- dım. (Ha - Ti) çocuklarımı kestirdik. ten sonra kendimi dağların koynuna attım. O zamandanberi şehirlerden ve insanlardan uzak yaşarım. — Kıral, çocuklarını neden kestirdi? (Arkası var) (1) Bir Çin efsanesine göre, Sung ker biricik kısın: çok severdi. Bir gün mabed- den dönerken, (Ha - Ti) nin kulağına hâtiften bir ses Irişti: «Kızının ömrünün uzun olması İçin, mabuda doksan dokur memlekette ne kadar dul kadın varsa, hepsini saraya getirtti, Bunların içinden doksan dokuzunu seçti. Allelerine hediye- Jer ve paralar vererek hepsini satın alıp sarayda alıkoydu. Dul kadınlar kurban gideceklerini anla- yınca ağlamağa başladılar. Kral bir gün girdiği zaman, kulağına bir ses daha aksetti: «Mabud, kurbanlarını istiyor. Onların gösyaşından birer İnel hasl olmuştur. Bu ineileri bir ipe diz ve kızının boynuna As!» Kral hazinesinde dolaşırken incileri buldu. kızının boynu- na astı. Kral, o günden sonra, ömrü uzun olucağına inanmış