ami. 7 Kânünuevvel 1938 pa en ME çe ŞE NM MMA Rİ Trenin arkasından atılan taşın tılsımı ne evvel bugünkü Ankarayı gören bir meczup - ler! Saraylar, saraylar! Evet, tahriratı cebe, bavulları vör gona koydum. Ankaradan tanıdığım ve İstanbul- dan tanıştığım memur ve tüccar yir- mi, otuz zat beni trene kadar getir- mişlerdi. Harp zamanı tren, böyle, şimdiki gibi saatin akrebi dakikasına gelin- ce düt diye hareket edemezdi kt... Odun islimi bul İstasyonde epiyee bekledik. Şet dö tren ikide bir ma» kiniste soruyordu: — Manometre nasi? — Düşük! Neden sonra kazan kızdı, buhar seslerini kuvvetlice duymağa büşla- dık; kampana da çaldı; katar gıcır» dadı. En son vagonda idim; ahbablardan biri yerden bir taş alıp arkamızdan att. Bo,bir daha oraya dönme mekliğim için bir tılsım imiş! 'Tüsim fazla kuvvetli çıktı ki ne Arair, ne memur, he hâkim, nede mahküm olarak orava bir duha, tâ 1938 sesi yazıma kadar dönmedim. Fakat Ankarada başımdan geçen bir vaka vardır ki sırrına, künhü- pe ben hâlâ akıl erdiremedim. Sclences occultes dedikleri gizli bilgilerle uğ- raşanlar buna, belki, bir kulp taka- bilirler, Ben gizli değil, pek meydan- da olan sclences'lere bile - gâyet ge- niş ansiklopedik malümstım olmak- Iâ beraber - roman veya hikâyemin ic&b ettirmediği zaman başvurmam. Kaldı ki spiritizma, fal, remil, büyü, cifr, muska gibi metelik değmez iş lerle kafa yorayım... Güya bir sürü İvrce naturelles İnconnucs Yarırnış, yani ya, bizce meçbul gayet tabii kuvvetler... Fulanmuış, Glânmış, İa- lan olur, Nlân olurmuşta bu tabii, faka! bizce lanınmamış kuvvetler fâlanı filân ederler, filâm da alana çevirirlermiş. Alâ! Onlar bunları yapadursun- lar, bileklerinden tutacak değilim ya, gürür, eşaşılacak şey!s der, geçerim. Şaşmak suretile gösterdiğim illifat yetişir. Ankarada karsılaştığım o kabilden hadiseye, bütün bu 4z inanışım ve az Aldirışımla beraber, hâlâ, tüyle- rim Oürpererek hayretten kendimi alamadığım söylersem, bilmem, ne diyeceksiniz? Anlatayım: Büyük Millet Meclisinin ilk binası benim Ankarada bulunduğum Sıla da kurulmağa başlamıştı, şimdi Halk partisi merkezi olan bina... Tabif bunu, bir gün, Millet Meelisi olacak diye bile bile, keşif ve kehanetle yap- muyorlardı, İttihad ve Terakki klü- bü olmak üzere kuruyorlardı. İstan- yon caddesinin köşesindeki oarsaya temeli atılmış, taşları yontuluyordu. Ben o zamanları ittihadçı aleyhdarı idim, gençtim, bu binanın önünden geçerken, memleketi felâkete sürük- liyen siyasi fırkanın ahtapot gibi Ankaraya da uzattığı tüylü, çirkin, soğuk ve kıskaçlı ellerinden birini görmüş gibi kızar ve ürkerdim. Harbin artık kaybedildiğine her- kesin inandığı şeametli bir senede bulunuyorduk; onun için de İttihad ve Terakkiden tiksiniyorduk. Bina pek isteksiz, pek iştahasız yürüyor- du; dört zayıf, biçare harb devri taşçısı, betbeniz kül gibi, bilekler dermansız ,oracıkta, ağır ağır çekiç #allıyorlardı Sinemalardaki au ralenti filimler kadar sinir bozucu bir ya- vaşlıkta... Bu yavaşhık İnsana koşup © çekiçlerden birini kapmak vc sert sert, çabuk çabuk taşlara vurmak, çalışmak nedir, &meleye göstermek istetiyordu. Hem bu tembel iş görüşe, hem de hoşlanmadığım bir parti şubesi ku- ruluşuna irci olmamak için, is- tasyona - yürüyüş idmanı olsun diye - giderken oradan acele geçer dim, Bir aabuh, binanın önünde, taşa tünemiş bir