—3 Medeniyet şifresinin miftahı — (Rodin)in yapmıyacağı cı- hız mütfekkir heykeli — Bacakları tutmıyan bir arkadaş — Bakınız bastonuma, hava alsın, eğlensin Benim Arab harflerine aleyhdarlı- lığım çok eskidir; bugünün inlnlâb- larını alkışlamak vesilesi çıktı diye onlarla alay etmiyorum. Yeni harf- lerin kabulü sırasında (Haleb) deki gazetemizde (Medeniyet şifresinin miftahı) başlığiyle bir makale yaz- mıştım. Bu yazı harf inkılâbinı ne coşkun bir sevinçle karşıladığımı iyi- ce gösterir. Demiştim ki: «Bir inlkilâb şimşeğinin keskin ışı- ğı altında Anadolu Türkü nihayet medeniyet şifresinin miftahmı eline geçirdi; şimdiye kadar bön bön uzak- tan bakıp şaştığı, zihnine sığdırama- dığı ve künhüne varamadığı irfan muamması artık bü tılsımlı anahtar sayesinde bütün çetinliğini kaybet- miştir. Medeniyet şimdi açılmaz bir kapı, aşılmaz bir uçurum, * uçulmaz bir tepe, varılmaz bir ülke değildir. Eski elifbanın bukağılarından kur- tularn ayaklarına taktığı bu ka nadlı esa çarıklarile irfan âlemi- Di, içinden ve üstünden seyretmek, bilip öğrenmek imkânını bulmuştur. Bu bir tılsımlı muskadır. Gençlik onu zihnine soktu. Artık hayat müâcdelesine çıkan gencin elinde (Gordiya) düğümünü ikiye biçen iskenderin kılıcı, insan ve hayvanla- Ya ayni zamanda hükmeden (Süley- man) ım mührü ve duv: - kasını, dağların o ardı gösteren (Alâeddin) in feneri vardır. Henüz kıymetini o anlamıyarak yran baktığı bu de bir hazine cileri varsa arasında güzel ve kı hepsi bu hazinenin anahtarı da ârtık geriçliğin, milletin elindedir Yeni Türk alfabesi, bu millet ile Avrupa milletleri arasında mevcud üç yüz senelik farkı bir nesillik ham- lede ortadan kaldıracak mahiyette- dir Yeni alfabenin kar ye r hiç bir şahsiy harekete karşı gö tazimle, coşkun bir bir kanaatle eğilebilirim. Zira iğinin zincir şakırtıları ve İşkence feryadları gelen Anadolu- yu o zillet ve iztırab kulluğundan bu irfan silâhı ve bilgi askeri kurtara- caktır Yeni harflerle başlıyan yeni tarih, İlim ve irfan ta Anadolunun en seçme menakibini ebediyete kayde. decektir. Zira ilk defa olarak oraya flim, yani medeniyet girecek, küçü- cük bir zümrenin İnhisarına geçmiş olan bilgi, arlık herkesin malı ola- cak, o topraktan beklenilen zekâ be- reketi ve irfan bolluğu medeniyete feyiz verecektir. nda, şimdi e ve hiç bir ediğim bir cehalet esi Medeniyet şifresinin miftahı Bence, yeni alfabenin asıl tarifi budur. Tâ önümüzde, elimizin altın- da durduğu, karşımızda soyunduğu halde, bir türlü mânasına vâkıf ola- mıyarak medeniyete aykın gözlerle bakakalmamızın sebebi dilimize uyar ve aklımıza ©ığâr bir alfabeden mahrumiyetimizdi. Atılan bu harf ler Türk çocuğunun zekâsına bir mânia oluyor, engel ve çengel gibi aklı , bu teşekkülümüze zıd harf. lerg takılarak hırpalanıyor, sönüyor, uma iştahamız kesiliyordu. ski harfler bir eski devir yadigâriydi. O bir zadeçân sınıfı imtiyazı gi ancak on binde birine i veriyor; okuma yazmayı şekline sokuyor, bilgide ediyordu. Ne müş Onün ebadan geçi idaresi t yazmak bil bir p io zele ımunu yanlışla ubu imlâ hatsile dol. iye gezdiriyorum Bir muhaırirle bir mekteb hocası- nım çektğii çile genç yaşta saçı Sa- kalı ağartmağa ve dimağı sulandır- mağa kâfi gelirdi Türk, işte bu harfler yüzünden, Tih sahrasında kaybolan kum gibi, medeniyete yakın bir yerde, her şey- den mahrum, hre şeyin cahili, aç ve biilâç asırlarca boşuboşuna döndü, dolaştı, yandı ve kavruldu. Yeni alfabe yeni bir dünyanın ka- pisını açıyor. Dünya yüzünde yeni bir.dünya kuruluyor; yeni bir millet üreyor. Bu doğuşu sevinçle karşılamak bir izan borcu, bu inkılâbın karşısın- da selâma durmak bir milliyet vazi- fesidir.» Her ne (se gelelim Ank: şimilze: Bahsettiğim yazıları ve o bayrak- ları okuya, seyrede (Taş han) ım önüne vardık. İçimde barınacak yer kaygusu, kaba etlerimle baldır ada” lelerimde - hoş kaba dediğim etle adale ismini verdiğim baldırlarım o devirde çerden çöpten şeylerdi! altı günlük araba sarsıntısından ge ya” giri- AKŞAM Sahife 7 Hayvanların ruhu var mıdır? 