Onlara gidip gelenler pek çoktu. Ev- | rile konuşmaları âdeta işililmez bir ha- lerinden hiç misafir eksik olmazdı. He- le akşamları evleri dolar boşalırdı, Bir çok misafirler de yemeğe kalıyorlardı. Karı, koca nihayet biraz başlarını din- Temek maksadile şöyle uzakça bir say- fiyeye taşınmağa karar verdiler. . Fakat şehirden uzağa gitmeleri de hiç bir fayda vermedi. Bu sefer misafir. ler gece yatısına gelmeğe başladılar. Hem de gelenler: — Aman burası cennet gibi bir yer- Miş... Diyerek bazen de günlerce kalıyorlar. âı. Karı, koca bu vaziyet karşısında ne yapacaklarını şaşırmış, kalmışlardı. Yeni taşındıkları sayfiye iyi idi, hoş- tu amma biraz sivrisineği boldu. Taşındıklarının daha ikinci haftasi sivrisinekler Muallânın kollarını, yü- sünü kırmızı kırmızı, küçük, küçük sivilceler, kabarcıklar içinde bırakmış- Jardı. Bir sabah Muallâ ile kocası Nail kah- valtı ederlerken genç kadının gözü ay» naya ilişti: — Aman... dedi, her tarafım kırmı- m kırmızı kâbarcık içinde kalmış. Kocası ona biraz takılmak istedi, gü- Yümsedi: — Uyuz olmuşsun!.. dedi. Muallâ hiddet içinde: — Uyuz sensin!.. Neden uyuz olu- yormuşum? diyerek ters ters cevap ver- di. Bu aralık kapı çalındı. Misafir gel- mişti. Hem de gelen misafir günlerce gitmeyen, istiskalden anlamıyan cins- ten idi; Misafirin adı bay Şemsi idi. Bu sefer Şemsi karısını, ve çocuklarını da beraber almıştı. Misafirler içeri girer girmez Şemsi: — Oh... Şükür Allaha... dedi, sizi evde bulamıyacağız diye ödümüz pat- ıyordu. Canım artık şehirde otura otu» ra bunaldık. Biraz da şöyle kir havası almak, birkaç gün kırda yaşamak mak- sadile size geldik. Muallâ ile Nall biribirlerinin yüzle. rine baktılar. Eyvahlar olsun Şerasi ile ailesi belki de günlerce onlarda kala- caklardı. Muallâ yarım ağızla: — iyi ettiniz... diye mırıldandı. Şemsi bir yandan ceketini çıkarıyor, bir yandanda geçireceği misafirlik günlerinin programını çiziyordu: — Eh... Hep beraber eğleniriz değil mi?.. Bir kere bu gece şöyle güzel bir çilingir sofrası kurarız. Gece sahilde dolaşırız. Erkenden kalkıp denize gire- Tiz. Nasıl mükemmel bir program değil mi?.. Musllâ boynunu büktü: — Mükemmel!.. dedi... Onlar böyle konuşurlarken misafir. lerin çocukları odalara dağılmışlar, öteyi beriyi karıştırmakla, onu bunu kırmakla, elektrikleri yakıp söndür- mekle, radyoyu açıp kapamakla eğle- niyorlardı. Tam bu sırada gene kapı acı acı çalındı. Muallâ koştu. Kapıyı açtı. Bir grup misafir daha... Sacide, kocası ve küçük afacan, haşarı, yara- maz kızı Ayten... Sacide kapıdan girer girmez: — İşte insana böyle baskın verir. ler... Bugün kocamla konuşuyorduk. Ben: «Şöyle kır gibi bir yere gidelim de bir kaç gün kalalım.» dedim. Akl ma hemen siz geldiniz. Kalktık. Gel. dik... Muallâ zorla gülümsemeğe çalışa- rak: — İyi ettiniz... Çok iyi ettiniz!.. de- di. Biraz evvel gelen Şemsi, Sacide ile kocasını merdiven başından karşıladı: — Efendim bü ne tesadüt!.. Bu ne mesud tesadüf!.. diyordu. Sacide ile kocası da Munllâlarda Şemsiye ras geldiklerine memnun ol- muşlardı. Sacide: — Vay siz deburada