Bizde edebiyat akademisine lüzum var mıdır ? Yok mudur ? Edebiyat akademisi yaparsak buraya kimler sirebilir ? , Kışın Adaya gitmek, şubat ayı İçinde Florya plâjında dolaşmağa ben» iyor. Sokaklar bomboş... Evlerden ve Mahallelerden uzaklardaki çamların hıltında bir çift Aşık bile yok... Asfalt ollarda uzun kulaklı filozofların nal leri işitilmez olmtuş... Birçok köşk- erin pancurları ve perdeleri sıkı sıkı Brtülmüş,.. Gazinöların çoğu kapalı. İ O glinüi büyük roman üstadı Hüse- yin Rahmiye giderken de Heybeli iş- te böyleydi. Sık çamların arasından iklemesine yükselen yokuşu tirma- fürken etrafımdaki sükünete dikkat Bitim, Ne tatlı ne sinir dinlendirici bir sessizlik... İstanbuldaki içki düşmanları ak kol içmiyenlerin ne mükemmel çalış- fıklarını anlatmak için ikide bir Hü- seyin Rahmiyi misal olarak gösterir. iler, Yeşithilâleiler derler ki; «#Bakınız Hüseyin Rahmiye... En çok eser yaratan bu roman üstadı bu derece fazla çalışmasını neye borçlu- dur bilir misiniz? İçki içmemesine...» Belki bu iddin da doğrudur. Fakat bana kalırsa üstadın bol bol çalışabil- mesinin sebeplerinden biri de uzun yulardanberi oturduğu adanın şu si- nir dinlendirici sessizliği olsa gerek- tir, Biz şehirde «gürültü ile nasıl mü- ; cadele etsek?» diye düşünüp durur- İ ken, meşhur Tonıancının Heybelinin tepesindeki köşkünde gürültüden hiç şikâyet ettiği yoktur. Burada ne tram- vay çanı, ne otomobil kornalarının gesi var... Yalnız rüzgürın çam ağaç- arından çıkardığı tatlı bir hışırtı... Köşkün kapısına gelmiştim. Çıngi- rağın telini çektim. Çıngırak, pan- curları kapalı köşkün tâ derinlikle rinde bir iki kere çaldı, Üstadın köş- künde; üzün zamandanberi, sahipleri tarafından terkedilmiş, boş, eski za man şatolarının sessizliği vardı, Nite- kim çıngırağı çaldıktan sonra bir iki dakika bekledim, Köşkte küçük bir hareket bile yok... Çıngırağı bir daha çektim. Haftada ancak birkaç kere çalman bu münzevi evin rahat ve gırağı da pek nazlı idi. Epey! ıyordu. Nihayet bahçede bir y .. Kapı aralandı. Üstadn hizmetini gören kadınla karşılaştım. Ben ne istediğimi söyleyince, kar dıncağız: — Ah, deği, dışarıya çıktı... Nere- ye gideceğini de söylemedi... Çaresiz, tenha çamlıklı yoldan bu gefer de yavaş yavaş aşağı inmeğe başladım. Tamam yokuş bitip te as- Yalta ayağımı atınca, üstadla karşi- aştık. O da evine dönüyordu. Hüse- yin Rahmi, evinin önündeki - beni bi- Je nefes nefese getiren - dimdik yoku- şa rağmen, havayı güneşli görüncö, Öğle yürüyüşüne çıkmıştı, Neşeli ve &inde idi. Hem yürüyor, hem konu- $uyorduk. Bazan bahsimiz hararetle- hiyor, lâfa dalıyor, ayak üzerinde bel- ki yarım saatten fazla durduğumuz Ga oluyordu. Üstada sordum: — Ne dersiniz? Bizde bir Edebiyat akademisine lüzum var mıdır? Yok mudur? "Zeki ve müstehzi gözlerini yüzüme (dikerek gülümsedi: — Bu akademi meselesi on beş se- ha evvel Yakup Kadri tarafından Banlandırılmıştı. Hatırladığıma göre, © yaman epeyce de taraftar bulmuş- ku, Fakat fiiliyala geçilemedi. Sonra a Yakup Kadri sefir oldu. Bu sözün hırkası kesildi. Bizde bir Edebiyat