PAZARTESİ Ruşen Eşref dünü bugün yapma sını en iyi bilen bir yazıcımızdır. Zekâsı tipki bir şarapçı gibi halin müşahedelerini, geçmişin mahzenin- de bekleterek olgunlaştırır. Onun | için Ruşen Eşrelin sanelı hatıra, | zevki mazi, ahlâkı sadakat ve vela dır. Beraber yaşadığınız - bâzan - tarihi sahnelere aid aradan zaman geçip görüşürken onun masum de- | necek kadar gerçek hatırlayışlarına rasgelir ve hayret ederim. Ruşen, bir sanat işçisi olarak önündeki top- rağı hayatının küreğile durmadan arkasına atan ve atlıklarının bir zerresini kaybetmeden (muhafaza edebilir, Diyebilirm ki onun idrakinin gö- zü, eşyayı zaman mesafesi içinde uzak bir yere yerleştirmeden göremi- | yor. Ve sanatı uzaklaşmıyanı yahud uzaklaşamayanı gösteremiyor. Bence onun kudreti maziyi hal yapmasın. dan ziyade, hali mazileştirmesinde- dir. Birinciye meyli olsaydı çok canlı ve duygulu bir müverrih olabilirdi. © © Şen,'lâkayd, hattâ babacan işi- nin çerçevesinde manevi bir sere- moninin bütün moral kaidelerine ri- ayetli saf ve temiz biriçiolan bu | oemekdar Türk muharriri, her şey sevgisinin üstünde, bir mefhur ola- rak değil, bir su, bir kara, bir hava . parçası olarak, bir çini, bir mihrab, © bir tesbih ve müzehheb bir kitab kabi halinde müşahhas vatanım şey- | . da aşkını taşır. Sanatın eli karış- İ mış bu eserlerden başka, ancak kud- retin elle yoğurulduğu gibi kalmış ne varsa Ruşen Eşref onları da tıpkı bir güzel çini, bir müzehheb kitab başlığı, bir minyatür gibi dalma sev- miştir; bu sevgide tarih unsuru hiç bir zaman sıfır olmamak şartile... Her hangi bir şey onun sanatına girmek hakkını kazanmak için ha- tıra sislerine bürünmeli. Hattâ İlk defn görüp te alâkasını çeken bir güzellik bile onu karşısında saatler- ce butmuşsa emin olunuz ki bü duruş © hafızasının (o pelikülüne hayaller aksettirebilmek içindir. Senelerdir ondan türlü vesilelerle dinlediğim İs- tanbul ve İstanbulun şah damarı Bo- gaziçi, bu pelikülden, halin beyaz perdesine vurmuş, titriyen bir imaj » — serisidir. Bunlar bugün bir kitab | olarak Türk okuyucusuna sunulmuş ni | N bulunuyor. Ruşen Eşref, Türk edebiyatında » nasıl bir hatıra şairi ise onun (Bo- | o gaziçi) side benim için öyle bir ha- ir” tıra şiiri oldu. Ben bu kitabın he- — men her sahifesini biliyorum. Fakat yazı o'arak bir satırını bile okumus değilim. Ruşen Eşref, sanatına - san- ki bunu bana isbat'etmek için - o kadar sadık kaldı ki geçen sene Ada- daki evinde geçen bir gecemizde bu kitabını bazı parçalarını, bu sene de i beraber bulunduğumuz bir gecenin sabahında geri kalanını kendi okü- MEŞ'UM Leman da bir şey söylemeksizin rması için zarif bir işaretle yer gös- terdi. Fakal 4 birdenbire, -bütün sevişen insanlarda olduğu gibi - gerek Lema- nın, gerek İsmailin gözlerinden diğer kadınlar ve erkekler tamamen kay- | © — boldu; ve denebilir ki, o anda yalnız | biribirleri için yaşadılar, Bakışların. dan, hareketlerinden, duruşlarından ne demek istediklerini anlıyorlardı. Genç erkeğin nazarları; #«— Bakın! Kaçmak istedim; ama | © dayanamadım; İşte geldim;» diyordu. 