Tefrika “İkinci Mahmud kaba ve açık lâtifelerden çok hoşlanırdı İptida bunların Tıbhaneden ve En- durun ağalarından intihabına karar | gelmiş b..lardan mı addediyordu? verildi; sonra vaz geçilerek (Hende. sehani Amire) şakirtleri gönderildi. Bu teşebbüs o vakit halkin gözüne pek çirkin görünmüştü. Hattâ müverrih Esad efendi bile (Hangi nâkesin reyi ve ifadesile ise) diyerek teşebbüsü tasvip etmediğini anlatıyor! Gene bu sırada mezunen memleke- tine giden Avusturya sefareti tercü- mana avdetinde nümüne olmak Üze- re birkaç kat «Nizam esvabıs sipariş olunmuştu. Bu rağbet kendisine hildirilince, Avusturya imparatoru hediye olarak Sultan Mahmuda on altı sandık esvab göndermişli, Fakat padişah «hasbel- vakit» bunların meydana çikartlnmıya- rak saklanmalarını irade etmişti! Faytona kimler biner? Avrupakâri faytunlar İstanbulda 1836 (HH. 1252) senesinde görünmüş- tü. Fakat iptidaları padişahtan başka kimse, havas takımı bile bu araba- lara binemezlerdi. Sonra Sultan Mahmud uzakça yer- lere malyetile giderken kolaylık olsun diye, has kurcnasına faytona binme- ğe müsaade etti. Biraz müddet daha geçince, diğer bendegina, ricale, üle- maya da ruhsat verdi, Fakat faytona binmek için bir teşri- fat kaidesi ihdas olundu: Ulâ ve sani- ye rütbeliler hini hacette dörder ve ikişer, salise rütbeliler mutlaka ikişer beygirli arabalara obinebineceklerdi., Ülemadan kazaskerlerle İstanbul ve Mekke payeliler de bunlara kıyasen ve derecelerine göre «faytonsüvar» olabileceklerdi! (1) Padişah ile müsahibi İkinci Sultan Mahmud açık lâtife- lerden haşlarırdı. İnflal ve gazabına (o uğrıyanların kellelerini uçurtmaktan çekinmiyen bu padişah, müsahiplerinin ağır, hat- tâ küstahane sözlerine aldırmaz, gü- ler, bu kaba ve perdebirunane nük- telerden dolayı ihsanlarda bile bulu- nurdu. Meşhur musahibi Said efendi ile bu yolda menkıbeleri çoktur. Bunlar- dan bazıları, hele Haremi hümayuna ald birkaçı, o kadar tuzlu, biberlidir ki kaleme gelemez. Biz hafifçe olan ikisini nakledelim: Sultan Mahmud yaptırdığı bend- leri görmeğe gitmişti. Böyle hayırlı bir işin ikmal edilmiş olmasından do- layı memnundu. Yanındaki Sald efen- diye: — Nasıl, Sald, beğendin mi? Diye sorar. Said efendi, Sultan Mahmudun başka sahalardaki icra- atını beğenmiyen bir tavır takınarak: — İstanbulda yaptığınız hayrat akıt. tağınız sular s...tığınız b...ları temiz- Hyemez! Mukabelesinde bulunur. Musahibin- den nükteli bir takdir bekliyen Sul- tan Mahmud bu münasebetsizlik üze- rine, iptida biraz şaşırır, sonra yarı Jâtife, yarı tehdid makamında: — Her şeyin sırası var, Sald. Elbet- te o b...ları da temizliyeceğiz! Cevabını verir. Başka bir gün Sultan Mahmud sa- ayda bir merdiven başında gayet cid- di bir tavırla Said efendiye: — Said! Bu merdivenden çıkıncıya kadar beni güldürmezsen vallah ka- fanı keserim! Der, Sultan Mahmudun kafa kes- mekte şakası olmadığını bilen Said efendi, her basamakta bir tuhaflık yapar, nükteli sözler bulur. Fakat padişah suratı asmış, bir türlü gülmü- yor! Merdivenin ortasına varılır. Said elendi bütün cerbezesini, fetanetini sarfediyor; İakat nafile!... Padişahın dudaklarında o kadar beklediği tebes- sümü göremiyor, Her basamakta he- yecan ve helecanı artıyor, Said efendi, bend inşaatı için söy- lediği münasebetsiz sözü şimdi hatır- lıyor, Acaba Sultan Mahmud o geve- zeliğe cidden tutulmuş idi de şimdi SARAY ve BABLÂLİNİN iç YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur No, 241 kendisini de © tenüzlenmesi sırası 'Tehdidin şaka olduğunu gösterecek