AŞK VE MACERA NUVEL &arip bir mahlük | Leylâ ile oynar, bahçede çamurdan köfteler, bebekler yapardık. Hakikati söylemek lâzımsa, çocukken onu hiç sevmezdim. Hattâ sık sık ta kavga ederdik. Kendisini, bütün husuüsiyetlerine kadar, çok iyi tanırım. On yaşınday- ken. Leylâ, cemiyet içindeki kıyme- tini anladı. Güzel yeşil gözleri, altın gibi sar: saçları olduğunu farketti, Sokakta yürüdüğü zaman, gelip geçenler ona döner; ona bakarak: Maşallah, Ne güzel kız! - diye mırıldanırdı. Ve İçlerinden bazıları: — Garib hahi bir kız! - diye söy- Tenirdi. Leylâ, bütün bu sözlere dikkat tder ve kendi kendine şöyle düşü- mürdü: «— Ben garib halli şaml..s Ve sonra aynada uzun uzun ken- dine bakarak ilâve ederdi; «— Hakikaten... var.» yleydi de... Teninin mat beyaz- Yığı, gayet açık sarı olan saçları, gizli mânalarla dolu yeşil gözleri pek hoş görünmekle beraber, korkutucuydu- Jar. On i&i yaşındayken bu küçük kız, çekmesinde renk renk kurdelâ sak- lar, bunlardan her birini takışmda sanki gözlerinin rengi de bukalemun gibi değişirdi. İlk zamanlar bunları tesadüfi ola- rak yaptıysa da sonraları artık usta- Jaştı; O günkü hâleti ruhiyesine uyan renkleri seçerek gözlerini de is- tediği ahenge sokmağa başlamıştı. Bakışlarını ustalıkla idare ediyor- du. Gitgide ralcülüğe, ruhi sahte- kârlığa tamamile alıştı. Bütün mâ- nasile gârib bir mahlük olmağa ka- rar verdi. Mademki hiç kimseye ben- »emiyordu. orijinal bir insan ola caktı! bir kızmı- Garib bir çehrem Komşu oturuyorduk. Kardeşim Orhanla ben, daima Annesinin bir çok dostları varmış diye bâhsederlerdi. Babası da sar- hoşluktan ölmüş... Leylânın terbi- yesiyle hiç kimse esaslı surette meş- gul olmuyordu. Kızcağız, hareketlerini sevki tabil- | lerine uydurarak kendine şekil ver- meğe çalıştı. Okuduğu garib macera romanları da buna yardım etti, Hayatta insanların iki şahsiyeti ol- duğuna kanidi: Âlemden gizlenen ve Aleme gösterilen taraflar... İçtimai mürsiliğin ne olduğunu bu suretle anlayınca, herkese benze- mek istemediği için iki yüzlülüğün- den nefret etti. O günden itibaren de etrafa istihfafla baktı. Büyüdükçe romanlardan da tik- sindi. Çünkü bunları âlem okuyor! Müfrit ahlâkçıların ekşimiş ruhla- yından çıkan eserleri, mide sancısı çeken mariz ediplerin şiirleri, ayni hâleti ruhiyedeki filozofların fikirle. ri, Leylânın bilginliğini tamamladı. — Ben garib bir mahlükum! « der- di. Halbuki biçare kız, bu büyük fi kirlerden gıda aldığını sandığı hal- de bunları ancak bir sırmalı elbise gibi sırtında taşıyordu. Benliğinin derinliği bomboştu. — Dünya yüzünde, insanların yap- tığı her şey kötüdür. Fevkalâdeliğe erişmek İçin, cemiyetin tavsiye ettiği her şeyi bilmek ve tersini yapmak ge- rektir! Bu sözleri sevimli ve sıcak bir ses. le ssöyliyerek, etrafındakileri dehşe- te düşürürdü. Sonra, ciddiyetle ilâ- ve ederdi: — Ben bütün kaidelere karşı âsi bir insanım! Bü mazariyeleri, ilk zamanlar, eâleme hayret vermek için söylerdi. Fakat sonra bunları tekrarlıya tek- rarlıya, fikirlerine hürmet etmeğe ve alışmağa başladı. Zira (gençliğin »ne olursa olsun - samimi bir hisse Mhtiyacı vardır. Leylâ büyüdü. Günden güne ken- dini beğeniyordu. Gece yatmazdan €vel, aynanın önünde saatlerce vücu- dünü seyreder, parlak cama akseden hayaline, hayali öpücükler gönderirdi, Artık kati kararını vermişti: Rezalet... Elâlem... Kanun... Hep- sl ona viz gelecekti... O yaşayacak- tı... Mükemmel surette yaşaya- caktı... . Mademki