'Kadınsa gözlerile cevap veriyordu: : «— Ben de sizi seviyorum! Aşk ha- — yattır, aşk saadettir!» © İsmallin kalbi, parçalanacak gibi © Çarpıyordu. Fazla kalarak etrafın dik- 'katini celbetmemek için kalkıp müsaa- de istedi. Lemanın elini tuttuğu za- man hem tatlı, hem ztırablı bir ta- hassüs bütün vücudünü sarstı, Kadın yavaşça: — Yarın evdeyim... Beşe doğru ge- © int» diye fısıldadı, AŞ m 5 KONUŞMALARI: |» Bir hatıra şairi Aşk ve macera romanı Nakleden: (Va - Nü) du ve ben dinledim. Bu kitab benim için Ruşenden gelen en aziz bir hatı- ra halinde, İlk sahifesinin üstüne adımı yazarak vermiş olsaydı benim İçin bu ithaf ondan daha kiymetli olamazdı Ruşen Eşrefe soratrsariz o, Boğaz- içini iki şekilde görmüş olduğunu söyliyecek: Yakından, uzaktan. Biri kendi yaşadığı Boğaziçi, öbürü ta- »te Boğaziçi: Halbuki onun yakından dediği Bo- | ğaziçi artık kendisi için bile uzak ol- mamış mı?. Sularının akışı bir ba» bilmiyen mavi ve yumuşak şerid, kitabının sahifelerinde yer yer kesilip yapıştırılmış birer resini haline gel- miştir. «Boğaziçinin bir çok anları- nm gördüm amma söyliyemedim: tekrarile devam ettirdiği başlangıç yazısında Ruşen Eşref, mevzuunun, belki de kısa ve kati olduğu için, en muvaffak poşadlarmı veriyor. Ben- ce «yazamadım» dedikleri en iyi yaz- | dıkları. Rumeli sahillerinin sabahi, Ana- i | | dolu kuylarının akşamı, yalılar, ko- Tu, sandallar, o, okurken benim ha- yalime birer sulu boya lâvhalarla nakşoluyordu. Nazmi Ziyadan çok, merhum ressam Ali Rızanın akuarel- lerini hatırlatan renkler... Ben on- larda vâtan mistiğinin insana özle- me hissi veren sisli renklerini duy- dum. Boğaziçi korularının cins cins ağaçları, ner delile mahrem birer efsane naklediyorlar gibi idi. Düz ve yükseklikleri yücelik, dalları topra- ğa doğru bükülmüşleri hüzün, yap- rakları göklere el açmış olanları neşe intiba veren bu ağaç hayalleri, dai- ma rüzgüârlara tevdi edilir bir musiki söylüyor gibi idiler. Bazı parçalarında muhatririni ya- zıda fazla özenmiş zannettirecek renkte mübalâğalar yok değildi. Romantik bir çeşni verdiren bu ifratları zama- nında ve yerinde gördüğümüz man- zaralarlâ karşılaştıracak olursak mu- barriri haklı görmemek elden gelmi- yor. Bu yaz, bir gece Çallı İbrahimle beraber, Arnavudköyünde başlıyan sabahı Emirgân kıyılarında seyre dal- dığımız zaman Anadolu tepelerinin arkasından doğan güneşin aksini, su- ların üstünde Kalın bir kızl demir gibi görmüştük. Bu bir hayal değil, gözleri kamaştıran ve yakan bir ha- kikatti. Bu kadarını bile söyleseniz, size kim inanabilir? Boğaziçi hilka- tin yalnız bir mucizesi olmakla kal- mamıştır. O, mucizeler yaralan bir tabiat ve vatan parçasıdır. Ruşen Eşref, bu kitabında, Boğaz- Içi manzaraları kadar, Boğazdan içinde kalan ve kendince aziz olan sönmüş hayalleri de ihmal etmemiş, Abdülhak Hâmid ve Tevfik Fikret, son sahifelerde, Anadolu kıyısının akşamı ve Rumeli sahilinin sabahi gibi