mısınız? Vallahi pek memnun oldum. Hep birlikte eğle- niriz... dedi, Şemsi hemen cevap verdi: — Hem de öyle bir eğleniriz ki, sor- mayınız efendim... Yeni misafirler de gelince Muallânın küçük misafir salonu âdeta dolmuştu. Kapının önünde yeni misafirlerin kı. zi Ayten ile eski misafirlerin iki oğlu gecin başbaşa kavgaya tutuşmuşlar. Arasıra çocuklardan biri: — Anne!.. Vay kafam... Ayten başı- mma fırçayı atlı... diye bağırıyordu. Çocukların gürültüsünder biribirle- le gemişiti. Fakat buna rağmen Saci- | de: — Aman ne memnunm... İyi ki bu- raya geldik... Günlerce beraberiz... di- yordu. Şemsi ise Sacidenin kocasına; — Akşam güzel bir çilingir sofrası hazırlatacağım... Karşılıklı çakarız... Diye birkaç saat sonra sürecekleri zevki ballandıra ballandıra anlatıyor. du. Yeni misafir Sacide bir kedi gibi o- turduğu divanın üzerinden şimarık şi- marik: —A. İl ben bira isterim!.. — Peki efendim... İstediğiniz bira ol- sun... Ev sahiplerimiz pek nazik insan. lardır... Size ne yapıp yapıp bira bu- Turlar, yaratırlar... Onlar böyle konuşurlarken ev sahip. leri Muallâ ile Nail yavaşça dışarıya çıktılar. Nail sordu: — Ne yapacağız şimdi?.. Muallâ şaşkın cevap verdi: — Bilmem ki.. — Hepsi de gece yatısına kalmak ni- yetinde... Hem de bir iki gece değil, kimbilir kaç gün... . — Aksi gibi ay sonu.. En parasız za- manımız... — Ne yapsak acaba?.. Birdenbire Nailin gözleri parladı: — Buldum!.. dedi, buna bir çare buldum?.. Muallâ merakla sordu: — Ne imiş o çare bakalım... Çabuk söylel.. Nail güldü: — Benim bulduğum çare pek basit... Senin «uyuz» olman misafirleri ka- çırmak için kâfi bir çaredir... Muallâ kocasının sabahki şakasını bir daha tekrarlamasına kızdı. — Bak Nail... Bana ikide bir uyuz deme fena kızıyorum... — Bilâkis sevgilim, bilâkis... Senin bugün yalancıktan bile olsa uyuz ol- man bizim çok işimize yarıyacak... Mi- safirler senin uyuz olduğunu işitince hemen kalkıp giderler... Elverir ki sen benim yalanımı meydana çıkarma... Bak ben onlara ne diyeceğimi!.. Ne ya- lanlar uyduracağım... Tekrar içeriye girdiler, Bir aralık misafirlerden biri Muallâ- ya sordu: — Ne oldunuz Muallâ hanım... Elle- riniz, kollarınız kızarmış... Muallâ yerine kocası Nail cevap verdi: — Ah.. Ah sormayınız başımıza ge- lenleri... Muallâ uyuz oldu. Hemde doktor: «Bu müthiş bir uyuz... Bunun mikrobu bir kere insanın vücuduna gir- di mi aylarca geçmez» dedi. Halbuki malüm ya... Uyuz da son derecede sari bir hastalıktır. Umumi muharebede uyuz giren bir evde herkes bu pis has- talığa tutulurdu. Ben bile kaşınmağa başladım. Eyvahlar olsun ben de mi uyuza tutuluyorum yoksa... Nall böyle söyliyerek misafirlerin karşısında yalancıktan hatır hatır ka. başladı. Misafirler ona dehşet içinde bakıyor. lardı. Nail mütemadiyen kaşınıyordu. Misafirler de ona baktıkça Adeta ka- şınmak ihtiyacını hissediyorlardı. Ni- hayet Sacide kocasına: — Biz gitsek... dedi, bari 6 buçuk tre- nine yetişelim.. Muallâ sordu: — A... Bu gece burada kalmıyacak mıydınız? Hani akşam için bira istiyor. dun... Sacide: — Kalkalım... Kalkalım... Gitmeğe mecbruz. Birdenbire aklıma geldi, Ya- rın sabah erkenden gayet mühim bir işim var. Bu gece evde bulunmalıyız. Sacide ile kocası ve kızı yaramaz Ay- ten çıkıp gittiler. Onların arkasından Şemsi karısına: — Biz'de yavaş yavaş yollanalım!.. dedi. Muallâ onlara da sordu: — Canım... Hani birkaç gün bizde kalacaktınız... Şemsi işi pişkinliğe vurmak istedi: — Size şaka söylemiştim efendim... dedi, bu gece evde bulunmalıyız... Onlar da gittir... 