yıkıcı, bozucu, cemiyeti altüst edici eserler yazanuyordu, bü- tün ruhile uğraşıp şahsiyetini kah- rTaman haline sokacaktı. Bu, daha mükemmel bir iş?... — Yaşamak O kadar banal ki... İnsan öyle sıkılıyor Ki... Hayatı mümkün mertebe güçleş- tirmeğe çalışıyor; en ufak vakaları, tiyatro sahneleri gibi dramlaşlırı- yordu. Bu sayede kuvvetli heyecanlar du- yabiliyordu. Hayalinde istikbali için yüksek ve garib mevkiler düşünüyor- du. Onun kürrei arz üzerinden ge- çişini oasirlaren yadetmeliydiler... Niçin olmasını?... Mademki bi in- sanlardan hariç şekilde düşünüyor- du... Bir kahraman olmağa karar verdi, Fakat nasıl bir dramın, nasıl bir ro- manın kahramanı?... Hattâ sempatik rolü kendi üzerine mi alacağını bil miyordu. Ya rezilâne aşklarile, yahut da azametli soğukluğiyle âlemden ayrı- Jacaktı! Bu fikirlerinin bepsini bana anlatır. dı. Açılmak ihtiyacından dej her- kesin zıddına olarak böyle fikirleri söylemek zevkile konuşuyordu. Zaten seneler İerledikçe ben onun sırdaşı olmuştum. Bütün insanlara tercih ettiği bir ağabeyi halindeydim, Artık bütün müânssile delikanlıyâım. Günün birinde nezaket olsun diye Leylâya kur yapmağa kalktım. — Aman ne ülelâdedik!... — - diye beni itti. Yanımda gömlekle dolaşır, sonra gülerek: Abdal düşünceli insanlar bu hali görseler kimbilir nasıl tenkid eder?.., - derdi. Gençtim; tablatile coşuyordum. Halimi sezerek beni büsbütün kış- kırtmağa çalışıyor; fakat ertesi gün, müstehzi bir eda ile; — Ah azizim, sana bakıp cidden müteessir oluyorum. Ben ki seni di- gerlerinden bambaşka sanırdım!.., diyordu Lâkin ben, onun yarı çıplaklığı te- $irile geceleri uykumu kaçırdım ve âşık olmağa başladım. Kendisine bunu söylediğim zaman kahkahalarla gülerek: — Amma tuhaf... Ben sevilen ka- dınlardan değilim ki... - dedi, — Sen mi? —'Tabil!... Bana perestiş edilir... Yanlış bir yol tuttuğumu anladım. O günden itibaren lâkayd tavırlar takındım. Bu hal onu sinirlendirmeğe başladı. Beni her gördükçe: —E, azizim?... Aşkım ne halde?... » diye soruyordu. — Azalıyor, uçuyor... Ben filozof — Yalan söylüyorsun... Pekâlâ bi- Jirim ki ben insanları deli ederim, O gün karşımda soyunup havuza girdi. Ve çıktığı zaman kendisini ku- Tulamamı emretti. Bu arzusunu, bir ihtiyar sütne lâ- kaydısiyle yerine getirdim. Büyük bir ciddiyetle; — Rahat giyinebilmem için, “bir köşeye çekil, arkanı dön! - dedi, Bu soğukluğu, erkeklik şerefimi in- citi, Sanki ona karşı hiç bir hissim yokmuş gibi, bir sigara yakarak lâ- kayıd adımlarla uzaklaştım. Bir kaç dakika sonra yanıma gel- diği zaman, mübim bir karar vermiş de bildiriyormuş tavrile; — Hoşüma gidiyorsun! Bu husus- da düşüneceğim! - Halbukibende deâaksi bir fikir uyanmağa başlamıştı. İstanbuldaki evimize döndük. Bütün mevsim Leylâdan hiç bir haber almadım. Onu âdetâ düşünme. meğe başlamıştım ki, ilkbaharda bir mektubu geldi. Benimle mühim bir şey hakkında Konuşmak istediğini, s2- at üçte yazıhaneme geleceğini bildi. l | riyordu. Kadınların âdetleri hilâfına olarak, tan saatinde geldi. İçeri girdi, üs- tünde gayet uzun ve bütün vücudü- nu kaplıyan bir manto vardı, Otur- du. Şapkasını çıkardı. — Sanâ mühim bir havadis verme- ğe geldim... Evleniyorum... - dedi. — Ya?.. -— Uzun uzadıya tebrike hacet yok... Bana pereştiş eden zengin bir abda- Ja varıyorum... Aşkının kuvvetini tecrübe etmek için ona saf olarak gelmediğimi söyledim. Kendisinden evvel bir dostum olduğunu itiraf et- tim. Ağladı ve katlandı. Demek ki beni