© (Akşamın edebi romani YAPRAK AŞISI BURHAN CAHİD — sahife 6“ - PAZARTESİ KONUŞMALARI: CENNET , Kısa bir rahatsızlıkla Ankaranın tatlı ve serin havasından birkaç gün mahrum kaldım. Birkaç gün, her 28- mankinden daha çok ve her şeyden daha fazla kitaplarla (haşrüneşr oldum. Hüseyin Rahminin (Utanmaz Adam) ımı okuyorum. Sahifeler o kâ- dar canlı ki konuşuyorum demeli idim. Ehrimen ve Hürmüz davasını, Hayır ve Şer hikâyesini anlatan bu çok realist cemiyet tahlil ve tenkid içinde zihnim -gariptir- en ziyade birkaç satır içine sığınmış (Cennet) tarifine takıl dı. Romanın kahramanı Utanmaz dam, dolandırdığı beş liranın ver cesaretle birkaç gündenberi boş kalmış midesini alkolle doldurduktan sonra etrafını cennet haline gelmiş göl yor. 'Tokluk, bu aç ve sefil insanı büs- bütün değiştirmiştir. Hayatı kötü ve siyah görürken karnı doyunca bütün eşya canlaniyor; her yer ve her şey güzelleşiyor. Demek vinsan kendin- den ve etrafını ihata eden kâinat par- .çasından memnun olduğu vakit» içinde bulunduğu bu hal, cennetmiş. Cennet... Bu kellme benim haya- İimde büyük anamın sesi ve çehresile beraberdir. Meşin kaplı kalın bir ki- taptan alışılmamış bir Türkçe ile oku- duğu mısraların çocuk gözümde kur- (Muhammediye) niri cenneti... Züm- rüd, yakut köşkleri, çeşmelerinin cö- mert oluklarından akan kevser $a- rapları, yemişler; o zamanlar bana sayıyla ve hesaplı verilen elmalar, ar- mudlar, şeftaliler, üzümler, hurma- lar; genç, güzel, tuvana huriler ve gilmanlar... (O vakit de mahallebi- den duvarlar hoşuma gitmemişti). Burası öyle bir dünya !di ki türlü, tür- Yü esaretlerin baskısile daha çocuk- ken dedirgin olduğum bizimkinden oraya sefer etmek isterdim. Buranın kendine göre musikisi de vardı: Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu. Seneler bana bu gitmediğim âlemi unutturdu. Diyebilirim ki bütün genç- Jiğim cennetsiz geçmiştir. Dünya ah- valini düzeltmek için zihin yoran bü- « yük insanların bu mevzudaki telmih- lerine tesadüf ettikçe eski hatırala. rım canlanmıyor değildi. «Cenneti dünyanın üstüne çıkarmalıdır.» sözi e meselâ Tolstoi onu bana hatırlar tanlardan biri olmuştur. Cihanda çok yaşadık, bilmedik bu yanda ne var Ölüm geleydi, gideydik, görek, o yanda ne var. Bu iki mısrahk temenniye iştirak etmemekle beraber rind, hâzır ve yi- it edasındaki şiir, beni yine o mev- zua zaman zaman çekmişti. Geçen sene tam bugünler ölüm döşeğinde yatan babamın iztiraplı ve hazin akıbetini göz yaşlarımla gör- dükten sonra ayni mevzu dimâğımı tekrar rahatsız etmekten hali kalmadı. Bütün bayatı tertemiz geçmiş bu in- Verandanın önünde yeri hazırlı. yan bahçıvanlar küreklere dayan- mışlar emir bekliyorlardı. Necmi bey ayağa kalktı: — Bu bahsi görüşmek fırsatını bana tekrar verecek misiniz hanıme- fendi. Hafif bir tebessümle başımı eğdim. — Ciddi şeyler kohuşmaktan zevk alırım Necmi bey. — Teşekkür ederim. O halde şim- di müsaade ediniz Şu adamlarla meşgul olayım. Süratle bahçeye inâi, . Onu verandadan ( seyrediyordum. Yeşil yapraklı fidanlar dikildikçe elindeki makasla uzün dallarını ke- sip “bir hizaya getiriyor. Adamlarla