Refik Halid Yurdsuz kalma korkusu — Ağızlarından ses yerine duman çıkan kuşlar — Bayrağa hürmeti öğretmiyen hükümet — Harf mi, kültür kavanozunda bakteri ve basil mi? Bugün olduğu gibi o günlerde de, hattâ yangından önce bile, Ankarada ev, bin kese akçeye bulunmaz. ille döşeli dayalısı ele geçmezdi. Otel İse devede kulak kabilindendi. Mahud (Taş han) yerinde idi amma ne o, ne de Hürriyet oteli ismindeki ahşab bina aile ikametine müsaiddi. Bir memlekete yer, yurd bulaca- ından şüpheli olarak giriş daima neşe kırıcıdır; yabancılığı fazla du- yurur. Çoğu defa da bu girişler ak- şsma rasgelir; insanın yüreğine bir hüzündür çöker. Cumbaları yamrı yumru, kafesleri çarpık çurpuk, şu- rasından burasından kopuk yağmur boruları sallanan ufacık mahalle evlerine bile gıpta ile bakarsınız. Kış ise mangalla ısınmış, kilimli bir odacığı, bir köşe minderi vardır; o mangalda çay ibriğinin duman sa- İıverdiğini bile tahayyül edersiniz. Yaz ise arka taraftaki çeşmeli ve Dar ağaçlı bahçeye bakan bir ferah solası bulunur; patiska perdelerin hafif bir rüzgârla kımıldandığını görür gibi olursunuz; üzülürsünüz. Ah, eski İstanbulun kof, çürük kaplamalı, çarpık, çökük cumbalı mecasliz evleri ve bunların içi... Kır- mızi bakır mangallarında taze kâ- Jaylanmış ibrikler kaynıyan basık Küçüklüğümde böyle evlerde ve böyle odalarda barınan bazı akraba- mızı ziyarete götürdükleri zaman o ibrikleri yarı leylek, yarı ördek bir nevi acayip kuşlara benzetirdim, ağızlarından ses yerine duman çıkan kuşlar! Sonraları Yunan mitoloji- sindeki efsane kuşunu öğrendiğim zaman bakır ibrik hayalimde ateş üstünde civciv çıkaran bir Feniks Olmuştu. Bahsettiğim evlere kapı tokmağı vurularak girilirdi; evvelâ bir nalın sesi duyardınız, sonra bir kadın sesi: — Bim 0? Yahut «tirrrk!» diye bir madeni 8s: Yukarıdan iple demir mandalı çekmişlerdir. Girince çoğu defa yoni yıkanmış bulunan malta taşlığa uzar tı fil dişi cilâlığında tahtalardan yürürdünüz. Rütubet ve serinlik, sessizlik ve loşluk... Bir anda ruhu- nuzda bir dinleniş başlardı, Bu ruh rahatını, bu serinlik ve loşluğu, nö- betli hastalıklarımda daima hatırla- mış, aramışımdır, Benim Ankaraya girişim on tem- müz bayramına, sıcağa tesadüf etti. Çarşıdaki yarı boş dükkânlar çeşid çeşid, civan elvan, kimisinin yıldızı Üç veya beş köşeli, aylarının ağzı faz- la açık veyr çok kapalı, türbe yeşi- Binden turuncuya kadar hatıra gel medik renkte güneşten solmuş, yağ murdan akmış şalaşpur bayraklar asmışlardı, Meşrutiyet, bize, bayra- gımızı bile öğrelememiş, bayrağa ria yeti ise hiç belletememişti. Bir bay- rak birliği bile göstertemiyordu. Memleketi bilmiyen bir yabancı o gün çarşıdan geçse Larousse'daki bayraklardan hiç birine benzeteme- diği bu gezginci al cambazhanesi süsleri karşısında bir milletin hürri- yetini kazandığı yildönümünde ok duğunu zihnine getiremezdi; eski Misirçarşısındaki gibi her dükkânın önüne bir alâmet asmışlar sarırdı, 'Tâ ki okuma yazma