RR ml İşimden çıktıktan sonra biraz yü- rümeği pek severim. Dün-de gene öyle yaptım. Eminönü tramvay İs- tasyonuna geldiğim zaman orada bi- zim Osmana rasgeldim Tramvay © bekliyordu. Yanına yaklaştım: — Ben de tramvayâ bineceğim. Fakat birza yürümek istiyorum. Hay- , di Karaköye kadar şöy'e Uuzanalım. Oradan beraber tramvaya bineriz, Osman: — iyi amma, dedi, ben 'o kadar yorgunum ki adim atacak halim yok. Kendime Karaköye kddar bir yol arkadaşı bulmak maksadile ısrar et- * tim: Bi İM — Yürü canım... Genç adamsın! .. Bu son sözüm üzerine rar deh şetli kızdı: — Rica ederim bana 'gönç adam deme... . Şaşırmıştım: — Yahu herkes kendisihe genç adam denilmesine bayılir.' Halbuki sen bu sözden kızıyorsun... “Olur şey diğil... -— Sana içyüzünü anlatsam -be- nim bu hiddetime hiç şaşmazsın. — Haydi, Karaköye kadar hem anlatırsın, hem de yürtirüğ Oradan © #ramvaya bineriz. İçini dökecek bir adama son de- > rece ihtiyacı olduğu yüzünden anla- Şılıyordu. Bunun İçin yorgunluğunu “ unuttu, koluma girdi. Ağır 'âğır Ka- raköy cihetine doğru DEE an latmağa başladı: — Efendim, bilirsin ki ben çok gençken hayata atıldım. Çalıştığım Şirkete ilk girdiğim zaman bıyıkla- « rım henüz yeni yeni terlemeğe baş- lamıştı, Arkadaşlarım benim genç- liğimi dillerine doladılar. Meselâ hep birden bir birahaneye otururuz. Garson gelir, Arkadaşla- rını: — Bize birer bira... da heni göstererek: — Bu küçük beye de bir lokum... Henüz daha çocuktur... diye alay ederlerdi. Doğrusu daha pek gençken arka daşlarımın, “yaşımın küçüklüğü ile alay etmelerine fena halde kızıyor- dum. Çabuk çıksın diye bıyıklarıma kozmaltik sürüyordum. Fakat ismim bir kere «Genç Os- man» çıkmıştı. Hattâ bir aralık bir parça kellifelli görüneyim diye gö- züme kuronlu br gözlük te taktım. Lâkin nafile... Ne yapsam, ne kadar ciddi, ne kadar ağaıbaşlı hareket edersem edeyim arkadaşlarımın ba- na çocuk muamelesi etmesinden ya- kamı kurtaramıyordum. Yavaş yavaş seneler geçiyor, yaş- lanmağa başlıyordum. Lâkin hâlâ arkadaşlarımın nazarında “ben de Tikanlı idim. Çünkü beni “onlar o halimde tanımışlardı. Fükat yaşım ilerledikçe dikkat ediyordum. Artık bana «genç adamı denilmesine kız- mıyordum. dörler, sonra geçtikçe bu genç adam sözü hoşuma İ bile gitmeğe başlamıştı. Saçlarım uğarmıştı. Yüzümde bu- ruşukluklar almış yürümüştü. adım: «Genç adam», <delikanlış idi. Bu da bana tatlı bir teselli gibi ge- liyordu. «Genç adamsın!» denilince bayağı hoslanıyordum. Fakat bü egönç adainsın» sözile arkadaşlarım fena halde-istismar et- meğe başlamışlardı & Meselâ dairede, yorucu bir ayak işi olsa hemen bana: — Haydi Osmancığım... Sen genç adamsın yahu... Koş şu işi becer... Haydi ben 6 yorucu ayak işine ko- şuyordum. Çünkü evvelâ <genç adamsın!» diye beni koltukluyorlar- dı. Sonra meselâ dairede işler yığır ır, arkadaşlardan biri önüme bir — tomar evrak getirir: — Haydi Osmancığım.:. Şu evra- kın muamelesini yap... Sen genç adamsın... Ne de olsa serde gençlik var canım... Yavaş yavaş bu benim zayıf tara- fim etrafir da meşhur olmağa bâş- Jamıştı. Akrabalarım, tanıdıklarım da ba na: «Haydi Osmancığım, sen genç adamsın.» diye ne angaryalar, ne Aangaryalar yüklemiyorlardı. Meselâ teyzemin benden bir iki yas büyük bir oğlu vardır. Geçen se- ne onunla Ankaraya gitmemiz lâ | Hattâ bir kaç sene daha | l | zımgelmişti. Uykusuzluk beni harab eder. Bunun için yola çıkacağım gün hemen yataklı vagon idaresine telefon ettim. Ben telefonu açarken teyzemin oğlü Selim'de yanımda idi. Ona da sordum; - Sana da trende yatak ayırtar yım nu? Selim: — Ayırtı.. dedi. Telefonda yataklı vagon ne: — Bu akşamki trende bize iki ya- tak ayırır misınz? dedim. Telefonda karşıma çıkan memur: — Maalesef boş bir tek yalak kal- dı. İsterseniz size onu ayıralım... dedi, Ben: — Ayırınız... verdim. Telefonu kapatınca Selime: — Boş bir tek yatak varmış. Onu | ayırttım... Uykusuzluktan fena kor. karım. Bekliyordum ki Selim bana: «Kar- deşim, o ayırttığın yatakta sen yat... Zaten yataklı vagona telefon etmek evvelâ senin aklına geld. Bunun için O yatak senin hakkındır.» desin. Lâkin ne gezer... Selim hemen: — Sen genç admasın, dedi, geceyi yataksız da geçirebilirsin... Heygidi- hey... Ben senin gibi gençliğimde tahsil için Parise giderken üçüncü mevki vağonlarının tahta iskemlele- Tİ üzerinde gittim, Senin gibi genç bir adama trende yatak fuzuli bir şeydi... deyip kestirdi, attı, Bunun üzerine ben o akşam tren- de uykusuzluktan harab olurken Se- lim yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Bu «genç adam!» diye başlıyan sözlerden sonra başıma ne yorucu İş- ler dolamıyorlardı. Ben de bunları budala gibi yapıp duruyordum. Bir gün dört beş tanıdığın bulun- duğu bir meclise gitmiştim. Misafir- ler içiçe iki odadan birinde oturu- yorlardı. Ben bitişikteki küçük oda ya geçtim. Öteki odada oturanlar beni dışarıya çıktı zannetmiş olacak- lardı. Çünkü biraz sonra benden bahsetmeğe başladılar. İçlerinden biri; idareşi- Ayırmız... cevabını Yahu... Osmana <genç genç diyorsunuz amıma... Bu akşam dik- kat ettim, onun neresi genç... Şöyle böyle Osmanı 25 - 30 senedenberi ta- nırız.. O da bizim gibi yaşlandı ar- tık... diyordu. Bunun üzerine bir başkası cevab verdi: — Evet... Hakikaten öyle... Biz se- nelerin geçtiğinin farkında değiliz... Hâlâ onu «genç adam: diye çağırıyo- ruz. «Genç adamsın» deyince de en yorucu İşleri bile yapiyor... Hâlâ o da kendisini genç sanıyor güliba... Münasebetsiziri biri hakkımda bir iltifat savurdu: — Enayi!... Görüyorsun ya şimdi meselenin üzünü... Şimdi bana «genç adam-| sın» denilince nasıl kızmam... Karaköye gelmiştik Tramvaya bindik. Oturacak yerler dolmuştu. 