Neciyenin o günü yine sinirleri üs. tünde idi. Bir iki saat için dışarıya çık- miş kocası İbrahimi evde yalnız bırak- Mişti. Genç kadın eve dönünce orta- bğı altüst bulmuştu. İbrahim her ta- rafı darma dağınık etmişti. Artık bu derecesi de fazla idi. Yeryüzü aranıp taransa İbrahim kadar dağınık bir erkeğe belki de ras- gelinmezdi.. Naciye bazan: — Ah, derdi, bazı arkadaşlarımın kocalarını görüyorum. Dünyada ev işlerine eli yatan ne kadar çök erkek var, Halbuki benim kocam bir sigara tablasını şuradan şuraya kaldırmaz. Birçok erkekler ev işlerinde az çok ka- nlarına yardim ederler. Hatta nice kocalar bilirim Xi evlerine getirtikleri balıkları kendileri kızartırlar, Halbu- ki İbrahimin ev işlerinde bana yar- dım etmesi şöyle dursun Üstelik de dünyanın en dağınık erkeği.. Nâciye kocasını yola getirmek için ara sıra İbrahime nasihatlar da verir, “başka erkeklerden misaller getirirdi: — Bâk Neclânın kocasına... Valâ- hi Ncelanın elbiselerini bile Kocası ütülüyor. O kadar hamarat bir erkek.. Halbuki ben sana sofrada «şu limonu kes» desem üşenirsin... İbrahim, Naciyenin bu gibi sözle rine aldırış bile etmezdi. Hakikaten ev işlerile hiç meşgul olduğu yoktu. Evin içinde bir çiçek vazosunun bile yerini düzeltmek aklına gelmezdi. Aylar, seneler böyle geçip gitti. Ar- tik Naciye kocasına ey işleri gördür- mek hulyasından tamamile ümidini kesmişti. Fakat bir gün terzisinden evine dö- nünce kocasını mutbakis buldu. İbrahim mutbakta?.. Ne münase- bet?. Genç kadın şaşkın şaşkın kocasına, sordu: — Ay sen mutfağın kapısını bilir mi idin? Ne yapıyorsun orada?.. Sanki ev işleri görmek bir erkek için ayıp bir şeymiş gibi İbrahim ade. ta utandı, mahcup oldu. Şaşaladı. Bonra: — Hiç, dedi, akşam yemeği için kendi elimle bir salata yapmağa he- ves ettim de... Onunla meşgulüm.. Naciye kulaklarına inanamıyordu: — Sahi mi? dedi, salatayı sen ya- pacaksın ha? Sen ha?.. İbrahim: — Bunda bu derece şaşacak ne var?.. diye cevap verdi. Hakikaten o günü İbrahim salata- yı yapmak için mutfakta belki yirmi dakikadan fazla uğraştı. Artık Naciyenin sandetine diyecek yoktu. Kocasının ilk defa elile salata yapmasını büyük bir hayır alâmeti telâkki ediyordu. Ertesi günü Nasiye şapkacısına çit- mişti. Eve dönünce kocasını yine mut- fakta buldu. Büyük bir merakla sor- du: — Kolay gele İbrahim.. Ne yapı- yorsun orade?.. Kocası cevap verdi: — Canım mayonezli bir salata is- tedi, Gazetede mayonezin nasıl yapıl- dığinı okudum. Şimdi bunu yapmak- Ja meşgulüm... Naciye kulaklarına inanâamıyordu. — Mayonez yapıyorsun ba?.. Mayo- nez? İbrahim nihayet tabii bir sesle: — Eevet, dedi, mayonez... Artık o günden sonra İbrahim mut- fak işlerinde dehşetli hamarat bir er- kek olmuştu. Hettâ bir gün; Karıcığım, müsaade et de bugün bulaşığı ben yıkayayım. Sen terzine mi gideceksin? Yoksa şapkacına mi? Nereye gidersen git.. dedi. Naciye hayran hayran kocasına ba- karak: — Aman, İbrahim... Kulaklarıma inanamıyorum. Sen bulaşık yıkaya- cakdın ha?.. Bu yakınlarda mutfak işlerine o derece büyük bir merak sar- dın ki buna hem şaşıyorum, hem de seviniyorum doğrusu.. Hulbuki evvel» den ev işlerine, hele mutfak işlerine elini