ve fidanlarla o kadar meşgul ki bir kere olsun başını yukarıya kaldır. madan çalışıyor. Şimdi daha ileriye gitmişler, yol kenarına yeşil duvar olacak Jigüs- trinleri dikiyorlar. İşin uzayacağı anlaşılıyor. Nuriye | İ | sanın ahlâkındaki sertlikten doğmuş yenilmeleri ve yoksullukları ölümün öbür tarafında ödeyecek bir başka varlık ve hayat var mıdır diye çok düşündüm. Olsun istedim. Var mı? hâlâ da bilmiyorum. Değil böyle bir sene, daha nice nice yıllar düşünsem bilemiyeceğim. Benden sonra düşüne- cekler bile bilecekler mi? ummuyo- rum, Hüseyin (oORahminin (Utanmaz Adam) ının içimde dalgalandırdığı bu acı düşünce ve hatıralar, zihnimi bir çöp gibi kendi hareketlerinin ira- desile sürükleyip gölürürlerken hiz- metçi akşam trenile gelmiş Akşam gazetesini masamın üzerine koydu. Beni bu kalbsiz ve gayesiz dalgalar- dan kurtaracak bir şey bulurum di- ye gazetenin yapraklarını karıştırma- ğa başladım. Günlük havadisleri sa- bahleyin Ulusta okuduğum için, O | sütunlarda durmayarak yedinci sahi- feye kadar geldim. Yaş ve Baş; Refik Halid. Gözlerim, ihtiyatsız satırlarma takıldı. Yüksek bir yerden güzel rıh- tımlı bir deniz kenarına iniyormuş gibi kademe, kademe, aşağıya doğru süzülüyorum. «Lübnanın deniz kena- | ti ve köyleri kişin bit cennettir.» Yine karşıma cennet çıktı. Muhar. rir bu aldatıcı ve çekici meçhulün maâ- nasınâ kayıtsız kalamamış olacak ki iki parantez içerisinde dokuz satırla mevzüunün dışına çıkarak fikir söyle- mek mecburiyetini hissetmiş; «Bilme- diğimiz, görmediğimiz ve göremiye- ceğmiz, bilhassa künhüne akıl erdi- remiyeceğimiz şeyleri beyenmek ve bilir görünmek mevakımıza bu cennet teşbihi parlak bir misal teşkil eder. Floryadan öteye geçmemiş olanların bir manzarayı tıpkı İsviçre diye tarif etmeleri de o meraktan ileri gelir.» Belki böyledir. Hüseyin Rahminiu cenneti tamamile kendi halinin dışarı Alemde görünüşünden ibaretti. Refik Halid, ayrı bir sübjektif izahla cehli- mizin ve beyenme duygularımızın $i- gınağı olarak cenneti düşünüyor. Hangisi doğru? Ben de bilmem. Yal- nız şu hiç hatırımdan çıkmaz ki han- gi ruh haleti içinde olursak olalım, etrafımızı hangi tatta bir duygu ile - siyah veya pembe -ne renkle görürsek görelim içinde bulunduğumuz bu âlem, bize kapandığı zaman cennet olmuyor mu? Milton, ölmez eserine (Kaybolmüş cennet) adını verirken kör olan gözlerinin siyaha bürüdüğü şu bizim cihanımızı kastetmiyor mu idi? Miltonu en iyi anlayacak edebiyat adamlarımızdan birinin Yaş ve Baş muharriri olduğunda şüphem yok- tur. Bence cennet, kaybolması tehli- kesi biran bile zihnimize geldiği za- man yüreğimizin korku ile, azapla, ıztırapla burkulduğu bir âlemdir; gö- zümüz görürken kör olacağımızı dü- şünerek üstüne titriyeceğimiz âlem. Milton, mazide; Hüseyin Rahminin Utanmaz Adami halde; din adamları Tefrika No, 10 hattâ şarkı söylemek bevesi var. Dayanamadım. Piyanonun kapağını açtım. İlk hatırıma gelen parça kü- çüklenberi pek sevdiğim Maskani'- nin kavalyera duslikana'sı oldu. Par- maklarımın durgunluğuna rağmen eser ruhumda ve kafamda öyle yer etmiş ki. güçlük çekmeden çâlı- yorum. - Nota aramağa lüzum görmeden ezberden çaldığım parçalar bittikçe hatınma yenileri geliyor, Buraya geldiğimdenberi ikinel de- fadır ki piyano çalmak hatırıma gel- di. Eşyamı yerleştirip - penceremden sakin körfezi seyrettiğim ilk gün ve bugün. Şöpenin bir parçasını bitirmiştim ki arkamda onun sesini duydum: — Brava hanımefendi. 