'Tramvayda Osmanın bir arkadaşına rasgeldik. Bir aralık Osmanın yanın daki yer açıldı. Tam bu yere Osman oturmağa hazırlanırken arkadaşı: — Osmancığım sen genç adam- sn... Ayakta da durabilirsin!... di yerek boş yere çöküverdi... Hikmet Feridun Es | ——————. Zayi — Kirşehir vilüyetinin Avanoz ka- zasının Ortaköylü 331 doğumluyum vo yabancı Kadıköy askerlik şubesinde ka- yıtlıyım. Bu kere nüfus tezkeremi zayi et- lim ve Kadıköy nüfus memurluğundan ye- hisini aldığımdan eskisinin hükmü olma» dığını bildiririm, Mustafa İmir iye Radyodifüzyon Postaları DALGA UZUNLUĞU 1639 m. O 183 Kes; A.G Im 15105 Kes, A.P.'3170m. 0465 Kes ANKARA RADYOSU TÜRKİYE SAATİLE 120 Kw. 20 Ke. T. r. 20 Kw. Cuma 3/2/959 1230: Program, 1235: Türk muziği -Pl 13: Memleket saat ayarı, ajans, meteoro- loji haberleri, 13,10 - 14: Müzik (küçük orkestra - Şef: Necip Aşkın) 1 - Keler Bela - Romantik uvertür, 2 - Hartman - Thrym efsanesi (bale), 3 - Tsehnikowski - Eleji (hazin parça), 4 - Suppe - «Maça damı. operasının uvortürü, $ - Rossl - Pabli (Pasb - Flamenko, Ispanyol dansı), 6 - Engel » Berger - Aşk bümü; 7 - Lumbye - Şampanya (Gslop), 18,30! Prog- ram, 1835: Müzik (dans - PW), 19: Ko- huşma (haftalık spor servisi), 19,18: Türk müziği. (incesaz fâslı - Segâh'faslı), 20: Ajans, meteoroloji haberleri, ziraat bor- sası (flat, 2015: Türk müziği: Okuyan- lar: Muzaffer İlkar, Safiye, Çalanlar: Ve- çihe, “Fahire ve Refik Fersan, R. Erer, 1 - Refik Fersan - Şehnaz puselik peşrevi, 3 - Cavide Hayri hanım - Şehnsz puselik şarkı - (Ateş gibi bir nehir akıyordu -güf- te - Şair A. Haşim), 3 - Laminin - Şeh- naz puselik şarkı - Nari firkat şulepaş, 4 - Sedad Öztoprak - Şehnaz puselik şar- kı - Güş edip, $ - Refik Fersan - Tanbur taksimi, 6 - Şehnaz puselik şarkı - Yan- dım dilinden, 7 - Deniz oğlu - Şehnaz pu- selik şarkı - Yolun bulmam gönlüm, 8 - Sedat Öztoprak - Şehnaz puselik - saz se- maisi, 9 - 8. Pinar - Hüzzam şarkı - Aş- kınla sürünsem,: 10 - 8. Pınar - Hüzzam şarkı - Ümidini . kirpiklerine, 11 - 8, Pı- nar - Karcığar şarkı - Sana gönül ver- dim, 21: Memleket sani ayari : nuşma, 2115 esham, tahrilât yo - mukud borsası (fiat), ; (radyo orkestrası - Şef: H. Ferid Alnar) 1 - Robert Sehuman - Manfred uvertürü, 2 - Felix Mendelssohn - Bartholdy; 3ün- cü senfoni la minör &) Andı to - Allegro un pooo agitato, b) Vivace non İroppo, c) Adagio, ç) Allegro viva- cissimo, 3240: Piyano * solo - Sült An- glaise - In minör (bayan'Ferhunde Erkin), (3. 