bile sürdüğün yoktu. Nasıl oldu bu değişiklik?.. İbrahim: — Oldu işte. dedi, birdenbire içime mütfak işlerine karşı büyük bir me- rak uyandı. Naciye: — Aman iyi... Çok iyi.. dedi, Acaba bulaşık yıkamasını becerebilecek mi- sin şekerim? İbrahim kendine emin: — 'Tabii, tabii... dedi, sen hiç merak etme.. Bulaşıkları bana hırak da git.. Sana öyle bir bulaşık yıkayacağım ki parmağın ağzında kalacak... — Haydi bakalım!... Naciye hemen giyindi. Kocasına; — Allaha ısmarladık benim hama rat kocaciğım!.. diyerek evden çıktı, Terzisinde epeyce kaldı. Eve dön- düğü zaman kocasını hâlâ mutfakta buldu. Bulaşıkları yıkamış, kurula mış, raflara dizmişti, Üstelik yine üç dört akşamdanberi #&lata yapmakla meşguldü. Naciye mutfağın kâpısının önünde durarak İbrahime seslendi: -- Kolay gele kocacığım... .— Teşekkür ederim... İbrahimin ev işlerinde bir tek kusuru vardı. Eli şaşılacak derecede ağırdı. Fakat herkesin bu derece kusuru olabilirdi. Tek kocası ey işleri yapsın da eli biraz fazla ağır olsun. Bunun ehemmiyeti yoktu. Fakat o günden sonra artık İbra- him, karısına bulaşık yıkatmaz ol muştu. Genç adam: — Bulaşık var imı? Hemen yıkarım.. diye atılıyordu. İşinden eve gelir gel- Mez doğru mutfağa koşuyordu. Bir müddet sonra da İbfahim ade- ta mutbaktan çıkmaz olmuştu. « Hatta bazan Naciye: — Canım bu derece kendini yorma... İşten gelir gelmez doğru mutfaka Dedikçe İbrahim: — Yo000 karıcığım, bulaşıklar kir. di dururken dünyada içim rahat et- mez!... diye kestirip atıyordu. Fakat Naciyenin gözüne garip bir şey çarpmıştı. İbrahim mutfağa gi- rerken saçlarını tarıyor, kendisine adeta bir çekidüzen veriyordu. Koca- sının bu hali Naciyeye adeta merak olmuştu. Yine İbrahimin işten gelir gelmez doğru mutfağa köştuğu günlerden biri idi. İşte bir seste yakın bir za- man genç adam mutfakta idi. Bula- şık yıkıyordu. Naciye bitişik odada otururken bir- denbire mutfakta tabak çatal gürül“ tüsünün kesildiğini hissetli, Mutfak- tan çıt bile işililmiyordu. Acaba İb- rahim ne yapıyordu? Yavaşçu yerinden kalktı, Hiç ses çıkarmıyarak mutfağın — kapısının önüne geldi. Kapı biraz sralıktı, Naciye bu ara- liktanı içeriye bakınca garip bir man- zara karşısında kaldı. Kocası elile ko- ile karşıdaki apartımanlardan birine bir takım işaretler yapıyordu. Genç kadın hiddetinden deli ola- caktı. Fakat kendini tuttu. Yine ayak- larının ucuna basarak içeriye girdi. Kocasının arkasından baktı, Karşıda- ki apartımanların pencereleri kendi mutfaklarının tam karşısında idi ve çok yakındılar. Bu pencerelerden birinde iki genç kadın vardı. Mevsim yaz olduğu için bunlardan biri kolsuz, önü gayet açık bir elbise giymişti. İbrahimle bu ka- karşıdan karşıya işaretleşiyorlar- Mutfakta kızılca bir kıyamet kop- tu. O gündenberi İbrahimin mutfak kapısından içeri girmesi yasaktır. Hikmet Feridun Es RADYOLIN ie SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM her yemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız $ ğpmsiş isme Seyhan Kızılay reisliğinin bir izahı Adana seylâpzedeleri hakkında Ada- nadan aldığımız bir mektubu neşret- miştik. Bu hususta Seyhan Kızılay riyasetinden bir mektup aldık. Bu mektupta hakikate uygun olmıyan ba- zi noktalar tavzih edilerek deniliyor ki: i — Adana seylâbında binlerce cv yıkılmıştır, Kamış, kerpiç, kârgir ve ahşap olmak üzere 689 ev yıkılmıştır. 