bilmiyenler bu alâmetlere bakarak aradığı satıcıyı bulsunlar! akar ve ağlar bir mürfekkeble yazıl- vaış vecizelere de rasgeliyordum: Zaferi nihai bizimdir, gibi... Aynca lâvbalar: Hürriyet, adalet, müsavat... Harflerin çizilişi hüsnü hat kal- desine uymuyordu ve çirkin duru- yordu. Eski yazılarımız büyük üstad ve sanatkâr elinden çıkmazsa ber- kad bir şey olurdu, gözü yorar, 2€v- Xi kırardı. Hoş, güzelinin de zevkine Ah eski yazımız... Bir (mim) idü- şünelim: Bu mübarek harf başta gelirse vücudünden ayrılmış bir kelle gibi ancak varlığının üçte birisidir... Gerdanından ötesini ara da bul! Or- ! tada ise hem başstzdır, hem de ayak- sız... İki kazma darbesi yemiş solu- can parçası gibi kelimenin içinde kıv- rılmış durur. Sona gelirse iki şekle girer: Bitişirme kafası başkasının kuyruğuna bağlı, bacağı sarkık bir parazittir; nahoş yere yapıştırılmış bir sülük... Yanındaki harflerin san- ki kanını emer, Ancak, sonda, bitiş- | mediği zamandır ki âzası tam, boyu | bosu yerinde, keskin, gösterişli, yani tam kendisidir. Harf deği, durma- dan kıyafet değiştiren bir melodram | canisi! Bir ipek böceği tohumu da ancak bu kadar «istihale> den sonra kelebek olur. Maamafih (tam şeklinde onu kâğıd üstünde geçirmek pek eğ- Iencelidir; Kamış kalem yeni makta. dan çıkmış, Kâğıd pürüzsüz, mürek- keb kıvamında, lifi yumuşak ise vay efendim vay... Şöyle harfin başını büküp kamburunu sıvazladıktan sonra, keyfince bir aşağı cızıttırıve- rirsin, yağ gibi kayar; kılıç gibi ke- ser, iğne gibi batar. Dur karşısında, yazarken çıkardığın dilini tut yerin- de, seyrine bak. (Mim) denilen har- fi, ayn ayrı şekillerinde, teker teker kesip kavanoza alsan kültür şişe- sinde bir nevi hayvani ve nebati mikroplara, Baclörle ve Bacille'lere İ benzetebilirsin. Ya (ayın) a ne buyurulur? (Mim), kelime sonunda ne kadar ince uzun ise bu, aksine hantaldır; sanki Arab harflerinin (mim) Don Kişovu, (ayın) Sanşo Pança'sıdır. He'ler için ne demeli? Başta en eksantrik bir sıcak iklim nebatı gibi kıvrımları, helezonları ve girlandları acayip âletleri durur; güya fisto, Plise, şerid, falan filân yaparmış... Onlardan biridir; bir vidası eksiktir. Büyük lâvhalarda ise he'ler korkunç- laşır, iki iri gözlü burma kafalı bir tufan mahlüku olur. Zaten bu göz- lerden şel gibi yaşlar akarâk bir ır- mak teşkil eden: Ah! Minelâşk ve haletihi! Ahreke kalbi bi hararatihil Lâvhaları yapmışlardı, berber ve kahve duvarlarının süsü idi. Küçük- Tüğümde beni çeken elleri zorla tu- tarak bu şark mitolojisi resimlerini hayran hayran, hulyalara dalarak seyirde yarı ürkek zevk alırdım. # (Arkası var) amanssaasaasasansasas sss anana sanane sanaaa sase Emniyet müdür muavini değişti İstanbul emniyet müdür muavini B. Kimrana emniyet umum müdür. lüğünce bir müddet istirahat veril. miştir, Emniyet müdür muavinliğine, Ankara emniyet umum işleri birinci şube müdürü B. Mehmet Ali tayin edilmiş ve dünden itibaren vazifesine başlamıştır. Otelciler, yükcüler, arabacı- lar