adama rasgeldim; saçı sakal birbirine karışmış, yaşı belli- siz, gözlerinin bebeklerinde aeyip bir ışık, galiba bir meczub... Yanan kasabaya dikkatle bakıyor. Beni gö- rünce elini salladı: — Pir cigara ver! Tifüs korkusiyle pek yaklaşmıya- rak, içinde dört, beş cigara kalmış olan paketi uzattım: Hepsini ak dedim. — Kibrit te ver. Kutuyu da, biraz canım sıkılarsik önüne attım: Senir olsun! Tekrar yürümeğe Koyuluyordurı, Blıkoyduz z Bir diyeceğim var. Durdum, — Şu Engürüye iyice bak! Gayet iyi bildiğim halde tekrar baktım. Gördüm ki Ankara bâcasız ve hemen hemen minaresiz bir kaka- ba imiş ve yangından sönrâ orasını büsbütün çıplak, yerler bir olmuş, gözmüş gösteren de bu bacasızlık ve minaresizlikmiş. — Engürü kalmış mı ki... diye söylendim. Meczib güldü. Aklı tam olmıyan- lerm başkasına sirayet etmiyen don- muş gülüsile... Bilmem dikkat etti- niz mi, en fazla, en çabuk sirayet edici gülüş zekâsı yerinde ve man- tığı kıvamında olanların gülüşü- dür. Ben suratımı asıp duruyordum. — Sen görmüyorsun, göremezsin, benim karşımda kocaman bir şehir duruyor, kocaman, kocaman! Ve kolunu uzattı, Hizarden Çan- kayaya ve ovaya, oradan Ziraat mek- tebine doğtu elile geniş, fırdolayı bir halka çizdi: — İşte evler, evler, evler... Anlaşılan meczibün gözünde €v- ler dediği bayeller gittikçe büyüyor, haşmetleşiyordu ki ilâve etti: — Saraylar! Saraylar! Saraylar! Çöllerde serab, biliyoruz, hava ile toprağın arasındaki hararet nisbet. sizliğinden doğan bir fizik oyunu- dur; biçi var, pek uzağı yakın gös- teren hadise,.. #Deli okafasında da, muhakkak, fazla çiy bir ışık, fazla geniş bir düzlük, çöllerin hararet nisl i gibi bir şey var; serablar içinde ya- şıyor!> diye düşündüm. Mezeüb, hâlâ, çevirdiği hayali hal- kanın içine bakıyordu. Ciddi seyre. dişinden, heyecanından, gülümseyi- şinden anladım ki o, söylediklerini bir sinema perdesinde kadar açık- lıkla, önünde görüyordu; bütün te- ferrüatile, hattâ rehine konmuş $4- tılık binalara mahsus tabiri kulla- Bayım, bütün emüştemilât» iyle gö- rTüyordu: Büyük, yayılmış bir şehir, yüksek tas binalar, geniş Katranlı caddeler, süslü camekânlar, çiçekli balkonlar, tüten bacalar, sonra gu- ruldayan bir halk, arabalar, otomo- biller, tramvaylar, saat kuleleri, meydanlıklar, hepsi, her şey... Bunları, muhakkak, vuzuhla sey- rediyordu, işitiyordu, yaşıyordu, zev- kini sürüyordu. — Evler, evler! Saraylar, saraylar! diyordu. Ürktüm, kendimi yokuş aşağı, hız- nca, harab ve sefil istasyon binasına doğru boş tarlalar arasından koyu- verdim: «Evi yanmış, sokakta kal mış, müvazenesi bozulmuş bir ade- mn hayali, hulyası!» fikrinde idim. Yeni Ankâraya, bu yıl, bilür bir vaz sabahi, tepeden İlk baktığım gün, ben de o meczuba döndüm, yü- gümde şevk ve haz, onun dilile söy- lendim: — Evler, evler! Saraylar, saraylar! — SON — li 2 — gk — Yirmi şu kadar s€e- Evler, ev- AKŞAM VOLTERİN iLK AŞKI Oğlunu kapının eşiğinde gören ih- tiyar baba yerinden fırladı; — Geldin mi ser- serti... Geldin mi hayta!... Senin ke- miklerini kırsam, derini yüzsem Öf kemi oalamami... Hangi meyhane - den, hangi kumar. haneden çıktın?.. Artık yetişir, artık nAmusumu, Şerefi. mi ayaklar altına almaktan vaz geç. Oğlu kekeledi; — Babe... Babâ- cığımi... — Sus; ben artık senin baban deği. lim. Ne mutlu ana» na ki öldüde se nin bu hallerini görmedi... Amma ben