akademisi mu- bukkak ki çok faydali olur. Eğer mem- lekette edebiyat diye bir şey varsa, bunların mensuplarının bir akademi etrafında toplanmaları çok yerinde» dir. Bizde böyle bir kültür ve edeb heyeti olmasını gönlüm pek ister. İ — Meselâ yer yüzündeki akademi- erden hangisine benziyen bir teşek- ül kurmalıyız? — Faraza Fransız akademisine ben- Biyen bir akademi... Lİ ye e Hüseyin Rahmi Gürpmar — Fransız akademisi kırk kişidir, değil mi? — Evet kırk kişi... Fakat biz kura» cağımız akademi için fabil Kırk kişi bulamayız. Bizim akademi için kırk kişi pek fazla olur, Sonra, muhakkak akademideki muayyen âzanın yerini doldurmak için, herkesi almak ta hiç âoğru bir şey değildir. Akademiye alır nacak âza meselesinde çök müşkül- pesend olmak lâzımdır. — Meselâ üstadım, farzediniz ki, akademiyi siz teşkli ediyorsunuz, Kâ- ğıt kalem önünüzde... Kuracağınız akademiye kimleri koyabilirsiniz. ., Hüseyin Rahmi gülümsiyerek dü- şündü: — Şu dakikada pek mesuliyetli bir iş yüklediniz. Bir akademi teşkil et- mek... Hiç te kolay olmuyan bir şey... Edebiyat akademisine kimleri alırdım öyle mi? Aklıma gelenleri söyliyeyim, | i in | rabildiniz mi? Eğer yazımdan bir şey Flaih Rıfkı Yakup Kadri, Halid Ziya, Ruşen Eşref... Daha daha... Lâkin üstad düşünüyor, düşünüyor, bir türlü akademinin öteki Azası ak- lana gelmiyordu. Bir yandan da ben düşünüyordum. Hakikaten bir Edebiyat akademisi teş- kil etmek pek müşkül bir işmiş... Ak- luma birkaç isim geldi. Bunları söy- ledim, Lâkin üstad: — Onlara gelinciye kadar daha baş- kaları olmalı... Fakat birdenbire ha- tırlıyamıyorum, İsmini hatırlamadı- ğım dostlarım unutkanlığıma bağış lasınlar. Görüyorsunuz ya... Karşı lıklı düşündük, düşündük, dört kişi- den fazlasını bulamadık. Eğer benim hatırlamadığım edibler varsa, lütfen kendilerini bildirsinler... Büyük romuncının bugün neşesi pek üstünde idi. gülerek ilâve etti: — Bu akademi fikri hakikat saha ına girecek olursa, epey dikkate şa- yan sahneler göreceğiz. Artık her in- tihaptan sonra: — Efendim o lâyık mı idi? Benim gibi bu işe senelerini, bütün ömrünü veren bir insan dururken... Bazıları da, kendileri giremedikleri veya giremiyecekleri için, akademiyi kötülemek istiyeceklerdir: — Zaten âkademi de ns demek?... En meşhur akademiler bile bazan en büyük kıymetleri kendi çatıları altı- na almaktan çekinmişlerdir. Akade- miye girmek bir kıymet ifade et Akademiye karşı yapılan hücum- ların en güzeli Fransada olmuştur. Meselâ Zola gençken ona buna çok çatardı. Blihassa Düma Fis'i hiç sev- mezdi. Düma Pis için: «Bu zatın üs- Tübu «ki; ile doludur.» derdi. Sonra akademiye çatar ve Fran- sıx âkademisine girmek arzusunda bulunanlar için; «Balzak ve Molyer'i kumpanyasına i dahil etmiyen bir teşekküle girmeyi İ şeref sayanlara şaşarım', derdi. Bu yazıları okuyanlar: «ŞuZola katiyen akademiye girmek niyetinde * değil, derlerdi. Halbuki Zola, akademi için dört de- fa namzedliğini koydu ve her defa- sında da kendisine ilk reyi, o kadar i hücum ettiği Düma Fis verdi. Akademiye girmek, birçok edebiyat adamları arasında işte