cemiyetlerinin yeni sene bütçeleri Otelciler, yükcüler ve arabacılar cemiyetleri idare heyetleri dün tica- . AKŞAM Sahife 7 ISTANBUL MUHAREBELERİ Çar ordularının Balkanlardan Ayastafanosa kadar gelişleri Golç paşa erkâniharplere verdiği bir derste. “Türkler Rusları oraya kadar sokmayabilirlerdi,, diye mütalsasını yürütmüştür Ben «İstanbul mubarebeleri» seri. m yazıp dururken, şehrimizin son ve ebedi fatihi Atatürk maalesef vefat etti. Şefin hatırasını tebcil için, gaze- teler, sütunlarını başka şekilde ter- tip ettiler. Ben de bu müddet zarfın- da milli matemimize boğulu kaldım. Şimdi tekrar ediyorum. Neşrettiği- miz bir cetvelde de görüklüğü üzere, şehrimiz nice nice badireler geçirmiş- tir. Fakat ekseriyeti müphem şeyler- dir. Bunların kâh üçünü beşini bir araya toplayıp, kâh en enteresanları- | mın hikâyelerini anlatıp seriyi tamam» 7 lamağı arzu ederim, Fakat bir taraf- tan da, «Yılan masah gibi sürüp gö- türüyor!. dedirmekten korkarım. E- İ sasen doğrudan doğruya bizimle alâ- kadar olan muharebelerin başlıcalarını da anlattım. Geri kalanlarını - araya başka tarihi makaleler de karıştınp bu harb ve darb işlerine inhisardan memnun olmayan karilerimi de tat- min etmek üzere, - cesle ceste anlata- cağım. iv Bugünkü mevzuum, Abdülhamidin ilk senelerindeki Türk - Rus harbi... | Dişman, Ayastafanosu (bugünkü Ye- gilköye) gelmişti, Çarın zabitleri, Bey- oğlunda cakalı cakal dolaşmışlardı. Sayet İngiltere, donanmasını getir. meseydi, Berlin muahedesinden de daha feci neticeler olacaktı. 1293 harbi diye meşhur olan ve ida- resizlik yüzünden başlayıp yine o se- beple kölü bir halde biten bu çar- pışma hakkında bazı gayri matbu malümat da verebileceğimi oumuyo- rum. .. Büyük Petrodan itibaren gittikçe kuvvetlenen Çarlık, gözünü yine Os- manlı topraklarına dikmişti. Zaten Rus imparatorluğu bizim araziyi de yuta yuta büyümüş değil miydi? Bu sefer de, ezcümle Rumelindeki hıris- Vyanların fena şerait altında bulun- duğunu iddin ediyor; şurada burada patlak veren bazı hâdiseleri büyülte- rek cihan efkârını aleyhimize kışkırtı- yor; kendisi de ekalliyetlerin hâmisi vaziyetini takmıyor, dahilimizdeki unsurlara o hissi, o cesareti vererek yeniden arbedeler çıkmasını körükle. miş ölüyordu. Neticede şu tekliflerle karşılaştık: Rumeline bir hiristiyan vali umumi getirmeli imişiz. Yarı azası gayri müs. limlerden mürekkep bir kadro ile Os- manlı Avrupasını idare etmeli İmişiz. Jandarmanın da yarısı bu anasırdan mürekkep olmalı imiş. (Fakat pazar- lığa da yanaşılmıyor değildi: Bu muh- telit idarenin, nüfus nisbetinde ol | ması nevinden)... Bu tazyikler, hükümranlık hukuku. muza ağır darbeler telâkki edildiği için, harp etmek fikri İstanbulda kuv- vetlenmiişti. Ve öyle de oldu. Neticede, Bulgar prensliği - hâlâ şeklen bize tabi kalmakla ve bir miktar vergi ver- wekle beraber - canlandı, genişledi; müstakilliğe yakın bir mazhariyete erişti, Memleket arazisini (bugünkü