görüyorum... Sus, gecen gündü» zün Paris bataklıa- nelerinde geçmiyor mu?,. Bugün de na- muslu bir aile ka- dınına (omanzum mektup yazıp baştan çıkarmağa kalr- mışsm... İşle bunu yapamıyacaksın, Yarın Şatonöf kontumun maiyetinde Amslerdama gideceksin. İşte bu kas dar. Şubat 1713 döyiz... İhtiyar baba bay Arue'dir. Oğlu da on dokuz yaşında. ki Fransua - Mari Arue'dir... va Fransua - Mari Arue, ez zamanda Volter adile meşhur olacak genç, Ams- terdam'da siyâssl mektuplar kopya ediyor, Şatonül konlunu ziydrete ge- lenleri karşılıyor, iş güç İsteğile baş yurunlara meram anlatıyor: fakat bu İşlerin hiç birini seve seve yapmiyor. du. Nihayet dayanâmadı, günlerden bir gün Şantohö! köntüna: — Ben gidiyorum! dedi. Künt irkildi; -— Sizi bana emanet ettiler, hiç bir yere gidemezsiniz. Eğer gilmeğe kal. karsanız sizi odanıza kilidlerim. Volter haykırdı: — Burada can sıkıntısından beni del! mi etmek istiyorsunuz? — Canımız sıkılıyor da neden eş dos- ta gitmiyorsunuz? — Sizin lasudıklarınız benim hoşu- ma gilmiyör. — Hafif meşrep kadınlar var, onlar- la görüşünüz. — Hepsi de bayağı mahlüklar. — Hiç de değil... Bayan Nuaye çok sevimli, zeki bir hatundur... Güzeldir de... — Kirkını aşmış o kadın, ben he- Düz yirmi yaşındayım... — Bayanın iki de kızı var... İnci gi- bi, pırlanta gibi iki kız... Volter o akşam bayan Nunyeye git- ti ve görür görmez kızlarından en kü. çüğüne buyan Pempete âşık oldu. Pempet pembe beyâz, kıvırcık saç- Lı, heykel vücudlü, cana yakın bir kız- dı. Anasının dediği gibi: «Allah için güzel kızıdı. Fakat derdliydi. Büyük bir elemi vardı. Genç bir subayla ni- şanlanmışken nişanlısı başka bir kız- la İnglitereye kaçmıştı. Pempet hüsrana uğrıyan aşkının acısını Volterin gönlünde dindirdi. Ar- tık Volter günlerini, hattâ gecelerini bayan Nuayenin evinde geçiriyordu. sam Bir sabah erkenden kont Volteri yâ- nuna çağırdı: — Bugünden itibaren bayan Nuaye- nin evine gidemiyeceksiniz dedi, Pem- petle görüşemiyeceksiniz... Volter şaşaladı: — Neden? — Annesi istemiyor. Sizin on para- bir genç olduğunuzu öğrenmiş, bu- nun için kızının namusuna Jeke sür- Mmenizi istemiyor. Bana sizi Parise göndermemi rica etti, ben de kabul et- tim. Volter kızdı: — Siz ki, dedi, en kuvvetli bir krâ- ın sefirisiniz, bir aşiftenin emrizi mi dinliyorsunuz? Şatonöf kontu başını salladı: Tat ğe Nakleden: Selâmi Sedes Pempet — Bayan Nuayenin bir gazete sa- hibi olduğunu, bu gazetede yazi yaz- dığını unutuyor musunuz? Gazeteci bir devlet için bir düşman ordusundan daha tehlikelidir. — Beni Parise gönderemezsiniz, git- miyeceğim! Sefir çıngırağını çaldı. Dört kişi içe» ri girdi. Onlara emretti: — Bay Arueyi odasına eya ie ve EAŞİKRAMİ e İman leri «bei tibatı alınız, “is Volter ilk gece sevgilisine kavuş | mak için pencereden atladı. Bahçede uşaklar yakaladı. Gene odasına kapa- tılınca eşyaları kırdı, sefire küfretti, ağladı, intihar etmeğe kalktı. Kale- me sarıldı, Şetonöf kontuna acıklı mektuplar yazdı. Kont mektupları okumadan yırtıyordu. Yazı ile derdini anlatamıyacağını anlıyan Volter muhafızlarına rica et- ti: — Kont ile görüşmek istiyorum. Kont bu ricayı kabul etti. Volter sansa girdi, kontun ayaklarına kapan-| O Afyonda yeni bir sinema — Ne olur, bir kerecik daha bana sevgilimi gösteriniz. — Hayır. Volter kalktı, sefirin gırtlağına sa- rıldı. Dört uşak güç