böyle bir Mhti- rastır, Bizde de nkademi teşekkül ederse, bu misallerine bakarak epey- ce bir hareket olacağını tahmin edi- yorum. Fakat ne olursa olsun, bir akademi kurmak, edebiyat, sanat ve ilim etra- fında büyük bir hareket demektir. Buna da çok ihtiyacımız var. Bilhas- sa edebiyatın... Bugün hiküyecilikte ve romancılıkta pek sönük bir vazi- yetteyiz. Hiç değilse bugünkü neslin ağabeyleri oldukça eserler verdiler. Bu ağabey nesline bakınca, halkla, müneyverde derin bir alâka uyandı- ran eserler verdiğini görüyoruz. On- ların vaktinde herkesin ağzında dolar şan romanlar vardı. Meselâ Halid Ziya- | nın Mavi ve Siyah'ı, Yakup Kadrinin | «Kiralık Konak» 1... Daha bunlara | benziyen birkaç eser de sayabilirim... Bugün kendisinden (bahsedilen eser kaç tanedir? Maalesef adapte iti- | yadı çok kök saldı. Herkes kolayına | geldiği için, adapte yapıyor, milli To man, milli hikâye ölüyor. Hele yeni | tarzda yazılar, şiirler... Geçenlerde bir mecmua elime geç- | ti. Yeni tarzda yazılmış bir yazı oku. | dum. İtiraf ederim ki şimdiye kadar bu derse abuk sabuk bir deli saçma. sına Lesüdüf elmemişlim. Yazının mu- harriri bütün o saçmaları sıraladık- tan sonra ne dese beğenirsiniz Yazı. nın sonunda: «Ey okuyucular Ben bu yazdığım şeyden kendim de bir şey anlamadım. Acaba siz bir mana çikan» | anladınızsa &ize aşkolsun derim> | cümlelerini ilâve ediyor. Nihayet bunun üzerine dayanama dım. Oturdum. Bu yeni dadaist ve fü- türist cereyana karşı bir şey yazdım. Zannederim ki, bizde kurulacak Edebiyat akademisi bütün bunlar için çareler düşünebilir. — Bizde bir Edebiyat mükâfatı ko. nulmasına taraftar mısınız üstadım? — Biz alamıyâcağız amma buna ben taraftarım. Bilhassa Edebiyat mü- kâfatı ile telif eserleri himaye ; etmek çok faydalı bir iş olacaktır, Bu suref- le işin kolay tarafı addedilen adapteyi de bu suretle gözden düşürmek mtüm- kün olur. Fakat Edebiyat mükâfatının öyle 150 - 200 lira gibi az bir para olması maksada kifayet etmez. Hiç değilss sanatkâra bir iki bin lira vermek lâ. zımdır. Her ne suretle olursa olsun sanatin - maddi veya manevi - himayesi çok hayırlı bir iştir, Birdenbire Hüseyin Rahminin ne. şesi kaçtı: — Halid Ziya hasta... dedi, sanat- kâr Naşidin hastalığı büyük bir alâka ile takip ediliyor, Halbuki Halid Ziya- nın hastalığından kimsenin haberi yok. Acaba Mavi ve Siyah müellifi da- ha mı az sanatkâr? Üstadı daha uzun müddet tattı tat- lı dinlemek ne iyi olacaktı? Fakat son vapura pek az zaman kalmıştı. Hikmet Feridun Es gam İZMİR sana ve mülhakatı için AKŞAM gaze tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- marada Hamdi Bekir Gürsoylar mağazasıdır. * MÜSAHABE Alman spor teşkilâtı Yazan; Selim Sırrı Tarcan 'Tib Dünyası mecmuasının 10 nu- marasında çıkan ve Almanyada spor işekilâtma wld yazımı cemilekâr sözlerle bana ithaf etmişsiniz. Tedki- kinizi dikkat ve lezzetle okudum. Si- zi hem tebrik eder, hem de bir emek- Gar sporcu sıfatile size teşekkürler ederim. Evet aziz üstad, Almanya bugün (STADLARI DOLDURAN BİR MİL LET) olmağa ahdetmiştir ve işaret'bu- yurduğunuz gibi seyirellerle değil, bilfiil spor yapan, vücudünü işletme- ği bir ibadet bilen faal bir gençlikle! 