bir mana ve emare görmek arzusile padişahın yüzüne bakıyor; Sultan Mahmudda kaşların çatıklığı gittikçe arttığını görüyor! İçinden: — Yapar mı yapar! Ne menhus bir gün imiş, bugün? Diyor ve padişahı güldürebilmek için zekâsmi âdetâ kamçılıyor! Fakat her vakit en kafif bir nüktesi üzerine cid- diyetini muhafaza edemiyen Sultan Mahmudun soğukluğunu gidermeğe imkân bulamıyor, Padişah, müteharrik bir heykel gi- bi basamakları aşıyor. R İşte ancak iki basamak kaldı! Said efendi, başına gelecek belâyı gözlerinin önünde görüyor! Kalbinde heyecan son haddine varıyor; ei bayılacak hale geliyor. Birden Sultan Mahmudun bü yakalıyor; padişam güldürebilmekten meyusiyetle telâşin son derecesinde: -— Be adam! Hayatımla mematım arasında iki basamak kaldı! Artık... Gül!,.. Gülme! (2) İ Diye bağırıveriyor; zaten kendisini pek zor tulabilmekte olan Sultan Mahmud artık dayanamıyor, kahka- hayı salıveriyor! Köylü çocuklara çiçek aşısı Abdülmecid (H. 1254) tarihinde ve- Mahd iken hastalanmıştı, Lütfi tari- hinin verdiği malümata göre: Vücu- düne müstevli olan ârızanın tedavisi- ne hâzık tabipler tarafından yapılan tedaviden fayda görülememiş, katolik milletinden Gelincikçi Meryem kadı- nın verdiği ilâç iyi gelmiş, âfiyetini lade “ik Bunun üzerine Sultan Mahmud bu kadına birçok atiyeler vermiş, maaş bağlamış, ailesini vergiden muaf tut- muştu, Lütfi efendinin bahsettiği bu «vücud ârizası» Sultan Mecidde alâmeti beli ! mütetabbip kadının tedavisile kurtul. | müş olmasına rağmen, Sultan Mecid doktorlara büyük ehemmiyet verirdi. Çiçek hastalığından nüfusça vaki olan zaylatm önünü almak üzere, aşı tat- | bikatının taammümünü isterdi, 1845 mayısının yedinci günü padi- şah İstanbuldan civarda bir seyahate çıktı. Uğrıyacağı yerlerde köylü ço- cuklara ilk defa çiçek aşısı yapıla- caktı, Kafilenin önünde iki mızraklı alayı | gidiyordu. Saray halki da beş yüzü bu- | Yuyordu. Serasker paşa dizileri tan- zim etti, mühim zevata askeri muha- | fızlar' verdi, | Öğle yemeği Reşidpaşa çitliğinde | yenecekti, Lâlif bir korunun içinde | padişahın çadırı kurulmuştu. Köylü- | ler etrafı dolduruyorlardı i O gün ve daha sonraki günlerde | mola yerlerinde çocuklar padişah hu- zurunda aşılandılar. Abdülmecid ço- cükların zararsız bir ameliyat ile çi- çek hastalığının tahribat ve telefa- tından kurtulmalarından memnun görünüyordu. Padişah, yanında getirdiği saray tabibi doktor Şpitser'e: — Pek çok şey yapılması icab eden bir memlekette hükümdarın hüsnü niyeti her işte lâzımdır. Bilirsin ki bu hüsnü niyet bende vardır. Bunun se- merelerini iktitaf edeceğimi de ümid ediyorum. Dedi. Akaşam vakti Büyükçekmece köprüsü geçilince kafile çalgılarla karşılandı. Burada iki küme çadır gö- rüldü; bunlardan bir kısmı âskerlere, bir takımı da padişah ile maiyetine mahsustu, Padişaha biri gündüz oturması, di- geri gece yatması için iki mutantan ve hahlarin müzeyyen çadır hazırlan- miş. (Arkası var) 0 Lüttı tarihi, ii ği (2) Noktalarla geçilen kelime cümleye üster gül, ister gülme) pek açık bir külhanbeyi Mmünasin; k SARIZ v 1 — Haksızlığı gösteren bir darbimesel, 2 — Deniz kumandanı - Cenab rüzgâr, 3 — Bon dilek - Tersi hicab olur. 4 — Başina «B» konursü lüyık olur - Dikine. 5 — Yerde sürünen menfur hayvan - Kan. 6 — Bir âzamız - Tepsi 7 — Sporcu - İşi yapan. 8 — İrmikten yapılan bir tatlı - Tersi beyaz olur. Sadık dost - Ayskkabı derisi, - Beyaz - Yunanistarın askeri bir Timanı, Yukardan aşağı 1 — Feryad - Hayret edatı. 