26 Teşrinieyvel 1938 v AKŞAM San'at bahisleri Şehir bandoları nasıl Tarihe geçen büyük aşklar Bonapart ile Jozefin bayan Rönodeni tanıdı. Bu bayan Jozefinin akrabasıydı, Bonapart ge- leceği günlerde Jozetin ondan başka kadm davet etmiyordu; Ne olur, ne olmazl... Yüzlerce mumlu âvizelerle bezen- miş, ağır ipekli kumaşlarla döşenmiş mükellef salona, kristallerden aks6- den renk renk işik salkımlanıyor. Açık gerdanlı, büklüm büklüm kıvır- cık saçlı muhteşem kadınların etra- fında, siyah canfes gerdanlıklarının ucunda beyaz dantel kravatlar püs- küren pınl pırıl esvablı, sarı peru kalı, külotlu baylar, kısa ceketli su- baylar döneniyor; her köşeye allık, düzgün, pudra, lâvanta kokuları sin- miş; müzik bezgin, fakat şuh bir vals çalıyor... Salonun eşiğinde zayıf, cılız, yirmi altı yaşında bır genç general durur yor. Üstündeki üniforma sanki bir çuvaldır, o kadar bol ve o kadar üzülmüş, iplikleri meydana Çıkmış... Şapkusı o kadar eski ve O kadar yağlı ki, görünmesin, göze çarpma sın diye koltuğunun altına sakla. muş... Omuzlarına doğru sarkan si- yah saçlarımın ucunu siyah bir Kur- Gelâ ile bağlamış... Tehinin rengine mumya. sarısı denebilir ve insanın rüyasına girse bir kadavradan farklı görünmez, o kadar bir deribir ke- mik kalmış. Amma bu çirkin ve kı- Ybksız adam gene de nazarı dikkati çekiyor; çünkü öyle bir çift gözü var ki, heyecanlandımıydı kıvılcımlar fışkırıyor; kül regine kaçan mavim- tırak gözlerinin cazibesine yakala- nanlar bir müddet gözlerini ondan alamıyorlar... Ev sahibi bayan Terezya Tallen, rejimin şefi olan Barras'ın gözdesi güzel ve çapkın Terezya yaklaştı, bir müddet konüştular; general dedi ki: — Tayassut etseniz de Harbiye Ne- zaretinden kumaş verseler, yeni bir elbiseye çok ihtiyacım var. Terezya kalbi iyi bir âşifte idi; bir kat elbise için Kendine dehalet e€deh genç generâlin omuzunu okşadı: — Merak etmeyin dedi, sizi her suretle himaye edeceğim... Haydi içeri geliniz de sizi dostlarıma tak- dim edeyim. Ve generali genç, güzel ahbabları, bayan Hamlen, bayan Rekamye, ba- yan Stael, bayan Boharneye takdim etti: — General Bonapert!... Tulon muhasarasndan sonra bu isim duyulmuştu, fakat şöylece du- yulmuş ve unutulmuştu. Bayan Ta- enin < salonundakiler (generalden "Tulon kahramanı olduğu için değil, hoşsohbet olduğu için hoşlandılar, hele kadınlar el falına baktığı için yanından aytrılmadılar. Bonapartın gözleri bayan Bohar- neye takılıp kaldı. Martinik adasında doğan Jozefin "Taşer dö Ja Pajöri, Boharneyi hiç bir zaman” sevmemiş, anlaşamamış; ih- tilâl kasırgası sırasında hapse atıl. miş, sefalet çekmiş; biraz keyfi biraz zorlukla, fakat daha ziyade keyfi için Baras'ın metresi olmuş şuh bir kadındı. Barras pek kısa zamanda ondan yüzçevirmişti amma, kadın gene dostunun nüfuzundan kaçamak Yapıp istifade ediyor, maceralı bir hayat sürüyordu. Bonapart işin farkında değildi; kadının mezisini bilmiyordu. Bayan Boharne Bonapart için eski sosyete- hin