8. Bash), 2240: Müzik (cazbandi, 23,45 - 24: Son ajans haberleri ve yarın- ki program, Cumartesi 4/2/939 1330: Program, 1339: Müzik - Pi, 1& Memleket saat ayarı, ajans, meteoroloji haberleri, 1410: Türk müziği: Okuyan: Muzafer İlkâr, Çalanlar: Hakkı Derman, Eşret Kadri, Basri Öfler, Hamdi Tokay, ! - Osman beyin - Hicaz peğrevi, 3 - Arif ber - Hicaz şarkı - Say- deyledi bu gönlümü, 3 - Refik Fersan - Hicaz şarkı - Mahmur ufuklarda batan, 4 - Rıza efendi - Hicaz şarkı - Oamzeden hânçer takınmış, 5 - Hasan Gür - Ka- nun taksimi, 6 - Refik Fersan - Hicaz şarkı — Cihanda birleik sevdiğim, 7 - Yu- suf paşanın - Hicaz saz semaisi, 1730: Program, 17,35: Müzik (dans saati - PN), 18,15: Türk müziği (İncesaz heyeti - Hü- 19: Konuşma (diş politika hadiseleri), 19,15: Türk müziği: Okuyan- lar: Mustafa Çağlar, Müzeyyen Senar, Çalanlar: Vecihe; Cevdet Kozan, Kemal Niyazi Bayhun, 1 - Kanuni Arif böy « Sul- tani yegâh peşrevi, 2 - Dede efendi - Ağır semal - Nihaneoddin, 3 - Santuri Etem cfen- di - Güller açmış, 4 - Udi Ahmed - Ya- radan öyle yaratmış ki, 5 - Lemi - An- dıkça geçen günleri, 6 - Kanuni. Arif bey - Sultani yegâh saz semaisi, 7 - Dede etendi - Karlı dağı aştım geldim, 8 - Buphi Ziya - Rast şarkı - Aşkı muhabbet gibi, 9 - Lem'i - Karcığar şarkı - Bir gül- ge ol, 109 - Halk türküsü - Akşam oldu, 20: Ajans, meteoroloji. haberleri, ziraat borsası (at), 20,15:. Temsil (Mahmud dağlara düştü - Yurd piyesi - Yazan - Ke- mal 'Tözem), Temsile radyo Türk müziği sanalkârları iştirak edecek, 21,15: Mem- leket saat 8; 21,15: Esham, tahvilât, nd borsası (flat), 21.25: > Hall Bedii Yönetgeh ve Kutsi Tecer), 22: Hatfalık posta kutusu, 2130: Müzik (küçük orkestra - Şef: Ne- cip Aşkin) 1 - Herold - Zampa operam- nın uvertürü, 2 - Bocce - Amalfi serenadı, 3 - Lanner - Balo dansları, # - Delibes - Köpelya balesinden potpuri, 5 - Eckstaln « Mayıs ayında (muhtelif parçalardan pot- pür), 8 - Bruno Marks - Küçük asker- ler - fantezi, 23,20: Müzik cazbând, 23,45 - 24: Son ajans haberleri ve yarınki prog- ram, D. Suphi Şenses İdrar yolları hastalıkları mülehassısı Beyoğlu Yıldız sineması karşısı Lekler aparlıman, Fakirlere parasız Tel, 43924 Ressamlara Güzel Can'atlar Birliği Resim Şubesi umumi heyeti toplantısını 7 şubat salı saat 15 de Alayköşkünde &akdedilecektir. Azanın teşrifleri, RADYOLIN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlenriizi fırçalayınız Hasan Gür, | TURAKINA TARİHİ Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ ROMAN Tefrika No, 44 — Rusyada grandükler ve prensler, hakan tarafından gelen memuru yaya olarak karşılar ve ayağına kapanırlardıl Moğollar bir taraftan da - Şutkayı getiren - Danefi arâamağa koyulmuş- lardı Danef balişleri alınca, Moğol ka- rargâhına iki gün uzakta bulunan anasının yanına gitmişti. Danefin böyle birdenbire ortadan kaybolması da Moğollarda şüphe uyandırmıştı. Şutkanın cesedi başında toplanan ihtiyar yerliler; — Biz, onu çok iyi tanırız. Moğol atlıları gelirken, o evine kapanmış- tı. Yanında Daneften başka