AKŞAM Sahife 9 Masanın çekmecesini açtı. İki ka- | dın resmi çıkardı. Bunlara dikka! dikkatli bakmağa başladı. Resimler- deki kadınların ikisi de genç, ikisi de güzeldi. Alinin bakışları durup din- lenmeden iki fotoğraf arasında dola- şıp duruyordu. Mebrurenin bakışlarındaki sıcaklık fotoğrafında bile belli idi. Fakat bu- na mukabil Ayşenin ne masum yü- zü, ne biçimli dudakları, içi durgun bir denize benziyen ne sakin, ne gü- zel gözleri vardı. Genç adam bu iki kadından han- gisini hayat yoldaşı olarak seçeceğini şaşırmış kalmıştı. Mebrure de, Ay- şe de Aliye ayni derecede iltifat edi- yorlardı. Ali bir türlü kararını veremiyordu. Bir &ralık okuduğu bir romanı hatır- ladı. Bir genç ve güzel kadın etrafın- daki insanların kendisine karşı bağ- hilıklarını anlamak istiyor.. Bu kadın gayet zengindir. Gençliği ve güzelliği, zenginliği yüzünden peşinde koşan birçok kimseler vardır. Herkes kendi- disine büyük bir ütifat gösteriyor. Genç kadın bu etrafındaki iltifatların samimi olup olmadığını anlamak için yalancıktan bir hastalık çıkarıyor. Kendisinin tehlikeli surette hastalar- dığım etrafa yayıyor. Hastalığı da ve- Temmiş., Bunun üzerine kendisine evvelce: : — Senin için tereddüt etmeden ölümü gözüme alabilirim!. diyen âşıkları elini bile sıkmıyorlar. Herkes bundan &on derece kaçınıyor. Genç kadının etrafında adeta bir boşluk vü- cuda geliyor. Ali bu romanı hatırladıktan sonra: — Bu mükemmel bir şey, dedi. Ben de Ayşe ile Mebrureyi bu suretle tecrübe ederim. Bugünden Cezi yok. Yalancıktan hastalanmal.. Hastalı- lığım da verem.. Bakalım bendeki bu uydurma fakat müthiş hastalığı işi- tince Ayşe ile Mebrurenin bana kar- şı vaziyetleri değişecek mi?. Bu su- retle beni kimin hakikaten sevdiğini anlayabileceğim.. O günü birkaç saat fasıla ile iki genç kadını da görebilirdi. Zaten gece saat sekizde Ayşe ile randevusu yardı. Onu bir baloya gö- türecekti. Bunun için gündüzden evvelâ Meb- rüreyi görmeğe karar verdi. Mebru- reye telefon etti. Kendisini görmek istediğini söyledi. Genç kadın: — Peki.. dedi, yarım saat sonra ter. zime çıkıyorum. Beni Galatasarayda bekle.. Ali hemen giyindi. Sokağa çıktı. Mebrüre tam saatinde geldi. Genç kadın elini uzattığı zaman Ali yalan- cı bir hüzünle: — Elini sıkmayayım Mebrüre, de- di, hastayım. Mebrure şaşkın: — Ne bhastası?.. El sıkmayacak derecede mühim bir hastalık ım? — Evet Mebrure.. Bir yere otura- kım da anlatayım.. Benim ciğerlerim- den biri zaten çok zayıftı. Hastalı- ğım dehşetli ilerlemiş. Yani adam akıllı verem.. Mebrure uzattığı elini hemen çek- ti, Onun bu hareketi genç adamın gö- zünden kaçmamıştı. | Bir pastahaneye oturdular, İçmek | için çay İstediler. Ali bir taraftan kendi çayını içerken bir taraflan da hastalığının şiddetini anlalıyordu. Mebrürenin yüzü sararmıştı. Önün- deki çayını tamamile unutmuştu. Hatta bir aralık Ali ona: — Çayın soğudu içsene.. dedi. Mebrüre dalgın elini çay fincanına götürürken küçük Kaşığı masadan, Aşağı yere düşürdü. Halbuki