kadınıldi, sesinin ahengi güzel, Mer hali zarif bir kadındı. Otuzunu Aaşkındı, yüzü hayli kırışmıştı, göze batacak kadar çok boyanıyordu. Fa- kat bu kırışmış boyalı yüzün kapalı tebessümünde, koyu mavi gözlerin Uzun Kıyırcık kirpiklerden süzülen İfadesinde öyle cana yakın bir güzel- lik vardı ki... Alnmda perçemlenen Kebab kestane rengi saçlar bu olgun kadma Ylse tahsilini bitirmemiş bir genç kız edası veriyordu. Bonapartın gözlerinden sonra gön- dü de Boharneye takıldı. * . e Bonaparta gülüyordu. Kısa T zamanda ilk plânda rol aldı. Pa- TİS kumandanı tayin edildi. Jozefinle Wi mk görüşmeğe başladı. Jözelin de - söylerneğe hacet yok sanırım - kumandanına yaltaklanıyordu. » dözefinin O salonunda Kolenkur markisini, bay Montes- erne d ni. büz S Bonapart beş on gün Jozefine gi- demedi. Bir sabah kadından Şu mektubu aldı: «Sizi seven arkadaşınızı yokladı. ğınız yok; onu bir köşede unuttu nuz. Hata ediyorsunuz, çünkü O size derin bir şefkatle bağlıdır. «Yarın sizi öğle yemeğine bekliyo- rum; sizi görmek, i işlere dair sizinle görüşmek ihtiyacın- dayım. «Bosuar dostum! Sizi öperim.» O günden sonra Bonapart, körkö- rüne âşık oldu. Yirmi altı yaşında kız kadar masum, çocuk kadar ür. kek bir korsika delikanlısıydı, Kadın nedir, kadının fendi nedir?... Bu muammaları henüz çözmemişti. Jo- zefin pek zeki bir kadın değildi, fa- kat kurnazdı, başından bin bir teç- rübe geçmişti, yaman bir kadındı. Bönapartın günlerden bir gün dize gelmemesine imkân var mıydı? Bonapart dize geldi. Başbaşa ye- mek yediler, uzun Uzun öpüştüler, Jözefin çekinmiyor, Bonapart sokul- dukça sokuluyordu. Kadını kolla- rının arasina alırken çizmelerini çi- karmağa vekit bulamadı. Ertesi gün şu mektubu yazdı: «İçim seninle dolu uyandım, Göz- lerimin önünden gitmiyen yüzün, mesteden dün gecenin hatırası ba. na rahat vermediler. Kimselerle mu- kayese edemiyeceğim tatlı Jozefin, gönlümde ne garib bir tesir birakı- yorsun? Darılıyor musun? Seni mah- zan mu görüyorum? Erdişen mi var? Ruhum elemle sızlıyor, arkada şına rahat ve huzur yok artık... Üç saat sonra sana kavuşacağım. O zâ- mana kadar seni bir milyon kere öpe- rim, sakın sen beni öpme, dudakla- rın kanımı yakıpor.» - — Sevgilim evlenelim! yamıyor, Jozefin Bonaparitan ayrı- lamıyordu. Evlenmekten başka çö releri yoktu. Fakat Bonapart evlen- meği teklif edince, Jozefin duraladı. İki düşüncesi vardı. Bir kere ilk gençlik çağını çoktan atlamıştı, aca- ba Bonapartı uzun zaman sevmekte devam edebilecek miydi? Bonapartın sevgisi de bir humma idi; bu humma geçince” ona dlişman olmıyacak miy- dı?... Sonra ortada Bonapartın aile- si vardı. Kardeşleri onun mazisini biliyorlardı; birkaç kere de Bona- partın gözünü açmağa uğraşmışlar, fakat aşkın körleşen gözlerini açma- ğa muvaffak olamamışlardı. Jozefin uzun tereddüdlerden son- ra Barras'tan &kıl danıştı, Barras arada bir canını sıkan eski bir met- resi boynundan bütün bütün silkip atmak istiyen bir adam telâşiy' — Aklın varsa durma var! dedi. Jözefin esen rüzgâra tabi olan bir “kadındı. Bu seferki rüzgârda hem “sert, hem sıkı esiyordu, Bir taraftan Bonapart: «Bana var: diyor, bir ta- raftan Barras: «Ne duruyorsun var- sana!...» diye ısrar ediyordu. 