kimse yoktu. Tehlikeyi görünce gizli yollar- dan kaçtıkları anlaşılıyordu. Onu Daneften başka hiç kimse ele geçire- mezdi, Komutan yerlilere sordu: — Danef onun arkadaşı mudır? — Yalnız arkadaşı değil, ayni za manda da âşığı idi. — Bir insan, sevdiği öldürebilir? — Şutka kendi müştür, — Nereden anladınız bunu? -— Çüknü o, Daneften daha cesur ve kuvvetliydi. Danef onu öldüre- mezdi. Komutan bu sözlerden büsbütün şüphelendi. — Siz de onu tanıyamadınız! Bu, bir çoban kızı imiş, Köylüler hep birden bağırdılar: — Eğer bu, Şutka değilse, hepimiz ölmeğe razıyız. — Şurada duran iki köylü de sizin gibi söylüyor. — Onlar Şutkayı bizim kadar ta- nımazlar... Şutka küçüklüğündenbe- rH bizim içimizde büyüdü. Komutan bir çare düşünüd: — Şutkanın vücudünü yakından tanıyan kimse yok mu? Kazaklardan biri ortaya atıldı: — Bir yaz günü idi; Şutka nehir kenarında dolaşırken suya düşmüş- tü. Ben oradan geçerken, onun ne- hir içinde. çırpındığını gördüm, su- ya atladım, onu kurtardım. Şulka o zaman on sekiz yaşında bir kızdı. VWücudü çok ıslanmıştı. Elbisesini çi- karıp kuruttu.. ve ben elbisesi kuru- yuncaya kdar onu kürkümle sarıp bekledim. Ozaman açık göğsünün üstünde yanyana iki siyah ben gör- müştüm. Onun vücudünü benden başka hiç kimse görmemiştir. Bu sözleri söyliyen Kazak aklı ba- şında ve altmışlık bir adamdı. Sözü- nü bitirdikten sonra, istavroz çıka- rarak Şutkanın başı ucunda durdu: — Haydi, açınız onun göğsünü... Memesinim üstünde iki siyah ben görürseniz, hiç şüphe etmeyin ki, bu, Şutkanın cesedidir. Komutan emir verdi... Şutkanın göğsünü açtılar. İhtiyar köylü cesedin üzerine eğil- di... Ve gülerek haykırdı: -—— İşte sol memesinin üstünde iki siyah ben var. Zâbitler: — Biz de gördük. Diyerek, köylünün sözünü doğru- Tadılar. Komutan bu hadise üzerine, uzak- tan gelen iki köylüye: — Haydi bakalım, dedi, ölüme ha- zırlanın şimdi! Çoban kızı diye beni aldatmağa geldiniz. Onu tanıyanla- rı hesaba katmadınız! Köylüler ağlamağa başladılar: — Biz, Volgada Şutkadan gördü- gümüz işkenceyi hiç kimseden gör- medik, dediler, o, bizim en büyük düşmanımızdı... Adamları aç kaldık. ça köyümüze baskın yaparlar, erzak ambartarımızı soyup giderlerdi. Onun ölümüne bizim kadar kimse sevinmez. Komutan köylüleri affetti, Ve ertesi gün Şutkanın cesedini alıp yola çıktı kadını nasıl kendini. öldür- ma Ye Prens Vilâdimirin sarayında.. Ruslar, Moğolların Rusyaya hâkim oldukları gündenberi (1) Grandük- lerile, küçük prenslerils Moğollara boyun eğmişlerdi. Moğol prensi, Vol- ga kıyılarında (Saray) şehrinde otu- rurdu. Rus prensleri, Moğol hakani- nın emaretleri idi. Oktay hanın ölümü Rusyadaki idareyi değiştirmedi. Bazı prensler başkaldırmak istedilerse de, prens Keyük yıldırım gibi, bu başları çar- çabuk ezip.kopardı. Turakinanın Moğol