'Tabureyi çevirip kalktım. — Siz burada mıydınız. — Yarım saatlenberi, — Niçin haber vermediniz. — Nasıl haber verebilirdim. Neşe nizi bozmak, musikinizden mahrum, Çukurovada. portakal ağaçları çoğalıyor Portakalcılık şimdiden üç buçuk milyon lira getirmektedir Adana (Hususi muhabirimizden) Almanya, Çukurova bölgesinden mf» him miktarda portakal çekmeğe baş- ladı, Geçen sene rekolteden yapıları ihracat eski yıllara nisbetle pek faz- la idi. Yeni mahsul ihracatı çok daha fazla olacaktır. Birçok Alman firma» ları daha şimdiden portakal mübayâ- asına başladılar, Çukurovada narenciyecilik yıldan yıla bariz bir inkişaf göstermektedir. Elde edilen rakamlar, pek memnuni- yet veric bir derecededir. Portakalcılıkta artık, burada diğer mahsuller gibi ehemmiyetli bir gelir kaynağı haline geldi. Ovadaki naren- ciye ağaçlarının adedi 598,000 dır. Bu rakam, önümüzdeki yıllarda muhak- kak surette (700,000 olataktır. Önü- müzdeki üç dört sene İçinde bir mik yon ağaç meyva verecektir. Adanada portakal yetiştiren büyük mıntakaların istihsal yekünlarına bir göz atalım: : Adanada (8,740,000, . Kozanda 5,354,000, Karaisalıda 13,800, Kadır- Tıda 525,000, Ceyhanda 11,500, Osma» niyede 24,024,000, Dörtyolda 57,000,000 Bahçede 18,100 portakal ki cemane 76,238,100 portakal yetişmektedir. Fa- kat şunu da hatırlamak lâzımdır ki bu rakamlar geçen yılın vekoltesine aittir. 938 mahsulü daha verimli ve kalite itibarile daha güzel olduğuna göre, son rekolte bundan daha büyük bir gelir temin ödecektir. Bu yıl rekoltesi 80 milyondan faz- ladır, Bu istatistiğin ifade ettiği mâna büyüktür, Bu yıl, daha 200,000 fidan dikilmiş tir. Bu fidanlardan başka muhtelif cins portakal fidanlarından tecrübe için 20,000 tane dikilmiştir. Dört beş yıl sonra ağaç adedi muhakkak Ssu- rette bir milyonu bulacaktır. Bir ağaç tan asgari ve vasati olarak elde edilen para 12 liradir. Şu hale göre, Çukur- ova portakalcılığı her yıl memlekete 12,000,000 lira bırakacaktır. Şüphesiz mahsulün hepsi dış piyasalara ihraç edilemez, Fakat dahili istihlâk çıkdık- tan sonra asgari beş milyon lira ka- zanılacaktır. Esasen bugün yapılan ih- racattan elde edilen kâr üç buçuk mil- yon lirayı buluyor. Önümüzdeki yıl cinslerin ıslahi işile daha geniş mikyasta meşgul oluna» câktır. Akk saanasasa istikbalde bu âlemi kurdular. Rahat ve güzel yaşamak için her üçündeki cihanı birden kurabilmeli. Hiç değilse bir tanesi... Fakat her üçünden bir. den mahrum olmak, bu çok korkunç bir yokluktur sanırım. Cennetsizlik, ne hazin yoksulluk Hasan - Âli YÜCEL — Çok naziksiniz Necmi bey. Olur- sanıza. — Affınızı rica edeceğim. Akşamı olmadân İstanbula dönmek İâzım. Karanlıkta berbad bir motörde de- niz seyahati sevimli olmıyacak! Ona kalmasını teklif edemezdim. Buna