kurtarebildi. #3 'Tanrı âşıkların yardımcısıdır. Uşak» lardan biri Volterin haline acıdı: — Mektup yaz, bayan Pempete gö- türeyim dedi, O-ğimden sonra Volter sevgilisine mektuplar yağdırmağa başladı. «Canımı alabilirler, fakat beni seni sevmekten menedemezler... Kafamı keseceklerini bilsem bu gece seni ge lip göreceğim...» Pempet bu aşkın karşısında dize geldi. Volterle buluşmak için bir plân me Volter odasından çıka- lu, o Voltere kt, Uşak kıyafetine girdi ve kendileri. m8 yardım eden uşağın delâletile bir geceyi Volterin odasında geçirdi... Ertesi gün bu hâdise duyuldu. Ba- yn kımnı hapsetti, kont Vol- muhafızlarını arttırdı. Suyun, ateşin, havanın ve aşkin ö- nüne geçilmez. Volterle Pempet bir ge- ©e bir parkta buluşmanın kolayını bul. Pempet o gece üşüdü, ertesi günü yatağa düştü. Kont da Voltere haber yerdi: — İki gün sonrü Purise gilmek üze- re yola çılıyorsunuz!.. Bu haberi &lan Volter başını duvâr- Mara vurdu, muhafızlarile dövüştü, kontu ölümle tehdid etti ve nihayet kaleme sarıldı: «Yatağının ayak ucunda ağlamak, yaşlarımla sslanan ellerini öpmek « Gidiyorum. sevgilim. Am- ma yemin ederim seni ömrümün 60- una kadar seveceğim; beni ahcik O sen mesud edersin... Eğer yazı Ile öp- mek kabil-olsaydı, sana posta İle yüz- binlerce öpücük yollardım.» Pempet yatakta hastaydı amına, Woltere cevap vermek yolunu buldu; gitmeden önce vedaa gelmesini rica et- ti: «Benden bunu esirgeme. Sana besle- diğim aşk namına bunu istiyorum. Gü- le güle ruhum. Yaşadıkça seni sevece- dim.» Volter bu mektubu aldığı zaman #ekiz muhafızm nezareti altında gra» baya binmişti, di Paris Voltere zindan göründü. Ne yapıp yapıp Pempeti Purise getirtme. Bydi. Cezvit rahibi 15 Telie'nin ayak larına kapandı, yana yakıla anlattı: — Amsterdam'da bir kız var; bu kız Parise gelip Kalolik dinini ksbul et. mek İstiyor. Amma anası dinsiz, Kızı- ni bırakmıyor. Eğer bu kızı kurtar. massanız öbür dünyaya dinsiz gide- tek... link yoluna girmek isteyen bir ruha elinizi uzatmaz mısınız?... Papasın işi gücü, gâyesi buydu. Kralla görüştü, Volteri çağırttı: — Kral razı oldu. Amsterdöma iti- mad ettiği birkaç kişiyi gönderecek, kızı kaçırıp buraya getirecekler... Böyle bir teşebbüs sefirden gizl! ka- lamazdı. Şatonüf kontu krala bir mek- tup yazdı, dedi ki: «Eğer bayan Pempeti kaçırtırsanız Felemenkle Fransa arasında h&rp çi kar. Bundan sakınınız.» Ayni günde Volter de konttan bir mektup aldı. Kont Voltere ağız dolusu sövüyor ve haber veriyordu: Bayan Pempet gönlünü çoktan kaptırdı, Mel. yil şövelyesile konuşuyor. 18 inci asırdayız. Volterin adı he- nüz Arue, Fakir bir noterin oğlu. Asii- ye, zengin. bir sefirle baş edebilir mi?.. Boynunu büktü, sustu. Birkâç sene sonra Arue Volter oldu. Meşhur oldu, zengin oldu... Seneler ge çiyordu. i 'Bir gün baron Venterfeldin eski ka” yorlardı. Seneler eski aşkı silip süptür. müştü, Afyon (Akşam) — Şebrimizin şim» diye kadar tek sineması vardı. Bu $6- bepten dolayı, halkın sinema ihtiyacı başka sinema biletlerindeki pahalılık, hâlkın sinemaya gitmesine büyük bir mâni teşkil ediyordu. Bu noktayı göz önüne alan valimiz B. Durmuş Halkevi başkanı B. Galib Demirer, Halkevi sinemasını faaliyete getirdikleri gibi bilet ücretlerin! de çek ucuzlatmışlardır. Bu sebepten dolayı Halkevi sineması, büyük bir rağbet görmekte ve hergün hıncahınç dok maktadır,