9 Mart 1798 da, akşam sant onda, 2 nci daire belediyesinde Boharne- den dul kalan Mari - Jozefin -Roz Taşer dö la Pajöri, bayan Bonapart oldu. Bu nikâh töreni hayli garibdir. Bir iki meşale İle ışıklanan nikâh sa- Jonunda Jozefin iki şahidi ile bekli- yor. Şahidlerden biri Tallen, biri Barras. Saniyeler, dakikalar, saatler geçi- yor. Bonapart meydanda yok. Bele- diye relsi Löklerk sabırsızlanıyor; gelinle şahidler sabırsızlanıyor. İste- dikleri kadar sabırsızlansınlar, Bo napartın işi var. Barras onu İtalyaya sefer edecek orduya kumandan tw yin etti; Bonapart yol hazırlıklarını yapıyor... Saat onda yaveri Lö Marua ile geldi, müstakbel karısı ile Barras'dan özür diledi, sonra belediye reisine — Haydi çabuk nikâhımızı kıyımız! Nikâhları kıyıldı, evlerine döndü- ler. Bonapart bir gece kaldı; balayı mevzuu bahis olamazdı! İlalya sefe- rine gitti. » Napolyonun, her andıkça «güzel dediği İtalyada Bonapart yeryüzün- de hiç bir ferdin mazhar olamıyaca- ğ bir muvaffakıyet kazandı. Yan aç, yarı çıplak, sefil ve perişan bir ordu ile Sardları, Avusturyahları mağlüb etti, halkın coşkun tezahü- Tatı arasında Milâna girdi. Milânlı- Jar Bonapartı bir halüskâr gibi kar- şiladılar, Fakat Bonapari bu galibiyetin zevkine varamıyor, bu muzafferiye. tin tadını alamıyordu. İçi içine siğ- mıyor, kalbi sızlıyor, geceleri rahat uyuyamıyor, gündüzleri gönül iste. ğile eğlenemiyordu. Aşk ruhunu bir kurd gibi kemiriyordu: Jozefin göz- lerinde tütüyordu. Cephelerden mek- tublar gönderdiği, Milândan «gel diye yalvardığı karsı cevab vermi- yordu. Jozefin eski şuh, çapkın, se- fih hayatına dalmıştı. Eğleniyordu. Harbden galib dönen general Müra ile yaşıyor, Hipolit Şarl adında genç, güzel bir süvari ile düşüp kalkıyor, Bonapartı aklından bile geçirmiyor- du. Üstüste mektub alınca, bir satır- la cevab veriyordu: «Çok yorgunum», «çok hastayım.» Uzaklarda bu satır- ları okuyan Bonapart deliye dönü- yor, merak ediyor, üzülüyor, çıldırı- yordu: «Bütün düşüncelerim cibinliğinin altında, yatağında, kalbinde topla- nıyor. Gece gündüz hastalığını dü- şünüyorum. İştaham yok, uykum yok; dostluğa zafere, vatana lâkay- dim; yalnız sen, sen varsın. Bütün Yarlık senderi ibaret, cihanın üstya- nı sanki bir yokluk benim için. Za- fere sarıldım, sen istiyorsun diye; düşmanları yeniyorum senin hoşuna gidiyor diye; yoksa hepsini yüzüstü bırakır senin ayaklarına kapanmağa koşardım....3 Bu aşk macerasının devamını ge- lecek haftaki yazımızda anlatacağız. çalışır yazısına karşılık yazılar yazan Bay Semih Mümtaz, 20 tarihli sayıda da «Şehir bandoları Avrupada nasıl çalışır: başlıklı bir yazı yazdı. Bay Semih Mümtazın öğretici ma- hiyette olan bu yazısına hiç bir di- yeceğimiz yoktur, Ancak bir iki