20 şubat 1094 de, Blerne noteri zen- gin bir evlenme mukavelesi imzaladı. len bere, sözüm ona yaylı arabadan tutuna emekliye indim. Haber fena: Han, Kütülamare'den esir getiril miz büyük rütbeli İngiliz zabitlerile dolu... Nereye sığınacağımı bilemi- yerek, bastonuma dayanmış, (Taş han) ım önünde - her halde Rodin'in yapmıyacağı - cılız bir penacur hey- keli gibi taş kesilip kaldım. Evet, büstonuma dayanmıştım. Zi ra o zamanlar - Hamdullah o Buphi müstesna - herkes gibi ben de baston taşırdım. Baston da nedir? Şehirdeki adama - kör, topal de- ğilse - bastonun ne faydası vardır? Nesine yarar? Hem el, hem baş be lâsıdır. O sopa için ne emekler ver. fimizi hele bir düşününüz: İlkön- ekonomi bakışından lüzumsuz anmiş bir paradır. Sonra elimi- zi de, beynimizi de yoran bir en- geldir. Bir eve ve kahveye mi girdik, ken- dimizden önce onu yerleştirmek lâzım- gelir. Ya çengele asarız, ya iskemle- mize takarız. Çengelden çalındığı olur, kızarız. İskemleden, ayakları takılarak düşürenler ve içlerinden bi- xe sövenler olur. Ayrıca eğiliriz, toz toprak içinden ai sileriz, okşarız, gene bir yere iliştiririz. o Kalkarken unuttuğumuz ve yarı yoldan dönüp âradığımız, bulamayınca bütün kah- ve halkından ve garsonlardan sordu- gümüz da çoktur. Bu, bir yüktür Ki devşirilemez, kı- saltılamaz, saklanamaz. Pakete, ce- be konamaz. Bir-gün onsuz kaldık mı yürümemizi şaşırırız ve ellerimi- zi nereye İliştireceğimizi o bilemeyiz. Beceriksiz, şaşkın bir hal alırız. Bütün bu zahmetlere karşı baston yılda hir, işimize yaramaz. Yarama» dıktan başka el verirken, paket ta- şirken, tramvaya koşarken, arabaya nip inerken, kalabalığa sokulurken bizi yorar ve üzer, Bacakları tutmıyan, bir yere da- yanmadıkça, bir şeye asılmadıkça duramıyan, ikide bir kaldırıma ka. panan bir arkadaş Böyle bir ar- kadaşla gezip dolaşmak bir zevk de- ildir. Bir derddir. Bir yatalakla ömür sürmektir, bir hastabakıcılıktır. Bunlardan başka şuna dikkatinizi dilerim: Kaç kişi bastonunu Banker Hesseinin kizı Margerit ile, La | Sablier asilzâdesi Antuan Ranbuye erleniyorlardi, Banker, kızına 100.000, Ranbuye oğlüna 150.000 lira veriyor. du. Noter müamelesinden sonra 15 | martta Şaranton mabedinde dini tö- ren yapıldı: Margerit on dört yaşında idi... Güzel kadındı doğrusu. Sarışın, ma» vi gözlü, ufak tefek bir kadındı. Se- yerek, sevilerek, rahat bir ömür sür- mek için yaratılmıştı; kocası ise bir dalda durmıyan çap bir adamdı. Margerit ilk seneler bu uçarı erkeği | avucuna alabileceğini düşündü. Üç se ne sıra ile 1655, 1656, 1657 de birer ço» cuk doğurdu. Kayınbabasının evinde, çocuklarının arasında sakin bir hayat sürüyordu. Seneler böyle geçti, 1661 de babası öldü ve kızına miras yerine bir alay borç bıraktı. O güne kadar karısının her halini hoş gören kocası, o günden sonra ka- rısından soğudu, artık Margeritin her hâli gözüne batıyordu. Kendi babası ölüp de mirasa konduktan sonra ka- rısına bütün bütün fena muameleye başladı. Kadını zorladı, Şaron manas- turna kapadı. 