hakikaten seviyor. Bünun üze. rine karar verdim... Fakat kendisine yalan söylemiş olmak İstemiyorum. Sana geliyorum. Sakin hareketle karttı, Yüzü ve gözleri heyecansız ve eid. di. Kendisini hayretle temaşa edişi- me baktı. Ve sonra sadece: — Garip bir mahlükum! Değil mi? » dedi. mantosunu Çi ... Leylâ bâna kendisini vermişti. Fa- kat akabinde gene benden uzaklaş- tı. Her zaman her kesin yaptığı gi- — Seni tekrar ne vakit göreceğim- | « dediğim zaman: « Asla... verdi, — Nasıl? Hiç görmiyecek miyim? — Bu seferki gibi, asla!.. Mas mafih, davetlerde, ziyafetlerde gö- rüşürüz... Arasıra resmen evime gelirsin. Hiç bir vakit! - cevabını * «Beni sevmek kâfi değil! Bana perestiş etmeli!» — Ne demek istiyorsun? — Demek istiyorum ki, azizim, bu münasebeti unutmalısın... Bu iş bu- rada bitecek... Nezaket gösterip bu- nu unutmanı senden rica ederim; Elini uzattı. Eğhip hürmetle Da İçimden fena halde kızmıştımı. Öfke- mi anlamış olacak ki, müsamahayla gülümsiyerek: — Her kes gibi düşünme... Beni üzmek istemezsen temiz bir arkadaş kalalım... — Ne garip mahlüksun... » dedim, Bir kaç gün sonra kendisini ziya. ret ettiğim zaman, müstakbel zevci hakkında izahat istedim: — Çok mu zengin? — Hayır ancak yirmi otuz bin lira- 81 var, — Benim gbi. — Evet... Zaten sana da çok ben. ziyor... Ayni gözler, ayni bey, Birdenbire, gerip gir fikir aklıma geldi: Fakat derhal o düşünceyi di- mağımdan uzaklaştırmağa çalıştım. Gayri ihtiyari tekrar sordum: — Sesi de benziyor mu? — Benziyor. Helecanla yerimden fırladım. Ley- Mi: — Ne var, azizim? - dedi. — Benimle alay ediyorsun galiba... . Bu adamın ismi ne? — Bul —Kollarından yakalıyarak, sars- başladım. - Soğuk ve müstehzi bir eda ile beni itti. — Ne hakla beni tartaklıyorsun... hı helecanlı düşünüyordum. Bu kız, her şeyi yapmağa kadirdi. Beni karşılıyan hizmetçi: — Biraderiniz sizi salonda bekliyor! » dedi. O sırada kardeşim sofaya çıkarak: — Sana bir havadis vermeğe gel- dim. Evleniyorum! - dedi. — Kiminle? — İsmini sorma... Söylemiyeceğimi kendisine vadettim... Arama, aile dost larımız arasındadır. Sen de onu tanır- sın. Düğün müğün arzu etmiyor. Ba- sit bir nikâh yapacağız. Onu çıldıra- sıya seviyorum. — Orhan! Bana baki... kız, Leylâ olmasın sakın? — Bunu sana kim söyledi?... — Hiç... Şüphelendim. Evet... İyi keşfetmişsin... ile evleniyorum Bu sözleri öyle kati bir sesle söylü- yordu ki, arzusunun önüne muhak- kak ki geçemezdim. Hayatta pek az çapkınlık yapmış olan kardeşim, bel- ki, bütün manasile güzel Leylânm cazibesine kapılmıştı. — Bu işe çoktan mı karar verdin? — On beş gün oluyor... Düşündüm: Leylâ on dört gün evvel metresim olmuştu. Demek kardeşimle evlenme- ğe karar verir vermez bana gelmiş ve bir emri vaki yap- Alacağın Leylâ seyirci vaziyetinde kalıp bakıyordu. Orhanla ben ona mükemmel bir ko- medi teşkil ede cektir. «— Sen nişan- ımsın... Sen dos- tumsun!... Aranız- da beni payla- şan!..> diyecek ve imei bekliye- ga yipmaliydin? Her şeyi söyle- mek mi?... Bir ka- dının sırrmı orta- ya dökmek mi?... Filhakikâ Leylâ sırı saklanacak # mahlüklardan de gildi. Mükemme- Ten söylerdim anı- ma, kardeşim beni korkutuyordu. Eve döner dönmez bey- nine bir kurşun sikması ihtimâli pek çoktu. Ve çapkın kız, bu neticeden memnun olarak: ,- Bir erkek benim için intihar et- ti! » diyecekti. Bununla da ötede beride öğünecek- LU” Ağamı açamamak öfkesiyle, heye- canla, Orhanin karşısında titreye tit- reye: — İyi düşün! - dedim. - Bü