#NtaRDUİ- is Mudanya Bursa YOL SOHBETLERİ Mudanyaya hareket eden vapur nereden kalkar ? - Her yerde ayni noksan: Teşkilâtsızlık - Dil ve edebiyata dair düşünceler - Mudanya Bursa a he nı söylemişlerdi. «Ye kürküm ye» dün- yası olacak ki, bizim otomobil ile gel- “diğimizi görünce daha dış kapıdan ş0- före işaret verdiler: Galata rihtımına! Yaya gelenlerse kapalı bilet kişesi ha açıldı, ha açılacak diye yarım saat, üç «çeyrek saat ayakta bekledikten sonra vapurun Galata rıhtımında olduğunu haber almışlar; bu da: «Yaya kalan dona kalır» dünyası olsa gerek. Mu- danyaya hareket edecek vapurun ka rarlaştırılmış bir tek yerde yolcu bek- lemesi çok yerinde bir iş sayılmalıdır. Kararsızlıktan edilecek şikâyetler, mübalâgalı da olsa, haklı görülür. Haklı şikâyetlerden her müessese sâ- kınmalıdır. Galata rıhlımına her ya- ya gelen bu kararsızlıktan şikâyet ediyordu... si Beyaz saçlı, beyaz sakallı bir dilen- ci: «Şükret ki bugünlere eriştik. de- di; sonra avucunu açtı: «Beş kuruş veri» isteğini yerine getirdim ve SOr- dum: «Bugünlere eriştiğime neden şükredeyim?» ihtiyar ak sakalını si- vazladı: «Bizim zamanımızda Mudan- decek gemiler insanları hay- ü rile beraber, bir arada gü- vertelerine doldururlar, şubat ayla- rında da Bozburnunu ya aşarlat ya aşamazlardı. Perşembe kalkacak de- nirdi, cumartesiyi bulurduk, Altı sa- atte Mudanyaya varır derlerdi, on iki #aati geçip yirmi saati bulduğumuz çok olurdu. Martı gibi gemilerde üç saatte Mudanyayı boyluyorsunuz...» *.: Beş kuruş verdim, alnının terile ek- meğini kazanan kumral saçlı bir ço- cuktan gazete aldım ve dedim ki: «Sakın bu göze güzel görünen, Mu- danyaya üç saatte ulaşan rahat va- pura biniyorum diye şükretme. Ben bir zamanlar Büyükadaya iki buçuk süatle varan yandan çarklı vapurlara bindiğim zaman, benden evvelkiler on saatte kayıkla gidiyormuş diye, şük. olunda otobüs yarışları - Bursa kelepiri: uşluk ağızlık otuz kuruşa ? Yazan: SELÂMI SEDES retmedim. Eğer şükretseydik bugün Büyüksdaya bir santte varamazdık. Bugün İstanbuldan Mudanya üç saatlik değil, bir buçuk saatlik yol. dur; Büyükadaya nihayet on beş da- kikada varmalıyız.» Çocuk beni şöyle bir süzdü de; «Bey ağabey dedi, bunu sen söylüyorsun; yeryüzündeki hız re- korları bu hizla kırılmakta devâm ederse benim oğlum bu dediğin zama- ni da uzun bulacak!...» ”.. Kör değneğini bellemiş gibi mües- seselerimiz de müşterilerini, belediye- lerimiz havaları bellemiş. * Nasıl ha- valar lüzumundan fazla bozduğu, fazla kar düşüp yağmur sel getirdiği zaman belediyelerimizin temizlik teş. kilâtı eti böğründe kalıyorsa, kazanç müesseselerimize de alışkan oldukları müşteriden fazlaşı gelince afalhyor- lar. Nasıl yolları basan sel, geçidleri kapatan kar önünde temizlik işleri yok oluyorsa, fazla yolcu alan vapur- larda da garson çağırmağa mahsus zil orta oyunu peşekârının elindeki gakşağa dönüyor: Lüzumsuzlaşıyor. Zile basıyorsunuz, garson gelecek yer. de büfenin kepengi kalkıyor, bir baş uzanıyor, aranıyor. Sesleniyorsunuz: Bir çay! baş geri çekiliyor, kepenk ka- panıyor, bir ses çınlıyor: Yemek sülo- nuna bir çay!,.. Meşhur fıkradır; Ada- mın biri lokantada garsonu çağırır, garson da her çağrılışta: «Buyrun efendim... Şimdi geliyorum efendim» der ve gelmezmiş. Nihayet lokanta ten- halaşınca gelip hesap istemiş: «Ne ye- diniz?» adam hiç istifini bozmamış, soğukkanlılıkla cevap vermiş: «İki por- siyon buyrun efendim ile üç porsiyon şimdi