'Nâil karısile başbaşa kalınca: — Nasıl karıcığım? dedi, sari hasta- ik korkusu... Yaşasın uyuz... Şimdi her misafir geldikçe Muallâ yalancıktan uyuz oluyor. Kocası onun ismini «sahte uyuz» koydu... (Bir yıldız) m — ye a yi ———— — — 12 Eylül 938 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12.30: Plâk- Mi Türk musikisi, 1250 Havadis, 1408: Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif piâk neşriyatı, 14: Son. Akşam neşriyatı: 1830: Dans musikisi tplâk), 19: Konteran«: Fatih Halkevi na- mına, doktor İsmall Gürkan (Diş etleri- nin dişler üzerindeki ehemmiyeti), 1940: Dans musiksi (plâk), 1955: Borsa ha“ berleri, 20: Saat ayarı: Grinviç rasatha- mesinden naklen, 2002: Hamiyet Yüceses ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları, 2040: Ajans haberleri, 20,47: Ömer Rıza Doğrul tarafından arab- arkadaşları Bon haberler ve ertesi günün programı, 23: Saat ayan: Son. Ankara — Öğle neşriyatı: 1430: Karı- gık plâk neşriyatı, 1450: Plâkla Türk musikisi ve halk şarkıları, 1515: Ajans haberleri, Akşam neşriyatı: 1830: Karışık (o plâk Rim 19,15: 'Türk musikisi ve halk şarkıları (Halük Recali, 30: Saat ayarı ve Arapça neşriyat, 20,15: Türk musikisi hava raporu, 2215: Yarınki program ve son. Avrupa istasyonları Saat 20 de Bütün Alman istasyonları (20 - 22) Niüimberg'den naklen mili program — Bükreş 2030 orkesirn tarafından akşam konseri — Prag 2025 askeri orkestra ta- rafından marşlar ve valdder — Roma (2030 - 21) konser — 2005 şarkı, 2045 senfonik konser — Stokholm 2030 solist konseri — Varşova 2030 şen musiki, Saat 21 de Alman İstasyonları programlarına de- vam Athlone 21 konser, 2150 oda mu- sikisi — Belgrad 21 opera — Heromünster Orkestra İle hafif musiki — Bordeaux (2130-22,45) Brükselden naklen (Lisstlin senfonisi — Bükreş 21 akşam konserine devam ve 21,85 oda musikisi — Droltwieh 21,15 Wagner konseri — Lille 2130 or- kesira le klâsik konser — Paris P,T. T. ve Marsilya (2145 - 2445) (Verdi) nin (Rigoletto) operası — Rennes ve Stras- burg (2130 - 2330) (Le Pass&) isimli de Sofya 31 senfonik konsere de- Stokholm 2125 orkestra ile müntebab parçalar — Varşova 21 neşeli musikiye devam — Paris (2130 - 2306) (Giuek) un (Orpheus) operası, Saat 22 de Berlin, “Frankfurt 2210 Stuttgrat'tan neklen neşeli musiki — Deutseblands 22,10 (Mozart) in keman konsertosu ve (Beethoven) in birinci senfonisi — Ko- lonya 221,0 senfonik konser — Künigsberg 2210 karışık musiki — Lelpdg, Sasr- brüsken ve Viyana 22 hafif musiki — Athlene 22 oda musikisine devam ve (2230 - 23.30) şen saat — Belgrad 22 ope- raya devam — Bordesux 22 Brükselden naklen Konsere