2 — Çocukları korkutan heyulâ - Yeni gemilerimizden biri. 3 — Mecmualar, 4 — Temiz - Ateşin dil. 5 «- Hanım - Keder. 6 — Bayrak - Hayvan papucu. 7 — Mendil ve gömlek gibi eşya. 8 — Sahib - Alü düz mana - Güzel | sanat. 9 — Dostça şaka. 10 — İmmdad talebi - İlgi. Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Akusryom, 2 — Bark, Avene, 3 — Uful, Lâtin, 4 — Lenin, Ley, 5 — Liç, Asalet, 6 Harita, 7 — Zalt, 8 — Ulu, Fersah, 9 — "Tela, İri, 10 Fark, Zıh, Yukarıdan aşağı : 1 — Abullabut, 2 — Kafeln, Laf, 3 — Urunç, Zula, 4 — Akl, Ar, 5 — Nahif, 6 — Yal, Saten, 7 — Ovalar, 8 — Meteliksiz, 9 — Niyet, Arı, 10 — Şen, Tashih. En sağlam En Ucuz Hesap defterlerini AKŞAM matbaasında bulacaksınız. » 9 - 0 Yevmiye defterleri Kasa defterleri Defteri kebirler Muavin defterler * En iyi cins kiada basılmış ve İngiliz prese kartonu ile ciltlen- miştir. Fiyetler 200 sahifeli 140 - 169 kuruş 300 » 15-20 » Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pal gündermek lâzımdır. E. 1220 220 710 945 1200 135 Va. 509 6511159 1432 1648 18.24 İdarehane: Babıâli civarı Acımusluk sokak No. 13 İZMİR mumu ve mülhakatı için AKŞAM gaze- tesinin tevzi yeri münhasıran İz- mirde İkinci Beyler sökak 52 nu- marada Hamdi Bekir Gürsoylar mağazasıdır. * İ | Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Bizanslılar, Ayasofyanın önündeki ağaçta sallanan 'Tefrika No, 180 bir cesed gördüler. (Sais) i öldürmüşlerdi! Şimdi ne yüzle saraya döneceğiz?» Bizanslılar Saisin evine hücum ediyorlar ve kapıyı kırmağa çalışıyor- dardı, Evet, ihtilâlciler çok fena bir va- ziyete düşmüşlerdi. Nihayet, Tomi- kisin kanısı biç beklenilmiyen bir adamın evinde bulunmuştu. Cephede düşmanla çarpışarak can veren böyle bir kahramanın karı- #na göz diken - kim olursa olsun - gebertmeğe karar vermişlerdi. Elvirayı evden çıkardılar. İhtilâlci- ler arasındaki yaşlı adamların yanı- na verdiler. 'Tornikisin ak sakallı ba- bası da burada idi. Gelinini görünce sevindi: — Yavrum, dedi, seni o gece evi- mizden kimler kaçırmıştı.. halbuki, seni Saisin evinde bulduk. Bu ne garib bir muamma! Elviranın oağlayısları otamemile sahte idi. İhtiyar kayın babasına gö- zünün ucile bakarak: — Ben bir şey bilmiyorum.. böyle zamanda susmak daha iyi olur, dedi. Şimdi herkes: — Kahrolsun Sale... Diye bağrışıyordu. Kalabalığın bir kısmı Saisin evi önünde dağılmağa başlamıştı. Öyle ya.. ilk hamlede imparato- run başını istiyecek kadar küstah davranan bu adamlar şimdi onun Üönünden ne yüzle geçeceklerini dü- şünüyorlardı. İhtilâlciler Yedikule sokuklurından dağılırken, Sâisin komşularından biri dayanamadı: — Bu ne reğalet! diye bağırdı. Sâisin evinde, iki saat öncesine ka- dar hiç bir kadın yoktu. Evin arka kapısında - ihlilâlciler geimezden bi- raz önce - bir kaç atlının durduğunu görmüştüm. Bu adamlar, kıyafetle- rini değiştirmiş saray muhafızlarına benziyordu, Elvirayı kimseye göster- meden buraya getirip kapadılar. Saisin başını yakacaklar. Elvira 22- ten Tomikis gibi bir kahramanın karısı olmağa lâyık bir kadın değildi, Tornikis onu bir meyhane rakkase- Jiğinden alıp evine götürmüştü, Bu işle bir oyun var. Fakat, bu oyunu oynıyan kim? Uğultu halinde sesler geliyordu: — Saisi gebertmeliyiz... O, bizi ğildir. O, memleketini seven bir gençtir. Bu rezaletin iç yüzünü mey- dana çıkaracağım ve Saisi ölümden ç . «Saissin ölümü mişlerdi. Ayasofyanm önündeki ağaçlardan birinin dalında bir cesed sallanıyor- du. Melik bin Nasir, Cibali meyhane. lerinde tanıştığı Mavro Yaniye ras- ladı. Yolun üstünde konuşuyorlardı: — Bu dalda asılan edam Saise benziyor. — Eyet. Biraz