Alev dalgalarının hışıltısı ve kıvılcım yağmurunun şakırtısı İçinde — Semenderler gibi ateşte yaşıyan insanlar — Secde- ye kapananlar veya sevgililerinin dizlerine Yangının esrarengiz bir sirayeti yardı, Giyindim, seyrine koştum. Ben oraya varıncaya kadar sekiz, on ev çok- tan kizil birer kül yığını kesilmişti. Bir saate varmadan ateş dört, beş ko- Ja ayrilmış, hattâ perendeler atarak damdan dama sıçramağa, mesafeler Aşmağa, harikalar göstermeğe başla- wıştı, Hâlâ rüzgür yoktu; fakat bir Damla sü da yoktu. Ateş arttikça ha vada mevzii bir rüzgâr hastil oldu; tah- ta parçaları yerlerinden koparak ımin- Gınıkla atilmış gibi yüzlerce metre uza- ğa düşüyor, çiviler kurşun gibi vızlı- Şarak gökte bir mitralyöz harbi yapı- yordu. Sabah olurken 'yangın sade bir- kollara değil, birçok mahallelere ayrılmıştı. Derken sedyeler, yani yaralılar ve yanıklar da meydancıklara doldu. #ş- Ya nakline darlıktan dolayı imkân yok- tu; insanların güç geçtiği sokaklar, meselâ bir piyano veya kanape ile ti. kanıveriyordu. Civardan getirilen ame le taburları bir kaç saat faaliyetten #onra tabıtuvandan kesildi, Artık Şangını söndürmeğe kimse çelışmı- Yordu. Hattâ eşya kurtarmağa çalı. şanlar da azalmıştı. Helk canını veya çoluk çocuğunu kurtarabilmekten baş- ka birşey düşünmiyecek hale gelmiş- ti. Ben mütemâdiyen geziyor, en tehli- keli yerlerde seyrime devam ediyor. dum, Bizim mahalle kurtulacağa benziyordu. Bir -meydanlığı ras gel dim; Ankara Ermeriilerinin zenginli, ğine delil olarak orada muvakkat bir âbide kurulmuştu: Yangından kâçırı- İan yüz kadar piyanonun sıra sıra di- İldiiğini gördüm; üstlerine seçme, pA- alı halılar serilmişti, Birden, koca» iman bir yanık kütük geldi, aralarına düştü; söndürmeğe koşacak adam yok- tu; o kütük bir kundak gibi çeyrek sa- &te kalmadı, piyanoları tutuşturdu. Bem nasil tutuşturmak? Gaz dökmüş, benzin serpmiş gibi... Tellerinden bin- bir nağme çikarak o kupkuru, cilâlı gandukların yanışı çok acaip olmuş- İu. İnsan gibi inliyeinliye, telleri ateş gibi kızararak, bembeyaz dişleri sıcak- fan etrafa pıtır pıtır serpilerek ne feci Ve ne tuhaf yanıyorlardı... Yangına ci- Var mahallelerdeki evler artık herke- in girmek hekkı olan umumi Toahal. İere dönmtüştü. Kapılar açıktı; eşyanın çoğu yerli yerinde “dutuyor ve halk İçeriye dalarak ahalisi kaçmış olan bu #neskenleri istediği gibi geziyor ve İçinden istediğini alıyordu. Yolda saç- dağınik, gözleri ürkmüş ve güzel. artmış genç kızlara ras geli- Yordum; ellerinde yangından kurtar. dıkları eşya vardı: Lâvanta şişeleri, Pudra kutuları, korüelü ve danteli parçaları, kadife mahfazalar.... Çocuklarını kaybeden anaların ise haddi hesabı yoktu. Kıyamet Anka- © gün kopmuştu ve mâhşer o gün urası İdi, i Evet, kıyamet o gün Ankarada kop» Muştu ve mahşer yeri bugün orası idi, Biran geldi ki dehşet beni de sardı. Alev dalgalarınm uşıltası, kıvılcım urunun şakırtısı ve duman bu- Mannın ağırlığı altında şaşaladım, Artık kendi evime çıkacak ları bulamaz hale gelmiştim; daha sokaklar öyle değişivermiş, ta- #hunmaz bir şekli almıştı ki soğukkanlı- ni sahip de olsam gene kolayca on- rı biribirinden ayırd edemezdim. Ateşten ırmağın feyezan halindeki kor- kunç inlltisi kulaklarımı tıkamış, yer er göçen evlerden fışkıran kızıl kö. kler gözlerimi yakmıştı. Sağa, sola pane Önüme .birisi çıktı: — Ne ariyorsunuz buralarda, dedi, Bleş sizin eve yaklaşta! Önüme düşen bu adamın arkasın. Dan çoluk çocuk üzerinden atlıya atdı. , tutuşmuş kütükleri çiğniyerek, b rTüzgürdan çehrem kavrula kav. a, çılgın gibi gidiyordum. 