nokta- | $ı üzerinde durup, karilerimizi ten- vir etmek mecburiyetini duyuyorum. Yazının muharriri okuyanların iyice anlıyabilmeleri için musikide kulla- nılan bazı frenkçe kelimelerin türkçe- lerini yazdığı gibi paranlez içinde kendi imlâlarile. frenkçelerini de yazıyor, Meselâ diyor ki: «Avrupadaki şehir bandoları Bele- diyenin nezareti ve idaresi altın- dadır. Fakat «Exâculeurs; ler yani bu bandolarda icrayı sanat edenler ser- best mesleklere mensup oldukları için kendi. işlerile de meşguldürler...» Bandolarda icrayı sanat edenlere Exâcuteurs denmez Exöcutants denir, 'Exöcüteurs bir hükmün infazına me- mur adam ve cellâd manasına gelir. Her halde Avrupayı karış karış do- laşmış olduğuna, yazılarında sik sık fransızca kelimeler kullandığına göre bu dili iyi bilmesi gereken Bay Semih Mümtaz bir zühul eseri egzekütan yerine egzekütör yazmış olacak; kari- lerin de bu zühule kurban gidip keli- meyi yanlış bellemelerinin önüne geç- mek maksadile tashih ederim. Bay Semih Mümtaz öğreleci ma- hiyetteki yazısında gene diyor ki: «Parisin şehir bandosu yüz elli kişiliktir. Ve iki tiptir, Dört şefi var- dır. (Chef D'orchestre) » Muhterem muharririn bu zuhulü- nü de düzeltmemiz gerektir. Bando şeflerine «Chef d'orchestre) denmez, Chef &'Harmonle denir. Şef d'orkestr ancak orkestra şeflerine denir, esa- sen orkestra, bando, fanfar ve armo- ni başka başka şeylerdir. Orkestra yayh sazlarla kemanların, altoların, çello ve kontrbasların ağız sazlarına karışmasile vücude gelir. Orkestrada hem tahta hem bakır saz vardır. Bando ve fanfarda ise sazlar yalnız bakırdır. Armoni ise, tahta ve bakır ağız sazlarından teşekkül eder, . Bay Semih Mümtaz gene diyor ki: «Bu şefler musiki âleminde şöhret bulân adamlardan intihap olunur.? Muhterem muharririn bu sözüne de zühul diyelim; herhalde Bay Semih Mümtaz «Bu şefler şehirlerin tanın- miş musikişnasları arasından intihap edilir» diyecekken musiki âleminde şöhret bulanlardan demiş; çünkü mu- #iki âleminin şöhretli 20-25 kadar şefi yardır, Bunlar da bando değil, Angel- breh, Furtvangel, Toskanini ve saire gibi orkestra şefleridir, Muhterem muharririn bir de lü- zumsuz yere viyolonselist Benedettiye çok yüksek paye verdiğini kaydedece« ğim, Bay Semih Mümtaz: «Monte Karlo orkestrası fevkalâde mühimdir; içlerinde 'dünyanın en kuvvetli viyo- Jonselisti Benedetti vara diyor. Dünyanın en kuvvetli viyolonselisti yok, viyolonselistleri vardır. Bunlar Kazals, M, Marşal, Hekbing, Piyati- gorski, Kasparkasadodur. Bay Benedetli, en meşhur viyolon- selist değil, orkestrada çalan egze- kütanların iyilerinden biridir. Şu bir iki noktayı düzelttikten son- ra Bay Semih Mümtazın Londra, Pa- ris, Monte Karlodaki orkestra ve bandoları yakından görüp tanıyarak verdiği malümat takdire şayandır. Ancak gücümüze giden birşey daha var. Ecnebi diyarlaradaki bando ve orkesiralardan: egiltim, gördüm, din- ledim> diye bahseden muharrir bize gelince wmiş ve imiş» le konuşuyor: «Bizim şehir bandosu belediyemizin idare ettiği bir mektebin talebesi imiş... Gençleri bu mektebe alarsk yeliştiriyormuş...