canlı yaşıyorlar. Her ikisi de Ru- KADIN Tefrika No. 31 Memduh da bu meclisteydi. Arkada» şının çıktığını görünce o da arkasın- dan kalktı ve İsmaile yetişerek! — Bekle beni... Beraber gidelim... — İşim var. — Canım, seni alıkoyacak değilim... Ben zâten eve gidiyorum... Yalnız şu- nu söyliyeyim ki dikkat et! Dün söyle. diğim sözleri unutma: Leman hanım- efendi bir erkeği ölüme sevkedecek ka- dar şiddetli bir aşk uyandırmak kabi. liyetindedir. Vakit varken kaç! Delikanlı, ses çıkarmadan, arkada- Şının elini sıkıp ayrıldı. Bir müddet serseri serseri dalgın dolaştı. Ne yapa- cağını bilmiyordu. Cevgilisine gitme. ğe karar verdi. Bir ismi Lolya öbürü Leylâ olan Rus kızı İsmailin dalgın halini görünce en- dişeyle sordu: — Nen var? Bir şeye mi üzüldün? — Hayır... Hiç... — Yemeğe burada kalacak mısın? — İşim çök, gideceğim... Sonra ge- Birim... Yerinde duramıyordu. Orâdanda Emir kültür 'par- kındaki leylekler | Ehlileşen leylekler İzmirden ayrılmıyorlar İzmir (Akşam) — Kültürparktaki hayvanat bahçesinde ehlileştirilmiş döri tane leylek vardir. Mısırdan ge- tirtilen bu leylekler, kış, yaz İzmirden bir yere oyrümamaktadırlar. Başka diyarlara hicret eden leylekler, yuva- larından © ayrilırken * Kültürpaktaki dört leyleğin de onlarla - birlikte İz- mirden ayrılacakları tahmin edilmiş- ti. Fakat bu tahminde bulunanlar al | danmışlardır. yat gibi aceleci, bu durma dinlenme | Kültürpark, hayvanat bahçesinde hergün et ve barsak parçalarile bes- lenen bu dört sevimli kuşun, geceleri bol elektrik ziyası altında pırıldıyan Kültürparktaki suni göl üzerinde uçuşlar yaptıkları fuar zamanmda olduğu gibi şimdi de görülüyor, Yan- larına kadar sokulan insanlardan hiç kaçmıyan leylekler azametli tavır. larını terketiniyorlar. » Çocukların ekseriya başlarına toplanarak: Wi di EE b zi — Hacıbaba leylek, hani bana göm- lek! diye gürültü yaptıkları zaman- larda da istiflerini bozmuyorlarsa da | gibi bahçelerinden buz gibi berrak su- | gürülü pek fazla olunca uçarak ço- | Jar fışkırır. Yazın sıcaktan bunalan- cukların arasından uzaklaşıyorlar, Kültürparkin dört Teyleği, eğlenceli bir tedkik mevzuudur, Yukarıdaki re- simde bu leyleklerden birisi, gecele- yin Kültürparkta dolaşırken görünü- | cavüzlerine ve çapulculuklarına mâ yor. Sinop valisi Sinoba döndü Sinob 8 (Akşam) — Üç aydanberi | meşgul olmaktadır. izinli olan valimiz B. Fehmi Dural dün gece Karadeniz vapurile buraya geldi ve büyük bir halk kütlesi tara- fından karşılandı. şen için Boğaziçi kadar yakından görülmüş ve onun gibi uzaklaşmış birer hayal... Bence (Boğaziçi), ede- biyslımızın durgun, mavi sathı üze- rinde, içli ve özlü bir hatıradan ge- len beyaz bir İz olacaktır. Hasan - Âli YÜCEL bire aklına birşey gelmiş gibi, telâşla evine döndü. Uşağını çağırdı: -— Çabuk! Çantalarımı hazırla... An- karaya gideceğim... Trene bir saat var... Acele et... Masanın başına geçip kısa bir mek- tup yazdı. Leylâdan özür diliyordu. «Ablamdan telgraf aldım. Kendisi- ne misafir giden annem