'Nihayet Ii bulduk. Bir çeyreğe kadar eşyamı- toplayıp çikamazsak canımızı kur. maktan başka yapacak birşey kal. İnıyordu. Fakat, haydi diyelim ki eşya yı hazirlağık, nasıl nsikleğecektik? Ve tırmananlar. daha mühimmi var; Nereye taşınacak- tık? İşte burada ahbaplar imdadıma ye- tişti. Ankarada yeni tanıştığım bir &s- ker doktor kendiliğinden bana dört ne- ferle bir yük arabası göndermişti; beş dakikada denkler hazır oldu. Zaten askerden olmıyanlar için ne araba ki- rTalamak, no hamal tutmak, ne de yol açmak kablldi, Ancak asker kuvvetile , bir mahalden bir mahalle taşınmak mümkün oluyordu. Bizim araba da bu kudretle, neferler ahaliyi itip kakarak, kendine -yol “buluyor, kaynaşan bir halkın üzerinden, hattâ bazen üstün. den aşıp gidiyordu. Biz kapıdan çıkmıştık, evimiz, ha. ni tanzim edip sakin ve rahatca nice günler geçirdiğimiz terase yök mu, ora» dan ateş aldı. Yarım saat sonra hükümet konağı- nım arka sokaklarından birinde, geniş bir konağın içinde idik. Ankaralı bir arkadaş yangından şimdilik kurtulup kalan evini bize bırakmıştı. Yangın sartıyordu. Yeniden gece oldu; Ankara tek parça bir ateş kesil. di. Ahali kırlarda, kurtarabildikleri kı» rık dökük eşya ortasında, yerlerde ya- tıyor ve açlıktan, susuzluktan kırılı- yordu. Bir lokma ekmek, 'bir avuç su bulmak imkânsız... Telgrafla Eskişe. hire haber verilmiş, ekmek, itfalye 1s» tenmişti. Her ikisi de geldi, lâkin ek- mekler teşkilâtsızlıktan tevzi oluna- madı, itfaiye de ateşin dehşeti, geniş- liği karşısında durakaldı. Ben gene Neronun tutuşmuş Ro- masını dolaşmağa başladım. Manzara hakkında bir fikir vermek için alev dalgası, ateş deryası, cehen- nem gibi kelimelerin kuvveti olamazdı. Bütün -mahlökat ve mevcudafının ateşten yaralılmış olduğu bir dünya eehennemi içinde idik, Halk semender ler gibiydi; alev ve korku ortasında ko- şuşuyor, şuradan, buradan atlayıp ka- çışıyor, gene geliyor, gene gidiyor, pür hareket, bu kızıllıkta yaşıyordu. Yan- gın Yahudi mahallesini sarınca O te- lâş son haddini buldu; feryad dün- yayı kapladı, heyecan yeri, göğü tit | relti, Ankaranın en kibar mahalleri, en büyük çarşısı, serveti, refahı çoktan kül kesilmişti. Şimdi de diğer bir sem- ti, bir zengin mahallesi ateş altında idi. Neler görmedim... Saçlarından tufuş- muş kadınlar, yolda doğuran gebeler, cübbeleri alev almış hahamlar ve bü. tün bu kıyamet yerinde, izbe köşeler bulup sarmaşdolaş olan âşiklar... Ne garibeler vardı. Secdeye kapananlar olduğu gibi sevgililerinin dizlerine tır, manalar” ve boynuna kollarını do- lıyanlar da mevcuttu. Eşya çapulcu- Yuğu kadar kadın çabulçuluğu da Te- vaçta idi. İlle kıpkızıl saçları üteşin dkisleri atında evden ddhs kizil kesilen bir taze Yahudi kızma ras geldim'ki, iki genç ırktaşı, üzerine pars gibi bir Köşeden atıldılar ve tutunca «gözlerimin önüünde- bir "boş evin "oş- Tuğuna attilar. İşvesinden, cüvesinden, bekleyişin. den ve is belli 'ki bu'Sara veya Rebeka için için tutuşmuş bir kundak, bir kürek 'kor, bir Külçe'beyaz ateşti. Gençlerin “tulunibacılıklarına, göz yumdum; Tüzumlu “bulmuştum. İşte bu minval “üzere, ölenler, sevi. genler, aç kalanlar ve susuzluktan bu- nalarilar.ortasmda Arikara yangını ki gün, İki gece devam etti. Nihayet yakacak 'birşey bulamadı; söndü. Bıra açlığa, susuzluğa, sefalete, pe rişanlığa