Asyayı dolaştığım sıralarda Hindis- tanla Hindi Çini arasındaki Birman- ya'nın cüzzam hastanesini de gez dim. Müessesenin doktoru, kırk yaş- larında, iri yarı, iyi yüzlü bir İskoç- yahydı, Eldivenlerimi çıkarmamamı ve bir yere dokunmamamı sıkı sıkı tenbih ettikten sonra, en ağır hastaların bu- lunduğu tarafa beni götürdü. — Mikrop kapmış bir şeyle kazara bir tarafınızı çizecek olursanız kanı- nızın zehirlenmesine kâfidir! - di- yordu. Adamcağız dudaklarına bir düdük değdirerek öttürdü. Derhal bahçenin her tarafından, yüzleri şiş, gözleri yaşarmış adamlar koşuştular. Doktor koluma girerek: — Gelin size çocuklarla kadınlar tarafını da göstereyim. Deyince, ha- zin bir sesle sordum: — Çocuklar mı? «— Evet!» Makamında başını iğdi. Parmaklıkla ayrılmış başka bir bahçeden içeri girdik. Kadınlar, er- keklerden daha çekingen bir halle, yaklaşmaksızın, bize uzaktan baki- yorlardı. Bir manga ağacının altında, yüzü örtülerle sarılmış bir kadın oturuyor- du. Meydanda kalan iri pırıl pıfıl göz- leri, insanın dikkatini celbediyordu. Kesik bir ses ninni söylüyor, kuca- ğında tuttuğu bir çocuğu uyutmağa çalışıyordu. Bu cazib bakışın tesirile, gayri ih- tiyari yaklaştım. Doktor, kolumdan tuttu, O sırada çocuk başını bize doğru çevirdi, Dehşet içinde kaldım. Dudaklârı kocaman bir yara ha- linde; suratı soluk çizgilerle şerha şerha... Hülâsa, tefessühe meyletmiş bir et yığını idi. Kadın, coşkunlukla, yavrusunu da- Bense, bu ettiğimden dolayı son derece mah- çup oldum, Gözlerim yaşardı; ve gayri ihtiyari, çocuğun saçlarını okşamak İster gi- bi iğlidim. Fakat anne, âni bir hareketle geri- k: — Hayır, hayir.. Dokunmayın! Cüzzam! Cüzzam!,.. - diye dehşete kapıldı Gönlünü almak için hiç olmazsa para vermek istedim, Fakat doktor fikrimi anlıyarak, çantamı açmama, bir el hareketile mânl oldu. — İhtiyacı yoktur... Kocası mem- leketin en zengin tacirlerindendir! - dedi. — Bu kadının feci bir hikâyesi ol- duğunu hissediyorum, doktor... Lüt- | fen anlatır mısınız?.. Zavallı anne, beni cidden enterese etti. — Gelin, yazıhanemde oturalım da size hikâyesini söylerim. Vantilâtörün serin rüzgârı altında çayımı içerken hekimin naklettikle- rini dinliyordum: — Mingala ismindeki bu kadın, şehrin en zengin adamının gelinidir. Esasen kendinin de serveti var. Bir aşk izdivacı yaptı, Karı koca çok s0- vişiyorlardı. «Çocukları da oldu. İşte o gördü- ğünüz kız. Şimdi sekiz yaşındadır. Anne ise, üç senedir aramızda, Bu fen adamının feragatine hay- Tan ölüyordum. Kendini de bu hasta- lar arasına katarak «Biz» diyordu. — Çocuk dünyaya geldiği zaman, Mingala o kadar zayıftı ki, yavrusu- mü emziremedi. Kaynanası köylü ka- dımlar arasındaki sıhhatli bir kadını sülne tuttu. <İyi bakıma rağmen, çocuk, gür- büzleşeceğine, günden güne eriyor, halsiz düşüyordu. Gizli bir hastalık- la gerilediği belliydi. «Telâşa düşen ebeveyn, Birmanya- daki bütün meşhur İngiliz doktorla- rını çağı : «Kan tahlili yapıldı ve feci bir ne- tee alındı: bir şey yoktu. İşte bu hastalıkta en korkunç cihet budur. » iğrenç lilet, bazan nesiler atli yarak, amansız bir şekilde tekrar ha- yat buluyor! — Ne feci!... - dedim, - Ya anne? Ne