henüz çayının şekerini (o karıştırmamıştı. Genç kadın: 0“ Başka bir kaşık getirtelim., de- Ali hemen kendi kaşığını uzattı? — Al bununla karıştır.. Halbuki bir müddet evvel Ali bu yasi dudaklarına değdirmişti. De- likanlı kaşığı Mebrürenin çay finca- Muna, soktu. Genç kadın kaşığı tut- Maktan Bile çekiniyordu. Ali bunu da işti, Çayı kendisi karıştırd". İ Mebrüre çay fincanını bir ke- *e bile dudaklarına götürmemişti. tek yudum içmedi. © şaşkınlık içinde terziye İ ilan gitmeği unutmuştu. kit epey geçmişti. Ali: Biraz dolaşsak.. dedi. Mebrure hemen cevap verdi: — Katiyen olmaz.. Görmüyor mu- sun? Ne kadar sis var. Sen şimdi en küçük bir nezleden bile çekinmelisin.. o Anlıyor musun? Bundan sonra gayet mükemmel, muntazam bir programla yaşaman lâzım. Paltonun yakasını kaldır. Derhal bir otomobile atlayalım. Ü- şümeden eve gitmelisin.. Bu akşam azami saat onda yatmalısın.. Uykun muntazam olmalı. Sonra madem ki doktor kuvvetli şeyler yemeği söyle- di. Giderken biraz da pirzola yaptı. ralım, Ben sana onları kanlı kanlı pişireyim. Bir otomobile atladılar. Mebrüre kasabın önünde indi. Pirzola yaptır- dı. Eve geldiler. Genç adam bir aralık Mebrurenin yanına sokulmak istedi. Fakat genç kadın: — Rica ederim.. dedi, sen hemen yatağının içine gir. Ne kadar istira. hat etsen o kadar iyidir. Ben pirzola» yı pişireceğim. Mebrure böyle söliyerek mutbağa girdi. Bir müddet sonra dumanı üs- tünde kanlı kanlı pirzolaları getirdi. Genç kadın vakıa Alinin eline bile değmemekte büyük bir dikkat göste. riyordü ama âyni zamanda onun etrafında pervane gibi dönüyordu. — Ye.. Biraz daha ye,. Yemelisin.. Mutlaka yemelisin.. Diye zorla bütün pirzolaları Aliye yedirdi. Bir aralık sordu: — Peki.. Hani senin ilâçların?. Ali yutkundü: — Daha yaptırmadım. Mebrure kizardı: — Bu ne ihmâl. Sen çıldırdın m? Ver reçetelerini. Ben gidip hemen yaptıracağım. Ali bir yalan daha attı; — Eczahaneye verdim. Yarın ala- cağım.. — Ben şimdi gider alırım. — Eczahane kapanmıştır. Ben ya- rın herhalde alacağım. Mebrure Aliyi yatırdı. Hararet de- recesini ölçtü; — Hararetin tabii.. Fakat dereceyi elinden bıraktıktan sonra banyoya gitti. Ellerini yıkadı. — Ben gidiyorum.. Yarın sabah geldiğim zaman seni yatakta bula- cağım. Anladın mi (o Kalkmayacak- sın., istirahat edeceksin. Ben gelir işlerini görürüm. Allaha ısmarladık." Çabuk iyi olmağa gayret et, Mebrure böyle söliyerek Alinin eli- ni sıkmadan çıktı, gitti. Ali yalnız kalınca: — 'Tuhaf şey.. dedi, benden ne ke- dar iğrendi.. Bundan $#onra telefona sarıldı. Ayşeyi buldu. Sordu: — Bu gece baloya gideceğiz değil mi — 'Tabil.. Tabil.. Seni bekliyorum. Hemen gel.. Ayşeyi almak üzere evine gitti. Genç kadın ona elini uzattığı zaman Ali, Mebrureye olduğu gibi: — Elimi sıkma. Çok hastayım. dedi ve ayni yalanları bu sefer de Ay- geye söyledi. Fakat genç kadın; nuna sarıldı Onu yanağından öptü. Sonra da: - Düşündüğün şeye bak Ali, de- di. Genç adam memnundu. Sordu: — Ayşeciğim.. Baloya herhalde gi- decek