> Ta Avrupaya ka- dar ihtiyarı zahmet edip giden ve oralardaki bandoların nasıl çalıştı- Eını; şeflerinin kaç para aldıklarını, çalanların yüz mimiklerine varıncıya kadar bütün teferrualını inceliyen mühterem muharrir ne olurdu, bir iki adım atarak Beşiktaşa inse veya «AKŞAM» da muhtelif mevzularda | | konservatuvar binamıza girerek mü- dür ve sanatkârlarla görüşseydi de buranın kendi sandığı ve yazdığı gibi bir mektep olmayıp bir konservatuvar olduğunu ve bandomuzda çalışanların dediği gibi alelâde mektep talebesi değil, “on iki senedenberi konserva- tuvarımızda mütehassıs ağız sazları profesörleri tarafından ders görmüş sanatkârlar olduğunu öğrenseydi da- ha iyi etmez miydi? «Mış ve imiş; le konuşmayıp; senede verilen beş altı konsere gelseydi de, yazısında! Senede bir konser verirlermiş» demeseydi fe- na mı ederdi?... Böyle yapmış olsaydı, hem konservatuvarımız hakkında sa- rih ve doğru malümat dlarak tenkid- lerini bu malümata göre yürütüp hem bizleri, hem efkârı umumiyeyi daha ziyade aydınlatını; olur, hem de böy- le güce gidecek, yüreklerimizi incite- cek mışlı ve imişli yazılar yazmazdı. Yoksa muhterem muharririn fikir- Jerile beraberiz. Cidden, bizden me- zun olur olmaz, iş arayıp orkestra ve bandomuzdan uzaklaşmalar devam ederse, bündomuz ve orkestramızda doldurulması güç boşluklar hasıl ola- caktır. Ancak bir noktayı da efkârı umumiyeye sunarak iftihar ettiğimizi de kaydedelin; İstanbul konservatu- varı senslerdenbeti yetiştirdiği ele- manlarını memleketin dört bucağına yaymakta ve oralardaki bando ve or- kestraları doldurmaktadır. Bu cidden İstanbul konservatuvannın müsbet ve semereli çalıştığının en büyük de- Hilidir, Maddeten eleman kaybeden İstanbul konservatuvarı orkestra ve bandosu manen büyük bir sevinç dü- yar. Ancak temenni edelini ki, mem- leket de kendine eleman yetiştiren İstanbul konservatuvarı bando ve orkestrasını bomboş birakmasın. Muhiddin Sadak İstanbul ilk tedrisat müfettiş- leri Adapazarda “Adapazarı (Akşam) — İstanbul ilk tedrisat müfettişlerinden bir kısmı grup halinde Eskişehir eğitmenler kursunu tedkik maksadile yaptıkları seyahatlerinin dönüşünde Adapaza- rına uğrıyarak bir gece misafir edil- | mişlerdir. Şehrimizde mevcud bütün kültür müesseselerini, ipek fabrikası Çarık mesiresini gezerek (edkiklerde bulunmuşlardır. Kafileye iki Ankara müfettişile bir- likte Eskişehir eğitmen kurs direktö- rü de iştirak ediyordu. Bu grupun Adapazarında çekilmiş bir resmini gönderiyorum. Beraber yaşadığı adam | tarafından yaralanmış k Beşiktaşta oturan Makbule ismin- | de bir kadın, zabıtaya müracaat et- | miş ve bir müddettenberi beraber ya- | şadıkları Tahsin ieminde biri tarafın- dan çakı ile yaralandığını iddla ei miştir, a Polis, bu iddiâ üzerine Makbuleyi a tedavi sitına aldırmış, Tahsini de ya kalıyarak kakkında takibata girişmiş-