ne lüzum vardı. — O halde geç kalmanızı arzu et- mem efendim. Elimi sıkarken dedi ki: — Vadinizi kıymeti bir hatıra olarak muhafaza edeceğim hanıme- fendi. Ümid ederim ki bu hafta için- de ziyaretinize geleceğim. Onu bahçeye kadar geçirdim. Motör uzaklaşmcayaj Kadar bah- çede Yusuf ağa İle konuştum. İhtiyar bahçıvanım ondan çok memnundu: — Bilgili delikanlı, diyordu. Doğ- rusu bu işlerden iyi anlıyor. Bakın şu yapraklar buraya ne iyi gitti. Akşam serinliği çöken bahçeden içeri girmek istemiyorum. Hâlâ do- laştığımı gören Nuriye bir örtü ge- tirdi: — Üşüyeceksiniz hanımefendi, Ar- tik kış geliyor. Başımızda uçuşan kuru kestane yaprakları havada kavisler çizerek ayaklarımıza dolaşıyor. Sonbahar da gidiyor. a Tee “26 Kânunueve 1938 Gaziantebin kurtuluş bayramı yıldönümü Halkevinde heyecanlı merasimle kutlandı, gazi şehrin kahramanlığı ve şehitlerin aziz hatırası hürmetle anıldı Gazianteplilerin dünkü foplantısından bir intiba Sayısız okahramianlıklarının Tier biri bir millet için birer iftihar des tanı olücak bir şecaat gösteren Ga- #lantebin dün on yedinci kurtuluş yıldönümü idi. İstanbuldaki Gâziantebli gençler babalarının, analarının, ağâbeyleri- nin ve nihayet o zaman çocuk deni- lebilecek bir yaşta olmalarına rağ“ men kendilerinin kazandıkları bü- yük zafer yıldönümünün on yedinci yılını kutlamak için Eminönü Hal kevi salonlarında toplandılar. Hep birden söylenen istiklâl mar- şından sonra kürsüde doktor B. Os- man Barlas söze başladı: — «Bugün Gazlantebin kısa, fakat bize çök uzun ve aci gelen bir istilâ ve esaret bayalından #onra ahavalana tekrar ka- Yuştuğu günün V7 nci yıldönümüdür. Bu- gün yalnız Gaziantebin kurtuluş günü değildir. Her şehir, kasaba veya köyün Gazianteb vaziyetine düşeceği zaman ba- şaracağı muvsffakıyetleri ifade eder.» B, Osman Barlas emsalsiz Gazian- teb müdafaasının kısa bir tarihçesi- ni yaparken şuna işaret etti: — «6 yıl evfel Gazlantebi şereflendiren İsmet İnönü müdafaa cephelerimizi £e- zerken; — Gazlanteb müdafaası düşmanın is- tlâ ordusunu kendinde toplamakla ken- disile birlikte bu havaliyi işgalden kur- tarmıştır.» Diyerek gösterilen kahramanlığı tebarüz ettirmiştir. “Genç doktor bir aralık Ebedi Şefi anarken: «Her sene kurtuluşumuza derin âlâkalarını esirgemiyen Atatürk ne yazık ki bu yıl aramızda yoktur: de- dikten sonra Ebedi Şefin hatırasını taziz için 6 dakika ayakta süküt edil- mesini teklif etti. Bu hürmet sükülundan sonra doktor B, Osman Barlas sözlerine de- vam etti ve nutkunu şöyle bitirdi: «Rahst uyu ey ulu Atatürk! Senin manevi huzurunda yemin ettik. Bugün de başımızda senin ve 17 milyonun bütün usanan ihtiyar Yusuf ağa ağır ağır içini çekti: — Eh, artık karakış geliyor h& nımefendi. Yarın öbür gün karşı te- pelerden karayel “vurdu mu buralar» da kuş uçmaz. Gözlerim gösterdiği karşı tepelere uzandı. Birbiri üzerine yığılmış ağır bulutlar masalların korkunç devle- ri gibi insana haşyet veriyor. Vücü- dümde garib bir ürperme hissettim. Ve bir tehlikeden kaçar gibi süratli adımlarla kendimi içeriye attım, Hava birdenbire değişti. Artık kollarını göklere