miyiz.. Malüm ya benim hasta. liğim.. — Aman canım.. Hastalık ne de- mek tabii gideceğiz. Ayşe Ali ile gezmek eğlenmek he- vesinde idi. Baloda Ali: — Acaba viski içsem mi? Ciğerle- rime dokunur mu? deyince Ayşe onun elini tuttu: -— Budala mısın? Tabii içeceksin.. biraz neşelen.. Genç kadın ona o ge- ce dört viski içirdi. Ayşe sabaha ka- dar baloda kalmaları için ısrar etti, Ali evine dönüp yatağına girdiği za- man şafak söküyordu. Saat dokuza doğru Mebrure gel- diği zaman Aliyi yatakta buldu: — Nasıl uyudun? dedi. Yüzün bi- raz renksiz.. Sana daha iyi bakmalı- yız. Ben dün gece bir program yap- tım. Artık böyle yaşayacaksın.. Elindeki paketi açtı! — Sana bir yün kazak başlamış. tım. Dün gece onu bitirdim. Sıcak sı- cak giyersin. Malüm ya kendini hiç üşütmemen lâzım!.. deği Böyle söyliyerek mutbağa koştu. Ta- ze tereyağ, günlük yumurta getirmiş. ti. Aliye mükellef bir kahvealtı hazır- ladı. Ona bu kahvealtıyı zorla bitirt- ti. Sonra: — Sen bugün çalışmayacakâin.. | Ben senin işlerini gördüm. dedi. Ali. nin tercüme edilecek bazı şeyleri var- dı. Mebrure saatlerce bunlarla meş- gul oldu. Tercümeleri yaptı, Alinin yazılacak mektuplarmı yazdı. Sonra yine kanlı kanlı pirzola yap- tırtıp Aliye mükemmel bir öğle yeme- Ği hazırladı. Mebrure ilâçları yehiden sorunca: — Mebruveceğim.. dedi, ben sana bir yalan söyledim. Reçetemi kâyb- etmiştim. Eczahaneye filân verme. dim. — Hemen doktora gidip bir reçete daha alalım.. AN telâşla: — Ben giderim.. Ben giderim.. de- di, Ali o günü eczahaneye kadar gitti, Bir takım kuvvet ilâçları aldı geldi. Ali günlerce iki kadını tetkik etti. Mebrure ona büyük bir itina ile dav- ranıyor, büyük bir şefkat gösteriyor, onu kucaklıyordu. Fakat Ali kendi kendine: — Hakikaten hasta olsaydım, Ay- şe beni tedavi etmek şöyle dursun, sefahat içinde öldürebilirdi. diyordu. Hakikaten Ayşe Alinin yalancı has- talığını hiç düşünmüyor, onu sabah- lara kadar uykusuz bırakmaktan, kendisine zorla viskileri içirmekten çekinmiyordu. Ali yalancı hastalığından çekinme- sine rağmen Mebrurenin iyi bir zevce olacağını anlamıştı. Nihayet ona ha- kikati söyledi. Mebrüre Alinin sıhha- tinin mükemmel olduğunu anlayınca sevincinden ağladı. Nişanlandılar, Hikmet Feridun Es RADYOLİN ile SABAH, ÖĞLE ve AKŞAM - iheryemekten sonra muntazaman dişlerinizi fırçalayınız Tarihi DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender P, Sertel ,....... Terfika No. 161 Dünyada hiç bir kahraman kılıcının veya hançerinin bu kadar meraklı hikâyesi işitilmemiştir — O halde onu elde etmek şimdi daha kolay olacak. Abdülâziz atının dizginlerini çek- ti. Hamdanller yola düzüldüler. sabaha karşı (Zühre) nin bulundu- ğu zaviyeye vardılar. Ortalık henüz alaca karanlıktı. Uzakta dolaşan Fı- ratlı nöbetçilerden başka uyanık kim- seler yoktu. Fırat kabilesi reisinin sekiz on oda- lı büyük bir çadırı vardı. Abdülâziz sağdan dördüncü odada Zührenin yattığını da yolda rastladığı ihtiyar- dan öğrenmişti. Reisin çadırına