gelmişti. (Arkası »: İzmir hapishanesindeki mah- kümlar okuma şehadetna- mesi İzmir (Akşam) — İzmir Halkevi kurslar we dershaneler komitesi ta rafından hapishanedeki mevkuf mah- kümlar için açılan okuyup yazma kursunda dersler sona ermiştir. Ye- püan imtihanda muvaffak olarilara şehadetname verilmiştir, Evvelki A gece yapılan cürmümeşhud kaklarda heyecanla kovalandı Meğer kendisine bir depo emanet edilen bekçi imiş; baskını veren de kayın biradermiş... Evvelki gece, İstanbul sükün için- de uyurken, Ayaspaşanın Boğaza doğ- ru sarkan sırtlarında bir gürültü yükseldi: — Tutun 1/1... — Yakalayın 11... En önde, yalnız başına bir erkek, avci tarafından kovalanan tavşan gibi kaçıyordu, Yokuş aşağı, sahil istikametinde, tabanları “kaldırmıştı. Kâh bozuk kaldırımlarda ayağı sür- Çüyor, tekerliyor; fakat can havlile toparlanıp süratini bir kat daha art- arıyordu, Kendisini kovalıyanlarla aradaki mesafeyi açıyordu. Gitgide mikdarları artan takipçi- ler, bacaklarile değilse bile seslerile ona yetişiyorlar, hattâ daha İleri ge- çiyorlardı: Dönemeçli yokuşların da- ha alt taraflarında, bu koşariların henüz geçmedikleri yollarda, mahei- li gürültüden uyanıyordu. Evvelâ uyku sersemi, etrafı dirli- yorlar; yangın olmadığını anlayınca rahatlıyarak, lâmbayı yakıp pencere- yi sürüyorlar, sokağa bakıyorlardı. . — Elektriği söndürün! Karanlık- tan dışarısı daha iyi görünür, Her cumba, bir tiyatro locası ha- Miri almıştı. Daha merdklilar, gece- likleri üzerine pâltolarmı sırtlayıp partere İniyorlardı: Sokak kapısı öntinden seyreğiyorlar... Kovalanan adam, bu suretle halk tarafından önü Kesildiği İçin ne ya- pacağını bilemiyordu. Duvar 'kenar- Yarının, sarmaşık ve saçak altlarının loşluğundan geçmeğe “çalışıyor; 80- kak fenerlerine yaklaştığı zaman da, belki tanıyan bulunur diye, ellerile yüzünü örtüyordu. İşte o zaman, yal- nız kaçışındaki süratle değil, binalar ra çarpan upuzun ve kısık kulaklı bir maâhlüku andıran gölgesile de tam mânasile tavşana dönüyordu. Bir mütalâa: — Hırsız ölacak.. Fakat bir şey çâlamamış galiba... Elleri boş... Alaycı bir ses: — 'Hırsız amma, “başka şey Tursızı... Yazdığı hicviyelerie e meşhur bay <Ç.», penceresinin #itmda birikenle- rin bu konuştuklarını işitince: — Meyvat'memnu hırsızı! - diye seslendi ve o telâş İçinde, herkesi gül dürdü, Yukarı 'köşe başımdan, firari hayel, topaç gibi sökün etmişti, Biri bağırdı: — Allahını seven tuisun ! Bu söz üzerine ehli imandan biri- rin hamiyeti galeyana gölerek yol kesmek isteği. Fakat bütün hızile ge- len meçhul adam, 'bir çeliğle onu de- virdi. Devirdi amma, kendi hüviyeti de meydana çikti: Vaka, fenerin tam dltınân cereyan ettiğinden, çarpışma esnasında ©leri yüzünden ayrıldı ve herkes tanıdı: — Gece bekçisi imiş yahut... Ağam, şuursuz bir hareketle kaç- masma “devam ederek caddeyi aştı ve ikarçı taraftaki büyük depodan içeri daldığını herkes gördü. dan (90 kişiye palto ve ayakkabı Don gömlekli adam: Şimdi, arkadan gelen ve evlerden çıkmakta devam eden kalabalık, yol ları dolduruyordu. Düdükler .ötmüş- #ü, Bekçiler, polisler gelmişti, 'Bu kalabalık arasında, iç donile ve gümlekle sokağa fırlamışın biride vardı, Onu göstererek sordular; — Bu mu? Yorganı başma :alımş, çatlak sesil bir kadın hemen ileri atıldı: — A... Destur Bismillâh... O be- nim ayalim ayol... Şu yorganın al- tandan şimdi beraber .