Al manyayı Leh koridorunun ikiye böl. mesi gibi) iki parçaya ayıracak ve ba- şında büyük devletlerce musaddak bir hıristiyan valisi olacak bir Rumeli şarki gallesi çıktı. (Berlin muahede- namesi, on üçüncü madde) Giriddeki hükmümüz gevşedi. Yunanistan lehi- ne hudut tashihi yapıldı. Bosna Her. sek Avusturyanın pençesine düştü. Karadağ cirmince büyüyüp istiklâlini tanıttı. Sırbistan da büyüdü; Roman- ya ise istiklâline kavuştu. Rusya Tür- kiyeden Ardıhan, Kars ve Batumu al dı. Yani harp edildi ve vaziyet ilk me- talibden bile beter oldu. ri” Vaka, Sultan Hamidin ilk saltanat | cakları cihetle işin bizim | şekilde ıslâhata girişmek istiyordu. Rusya, bu gibi vandlerde çok bulün- duğumuzu, hiçbirini tatbik etmediği- wizi ileri sürüyordu. İlle kendi dedi- ği şeklin olmasında ayak diriyocdu. Çarlığın metalibine boyun eğip eğme- mek hususunu müzakere için, fevka- iâde bir meclis toplantısı oldu. Ekse- riyet redde karar verdi, Lâkin bu ka- .arda hesaptan ziyade hissiyat üze- rine hareket edildiği de muhakkak- tır. Yalnız Ermeni murahhasının: Rusyanın nüfusu, kuvveti hesap edildi mi? - diye itirazı hatıralarda fikti, padişah üzerine de nafiz oldu. O sırada kanunu esasi de ilân edildi- mütalea için, Petresburg fevkalâde bir omeclis akdetmişlerdi. Heyeti vükelâ ve grandüklerden mürekkep olan bu mecliste de, harbin müşkülü- tından ve mali ahval üzerine melhuz zararlarından babsolundu. — Bulgarlar kurtarılırsa bile bize nankörlük etmezler mi? - gibi itiraz- Jar yükseldi. İmparator da, gerek bu telkinat tesirile, gerek İngilizlerin, otazyıkile harbe pek taraftar değildi. Şayet pa- dişah kendisine fevkalâde bir murah- has gönderirse, attığı adımı «- şerefini yikaye edecek şekilde - kısmen - geri alabileceğini ve sulh yolile tesviyede bulunabileceğini ihsas etti, Fakat Sultan Hamid, bunu yalvar. mak gibi bir şey telâkki ettiğinden muvafakat göstermedi. Esasen padi- şah, artık harb lehine de temayül etmiş bulunuyordu. Ruslar, teşebbüs- lerinden hiç müsbet bir cevap alama. yınca ilânı harb ettiler. yaş Çar orduları, Romanyayı da ittifak. larına alarak, Tunayı geçtiler; ve ge- neral Gorgo kumandasile bir kısım asker seri bir hareketle Balkanlara kadar ilerledi. Lâkin bir taraftan Plevneye yetişen (Gazi) Osman paşa | kuvveti, diğer taraftan, Lom nehri civarmda bulunan (Macardan dön- me) Mehmet Ali paşa ordusu daha fazla ilerlemelerine mani oldu. Gerek Osman paşanın muannidane mukavemeti, gerek (Gazi) Ahmet Muhtar paşanın Anadoludaki muvaf- fakiyeti harbin ilk devresini lehimizde göstermişti. Bu sırada, Ruslar, pek geniş olan menbâlarından takviye kıtaatı &la- lehimizde devam edemiyeceği aşikârdı. Onun için, İngilizlerin tavsiyesi üzere, bu vaziyetten bilistifade sulh etmemiz lâzımgeldiğini, 6 zaman ve sonradan münekkitler dâima söylemişlerdir. Fakat Osmanlı hükümeti bunada kulak asmadı. Anlattığımız harb vaziyeti, birkaç ay sürdü. Muvaffak olmadıksa bile mağlüp da değildik. Anadoluda - Yahmiler'de ve Gedikler'de - (bir ta- nesi hayli lehimizde cereyan eden) mühim muharebeler verilmişti. Çar- mesi Rusların lehindeydi. Nitekim öyle de oldu: Cephelerde inhilâiler başladı. Üç hücuma mukâ- vemet eden Plevnenin açlık yüzünden Artık Anadoluda da bozuluyorduk. Erzurum işgal edildi Kars kalesi de düştü. Balkanlarda, Süleyman paşa, hü- cumlarile zayıf düşmüştü. Yıldızın bu harbde faal bir rol oynamak istiye- Neticede Ruslar, yan taraftaki Hain geçidinden geçtiler. Svetnikola cihet- lerinde bulunan Süleyman paşa ordu- sunu ricata mecbur ettiler. Ordunun merkezi sıkletini yan tarafa, Kırcaali ve Rodof, taraflarına alıp ve Türk ordusile İstanbulun muvasalasını ke- sip Kızanlığa geldiler. Bu sırada da Osmanlı devleti mütareke teklifinde bulundu. Çar ordusu vakit kazanmak için, mütareke akdini her bahaneyle red- dederek süratle Edirneden İstanbul üzerine ilerledi. Edirnede mukavemet olmadı. ... Gayri matbu dediğim kısım bura dadır: Bilâhare, meşhur Alman kuman- danı Von der Goltz (-- Golç paşa) bizim erkânıharplere ders okuturken demiştir ki: — Rus ordusu, o Çatalcaya kadar ilerlediği zaman, menzil hatları pek uzamış olmasından ve birçok yerler» de kuvvet ifraz etmiş bulunmaların- dan pek zayıf bir hal kesbelmişti AAhiren bu vaziyeti nazarı itibara alan bir Alman zabiti, (şayet Türkler, Por- tekizlerin Napolyon ordusuna karşı vaktile Tores Vedras hattı müdafaa- sında yaptıkları gibi Çatalca hattın da mehma emken karşı dursalandı muvaffak olmaları pek muhtemeldi!) mütaleasında bulunmuştur, Şayan kayd bir mütaleadır. ... Böylece Ruslar, Ayastafanosa gel- diler. Ve netice, Berlin muahedesile, Anlattığımız gibi vahim oldu. Bu ara da, gerek Berlinde, gerek Ayastafa- nosta pek ibret verici hâdiseler geç- miştir. Onları da başka bir yazımda hikâye edeceğim, Yürük Çelebi Yalovaya işliyecek ellişer kişilik motörler yapılacak Yazın Yalova hattına tahsis edil mek üzere Denizbank tarafından ken- di tezgâhlarında yaptırılması karar- laştırılan 18 mil süratli ellişer kişilik motörler için Haliçte iki tezgâh ku- Tulmakladır. Bunları takiben üçüncü motörün tezgâhı kurulacaktır, Bir çift ayakkabı çalarken yakalanan iki sabıkalı mah- küm oldu Hasan ve Muzaffer adlarında iki sabıkalı Tahlakalede pazar yerinde bir sergiye sokularak bir çift ayakka- bı çalıp kaçarlarken yakalanmışlar- dır. Dün Sultanahmed üçüncü sulh ce- za mahkemesinde bu iki sabıkalı, ayakkaplarını satın aldıklarını iddia etmişlerse de mevcud delillerle suç- ları sabit olduğundan Muzafferin dört buçuk ay, Hasanın da üç buçuk ay müddetle hapislerine karar veril. miştir, İki mahküm derhal mahke- mede tevkif edilerek tevkifhaneye Bir sandal devrildi, sandalci kurtarıldı Hasan isminde birinin idaresindeki sandal iki küfe muşmula yükile Be- şiktaştan Üsküdara geçeceği bir sıra. da, iskelede bulunan Şirketi Hayriye vapurunun pervane sularına kapıla. rak devrilmiş, sandal kilfeler denizin dibini sandal. ii de z