yaptı? İ yalvardı... Kızını kurtarayım diye... «Kendisini memnun etmek için yavruyu sanatoryoma aldım. Uzun müddet müşahede altında kaldı. Bun- ların hep boş olduğunu biliyordum; fakat gel de anneye meram anlat. «Herkes kendi evlâdının başka tür- lü olduğunu, bir çare bulunacağını sanır... Allhtan mucize bekler... Hal- buki, tablatile, sene besene hastalık arttı. Neticede kızcağız! da cüzzamlı- lar arasına koymağa mecbur olduk. «Annenin kederi tarif edilmez de- rectde feci oldu, Her gün çocuğunu görmeğe geliyordu. Parmaklıkların arkasından onunla saatlerce konu- şur; ancak kocasının zorile oralardan ayrılırdı, «Fakat bir gün, biçare adam, ka- rsını evde bulamadı. Polise haber verildi, her taraf arandı. Neticede onu burada, bu şimdi gördüğünüz bahçede keşfettiler, «Kızını Okucağında (tutuyordu. Kollarının, ellerinin tırmık içinde kanadığını hayretle gördüm. «Dört adam kuvvetile onu buradan çıkarabildik, Muavinlerimle ben, bu yaraları tedavi etmeğe, illet kanda daha yayılmadan önünü almağa ça- baladık. Fakat heyhat! Hiç bir şey yapamadık. Çünkü iki gün müddet- Je bahçede saklanmış kalmıştı: Aşı tutsun diye! «Bunu niçin yaplığını kendisine sorduğum zaman, meyüs ve tatlı bir tebessümle: «— Artık böni yavrumun yanından ayıramazsınız! - dedi, «Söyleyin efendim, hangi aşk, bu | histen küvvetli olabilir? | ! — Harikülâde bir macera, doktor... Fakat hastalığa yakalanmak için, yaralanmış olmak yeter mi? —— Anlamadınız mı? Kanı akarken, Kolsuz, bileksiz, yavrusunun üzerine sürtermiş... İyice sirayet etsin diye... İşte anne feragatinin, anne muhab- belinin derecesi... Yerimden kalkmak istediğim za- man, gözlerim âdeta kararmıştı. Lise Carmenl'len nakleden; (Hatice Süreyya) memleketler: Seneliği 3800, altı aylığı 1900, üç aylığı 1090 kuruştur. Va, 501 641 1158 1433 1655 1829 İ konseri — Budapeşte 2230 bando murika- — Anne mi?... İşte: Geldi; bana | Danzig 20,30 plfikla Berthoven'nin üçün” cü senfonisi — Hamburg 20,15 plük neşri- yatı — Kolonya 20 plâkla opera parça- lari — Lefpag 20 - 2045 şarkı — Münih 20,15 plâk neşriyatı — Bükreş 2030 bir opera — Florans 20,25 karışık konser — Londra (Reg) 20 şen saat — Nis ve Strateburg 2030 orkesira ile (Plern&) nin eserleri — Sofya 20 (Verdiinin (Traviata) operası — Varşova 20,15 Polonya beste- kârlarının eserleri: (Koro ve karışık mu- siki), Saat 21 de Breslav ve Stuttgart 2115 (Wagner) in (Hollandaus Volant) operası — Königs- berg 21,10 (Verdi)nin (Regulem) i — L#- ipzig 21.10 İtalyan musikisi — Münih 21,19 Akşam konseri: (Orkestra, keman, violu ve org) — Viyana 21,10 opera parçaları —- Bart 21,15 Yunanca neşriyat — Budapeşle 11 21,25 plâk neşriyatı — Drotwleh 21 or- kestra tarafından muntahap parçalar — Sofya Travlata operasına devam — Var- şova 21 - 28,15 koro, orkestra ve Chopln- nin piyano konsertosu — Bükreş: Opera- ya devam. Saat de Berlin 22,10 plâk neşriyatı — Breslav ve Stutigart (Wagner) in operasına de- yam — Kolonya 22,10 küçük akşam Xon- seri: (Kürartet ve piyano ve gilala) ta- rafından — Könlgsbere: Verdinin Regui- | emine devam — Leipzig! İtalyan musiki- sine devam — Münih: Saat 21 deki prog- rama devam — Viyana: Opera parçaları- na devam — Athione 2230 - 23,20 orkesta sı — Bükreş: Operaya devam— Droltwleh: Orkestra konseri —- Roma 22 (Scutgnizza) isimli operet — Sofya: Travlata operasi- na devam ve suhra 2720 karışık musiki ve dans — Varşova saat 21 deki konsere devam — Bordenux ve Paris (Eiffel) 22,30- 2430 şen program — barsilya ve Paris P.T.T. 2230 - 415 koro ve orkestra konseri — Nis ve Sirataburg 22,30 - 2430 gen konser — Toulouse P. 2230 - 24,30 (Ricahrd) isimli komedi, Saat 23 de Dentsehlands. 2330 - 2345 küçük gece konseri: İngiliz bestekâri Pureel'in eseri (küçü orkestra tarafından) — Münih 23,0 - 1 plâk neşriyatı — Stuttgart 2950 plâkla dans ve karışık musiki — Viyana 2330 orkestra ve muhtelif operet parça- | ları — Diğer Alman istasyonları Leipzig- den naklen 23,30 - 1 dans musikisi ve ka- zışık musiki — Athlene 23,30 - 2430 gen saat — Belgrad 23,15 - 2345 plâk neşri yatı — Budapeşte: Bando muzikasına de- vam ve 2040 plâk neşriyatı — Bükreş 23,45 e kadar operayu devam — Drvitwieh 20,25 Kentet — Londra (Reg) 2345 piya- »o konseri — Roma: Operete devam — Sofya 2330 a kadar karışık musiki ve dans musikisine devam — Varşova 2945 - 455 | askeri musiki — Bordeaux ve Paris (Eiffel) şen programa devam — Nis ve Siratsburg şen konsere devam — Toulouse P.: Kome- | diye devam. Saat. 4 den İtibaren Alman istasyonları saat 23 deki prog- rTamlarına devam — Budapeşte 24,10 piâk- Ja muhtelif valslar ve üvertürier — Droitwich 2450 - 2 odu musikisi ve Mo- zart'ın piyano konsertosu — PFlorans 24 dans — Hilversum 1 74,20 Macar musikisi ve 2440 - 1,40 plâk neşriyatı — Londra (Reg) 24,25 - 130 (plâki — Varşova 2345- 24,55 konser — Radyo Paris 145 - 230 ge- ce konseri — Frankfurt ve Stuttgart 1-3 gece konseri: o (Muhtelif opera parçaları ve oda musikisi) — Breslav, Kolonya ve Viyana 1-4 gece musikisi, Üç yankesici yakalandı Emniyet direktörlüğü İkinci şube memurları, Nuri isminde sabıkalı bir yankesiciyi, Beyoğlunda. bir diş dok- torunun muayenehanesinde beş tane altın diş çalan Çakır Vahanı, ve gene Bedros isminde birinin cebinden yet- miş beş lira aşıran Hasanı yakalamış lar, haklarındaki evrakla birlikte Ad- Viyeye vermişlördir..... Bir tramvayla bir otobüs tı çarpış Şoför Saidin idaresindeki Kurtu. luş - Beyazıt otobüsile, vatman Arifin idaresindeki Tünel - Şişli tramvayı birbirlerile çarpışmışlar, otobüs hasa- ra uğramıştır. Vatman ve şoför yakalanarak Jâ- zımgelen tahkikata girişilmiştir. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçüyan, Fi- ruyağada Ertuğrul, Kalyoncukullukta Zafiropulos, Beyoğlu: İstikiâi cadde- sinde Onlatasaray, Tünelde Matkoviç, Gnlata: Okçumusa caddesinde Doğru- yol, Fındıklıda Mustafa Kali, Kasım- paşa: Müeyyed, Hasköy: Sadık Akdu- man, Eminönü: Hüsnü Onar, Fatih: Asadoryan, Küçükpazar: OBensason, Samatya: Kocamustafapaşada: Rıd- van, Alemdar: Cuğuloğlunda Abdül Topkapıda Nazım, Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli DİŞİ KORSAN Deniz Romanı 'Tefrika No. 172 General Teofilos, Bizansta imparator kadar kuvvetli ve nüfuzlu bir adamdı. Şerefine şenlikler yapılıyordu Nasir, bu tehlikeli yolculuğu mu- vaffakıyetle