geliyorum efendim...» Kıymetil boğaz kulak mütehassısı Ekrem Behcet de içmek İstediği bir kadeh vermutun hesabını işte böyle verdi. .. Vapurumuz Sarâyburnundan açılır açılmaz kamarada üç parti teşekkül etti: Edebiyatçılar, bezikçiler, sessiz- ler. Konuşmayanlar çokluk; pencere kenarlarındaki ikişer kişilik rahat ka- napelere yaslanmışlar etrafı uyukluyorlar. Eezikçiler azlık; bir masanın etrafına sıralanmışlar aile oyunu oynuyorlar, kaybeden kahve paralarını verecek. Edebiyatçılar ka- rışık bir parti, doktorlar, öğretmen- ler, iktisatçılar, içtimaiyatçılar, mus harrirler. Söz Marakazın etimolojisin. den açıldı... İki de kulak misafiri var: Biri «Akşamum yazı işleri yardımcısı 'Hilâli, öteki eski muharrir, yeni Me- rinos direktörü Safi Arel, Safi «İskete Hakkın adlı bir tek bikâyesile meşhur. dur. Geçenlerde Fransa, hayatında bir tek sonne yazmış olan Arverin bu tek sonne'sinin yüzüncü yılımı kut- ladı, Dilerim yetmiş beş sene sonra da Türkiye, «İskete Hakkısnın yüzün- cü yılını kutlasın. Ne diyordum? Sözün nereden açi dığıni söylüyordum değil mi? (Devamı 8 inci sahifede) Asya vapur Paşabahçe önünde nasıl battı? Suçlular: “Bizim kabahatimiz yok, vapur kendi kendine su aldı,, diyorlar Paşabahçe önünde demirli ve İstan- bul beşinci icra dairesince haczedilmiş olan Asya vapurunun içindeki eşya- yı ve demirleri çaldıktan sonra vapu- ru batırmak suretile liman içinde korsanlık yapmaktan maznun Nuri, Hasan, Şevket ve Alinin muhakeme- lerine dün ağırceza mahkemesinde başlanmıştır. Yapılan tahkikata nazaran bun- lardan Hasan ötede beride kendisi- Din Asya vapuruna tayin edildiğini söyliyerek bazı kimseleri kandırdık- tan sonra Nuri, Şevket ve Ali ile bir- leşip hazırladıkları plân dairesinde gemiye gitmişler ve geminin içindeki eşya ile makine, demir, bakır kısım- larını söküp muhtelif zamanlarda sandalla dışarı çıkarmışlar, satmış- lardır. Bir gün yine Hasan arkadaşı Nurinin sandalile Asya vapurundan aldığı vapur pusulasını Beykozda gö- türdüğü sırada gümrük memurları şüphelenerek iskelede kendisini ya- kalamışlar ve bu suretle hırsızlık mey» dana çıkmıştır. Hasanın verdiği ifa- de üzerine memurlar derhal — Asya vapuruna gitmişler ve orada da Şev- ketle Aliyi yakalamışlardır. Son tahkikatın açılmasına dair kararnamede vaka bu suretle anlatı- Jarak bu dört mazmunun Asya vapu- rTunu soydukları ve sonra da suçlarmı örtmek için vapurun demir musluk- larını kesmek suretile batırdıkları sa- bit olduğundan bu iki suçtan dolayı cezalandırılmaları isteniliyordu. Ev- rak okunduktan sonra İsticvab edi- len maznunlardan Nuri şunları söy- ledi: — Ben Beykozda sandalcıyım, Es- kiden tanıdığım Hasan bir gün bana geldi ve kendisinin yedinci icra dai- resi tarafından Asya vâpuruna bekçi tayin edildiğini söyliyerek kendisini vapura götürmemi istedi. Beraber vapura gittik. Bundan yirmi beş gün kadar sonra Hasan diğer iki arkada- şile beraber geldi ve yine üçünü alıp vapura götürdüm. Birkaç gün sonra yine Asya vapuruna götürdüğüm Hasan bana oradan çuvallar içinde demirler verdi, bunları Galatada Şevkete götürüp teslim etmemi söy- ledi, Onları Şevkete götürdüm, son- ra bir defasında da yine çuval içinde demirleri vapurdan alıp Hasanın emri üzerine kahveci Aliye teslim et- tim. Son defa Hasan vapurdan aldığı pusula ile sandalıma bindi, Beykoza çıkınca bizi yakaladılar. Benim kor- sanlıkiz alâkam ve bu işten haberim yoktur, Maznun Hasan da vakayı şöyle