2 — Toplanan iancden 8046 lirası &cil tedbir, iaşe ve İskân işlerine sar- fedilmiş 28 bin lirası da yıkılan evle- rin tamir veya yeniden inşası için fen heyetinin tesbit ettiği miktarlar üze- rinden muhlacı muavenet olan fclâ- ketzedelere tevzi edilmiştir. 3 — Tevzi edilen bu para e herkes evini tamir ederek veya yeniden ya- parak yerleşmiş ve yardım işi bu su- retle şenesi içinde tamamen ikmal €- dilmiştir. « 4 — Fazla kalan 32 bin Hranın tek- rar felâketzedelere tevzii veya bu pa&- ra ile küçük sıhhi evler yaparak mü- sait şartlarla gayri sıhhi şerait içinde yaşıyan bir kısım yurddaşa taksitle salmak şıklarını düşünen Yardım ko- misyonu ve Kızılay merkezi ikinci fik- ri kabul etmiş ve bu teşebbüse on se- ne müddetle ve seneyi 5 bin lira ver- mek suretile Seyhan vilâyeti hususi idaresile Adana belediyesi de iştirak ederek cemiyetimizle müşterek bir bir. lik tesisine karar vermiştir. 5 — Yapılacak mahallenin ismi (Kı- zılay mahallesi) dir. 6 — Seyhan vilâyeli hususi idaresi ile Adana belediyesinin cemiyetimizle müşterek bixlik tesis edebilmeleri ve tamamlanması on senelik bir progra- ma bağlı olan bu teşebbüse İştirak edebilmeleri bütçelerine tahsisat koy» masalarına ve bütçelerinde vilâyet umumi meclisi ile belediye meclisinden | geçerek salâhiyetli makamalrca tasdik edilmiş olmasına vabeste bulunduğun. ! dan bu kanuni merasim ancak 933 senesi haziran nihayetinde ikmal edil. miştir. 7 — Tesis edilecek birliğin Dahiliye Vekâletince tasdik edilmesini Kızılay umumi merkezi şart koyduğu için ha- arlanıp vekâletin tasvibinc arzedilen birlik nizamnamesi bilâ tasdik inde edilmiş ve teşedbüsün çok yerinde ve muvafık olduğu kabul edilmekle börü- ber esas gayesi hususi idarelerle bele- diyelerin mecburi ve ihtiyari vezaifi meyanırnda olmadığından bu maksat için birlik tesisine kanuni imkân bu- Tunmadığı 9/12/938 tarihli ve 12034 No. lu yazı ile Seyhan vilâyetine bil- Girilmiştir. 8 — Bu hayırlı teşebbüsün her bal- de kuvveden fiile çıkarılması için hu- susi idare ve Adana belediyesinin ye- rinde olan yardımile mahallenin Kı- zılay cemiyeti tarafından yapılması için yeniden teşebbüse geçilmiştir. 9 — Bu izahattan anlaşılacağı Üze- Te seylâptan açıkta kalmış veya evi yaptırmamış hiç bir aile yoktur ve yardım, zamanında büyük bir dikkat ie yapılmıştır. Fazla kalan ianeden 26 bin lirası Kı. zlay namına bankada mahfuzdur. Bu- na ilâveten hususi idare İle Adana be. lediyesinden verilecek senevi beşer bin Uradan on senelik 50 bin liralık yar- dım parasile sıhhi bir mahalle tesisi teşebbüsü üzerinde çalışılmaktadır. Arsa alınmış, muhtelif ev plânları ha- gırlanmış ve Adana şehir plânını ya- pan profesör Yansen tarafindan mu- vafık görülmüş olduğundan Kızılay genel merkezimizce bu teşebbüs kabul edildiği takdirde derhal inşaata başla- nacak ve bu hayırlı iş 85 bin Jiralık mütedayil bir sermaye ile on sene de- vam edecektir. İlk ihşnat ikmal edile. rek mahalle tesis edildikten sonra faiz $iz ve on