devam 1 22,10 Roman; ve gazinodan a Deoltich 22 (Wagner) konserine devam Ye (2220 - iel İs- panya şarkıları — Florans 22,58 mü- girisi — Kopenhag (2225 - 23,10) eski musiki eserleri — Lille 22 orkestra kon- #erine devam — Prag (22 - 2255) halk konseri — Paris P.T.T. ve Marsilya (Rignlette) ya devam Pars (Ginek) un operasına devam — Rennes ve Strasburg 22 tiyatroya devam — m ma — 12 senfonik konser — Sofya 23 konsere devam — Varşova (22,10 - 2250) şarkı, Saat 24 de Deutsehlands (2320 - 2845) kliçük ge- ce konseri — Diğer Alman İstasyonları Kolonyadan naklen 2330 dan itibaren karışık musiki ve dans musikisi — Belgrad 23 operaya devam — Bükreş 23 gazino- dan naklen konsere devam — Droltwich (23,20 -24,10) orkestra tarafından Schu- bert) in eserleri — Kopenhag (2330 - 24,15) (Sonat) konseri — 23 keman ve piyano İle — Lille 23 orkestra konserine devam — Lüksemburg (23,05 - 23,50) or- kesira He operet musikisi — Paris P.T.T. ve Marsiiya Rigoletto'ya devam — Paris 23 operaya devam — Prag (232) - dans musikisi — Sofya (23 - 2330) dans musikisi — Varşova 23 plâkla oda mu- sikisi. ç Saat 2 den iibaren Bütün Alman istasyonları mari naklen programa devam — ve e miline A Fris PT m Marsilya 24 Rigületto'ya devam — Stuttgart (145 3) yece konseri — Diğer Tariht (rf Yalancı hasta YEAR ( iai KORSAN | KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli ,.......... Tefrika No, 113 Emir Necib gözdesini görünce dirildi : “ Omzuma saplanan gümüş haçlı oku kendi elimle çıkardım,, dedi. — Kamaramda yatıyordum, emir! — Beni hiç yoklamadın mı? 25 en e elan ucunda ağla Giemicile hap; binden Püşikini Bil. hyarak Kivelinin sözlerini tasdik ettiler; — Haliçten yaralanıp saattenberi başınızda ağlıyor. Kiveli emirin gözlerinin içine baktı: A geye Gel O — Neden susuyorsun? Bana: (Se- ni seviyorum!) dösen daha çabuk canlanacağım, Kivelif Rum dilberi gözlerini kaldırdı. — Seni sevmesem gözyaşı döker miydim, emir? Ben seni korsan ada- ilk gördüğüm gün sevmiş- Emir Necib biraz daha doğruldu. — Dört yaram var, Kivelii Fakat, seni görünce bütün iztırablarım din- di. Senin varlığın bana şifa veriyor. Gemiciler kenara çekildiler, Emir sevgilisile yavaş yavaş konu- şuyordu: — Omuzümdaki yaranın acısına tahammül edemiyorum, Kiveli! He- le bir bak şu yarama,, Kiveli emirin omuzundaki yarayı açtı: — Çok derin.. Ve gemicilerin yaralara sürdüğü merhemden bir beze sürerek yaranın üstüne kapadı. Yaranız elimle sanıyorum. umarım ki çok yakında kapanır. Geçmiş olsun, büyük bir tehlike at- Jatmışsınız! Emir Necib geniş bir nefes aldı: — Bu yarayı Haliçten dönerken al- dım, Kiveli! Güverteye çıkmıştım.. surlardan bir ok geldi ve kulağımın Bu sonuncu yara büsbütün kuvvet- ten düşürdü beni. Derhal olduğum yere yıkıldım. surlardan gelen ok omzuma saplanmıştı. — Oku kim çıkardı omzundan? — Kendi elimle çıkardım. — Ne büyük cesaret.. Cesaretim de kuvvetim gibi sönmüştü o anda. Fakat son bir bamle ile oku çektim, yere fırlattım. Okun ucunda gümüş bir haç vardı. Kiveli kaşlarını kaldırarak, emirin omuzunu okşadı: — Bu oku size