çıktık. Bu heyecanlı anda bir gülüşme daha oldu. Fakat dikkat, derakab başka bir tarafa sarkmıştı. Polisler, deponun kapısına gelmiş, oraya siğı- man gece 'bekçisini, halkın işitmiye- ceği bir şekilde isticvaba başlamıştı. Yüksek bir noktadan bu manzsra- | yı seyreden bir grup da şöyle konu- şuyordu: — Şimdi anlaşılıyor... “Tevekkeli değil, buraya “daima siyah (çarşaflı bir kadın gelir, bir köşeye gizlenerek depoyu gözetlerdi. Biz de «Kimdir? Neye bakıyor?, diye merak ederüik... Gece bekçisinin kıskanan karısı ola- cak... — Yandı adam... Şimdi işten de çikarırlar... Maaş verip orada bekle- sin ölye oturtmuşlar; halbüki bak nerelerde ddlaşıyormuş!... — E... Uslu akıllı otursaydı!... Ne yapalım?... Dimyaltaki pirince gitlen evdeki bulgurdan da olur... Bu sırada, yokuşun Üstünden doğ- ru bir alaalaheydir geliyordu. En önde, pos bıyıklı, uzun boylu dınların biri, ötekine yardım için gel- miş bissini veriyor, Bütün dikkatler, zayıf, güzlüklü, siyah başörtüsünü alelacele başına örtmüş olana çev- Gözlüklü bayan hayli sivri bir 885- 4e bağırıyor: — Hiç bir şey yapamazsınız... Geç- miş ola © “eski usul 'baskırlar, yav- dağıtılmıştır. Yukarda giydirilen çocuklardan bir kısmı görünüyor. «Vallahi ben değilim... Ben seyirciyim!'z diyordu; asıl kabahatli parmaklığın arkasındaydı. leli kapıya dayanırdı... Bana no ka rışıyorsun? — 'Nasıl karışmam?... Bu betimiki baskın “değil, cürmümeşhud, cürmü- meşhuâ!... Aklını başıma topla! Ayni, evde oturuyoruz... Arka kapıdan içeri efkek almışsın... Yakaladım... Seni (filânca fulanca) seni!... Sen benim aslan gibi kardeşim seferdeyken bu işleri yaparsın ha?... İşte şimdi ver hesabını... 'Yürü!... O sırafa bir vatman, işini bitirmiş, elinde zembil, yokuştan yukarı evine Gidiyordu, Manzarayı seyretmek için durdu. Gözlüklü kadın onu görünce: — Görüyer musun halimi?... -di- ye bağırdı, - Sizin refika hanım bize bu oyunu oynadı... Haber vetmiş... Baskını yaptırdı... Vatman “birdenbire taşan bir hid- detle: — Haber verir zahir... Siz de ma- halleyi son zamarilarda benzettiniz benzeteceğinize... Her gece... Her ge- ce... Olur mu?... Rezalet... Pos bıyıklı adam, karakola doğru süratini arttırıcı bir tekme indirdi: — Meğer bir bilmiyen bizmişiz.. Herkes tarkındayımş... Bak, her gece içeri herif alıyormuş... Yürüüü! ... Karakolun kapısından içeri girdi- ler, A Mahallenin genç bekârlarından biri! —'Ne hakkı var?... - diye hiddei- leniyordu. - Kocası dadeğil.. Ah aptal kağın ah... İtiraf da etti... He- Tİ kaçmasaydı da, Ikisi birden «ara- mızda gayri meşru bir şey yok! Ah- bap ahbap konuşuyorduk!» deseler- di hiç bir şey yapılamazdı... Asil cün mümeşhud yapan kaynıdır.. Çünkü hem küfretti, hem tekmeyi indirdi. Ben kadının yerinde olsaydım, onün gleyhine zabıt tutturur, kendim râ hat rahat evime döner, onu tevkif ettirirdim... | Evli olan ve bu haylaz oğlana be kan ağabeyi, evin karanlık pencere- dinden (bu sözleri işitmiş meğer... — Bus, ahlâksir!... - diye ortalığı gın gın öttürdü. - Bak söylediği söz- lere... Ne demekmiş?... Adam gayel iyi yaptı... Aşkolsun,., Kendi evinde, kardeşinin evinde böyle kepazelikler ister mi?... Demek sen onun yerinde olsan... Gel içeri!... "Yok siğübey, yok... Öyle demek istemeğim... - diye delikanlı, korkak korkak eve girdi. her halde devam etmiştir. Zira, gü- rültüler patırtılar sokağa #ksediyor du | Mahalleli de, her biri kendi noktaf nazarına göre hükümler yürüterek, “Tabiatile o gece bir neticeye var- lamadı, Nelce, mühekemedo belli ola cak... r.G