senelik taksitle hizamname- sinde tasrih edilecek şerait dahilinde taliplerine verilecektir. aş İZMİR ve mülhakatı için AKŞAM güze- tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sokak 52 nu- TARİHİ Şimdi yeryüzünde ondan daha ta- Mihsiz kim vardı? Subo gece yarısına doğru adamla rile birlikte evine döndü. Subo kederinden ve hiddetinden ağlıyordu. San Çakal gibi bir hayduda da böyle güzel bir kadın kaplınlır mıy- dı ya? Sarı Uygurlar, Akayın kaçırıldığı- nı duyunca, genç reislerine o (başın sağ olsun) a geliyorlar ve: — Akay zaten kendi soyundan de- Eildi. Bir Uygur kadıniyle evlenir. sen, neslin sönmez. Bir erkek Oğ- Jun dünyaya geldikten sonra, başka bir kadınla da evlenebilirsin! Diye teselli ediyorlardı. Sarı Uygurların ileri gelenlerinden biri de Suboya şunları söylemişti: — Baban, yurdumuzu özgenliğe kavuşturmak için çok çalıştı. mu- vaffak olamadı. Bu işi sana bıraktı. İşe başlamadan, erkek çocuk doğü- racak bir kadınla hemen evlenmeli- sin! Sarı beyin nesli sönerse, Sarı Uygurlar öksüz kalır. Subonun büyük annesi de, toru- nuna şu öğüdü veriyordu: — Kansu irmağından su içen ka- dırlar kısır oluyorlar. Babanın alâı- ğı kadınlar hap Kansudan su İç- mişlerdi.. kısırlaştılar.. çocuk doğur- madılar. Şimdi bütün umgumuz sensin! Öyle bir kadın seç ki, Kansu irmağının yanından bile geçmemiş olsun, oğul! Subo herkesi dinliyor, fakat he- nüz kati bir karar veremiyordu. Kansudan su içmemiş kadınla ev- Tenmek.. Fakat, bunu nereden bulacaktı? Kansudan su içmiş kadınlar bile, İ relsle evlenmek için, oradan su içme- diklerini söylüyorlardı. Akay... O, Sarı Uygur' beyinin oğ- ilu için biçilmiş kaftandı. Ne Kansu- dan $u içmiş ,ne de onun yanından geçmişti! Subo günlerce düşündü. Akay- dan başka kendisine uygun bir eş bulamıyordu. Düğün dernek.. her Şey geri kal- mış, bütün Uygur ilinde relsn kâçı- rılan karısı dillere düşmüştü. O güne kadar bir çok kimselerin karılarını, kızlarını okaçırmışlardı anma, böyle bir reis karısının kaçi- rıldığı atalar öykülerinde bile du- yulmamıştı. Uygurlar reisleirni çok sever ve sayarlardı. Reisin karısına, kızlarına, hizmetçilerine ve tutsaklarına hiç kimse yan gözle bile bakmazdı. Subonun düğünü yedi gün, yedi gece sürecekti. Daha üçüncü günün- de bütün dernek bozulmuş, bütün kabileyi neşesizlik sarmıştı. Yiğitler hâlâ okları omuzunda atlarını dağ- dan dağa, yayladan yaylaya sürerek Akayın izini bulmağa çalışıyorlardı. Suboya bir kaç Uygur kızı gösler- diler. Bunlar da kabilenin ileri gelenle- rinin en güzel kızlarıydı. Subo bun- Jarı görünce, Akayı gözünün önüne getiriyor ve: — İnsun onun gibi güzel bir ka. dırı tanıdıktan sonra, başka bir kızı kolay kolay beğenemez. Diyor Ve hepsini reddediyordu. Akayın (Sarı Çakal) tarafından kaçırıldığı muhakkaktı, Fakat, (Sarı Çakal), onu reisin evinden nasıl ve ne cesaretle kaçırmıştı? Onu kaçar. ken bir nöbetçi de mi görmemişti? Yoksa bu (Meşum adam) göze gö- Tünmeden dolşmanın da surimi mi biliyordu? başına Subo, bir gün akıncıları topladı: — Düğün dernek arasında karımı kaçırdılar. Ben, onu Kaçıran adamı elde etmeden, size reislik yapamam. Akay kendiliğinden kaçmış olsaydı, onun adını bile anmazdım. Fakat, O bana bağlanmeı, beni sevfniş bir kızdı. Onu ve onu kaçıran adami mutlaka bulmalıyım. Bunu yapma- .