âni bir baskın ya- parak, Zühreyi güneş doğmadan kaçıracaklardı. Abdülâziz tılısımlı hançerini nından siyırmıştı. Genç ve cesur reisin adamlârı: — Hiç merak etmeyin! - diyorlardı - Bu hançer sizin elinizde bulundukça, her istediğinizi yapabilirsiniz! Kabile arasına girince, Fıratlılar birdenbire (o şaşırdılar, (Okaranlıkta kimlerin, baskın yaptığını arilıyama- dılar, Etrafta nakkareler, borular çalı- nıyor, tehlike haberi Fıratlıları ayak- Tandırıyordu. O dakikada reisin çadırını Hamda- niler sarmıştı. Fakat, (Abdülâzizin geldiğini haber alan Firatlıların re- isi derhal cellâdını Zührenin odasına gönderdi, çadırın önünde bir döğüş başlamıştı. Abdülâziz bu sırada dör- düncü odaya girmiş bulunuyordu. Hattâ yatağında yatan Zühreyi bile yakından görmüştü. Abdülâziz, reisin kızına; — Ben seni seviyorum, kaçırmağa geldim. Dediği zaman, Zührenin yü- zü gülmüştü. Abdülâziz, tam Zühre- yi kucaklayıp dışarı çıkaracağı Sıra- da, perdenin arkasında saklanan cel- Jâd, palasını savurdu ve bir hamlede zavallı Abdülâzizin başını yere düşür- dü, Genç rels, Zühreyi kucaklıyacağı zaman, hançeri dişlerinin arasında tutuyordu. Zühre yere düşen kesik başı görünce korkudan bayılmıştı. Fıratlıların re- isi hemen içeri girdi, yerdeki hançe- ri alıp sakladı ve Abdülâzizin başını Hamdanilerin önüne attırdı. Abdülâzizin adamları bunu görünce şaşırdılar, Tılsımlı hançerin bir işe yaramadığını görerek kaçmağa baş- Jadılar, O geceden sonra, Şahturun meş- hur hançeri Hamdanilerden Fıratlı- Jara geçmiş bulunuyordu. Abdülâzizden sonra, oHamdaniler uzun müddet başsız dağınık bir hal- de yaşadılar. Abdülâzizin ilk karısın- dan doğan Ahmed büyüyünceye ka- dar, Şahturun zümrüd saplı tılsımlı hançeri Fıratlılar elinde kaldı. Arablar arasında, bu hançer hak- kında - Abdülâzizin ölümünden son- ra - şöyle bir inanış vardı: «— Abdülâziz o gece Zühreyi gö- rünce, hançeri elinden bıraktı ve dişlerinin arasına kıstırdı. Halbuki, bu hançer, sahibinin elinde bulun- dukça kuvvet ve kudretini gösterebi- lir. Nasıl ki, hançerin tılsımlı kud- reti Abdülâzizi o gece Zührenin ya- tağına kadar selâmetle ulaştırmıştı!» Bu hadiseden sonra, Fıratlılar elin- de kalan meşhur hançere her kabi. le sahib olmak istedi... Bu yüzden bir çok döğüşler yapıldı, kanlar dö- küldü. 'Tisımlı hançer Hamdanilerin eline nasıl düşmüştü? * 'Hançerin kınında bir aralık var- dı. Buraya küçük bir deri parçasi sıkıştırılmıştı. Hançerin ilk sahibi şeyh Şahtur bu aralığa bir şecere yâ- zap bırakrtıştı. Şecerenin tepesinde Arabca şu kelimeler yazılıydı: «Bu hançer kimin eline geçerse, buraya mührünü bassın.» Hançerin şeceresinde bir çok mü- hürler ve imzalar vardı. Bazı kabileler, buna benzer han- çerler yaptırarak: «— Hamdanilerin tilsimli hançeri bizim elimize geçti!» Dive öğünürlerdi ki- Wakot hatiti tılsımlı hançerin hangi kabilede bu- lunduğunu-herkes bilirdi. Bu kadar meraklı hadiselere mey- dan veren hançerin, bundan başka, efsane haline gelmiş hikâyeleri de