49 bin spor cemiyetinin 22 milyon aktif Azası varmış!! Bu ne muazzam teşkilât! «Sporun gayesi yalnız gürbüz, ada- leleri kuvvetli insan yetiştirmek de- ğildir. Spor bir ahlâk mektebi, hattâ yeni bir dünya görüşünün beşiği ve rejimin en kutvetli mesnedi telâkki ediliyor.» diyorsunuz, ne doğru! Bundan yirmi sene evvel müğllim mektepleri için eski harflerle çıkan (BEDEN TERBİYESİ) adlı kitabım- İ da spor için şöyle demiştim: Beden terbiyesinin edebiyatı sayi- lan sporda kuvvetli olmak, şöhret Almak, rakiblerini geçmek veya yen- mek en tabii bir arzudur. Bu zafer gençlerin benliklerini tatmin eder. Bu oldukça zor bir iştir. Yalnız on- dan daha zoru var, kendi kendini yen- | mek! Yani fena temayülleri, zararlı istekleri susturmak ve iyi olan şeyle- ri yapmakta azimkâr olmak, bir tehlike karşısında sinirlerine hâkim olmak, iradesini yerinde kullanmak! İşte bir sporcuda aranan ahlâki va- sıflar. Gene 1926 da eski harflerle çıkan «SPORCU NELER BİLMELİ?» adlı kitabımda sporu tarif ederken: «Spor medeniyet ovalarını sula yan, memba doğruluk ve cesaret olan berrak bir neh r, a- rını yalan, hile, hi i menfaat ve fütur bulandırır. Çünkü spor ferağat sahibi, gözü pek, çözü doğru insan yetiştirir. Spor yapanlar içinde kıskanç, hodbin, atak, geçim- siz lüpçü olanlara tesadüf ederseniz bunu spora değil, o gibilerin sporu anlamıyarak yaptıklarına hükmedi- nizi» demiştim. Şu sözleriniz de çok dikkate Şşa- yandir: «Almanların spor telâkkisi esas İ itibarile eski Yunan spor düşüncesi- ne bir dönüştür. Yunanlılarda spor beden ye ruhun bir vahdetini ifade eder. Onların ideali ruhtan bedene yayılan tesirlere bir ahenk vermek ve böylece mütevazin bir insan tipi yaratmaktı.» Bundah hayli yil evel Yunan olimpiyadlarına aid bir yanmda si- zin bu güzel, bu beliğ sözlerinizin ih- tiva ettiği fikirleri dilimin döndüğü kadar ben de söylemeğe çalışmıştım Ve bakınız ne demiştim: «Eski.Yunanistanda terbiyenin gâ- yesi memleketi refah ve saadete ulaşlıracak insan yetiştirmek idi. Bir belde ancak vatandaşların maddi ve manevi kudreti ile selâmete çıka- bilir, Bunun içindir ki olimpiyadlara işlirak eden gençlerde arânan yalnız adale kuvveti değildi. Zekâ ve ahlâ- kın da büyk rolü vardı. Her Yunanlı ister beden, ister ahlâk, ister fikre aid olsun mesaisinde mükemmel bir insan olmayı gaye bilirdi. Gençler arasında istirkab fikri yer bulmazdı. Mağlübler seyircilerle birlikte galib- İeri alkışlardı> Yazınızda gözüme çarpan çok ehemmiyetli bir nokta daha var; «Almanyada 22 milyon faal sporcu meydana getiren muazzam teşkilâtın en enteresan ve ibret verici tarafı hemen hiç para sarfetmeden bu işi başarmış olmalarıdır! Devlet ve fırka organları sporu para ile yürütmü. yorlar. Spor Için devlet bütçesinden çıkan para O kadar azdir ki resmi Üniversite hayati kimya profesög vekil Dr, Sadi İrmağa: #*DEVLET SPOR AKADEMİSİ; nin masraflarını bile bizzat devlet değil, sporcular ödüyorlar.» Bu #özlerinizi biraz izaha