hastaymış, derhal hareket ediyorum. Oradan sa- na mektup yazarım.» Vagonun içinde, gözleri kapalı, İs- mail Kenan, kendi kendine şöyle dü- şünüyordu: «— İyi ettim de kaçtım... Memduhun hakkı var... Ben bü kadını seviyorum... İ Seviyorum... Ve korkuyorum...» Kenanın annesi oğlunu görünce se- vinçle boynuna sarıldı, Onun İstanbul. dan böyle ansızın ayrılışını bir fali ha- yır telâkki ediyordu. Kadınlara mah- Sus bin bir incelik ve bin bir itina ile evlâdmın ağzını aradı, İsmalli Kenanın Rus kızına karşı duyduğu aşkın sön- mek üzere olduğunu anlayınca ihtiyar kadının sevincine payan olmadı. Ya- rabbai! O bu rabıtanın devamından ve bilhassa, «mişanlandılar» diye dediko- dular dolaşmasından ne-kadar üzülü. yordu. çıktı. Yürümeğe başladı. Sonra birden» | şu malümaltı almıştı: Aslen Rusmuş. ' Bahçeler arasında şirin 10 Teşrinlevvel 1938 bir kasaba: Sasun Dünyanın hiç bir yerinde bulunmıyan kar gibi bembeyaz balların # 12 kilosu 3 liradır Sasunun umumi görünüşü ve kaza memurları bir toplantıda Sasun (Akşam) — Sasun Kazası 2000 » 3000 metre irtifaında yükselen çıplak ve yalçın dağ eteklerinin ka- vuştuğu bir vadiye âdeta serpiştiril- miştir. Sasunun 150 haneden ibaret olmasına rağmen kasaba hududu çok geniştir. Her evin arasında dört beş dönümlük yemyeşil bol ağaçlı bahçe- ler vardır. Sasunun bu hususiyetine pek ender raslanır desem mübalâğa | etmemiş olacağım. Kaza merkezine girdiğimiz halde daha yol uzak mı di. ye etrafımdakilere sordum. Halbuki | çoktan kaza merkezine girmiştik. Rakımı 1000 olan Sasunun cerinet lar asırlık ceviz ağaçlarının gölgeli köşelerinde serinlerler. “ Eski zamanlarda baş kaldırıp dev- leti meşgul eden dağlı köylülerin te. Tuz kâlan halk şimdi cumhuriyet hü- kümetinin tesis ettiği mutlak emniyet ve asAyiş sayesinde herkes işile gücile Sasunun uysal halkı kışın avcılığa çok ehemmiyet verir, külliyetli mik- tarda avlanan tilki, sansar, ayı, kurt ve su köpeği derileri komisyoncular | tarafından köylünün elinden gayet ucuz fiyatla toplanarak İstanbul pi- yasasına sevkedilir. Yurddağlar zira- ate de önem verirler. Başlıca koza ve pamuk yetiştirilir. Köylüler elde ettik- leri pamuklardan tezgâhlarında do- l kudukları bezlerle çamaşır ve elbise ihtiyaçlarını temin ederler. Sasun arıcılığı bilhassa kayde de. ğer durumdadır. Ekser halkin maişe- tini temin ettiği iptidal arıcılık bükü- metçe ıslah ve fenni kovanların isti. maji temin edilirse bel yüzünden yur- dun bu köşesine her yıl yüz binlerce lira girecektir. Sasunun balı çok ne- fistir. Kar beyazlığında olan ve Tür- kiyenin hiç bir yerinde emsali elde edilmeyen bu nefis balın (12) kilosu üç liradır. Evet yanlış yazmıyorum ballar tam üç lira ile Siirt ve Diyar- bakır piyasalarına arzedilir. Bu mıntakada yapılan tecrübeler sonunda iyi tütün yetişeceği anlaşıl- ması Üzerine henüz intişar eden (3437) No. 1 tütün ve tütün inhisar kanu- nile Sasunda da tütün ziraatine izin verilmiştir. Kanunun tebliği üzerine zürra sevinç tezahürleri içinde bu yıl