anlattı: — Eskiden tanıdığım Hüsnü âdm- | da biri bir gün bana: «Ben yedinci İcra dairesinde haciz memuruyum. Seni Asya vapuruna bekçi tayin tt- tireyim. Fakat buna mukabili bana para ver» dedi, Ben de kendisine on Hira verdim. Ertesi gün bir arkadaşile beraber beni de alıp Asya vapuruna götürdü, Oradaki eşyanın bir kısmi. nı deftere yazdılar, Ben de bekçi ola- rak vapurda kaldım, İki ay kadar vapurda bekçilik yaptım. Fakat bana ayda kırk beş ilra ücret vereceklerini öyledikleri halde biç para alamadım. Son zamanlarda vapur su almağa başlamıştı. Vapurun batmak üzere ol- duğunu görünce Hüsnüyü buldum, işi anlattım: «Sen birisine suyu bo- şalttır, sonra biz parasını veririz» de- di, Adam buldum, uğraştık, fakat vapurun suyunu boşaltamadık. İcra dairesine haber vermek istedim, fa kat Hüsnüyü bulamadım, Vapur da batmak üzere İdi. Bu vaziyet karşı- sında içindeki demir parçaları ziyan olmasın diye sandalcı Nuriye teslim ederek Şevkete ve Aliye götürüp sat- tırdım.; Bu işte Şevketle Alinin alâ. kaları yoktur. Vapuru da biz batır- madık. Vapur kendi kendine su aldı ve yağan yağmurların da tesirile battı. Bana icra dairesinde haciz me- muru olduğunu söyliyen ve beni va» pura bekçi yapan Hüsnünün şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. Diğer maznun Şevketle Ali de bu işle alâkaları olmadığını, Hasanın kendilerine gönderdiği demirleri onun hesabına Sâttıkların; ve Hasanın ça- ğırması üzerine vapura gittiklerini söylediler. Şahitlerin celbi için muha- keme başka güne bırakıldı. Gıda maddelerile ilâçları tağşiş edenler ceza görecek Bazı gıda maddelerile bir takım ilâçların sıhhati bozacak derecede tağşiş edildikleri görülmüştür. Beledi. ye halkın sıhhatini bozan bu gibi ka- rışıklıklara meydan verenler hakkın. da sıkı kotrol yapılmasını ve yakala nanların şiddetle cezalandırılmalarını alâkadarlara bildirmiştir. Bisikletle Paristen Saygona giden Fransız kızı belediye- den İstanbul hakkında iza- hat aldı Bisikletle Paristen Saygona gitmek üzere eylül ayında yola çıkan ve şim» di şehrimize geldiğini yazdığımız Fransız gazetecilerinden matmazel Sergulev dün belediyeye müracaat ederek İstanbul şehri hakkında izahat almıştır. Sporcu kız birkaç gün sonra Suriyeye hareket edecektir. AKŞAM'ın tefrikası 'Tefrika No, 6 AŞKIN KURBANI — Büyük macera romanı — — Burada bir sen mi kaldın?.. Ço- cuğumia başbaşa... Yapyalnız... — Matmazel Ofeli de, gece sabaha « kadar benimle beraber bekledi efen- dim. — Şimdi nerede?... Niçin gitti?... Nes ye doktor yok? — Geç vakit evine döndü. Biraz son- Ta gene gelecek. — Acaba söylediklerin doğru mu?... Madem ki doktor geldi ne diye alıkoy» madınız? Demek yavrumla yalnız kal- mak istiyordun?... Genç kiz, hayretle bakarak: — Ne demek istiyorsunuz? — Pekâlâ anlarsın! — Çocuk hastalanir hastalanmaz #ize hemen telgraf çektim. — Acaba hemen mi? Perihan, asabiyet içinde: 7 « — Hakikaten anlamıyorum efen- &im... Sözlerinizde gizli bir şüphe his. sediyorum... Fakat He olduğunu bir türlü izah edemiyorum... Fikrinizi açık söyler misiniz? 'Nalle hanim, asabi bir sesle; Nakleden: (Vâ-Nü) — Pekâlâ, madem ki anlamadığını- zı iddia ediyorsunuz, söyliyeyim: Bu hasla odasında yapyalnız kalmanızda, herkesi uzaklaştırmanızda bir mak- sadınız Yar... Ufak bir ihmal yüzün. den yavrum ölebilir... Ve o ihmali ya- ratmak da güç değildir. — Demek kardeşime karşı olan mu- habbetimden şüpheleniyorsunuz, öyle mi? — Bir kardeş ki öldüğü takdirde tek evlâd kalacaksın... Babanın mirası sa na gelecek. Perihan, bu iğrenç itham karşısın- da bir müddet put gibi kaldı. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Dudakları tit Tedi, Sapsarı kesildi. Kadının söyledi. Zi her söz başina âdeta çekiç gibi inl- yordu. Bakışlarına hall olan yaşlar arasın- da babasının da eşikte durup bu söz- leri işittiğini farketti. Paşa, itiraz da- hi etmiyordu. Titrek sesle: «— O da m1?.. O da mı?...» diye ke- keledi, Biran kalbi durur gibi oldu. Fakat Sonra, boşanan hıçkırıkları onu 'Kur- tardı. Acı bir feryadir bağırdı: «— Yok, artık bu kadarına dayana- miyacağım!...» Ve koşarak dışarı fırladı. #ex Odasına girdikten sonra, kendini bir koltuğa attı. Iztırap ve utanç içinde inliyor, ağlıyor, çocukça tehdidler sa- vuruyor. «— Annel,. Anne!.. İmdadıma gel!..» diye sanki galbdeki bir mev- cudiyete yalvarıyordu. Ve bu kadar haksızlıklara uğradığı gu sırada annesinin nasıl olup da yar- dıma koşmadığına şaşıyordu. Bir müd. det öyle perişan durduktan sonra ru- hundaki enerji sayesinde kendini top- Jadı; yaşlarını sildi. Şimdi artık verilmiş bir kararın a7- mile gözleri parlıyordu. Evet, işte tereddüde mahal yok, bu evde, bu kıskançlık ve nefret yuvasın- de bir gün daha fazla kalmıyacak! Dirseği masaya dayalı, başı avuç. Jarı içinde, bu projesini nasıl tatbik edeceğini dügündü. O sırada matmazel Ofeli odadan içeri girdi, İhtiyar kız, talebesini gö- rünce, niçin artık ağlamadığını ve zih- ninde nasıl plânlar besleyip yaşattı. ğını dreha) anladı. Sadece sordu: — Kaçmak istiyorsun, değil mi? Perihan, samimiyetle: — Evet... » dedi, - Hem İstiyorum, hem 'de bunu yapmalıyım. — Vledanım mani, seni fikrinden saptıramıyacağım... Çünkü sana hak veriyorum... Yalnız muhabbetim do- Jayısile şunu sormak isterim: Yapaca- ğın hareketin neticelerini iyice hesap- hyor musun?, — Ne olursa olsun, razıyım, katla. nacağım! — Fukaralık var, mezellet var! — Olsun... Çalışırım... Cesaretimi, gayretimi hiç birşey ezemez. Hissedi- yorum, istidadım var.. Kalemim ve fır. çam sayesinde ben hayatımı kazana- cağım... Babamın verdiği aylıkları bi- riktirdiğimi biliyorsunuz... Epey pa- Tam var... Çocukluk kumbarama do. kunmadım bile... Bunlar hep bana büyük bir yardım olur, Maamafih, ne. tice umduğum gibi çıkmasa bile her işe katlanırım, ancak buradaki kahrı çekemem. Mürebbiye: — Yarram! « dedi. - Sana teklif ede- ceğim şey, belki birçok kişiler tarafın- dan tenkid edilebilir. Fakat ben seni evlâdım gibi seviyorum. Hayattaki tecrübelerim bu hareketi yapmamı bana emrediyor. Senin gibi dünyadan bihaber bir kızın gelişi güzel ortaya atılması doğru değildir. Birçok müş- küllerle, hattâ felâketlerle karşılaşır. sın. Tazeliğin, o kadar yükü kaldırd- maz. Yanında güveneceğin, dayanaca- dın bir insan lâzımdır. Senin yolun- dan taşları, dikenleri mümkün mer- tebe ayıklıyabilecek biri... İşte ben sa. na bu hâmiliği yapacağım, Bu sözlerden son derece mütehas- sis olan Perihan kekeledi: — Siz, siz7... Matmazel Ofeli.. Siz? — Evet yavrucuğum... Benim de 86 nelerdenberi çalışarak biriktirdiğim yaşamamıza yardım edecek- tir. Müşkülümüzü nisbeten hallede- riz... Hem de on iki senedenberi se ninle meşgul oldum. Âdeta evlâd gibi tün kalbile dua ettikten sonra ruhu hafiflemiş olarak, büyük metanetle is. tasyona vardı. Trene bindiler. Genç kız, doğduğu büyüdüğü bu yerlerden böylece ayrıldı. Kalbi heyecan içindeydi. Akman veri, vi