30 mayıs 1668 de de ay- rıldılar, Faka m eski karısını hâlâ rahat bırakmıyordu. Mükavele mucibince kadından çehiz parası alacağı vardı. Bu parayı istiyordu. Di — Bütün malını mülkünü bana ter- Pek az, yok denecek kö i dam arşır k tak ın ki elinde korkutucu bir şekil alır, öbü rünün kolunda gülünç... Sanki ken- disini değil, onu gezdi kağa çıkmış gibi çin # önünde on, bugün silâh ta sayılamaz. sarımadan tutarak yürüyenler de | Bir boksör yumruğu, taşımak emeği Yazanı Selâmi Sedes mahküm ettiler: Karısına almiş oldu. Ku çehiz parasını iade edecek ve sene- de 1.000 lira verecekti. Ancak çocuk» lart babalarına kalıyordu. Nihayet hürriyetine ve rahatına ka- vuşan kadın ilk önce Fransusiyer 80- kağında oturdu, sonra Növ-de.Pöti. Şan'da bir konak tuttu, yerleşti, sa- lonunu açtı. Kısa zamanda bayan La Sabilerin salonu meşhur oldu. O devrin mütefekkirleri, edipleri, Şairleri, bilginleri Lâ Sabllein #alo- nunda toplanıyorlardı. La Fonten başta olmak üzere Rasin, Molyer, Bua- lo, Pero, bilgin Roberval ile Sovör, dok» tor Manjo, Aristotelesin muhalifi ta- nınmış filezof Gassendi'nin tilmizi sey- yah Bernie hemen bemen hergün bu salonda buluşurlardı. La Sablierin salonunda dans, ku- mar gibi mâlâyani eğlenceler yoktu. En büyük zevkleri konuşmak, ilmi ve edebi münakaşalara girişmekti. Fen akademisi yeni kurulmuş, hay. vanlar üstünde teşrih ameliyeleri ye- ni başlamıştı. Köpeklerin karnını ya- rıyorlar, böceklerin içlerini açıyorlar, incelemeler yapıyorlardı. Bu sırada eski bir bahis tazelendi: Hayvanların ruhu var mıdır? Hayvanların uzuvla. ri incelenirken, ruhları olup olmadığı da münakaşaya başlandı. La Sablierin tahsili kuvvetli idi. Münevver misafirlerile bu bahis üstün. de konuşmalar alıp yürüdü. Günün meselesini ele alan Bemle, üstadı Gassendi'nin hayvan ruhuna dair yaz- dığı mühim mübahasalarını tercüme etti, Bu bahse dair hükmünü çoktan veren Röne Dekart ismi ortaya atıldı. Dekart: — Hayvanların ruhu yoktur. Sevki tabii ile hareket eden birer makine, iradesiz mahlüklardır! demişt Başta papaslar olmak Üzere cemaat Dekartırı fikrini bayrak g kullan» mağa başladılar. Ruh lâyemutdu; ön ruhun lâyemut olduğunu kabul et- miş, öbür dünyada yer ayırmış- tı. Hayvanlara ise öbür dünyada yer verilmiyordu, buna nazaran da hay- vanların ruhu ölmaması gerekti, De- kartın hakkı vardı, hayvan makiney. ilk itiraz eden bayan y O ve onun gibi hayvan- ice sevenlerin böyle bir iddiayı kabul etmelerine imkân var mıydı? Onlar Dekartın böyle birşey söylediği. ne bile ihtimal vermiyorlardı. Onun gibi büyük bir filezof hayvanlara mia- k diyemezdi... Bay Sevinye gili kedisini, köpeğini, papağanını dü- şünüyor, başımı sallıyor — Sevgi betliyen makineler, insan seçmesini bilen makineler, korkan, kıskanan makineler öyle mi? Haydi haydi, bizimle alay ediyorsunuz. De kart bizi böyle bir şeye inandırmak is tememiştir! diyordu. Pen akademisinde bu bahis ilmi bir şekil aldı. Metafizikle uğraşanlar, bil. gi metodlarile münakaşa ederlerken, bayvan sevgisi besliyenler hayvan ze- kâsına dair türlü türlü fıkralar anla. tayorlar, ölen binicisinin başını bekli- yen kısrak, havlıyarak yangını haber veren köpek, yavrularını tehlikede gö- rünce pençe geren kedi misal getirili yor, hayvanların ruhu olduğu isbata çahışılıyordu. Derken kuzey Amerikadan bir sey- yah döndü, Parise geldi ve kunduzia- rın hayatına dair güzel bir eser yazdı; bu hayvanların zekâsını, işgüzarlığını, sanatkârlığını medih ede ede bitire- miyordu. su” Monterye, Dekart, Gassendi karşıya getirildi. Montenye aşağı yukarı şöyle demiş- ti: — Her aradığını tabiatte bulursun; biz köpekleri anlamıyoruz diye onla- rın bizi anlamaması lâzım gelmez; çok kere hayvanlar insanlardan daha akık lıca hareket ederler. Ya Dekart ne demişti? — Hayvanlar tabiatın kurduğu bi- rer çalar saattir; hisleri olabilir diye- Jim, fakat fikirleri yoktur. (Devamı 8 inci sahifede) karşı öküz üvendire. mesi için de acaba arasıra sopa vurmasın; vardır? Bir kısım yacı hiç yı Sırtlarına yemek i (Arkası var)