— yurduma faydalı olamıyaca- m, Yazan: İSKENDER P. SERTELLİ Akay, Bozkırların ortasında yaşıyordu. Birgün, Sarı Çakala: “Şu bacağımdaki zincirleri çozl, diye bağırdı. * Ayağındaki zincirleri kolay kolay çö- ROMAN 'Tefrika No. 16 —- Dedi. Akayı aramak için yeniden. kollar düzüldü;. akıncılar». dan bir bölük yiğit tekrar etrafa yayıldı. Arayıcılar Akayın izini bük madan dönmiyeceklerini söylediler. , Bozkırın göbeğinde iki Kaya” oy ğunda yaşıyorlardı. (Sarı Çakal) vaktile burada uzun müddet kalmıştı. Kayaların oyukla. i rı geniş bir oda kadar kuytu ve kul lanışlı İdi. Sarı Çakal, baca- ğına bir zincir bağlamış ve zincirin ucunu büyük bir taşın altına sok- muştu. 7 Sarı Çakal gündüzleri ava gider, bir kaç saat içinde avladığı kuşları Akaya getirir, birlikte pişirip yer. Jerdi, 7 Akay, Sarı Çakal ava gittiği 7a- man >inciri koparmağa çalışır, taşı zorlar, bir türlü koparamazdı. j Akay zinciri koparsa da nereye gi- decekti? Buraya kapandığı günden- 1 beri insanı yüzü görmüyordu. Bura sı öyle 1ssız bir yerdi ki, etraftan bir tek yolcu bile geçmezdi. Sarı Çakal, Akayı buraya gece ka. ranlığmda getirmişti. Ertesi gün 4 Akay, sığındığı inden dışarı çıkınca kendisini engin bir çölün ortasında sandı. Buradan kurtulmak için ka- natlanıp uçmak gerekti. İkinci İn de Sarı Çakalın atı barınıyordu. : Akay bir gün, Sarı Çakala: p — Ayağımdaki zinciri çöz... Beni . yaban syısı değilim. Diye bağırdı. Sarı Çakal: — Seni, kaçacağını düşünerek bağ- Iamadım, dedi, etrafta beyaz ayılar dolaşıyor. Senin burada olduğunu se zerlerse, ben yokken gelirler.. parça. Jarlar. Kendini koruyamazsın onla. rm pençesinden. ğ — O halde sen ava giderken benli de al götür. Bu inde, bir vahşi hayvan gibi yaşayamam ben. o San Çakal, Akayı çok seviyordu. zemezdi. Akay tekrar yalvardı; — Ben de dağların koynunda doğ. v muş bir kızım. Burada yaşamak be- ni bezdirmez... Senden ayrılmak ni- yetinde değilim. Ayaklarımı serbes. ra, otururuz. Geceleri sana ulusların öykülerini osnlatır, €ğlendirerek uyulurum! Dedi. Surı Çakal, Akayın sözler kanmışlı. bir gece sevgilisinin “e cirlerini çözdü.. Akayı koynunu &i- dı; bir tüy kadar ince ve zarif olan Güreü kızını iri kollarile sardı. m E nın eğerine başlarını deyadılar uyudular, m Ertesi sabah, San Çakal gözlerini açtığı zaman Akay hâlâ, uyuyordü. i Sarı Çakal bir gün önce yakalayıp getirdiği bir yaban keçisinin sütünü sağdı.. Akayı uyandırdı, sütü Jer. inden çıktılar, Sarı Çakal her gün Akayla be: ber ava gidiyorlar, beraber at üsti de dolaşıyorlardı. kalın atını elime geçirir, kaçarım. Diyordu. Akay bu ümidle ay bekledi. Sarı Çakal ona hiç bir g kaçmak fırsatını vermiyor, onu y nız bırakmıyordu. Akay ümidini kesmedi.. Bozkırın ortasında altı ay, 5 Çakal gibi, dünyanın en çirkin & miyle başbaşa yaşadı. her sik ya tahammül etti, Yoksulluğa, n Tumiyete alıştı. Ve hiç bir d Suboyu unutmadı... Yere, göğe bak- tıkça onun hayalini gördü.. onun s8. sini işitti, Her gece rüyasında Sn boyu görüyor. sonra uyanıyor ve saatlerce gözüne uyku girmiyor. y