önce parçaladılar onu. Ve cesedini ağaca aslılar. — Çok yazık oldu ona, Petrol O masumdu. — Karısını almak için Tornikisi öl. dürmüş diyorlar. — Yalandır, Petro! O, başkasının namusunâ gözdikereck kadar düşük bir adam değildi. — Şimdi Yedikuleden gelen bir kafile, güzel Elvirayı Saisin evinde bulmuş. Kulaklarıma inanamıyorum, Petro! Sais bunu yapamaz. — Elvirayı yakalayıp Kendi evine götürmüşler. İmparator: «Ben size Söyledim, inanmadınız. Haydi, şim- di bu alçağın cezasını verinizis de- miş. Saisi biranda yere serdiler. Ona ben de acıdım, Mavro! O, merd ve cesur bir delikanlıydı. — Zavalh Sâis! Ben o sırada bu- rada olsaydım, ölümden kurtarırdım onu. Bu sırada Yedikuleden koşarak ge- Jen yaşlı bir adam, meydanda biri- ken kalabalığın ortasına atıldı... Ba- Zırmağa başladı: — Bizim biricik hatibimize nasıl kıydınız, sefil mahlükler! O masum- du, günahsızdı. Güzel Elvirayı, onun €vine, bir kaç sâat önce saray adam- ları zorla getirip kapattılar. Siz Ye- dikuleye vardığınız zaman Elvirayı Saisin evinde bulunca, Torsinikisi Sais öldürdü sandınız! Bunların hepsi yalan... Bu entrikaları çeviren imparator ve onun adamlarıdır. Gü- xl Elvira bügün evine gönderildi. Fakat, yarın gene saraya gidecektir, Bu işin iç yüzünü ben gözümle gör. düm. Yerliler hayretle birbirlerine kışıyorlardı. Bunlardan birisi: — Sen kimsin? Zincirlerini nerede kırdın da geldin buraya? Diye bağırdı. Yedikuleden gelen adam: — Ben deli değilim, diye cevab ver- di. Saisin komşusuyum ben. Bir kaç saat önce mahallemizde oynanan komedyayı gözümle gördüm. Sa'si boşuna öldürdünüz! O, Elvira gibi bir meyhane rakkasesine gönül ve- rTecek kadar bayağı ruhlu bir mahlök değildir. Sais, hiç bir zaman Torni- kis gibi bir kahramanı öldürmeyi ve onun karısını elinden âlmayı düşü- nemez. Onun yaplığı yararlıkları ne çabuk unuttunuz? Pirantos yangı- nında haftalarca sokaklarda yersiz kalmış felâketzedeleri ondan başka kim teselli etti? Büyük yer sarsıntı sında harabeye dönen semtlere ilk- önce o koşmadı mı? Her kara günde parlak bir nur gibi önümüze dü- şen ve yolumuzu aydınlatan bu te- miz yürekli halâskâri nasıl öldür. dünüz? Şimdi herkes susmuştu Salsi sevenler, cesedinin sallandı- ğı ağaç dibine koşuşuyordu Sais, gerçek, çok değerli bir kahra- mandı. İznikten Bizansa gelen or- dunun da ön safında görünmüş ve yüksek, düzgün konuşması sayesin- de, yüzünü geri çevirmek istiyen or- duyu ileri atılmağa sevk etmişti. Periklis'in dediği gibi, Sais olma- saydı, sekizinci Mihail, Bizanstan Lâ- tinleri güç atabilirdi O milli bir kahramandı. Aradan yıllar geçip te imparator sarayına yerleştikten son- ra, Salsi ihmal etmişlerdi. Sais hal- kın içinden doğmuş, gene halkın içinde kalmış milli bir kahramandı. Cephelerde göğüsleri sırmalı, at üs- tünde mağrurane dolaşan generaller ba- lerinin rengini denizlerden almıştı. Giriştiği mücadelelerde dalma ileri- sini görmeğe muvaffak olmuş, zeki, anlayışlı bir adamdı. Yeni bir Pa- leoloğ devri açılırken, tarihin bu ye- ni sahifesinde sekizinci Mihailin ki- hemm akisleri görüldüğü kadar, Saisin de gür sesini duymak müm- kündü. O, mâvi denizlerden daha en- gin, göklerden daha yüksek, güneş- ten daha parlak gördüğü milletine bağlıydı. Halkın da kendisine bağlı lığını gördükçe sevinir ve bu sevgi, bu teselli ile yaşardı. Sais, karanlık- larda ışıldıyan bir yıldız gibi, daima kendi Yyarlığını göslermiş ve hiç bir ihtirasa. kapılmadan - işini bitirdik- ten sonra - tekrar eski mevkiine dör» müş, halk arasına karışmıştı. (Arkası var)