başaracağından ve gene geldiği yoldan sessizce döneceğinden emindi, Nasir çök iyi rumca biliyordu. Sa- kalını şehre girmeden tıraş etmişti. Bizansta birçok Adalılar vardı. Oda kendisini Adalı ölürak tamtacaktı, Nasir şehre girmeden - Bizansı çok iyi taniyan Antonyodan - şehir hak- kında epeyce tafsilât almıştı. Nasir, Bizansta balıkçı sıfatile dolaşacağı için, ilk işi balıkçı meyhanelerine uğ- ramak olmuştu. Bu meyhanelerin bir çoğu Cibalide bulunuyordu. Buradaki meyhaneler- de birçok kimse sabaha kadar içip peykeler üzerinde sızarlardı. Nasirin koynunda bir hayli Bians parası vardı, Nasir o gece ilk defa olarak, b meyhanelerden birine daldı, Küçük bir masanın başına oturdu. Meyhanede epeyce kalabalık vardı. Hemen hepsi de ayak takımı olan bu adamların »- o saatte - muayyen bir fikir etrafında münakaşa ettikleri duyuluyordu. İlk söz olarak Nasirin kulağına Şunlar aksetmişti: «— İmparatorun, şehri müdafaa uğrunda geceli gündüzlü çalıştığını görüyoruz. Artık, aylardanberi de- nizden istifade edemiyen ve balıkçı- lık yapamıyan bizim gibi adamların da surlara koşma zamanı gelmiştir. Araplar şehri sıkıştırmağa (başladı- lar, Yeni kuvvetleti gelmiş.. düşman şimdi Romanos kapısını da sardı. Yarın şehre girerlerse, hiç birimizi sağ bırakmazlar. kılıçtan geçirirler!» İmparator, o gün yeni bir buyruk ilân ederek; «Vatan sizi çağırıyor.» Demişti, Yerlilerin anlattığına gö- re, İmparatorun buyruğu sokak s0- kak, semt semt şehrin her köşesinde ilân edilmişti. Nasir önüne gelen şarap testisini yavaş, yavaş midesine boşaltıyordu. Etraftaki konuşmalar bazan hara- retleniyor, bazan tavsiyor., gülüşme- ler, türküler başlıyordu. Nasir burada yeni bir hakikate da- ha vakıf oldu: Her akşam, gece yarı- sından sonra Aryüs'ün bu meyhane- lerden birine uğradığı anlaşılıyordu. | Yerlilerden biri, hızlı hızlı anlatı- yordu: — Bana, dünyada en büyük kah- raman kimdir diye sorarlarsa Aryüsü gösteririm. — Arapların elinden kaçmak, kah- | ramanlık mıdır? — Ne sandın ya? Bu cesareti şim- diye kadar kim göslerebildi? Siz, Arap gözünün ve Arap kılıcının ne kadar keskin olduğunu bilmiyor mu- sunuz? — Adam de. Dün gece ben onunla beraber içtim. Kahramanlar, kalplerini hiç bir kadna kolay ko- lay kaptırmazlar. Halbuki, o bu işi, bir kadına muvaffak olmak için yapmış. Şimdi İmparator da o kadı- nı kendisine vermiyormuş. — İmparator haksızlık yapıyor. Çünkü, Aryüsün sevdiği kadın, Arap- ların elinde esirdi. Aryüs Araplardan kaçarken, onu da birlikte kaçırmış. Bu kadın Arapların elinde kalsaydı, İmparator bir daha onun yüzünü gö- rebilecekmiydi? — Evet, mademki Aryüs onu sevi- yor.. İmparatorun vermesi gerekti, — Aryüs dün gece sabaha kadar içli ve ağladı. «Sevgilimi bana ver- miyeceklerini bilseydim, Arapların yanından kaçıp gelmezdim, Ben ora- da bir amiral gibi yaşıyordum, Bel ki yarın, öbür gün Dişi Korsanıda avucumun içine almağa muvaffak olacaktım!; dedi, — Bu Dişi Korsan, ne yaman ka- dınmış bel Bütün Arap denizcilerini başına toplamış. herkesin boynu ona iyikmiş. Dişi Korsan ne derse, olur- muş, Halbuki burada bazan İmpara- torun dediği bile yapılmıyor. — Imparator bu gece şenlik