izdiva- cı beğenmiyorum. Neticelerinden kor- Küyornin. e sana göre kadın de- Bam O, böyle bir hayata ile MAZ. — İstifamı vereceğim! — İstikbalini mahvedeceksin! — Mesud olacağım... Sana ne? — Müsaade et de bir şey söyliye- yim... Leylâ!... Eminmisin? — Neden? — Mazisinden... Kaşları çatıldı. — Herşeyini biliyorum... - dedi. Başımı çevirdim. Yanıma yaklaştı ve boğuk bir ses- de sordu: — Riçin böyle bir suale ihtiyaç gör- dün? Bir şey mi duydun? — Yok... Amma... Yani... — Söyle... — Ne bileyim, zannediyorum ki... — Bir şey bildiğin yok... Tahmin seninkisi! — İşte tamam... Tahmin... İyi anla- din... Tahmin,.. — Elde vesika olmaksızın böyle hü- kümler yürütmene müsaade etmem... — Peki amma ya bu kadın... — Genç bir kıza ekadın. tabirini kullanamazsın. — Orasını Allah bilir. Orhan koll&rımi yakaladı. Ve öfke- Mi öfkeli: — Evet genç kiz, temiz bir genç kız... Böyle bilindiğini, öyle olduğunu istiyorum... Değilse bile orası bana alddir... Hususi işlerime bumunu sök» ma... — Amma kardeşim, senin bu halı den bir şeylere vakıf olduğun anlaşı iyor. — Vakıfım... Pek alâ... Ben senin gibi kurnazlıklardan anlamam... Tah- unda müstetirlerden de hoşlanmam... Evet biliyorum... Leylâ bir hata işle- miş... Lâkin ruhan namuslu bir kız... Bana her şeyi dosdoğru söyledi. Ne zaman? — Nişanlandığımız gün. Demek Leylâ bana yalan söyieme- mişti, Kabahati tasmim eder etmez. işlenmemiş bir suçu itiraf etmişti. — Böyle bir kızı nasıl kabul edi- yorsun? — Affediyorum. — Erkeğin ismini söyledi mi sana? — Öğrenmesini istemem... Bilsem © herifi öldürürüm, Aramızda, bana saatlar kadar uzun gelen, on dakikulık bir suküt oldu. Orhan, odada öfkeli adımlarla yürü. yordu. Sonru hiddetle bağırdı: — Nereden biliyorsun? Kim sana Söyledi? O erkekden başka bilen yok- muş... Demek adam başboğazlık etti. Eğtr böyle bir şey yapdıysa geberti- rim... Söyle; Kim haber verdi? — Bana her şeyi anlatan Leylâdır. A... Sahi.,. Sen onun sırdaş'sın; arkadaşısın!.... Fakat namusuna tev- di edilen bir sırrı böyle muhafaza et- miyeceğini doğrusu ummazdım. — Ben... Sus!... Gayet iğrenç bir rol oyna- dığını sana haber vereyim... Senin yerinde olsaydım, alçaklık yaptığımı anlardım. Öfkeyle az daha her şeyi ağzımdan kâçıracaklım, Fakat o, kapıyı vurup çaktı, gitti. Ekseriyü insanlar düşünmek baha- nesile, saatlerce, kımıldamadan du- rurlar; ve fikirlerini işletemezler. Bir sanat kadar koltuğumda Olur. dum. Leylâya gidecek (oyalvaracaktım. Yaptığı cinayeti söyliyecek. bundan vazgeçmesi için ısrar edecektim. Pek ümid yoktu amma, gene gittim. Beni epi bekletti, İlk cümlemi şu sözlerle keşti; Söylemek istediğinizi anlamak- tan korkuyorum. Bir dostum oldu- ğunu iddia edeceksiniz galiba... — Öyle yönü — Aldanıyorsunuz, azizim, — Ne? Yüzüme karşı mi inkâra kalkıyorsunuz? — Namuslu olsaydınız, sizde be- nim gibi inkâr ederdiniz. Sonra azemetle bana bakarak: — Terbiyeli bir adam böyle şeyleri unutur. Bilhassa vaad etmiş olursa... — Püf!... Sizin gibi mahlüklara edilen vaadler! — Cüretiniz alçaklıkla karışıyor, beyefendi!... Beni müdafaasız bir ka- dın telâkki ediyor, hücum ediyorsu- nuz. Fakat aldanıyorsunuz. Yan odaya geçen kapıyı açarak seslendi: — Gelin! Kardeşim iççri girdi. Genç kız: — Orhan? - dedi. - Bu. beklemedi- ğim bir tesadüf oldu. Fakat isabeti... Çünkü ben açık vaziyetleri severim. Bir an sustu ve sahnede rol oynu- yormuş gibi, iki adım attı. Tekrar: (Devamı 13 üncü sahifede) Nakieden: (Vâ - Xü)