tahtına otur- duğu günden sonra, Rusyada belli- başlı «ihtilâlci kadın - Şutkar hadi- sesinden başka bir ayaklanma va- kası olmamıştı. Moğol prensi bir ordu ile Karakü- ruma gitmek üzere Rusyadan âyrıi- dığı zaman, yerine komutan olarak Şi - Ting'i vekil bırakmıştı. Şi - Ting (Saray) şehrinde, hanın sarayında oturuyordu. Moğol atlıları yukarı Volgadan Şutkanın cesedini (Saray) şehrine getirmek üzere yola çıktıkları gün- lerde, gene Moğolların hâkimiyetin- de bulunan Dimitriyef şehrinde otu- ran prens Vilâdimirin adı dilerda sıkça dolaşmağa başlamıştı. Grandükle arası açık olan Rus prensi Vilâdimir, Keyük'ün Rusyadan Karakuruma gitmesinden İstifade ederek, Şutkayı bir hayli kışkırt- mıştı, Şutkanın uzun müddet Moğollara karşı koymasının sebeb ve mânası anlaşılıyordu. Vilâdimirin, Şutkadan bağ Mo- gollar aleyhine tahrik ettiği bir çok kimseler vardı. Vilâdimir bu adamları rayına çağırarak: — Daha ne zamana kadar Mogol- lara haraç vereceğiz? Ne zaman on- ların tahakkümünden kurtulacağız? Diyor ve bütün Rusyayı Moğollara karşı ayaklandırmak istiyordu. Vilâdimiri en çok sinirlendiren şey şu idi: Hakan veya prens Keyük ta- rafından Vilâdimire bir memur gön- derildiği. zaman, bu memur şehre girmeden, Rus prensinin onu yaya olarak karşılaması. Moğollar tarafından gelen memur, şehre girmeden atından iner, pren- se geldiğini bildirir ve prensin kendi- sini karşılamasını beklerdi. Bu Âdete yalnız küçük prensler değil, Grandükler de riayete mec- burdu. Rus asilzadelerini fena halde sinirlendiren bu karşılamalara, bu boyun eğmelere nihayet vermek isti. yen prens Vilâdimir bir gün sarayın- da kanrısile görüşürken: — Prens Vasilofu Karakurumdan ne yapmalı da kurtarmalı? Diye sordu. Vilâdimirin karısı; — Yeğenimi Moğolların eline dü- şüren sensin! dedi Onu günlerce teşvik ettin. O da Petro ile yola çık- tı. Fakat, Keyük hanı kandıramar dı... Moğolların tuzağına düştü, Ka- rakuruma kadar gitti, Onu önümüz- deki yaz mevsiminde ne yapıp yap- malı, kurtarmalıyız. Prens Vasilof, Vilâdimirin karısı- nın yeğeniydi.. Vlâdimir, karısına: — Merak etme, dedi, onu ben kur- taracağım. Vilâdimirin kurtarması icab eden biri daha vardı: Prenses Olga. Olganın nerede bulunduğunu bi. len yoktu. Gerçi bazı zayıf tahmin- lerle Olganın (Saray) şehrinde ve hanın sarayından hapsedildiği söyle- niyordu. Fakat, Vilâdimirin (Saray) a gönderdiği casuslar eli boş olarak dönüyorlar ve: — Oligayı han sarayında gören yoktur. Diyorlardı. Olgaya aid heyecanlı tafsilâtı ile- ride vereceğiz. Şimdi, prens Vilâdimi- rin sarayında geçen entrikalardan bahsedelim. Vilâdimir, her şeyden ön- ce Vasilofu Karakurumdan getirt- mek için, şöyle bir çare düşündü: (Arkası var) gizlice sar (17 Moğollar, Rusyayı istilâ ettikten sonra, Iki asır Rusyada hâkim kaldılar,