kumandanlardan biri atmış! — Nereden anladın? — Gümüş haçlı okları yalnız ku- mandanlar kullanır da. — Sahi mi söylüyorsun, Kiveli? Necib Hayyat burnunun delikleri- ni açarak soluyordu: — İmparator da gümüş haçlı ok deki muharibler yağma ettiler. — Saldin haberi yok muydu bu paradan? — Haberi olmaz olur mu? Bizi aldıkları zaman paraları da heybele- re yükletiyorlardı. — Tuhaf şey! Bizim şimdiye ka- dar bundan nasıl oluyor da haberi- miz olmuyor. Kiveli biraz daha izahat verdi: ; — Hattâ bu paranın muhafazası: na Sald, Antonyoyu memur etmişti, Antonyonum altınları gemiye getir- diğini gözümle gördüm. — Demek, şimdi imparatora gelen altınlar Saidin gemisinde öyle mi? — Şüphesiz... Necibin paraya çok ihtiyacı vardı. Muhasaranın kısa bir zaman için de- vamını bile ancak para ile temin et mek mümkündü. Kiveli yalan söylemiyordu. run altınlarını Said km- seye sezdirmeden kendi gemisine nak» letmişti. Mâamafih Said bu paraları şah- sından ziyade donanmayı düşünerek saklamıştı. Satd, pek iyi biliyorsunuz ki, muhasaranın devamına taraftar- dı. Muhasaranın devamı için de her şeyden önce paraya ihtiyaç vardı. Relslerin, kaptanların, dümencilerin aylıklarını Sald veriyordu. Bütün do- nanmanın masrafı büyük bir yekün tut Necib bunu duyunca, Saidin gemi- sindeki Antonyoyu çağırtmağa ka- rar verdi, İmparatotun altınları.. Necibin maneviyatı düzelmeeğ baş- Yamıştı. Yatakta oturabiliyondu. Kivelinin mevcudiyeti ve bilhassa emire karşı çok merhametli davranı- şıda Necibin çabuk iyileşmesine yar- dım ediyordu. Saldin Antonyoyu bir şalupe ile Necibin gemisine getir. diler. Necib, Antonyoya: — Saldin Romanos kapısında çe virdiği altınları sen saklamışsın! de- di. Şimdiye kadar bundan bana ne- den bahsetmedin? Antonyo korkudan titremeğe baş- ladı: — Onları geminin kaburgaları arasına torbalarla yerleştiren kendi- sidir, emir! «Bunları başımız sıkılırsa sariederiz.> demişti. ğ — Şimdi yerinde duruyor mu al. tınlar? — Duruyor, emir! Kimse el sür- medi onlara... — Bilen yok mu orâdaki altınları..?. — Hayır... Bunudüört gemici ile bir de ben biliyorduk. O gemiciler gölü oğümer FAl4 hürumunda. Sim di benden başka bilen yok. Necib Hayyat geniş — Pek âlâ. Sâkin me Oo altınlardan. Şimdi Dağ dardadır. Muhariblerin paraya ih- tiyacı var. Ben iyileşinceye kadar sen de burada kalacaksın! Antonyoyu Necibin yanından geri çektiler. Gardiyan Semikonun oğlu © gün Necibina gemisinde kaldı ve 'bir daha Saidin gemisine dönmedi. Necib altın meselesine çok sevin- aldı, İmparatorun altınları Arab donan- masında işe yarıyacaktı. Kivelinin meydana çıkardığı altın- ların sayısı hakkında kimsenin ma- Iümatı yoktu. Fakat şurası muhak- 'kaktı ki, bir kaç torba dolusu altın, Necibi müşkül vaziyetten kurtaracak değerde idi. * Necibin yaraları gün geçtikçe iyi Jeşiyor, kapanıyordu. Emirülbahir, sevgilisi Kiveliyi es- kisinden çok daha derin bir aşkla sevmeğe başlamıştı. Kiveli - Necibin hastalığı zamanında - kendisine bü- yük fedakârlıklar göstermişti. O hiç bir zaman Aris gibi, Aryüsle Bizansa kaçmayı düşünmemişti. , (Arkası var)