açmış kes- tanelerde ' kopacak yaprak kalmadı. Bahçe çıplak bir insan gibi sevim- siz. Körfezin tatlı mavi rengi kay- boldu. Gök, deniz ve toprak hepsi bir olmuş gibi. Erimiş kurşun kalıp- ları balinde görünüyorlar. Körfezde balık panayırı var. Bunu küme küme uçuşan martilerden an- yorum. Yusuf ağanın dediği çıkiyor. Da- ha karşı dağlardan karayel vurma» dan her tarafı kalın bir sükünet kapladı. Ne gelen var, ne giden. Arasıra çamaşıra gelen Yusuf ağa- nn karısı ile bahçenin uzak köşele- rini belliyen Halilden başka gelen yok. Kış bahçesinin plânları hazırlan- | Yetmenlerinden B, İskender varlığıla güvendiğimiz İsmet İndnü hu- #urunda' gene yemin: ediyoruz ki eğer bir gün - Cümhuriyet, millet ve vatanın yük- sek menfaatleri icab ettirirme geçmişte olduğundan daha fazla kanlarımız dök” meğe âmadeyiz.» Bundan sonra kürsüye gelen tib fakültesi talebesinden B. Hayri Ayas dinleyicilerin gözlerini yaşartan bir şekilde Anteb savaşını ve 11 ayda 6,000 evlâdını şehid veren Gaziant€- bin meşhur kahramanlıklarını birer birer anlattı. Hayri Ayastan sonra en küçük Antepli Orhan Danişman kurtuluş destanını okudu. Bundan sonra söz alan tıb fakü- tesinden Oğuz coşkun bir hitabe irad etti. Nutuklar bitmişti. Dinleyicilere nefis Anteb fıstıkları ikram edildi. Bundan sonra konservatuvar Öğ” Ardan ile bayan Rennan tarafından güzel bir konser verildi. Bundan sonra Reisicümhur İsmet İnönüne şu telgraf çekildi: «Bugün gazi yurdumuzun 17 nedi kurtuluş o yıldönümünü (kutlarken Ebedi Şefin yüksek hatırasını sayg) ile andık. Onun silâh arkadaşı İnö” nü kahramanına her zaman olduğu gibi sevgi ve bağlılığımızı bir defa daha tekrar etmek fırsatını bulduk. Göğsümüz günün heyecanile dolup taşarken bu günü bize bağışlıyan siz sayın kurucu ve kurtarıcımıza sonsuz saygılarımızı sunar elleriniz” den öperiz.» Gaziantebli gençler Büyük Millet Meclisi reisine, Baş- vekile, mareşal Fevzi Çakmağa da birer telgraf çekildi. Hep birden Halkevinden çıkan Gazlantebli gençler, Taksim âbidesi- ve bir çelenk koydular, dı. Fakat mimar Hikmetten de h6- nüz ses yok. Bundan sonra yetişec&- Zini de zannetmiyorum. Necmi bey bir hafta sonra görüşe- €eğimizi söylemişti. Bugünle yirmi bir gün oldu. Gerçi benim kimseyi beklediğim yok, Kimseye ihtiyacım da yok. Fakat söz vermeğe ne lüzum vardı? Sürekli“ bir yağmur başladı. Artik bahçeye çıkmak değil, pen- eereden bakmak bile istenmiyor, İKİ gündür kütüphanemden çıkmıyorum. Yazılarım var. Bir de Oscar Wilde'in bir romanına başladım. Gayri tabif erkek hislerini anlatan bir eser. Cinsi aşkların bu kadar mühük ola- bileceğine ihtimal vermezdim, Banâ& iğrenç geldi. Eskiden realistleri severdim. Fa kat buraya geldiğimdenberi daha zi yade romantikleri seviyorum İçli sevgileri tatlı tatl anlatan roman lara bayılıyorum. Her hafta Değirmendere postah& nesi benim için paket paket kitap ve gâzele taşıyor. Buraya gelirken bü- yük bir kütüphaneye salâhiyet vere miştim. Yeni gelen ve yeni çıka eserleri bana yollıyacaktı, OBunlar Yusuf ağanın bahsetliği okarakışt8 bana urkadaşlık edecekler. Madem” ki buralarda kuş uçmazmış!