yapıl- mamasını emrettiği halde, Teofilo- .sun şerefine her tarafta meşaleler yanıyor... Şu Teofilos da İmparator kadar kuvvetli bir adammış! Aşkel- sun ona., her istediğini yapıyor. Mi- hail ona kolay kolay diş geçiremiye- cek, Melik bin Nasir, daha ilk gecesin- de Bizansın içyüzü hakkında bir hay- li malümat almıştı. General Teofilosun, Bizansta, İm- parator kadar nüfuzlu bir kumandan olduğu muhakkaktı, Yedikule ve Ak- ropolis cephelerinin kumandanı olan Anivas'ın bu meyhanelerde adı bile anılmıyordu. Maamafih, burada ge neral Anivastan bahsedilmemekle, onun değersiz ve nüfuszuz bir adam olduğuna hükmedilemezdi. Antonyo, Melik bin Nasire; «— Yedikule ve Kumkapı civarın- daki meyhaneleri de ihmal etme, Bu- ralara gitmekte belki biraz güçlük çekeceksin. Fakat, buralardaki mey- hanelerde de general Anivas'a aid birçok şeyler duyacaksın!» demişti. Teofilos, İmparator Mihailin raki- bi, Anivas da İmparatorun sadık bir generalıydi. Nasir bunu, Bizansa gel- meden önce öğrenmişli. Cibali möy- hanesinde Teofllosa taparcasına bağ- Jı görünen yerliler, İmparatora hiç de aynı sadakati göstermiyorlardı. Balıkçılar aralarında münakaşa ederlerken, bunlardan biri, tek bir masada yalnız oturan Nasire uzaktan dâf attı: — Sen ne dersin bu işe, arkadaş? Nasir fazla sarhoş gibi görünerek: — Ben de sizin fikrinizdeyim, dedi, Teofilos fazla askere lüzum görmü- yor. Fakat, o: «Tehlike var'. derse, hepimiz gideriz surlara. Balıkçı gülerek bağırdı: — Yaşa be! Teofilos bizi ne zaman çağırırsa, o zaman koşacağiz. Madem- ki o çağırmıyor.. haydi, keyfimize ba- kalım. Yerliler gülüşerek içmeğe başladi- lar. Bunlardan birisi kitar çalıyordu. Artık harb mevzuu üzerinde konu- şulmuyordu. Kadın ve eğlence mev- zuu varken, içki masasında başka ne konuşulurdu? Nasirden hiç kimse şüphelenmi- yordu. Meyhanecinin arka odasından çıkan orta malı bir kadın, türkü söy- Byerek ortada oynamağa başlamıştı. Balıkçılar arasında hatırı sayılır kabadayılardan (biri vardı: Mavro Yani, Yani, Kefalonyalı esmer bir deniz kurdu idi. Çok Kuvvetliydi.. açıkgöz, kulağı delik, anlayışlı bir adamdı. Bizans, Araplar tarafından muhasa- ra edilince gemisi Haliçte, kendi de şehir içinde kalmıştı. Mavro Yaninin, ortada oyniyan rakkasede gözü vardı. Halbuki, bu ka» dın, kitar çalan delikanlı ile evliydi. İkisi de meyhanelerde çalgı çalarak, türkü söyliyerek ve öyniyarak geçi- nirlerdi. Nasir, Mavro Yaninin gözlerinden bu kadına tutkun olduğunu sezmişti. Yani: — Haydi, şu denizci şarkısını söy- Je bakalım, Eleni! Diye bağırdı. Genç kadın, ürkek bir tavırla kocasının yüzüne bakarak okumağa «Deniziciler merd olur.. Cesur olur. Fakat, ömürleri kısadır. Denizciler şen olur. Onlar, dalgayı, fırtmayı Kadından çok severler. Saraylarda yaşıyan prensler Nasıl güzel kadınların koynunda ölürse; Denizciler de coşkun dalgaların Koynunda can verirler. Denizciler şen olur, cesur olur.. Fakat, ömürleri kısadır.» Mavro Yani elindeki şarap kade- hini rakkasenin üstüne fırlattı: - Bunu söyliyen, denizcileri ta- nımamış.. bak benim yaşıma, Altmı- şı çoktan geçtim. kanımda hâlâ yir- mi beş yaşındaki delikanlıların ateşi var. (Arkası var)