vardı. Fıratlılardan sonra, Saydalı- lara, Surlulara, Gazzelilere gecen tılsımlı hançer, tekrar Hamdanilerin eline düşmeden yirmi yıl öncesine kadar meydanda yoktu. Bu tarihler- de Hamdaniler tekrar kuvvetlenmiş- ler, büyümüşler ve vaziyelerini ge- nişletmişlerdi. Bir gün, Hacerin bâ- bası şeyh Abdullah çölde dolaşırken, Suriyeden gelen bir kervanla karşı- laştı. Yolcular arasında zengin inci ve mücevher tacirleri de vardı. Şeyh Abdullah kervanı çevirtti: — Korkmayın! dedi. Sizinle ko- nuşmak istiyorum. Yolcular develerinden indiler. Abdullah, yaşlı bir adama sordu; — Sen ne iş-yaparsın? — İnci ve mücevher taciriyim.. — Nereden gelip nereye gidiyor. sun? — Şamdan “geliyorum... Sura gi- deceğiim. — Şamda ne var, ne yok? Şam sultanı çok âdil bir adam diyorlar... Doğru mu? — Adaletine misal olarak, bizden haraç almadığını söylemek - kâfidir. Halk refah içinde yaşıyor. şehirde fakirler bile yoksulluğu, açlığı unvt- tular. Şeyh Abduilah, böyle zengin yol- cu hafilelerinden haraç aldığı iç inci ve mücevher tacirinin bu sözle- ri ne maksadia söylediğini anla- işti. — Bunları söylemekle haraç ver- miyeceğini mi umuyorsun? Haydi aç bakalım şu heybeleri..! Diyerek, muhafızlarna elile bir işaret verdi... Kervanı çarçabuk çe- virdiler ve yolcuların heybelerini aç- mağa baş'adılar. Yolcularin heybeleri o kadar kıy- metli eşyalarla doluydu ki, şeyh Ab- dullah bunları görünce gözleri ka- maşımıştı.. Şeyh Abdullahın yolculardan ha- raç almakta hakkı vardı. Kervanın geçtiği topraklara şeyh Abdullah hâkimdi. Yolcular buradan geçmez- lerse, çok uzum bir yoldan gitmeğe mecbur olacaklardı. Hamdani reisi, buradan geçecek kervanların vakit ve zamanını bilir, her hafta yola çıkar... Kendisi; gidemediği Da işi adamlarına yâptırırdı. Yolculârdan biri heybesini açtığı zaman, torbalarda sarılı olan ve bi- rer birer gözden geçirilen mücevher- ler arasında bir hançer vardı. Şeyh Abdullah bu hançeri görünce yüre- ği açrpmağa başladı, Ecdadından stalsımlı bançer» hakkındaki hikâ- yeleri çocukluğunda dinlemişti. Şeyh Abdullah o zaman çok gençti... Ha- cer dünyaya yeni gelmişti. Şeyh Abdullah elini heybeye uzattı: — Şu hançeri bir göreyim... Dedi. Belliydi ki, inci tacirinin «talsımlı hançer» hakkında ufak bir bilgisi bile yoktu. İnci taciri hançeri şeyhe uzattı: — Bu hençerin sapında çok kıy- metli taşlar var, şeyhim! İsterseniz size, haraç olarak, bu hançeri vere- yim. Fakat, benden başka bir şey istemeyin! Abdullah hançeri eline alır almaz, kınındaki aralığı &radı, buldu... Kendi hânçerinin ucunu bu aralı- ğa sokarak, içinde uzun yıllardanbe- ri sikişip kalmış olan deri parçasını çıkardı. Yolcular hayretle Abdullaha bakı- yorlardı. Hamdani kabilesi relsi nihayet - yıllardanberi arayıp bulamadığı - tılsımlı hançere kavuşmuştu. Derinin üstünde dedelerinin mü- hürlerini gördü... — Haydi, gidiniz. yolunuz açık olsun! diye bağırdı ve hiçbir yol- cunun heybesinden ufak bir haraç bile âlmarlan, sevinçle atım sürüp sa. Ami İsli zman eği