muhtaç görürüm, Spor yapan gençlerin şa- hıslarına ald hususi masrafların hükümetin veya fırkanın üzerine âl- ması elbette ki doğru olmaz, Başın- daki kasketinden, ayağındaki pa bucuna kadar temin edilen bir spor. cunun bir yarış beygirinden ne far- Kı kalır? Fakat spora heves eden gençlere bir takım kolaylıkla göster- mek teşkilâtın vazifesidir. Bu mey- danda koşncaksınız! Şu yerde atlı- yacaksınız! Şu minderde güreşecek- siniz! Şu salonda jimnastik yapacak. sınız! Şu dairede de duşlarınızı ya- Pacaksınız! demek tabil ve zaruridir. En korkulu ve en tehlikeli olan ne- dir bilir misiniz? Gençlerin sporu bir kazanç vasıtası telâkki etmeleri. Meselâ spora fevkalâde istidadı olan bir genci mükemmel bir koşucu, yü- zücü, atlayıcı veya pehlivan yapmak arzusile onu kayırır, bir işe yerleşti- rir, onun karnını doyurur ve günün birinde amatör sporcu diye ortaya çıkarırsak, bu, sporun nezahetini ih- lâl ettiği gibi, gençleri de yanlış ve zararlı bir yola sevk eder, «İdeal bir spor klübünde meler gördüm?» diye geçen sene Cümhu- riyet gazetesinde bir yazım çıkmıştı. 'Tabli böyle bir klübün hayali be- nim kafamda yaşıyordu. Orada şöy- 1s diyordum: Klüp reisinden sordu: — Sizin spor klübünüzün varidatı nedir? Rels bir küçük cep defterinden bana şu izahatı verdi: — Klübümüzü geçen sene kurduk. Bu binayı bahçesile kiraladık. Kese- mizden bir hayli para harcadık. Beş muhtelif spor şubemizin 315 faal üzası var. Her âza haftada on kuruş verir. Böylece sene sonunda 1,575 Yramız oldu. Bir yılık mesaimizin neticesini hükümete tekmil teferrüa tile bildirdik. Bir müfettiş ve bir doktor geldi, Hem sporcularımızı mu- ayene ettiler, hem hesablarımıza baktılar. Ve bize kasamızdaki paraya göre yüzde yirmi nisbetinde bir yar- dımda bulunulmasına karar verdiler. Bu yazımla Sporcuların pâra ka- zanmak değil, üste para vermeleri lâzımgeldiğine işaret etmek iste- miştim. Aziz doktor! Alman spor teşkilâ- tımn umdelerini altı maddede tesbit ediyorsunuz. Spora alâka gösteren ve önun bir kültür vasıtam olduğunu takdir edenlerin bu maddelere bağ- lanması bir vatan borcudur sanırım. <1 — Spor ideolojisi, 2 — Milletçe yapılan spor işleri her türlü Kazanç fikirlerindön uzak ve fahridir. Bir ibadet safiyetinde yâ- pılması esastır. 3 — Sporun icab ettirdiği masraf- ları sporcular öder. 4 — Spor propagandası mevcud bütün imkânlardan istifade eder. Mektep, kışla, parti teşkilâtı, üniver- site, matbuat, müsabakalar ve saire... 5 — Bu muazzam propaganda cİ- huzının arkasında 8essiz, sadasız bir şekilde çalışan «SPOR İLMİ: mü- esseseleri bulunuyor, 6 — Her üniversitede fiziyoloji ve- ya dehiliye kliniğine bağlı (SPOR ARAŞTIRMA ENSTİTÜLERİ) ve ay- ricada «DEVLET SPOR AKADEMİ- Sİ> sporun fiziyolojisi, kliniği, psi- kolojisi, pedagojisi teşkilâtı üzerin den durmadan araştırmalar yapılır. Hulâsa spor davasının zaferi flim, propaganda, teşkilât sehpasına da- yanır» Bu kıymetli yazılarınız bende şük- ran hisleri uyandırmıştır. Spor teş- kilâtı umdeleri hakkındaki düşün- celerimi başka bir yazıma bırakıyo- rum, Selim Sırrı Tarcan