tahminen 100,000 kilo tütün ekiniş- lerdir. Gelecek yıl bu mikdarın en az beş misli artacağı muhakkaktır. Tü- tün mahsulünün yegâne müşterisi İnhisarlar idaresidir. İyi bir fiatle sa- tın alınan tütünler Bitlis atölyesinde işlenmektedir. Tütün ziraatine mü- saade edilmesi Sasunun iktisadi bün- yesinde refah ve genişleme temin ede- ceği muhakkaktır, Kazada güzel bir belediye binası ve bir çeşme yaptırılmıştır. Ötede beride dağınık bir halde bulunan devâir bir çatı altına toplanmıştır. Bundan baş- ka hükümet meydanma bir park in. şası kararlaştırılmıştar. Kazada eczane, doktor yoktur, Sa- sunun bekâr kızları siyah püskülü başlıklar takarlar evlilerin başında ise-mutlaka bir örtü bulunur, Mütarekede, Vrangel muhacirlerile pek küçükken İstanbula gelmiş. Rivayeten yüksek rütbeli bir zabit kızı imiş. An. nesi hayatını kazanmak için servözlük yaparken sefalete dayanamayıp ölmüş. O da ayni barda çalışıp Türk gibi türk- çe öğrenmiş. Büyüdükten sonra şarkı- larda mode olan Leylâ ismini alarak dansözlüğe başlamış. Gayet iyi kalbi, terbiyeli, temiz, oğluna bütün mâna- sile sadık... Fakat ne de olsa adı bar Kızı! Hem de başka milletten... Kendi ailesine gelin olarak girmesine değil ya, oğlunun onunla adının çıkmasına bile katlanamıyordu. Ğ Delikanlının Ankarada kalmak, hat- tâ İstanbulda işlerini tasfiye ederek büsbütün hükümet merkezine yerleş- | mek fikrini memnuniyetle kabul etti. | İsmail, Leylâya uzun bir mektup yaz- dı: Annesinin rahatsızlığı dolayısile | doktorların Ankara havasını tavsiye et- tiklerini ve-şimdiden kestiremiyeceği bir zamana kadar kendinin de orada kalacağını ilâve etti, Arkadaşı Mem- duha da iki üç sahife ile vaziyeti anlat- tı. Rus kızına onun vasıtasile bin lira- lık bir çek yolladı. İhtiyar kadın oğlunun tekrar ken. disine dönüşünden son derece mesuttu. Fakat az zaman sonra İsmeilin bir eridiğini görünce müthiş bir belesana kapıldı. Zavallı kadın, kendi kendine! «—Acaba nesi var?... Oğlanı, kemirip yiyen derd nedir?... Herhalde bar kızı Leylânın aşkı değil... Bir başkası...» İsmail Kenana yalvardı, israr etti. Fakat delikanlı bir türlü kalbini anne- sine açmadı. Bir ay sonra saçma bir bahane ile İs- tanbulda birkaç gün kalmak üzere An- karadan hareket etti, Garip bir hissi kablelvukuun tesirile, ihtiyar kadın 'bu gidişten pek ürktü. Fakat Kenan, gülerek annesini bağrı- na basıp teselli etti ve gitti. Artık mücadeleye takatı kalmamış- tı. Tehlikeli kadın, onu tamamile ken- dine bend etmiş bulunuyordu. İstanbula varır varmaz, dosdoğru yan hya gitti, Birkaç hafta evvel olduğu gi bi artık tereddüd etmiyor, titremiyor- du. Son defa buluştukları gün nasılsa, gene Lâman salonda öylece misafirle- ri arasında oturmuş, konuşuyordu. İlk fırsatta İsmall yavaş sesle keke» Jedi: — Sizsiz yaşıyamıyorum.., Kaçtım, fakat dayanamadım. Genç kadın, sevimli tebessümile: — Biliyordum... - dedi, - Ve görüyor» sun ya: Seni bekliyorum. Tahkikatta bulunmuş, kız hakkında | üzüntüsü olduğunu ve günden güne (Arkası var)