— Arabacı... Bugün atın huysuz- | hık yapmıyacak oya... Devrileceğiz| “iye korkuyorum ... Merak etmeyin, markiz!... Dizgin- Terim sağlamdır. Azgınlık ederse gös- | teririm... | Bu teminat üzerine, madam, âzâ- Mmetle arabasına kuruldu. Eteğini ka- barttı, saçlarını düzeltti, Lâkayıt bir €da ile yastıklara yaslandı. — Haydi! Gidelim... Başımıza bir kaza gelmeden şatoya vasıl oluruz in- Şallah ... Araba hareket etti, Fakat at, daha İlk adımda hırçınlaşarak tekmeler at- Mağa başladı. Sonra gemi azıya alıp deli gibi koştu, koştu... Biçare markiz, korku içinde bağır bağırıyordu: — İmdadı... Eyvah, uçuruma gidi- Yoruz... Öleceğiz... Âdetâ baygınlık geçirir gibi gözleri- Bİ kapadı. Fakat bu feryadlarını işi- ten cesur bir genç hemen hopliyarak alı yakaladı. Arabacı ile markiz kazâ» dan kurtuldu. Ve şimdi hep birden et- e karışıklığı düzeltmeğe başla- ar; Büyük bir tahta sandık olan araba doğrultuldu; gem vazifesini gören si- <imler sarıldı; iskemle rolünü oynı- Yan kitaplar derlendi, toplandı; azgın &t olan çocuk, sevimli bir yavruydu, Şevik bir eda ile ayağa kalktı. Bayılan Markiz, minimini küçük bir kızdı. Fa- tia sahnesi de bir kitapçı dükkânının arka kısmıydı. Ön taraftaki tezgâhta oturan göz- Yüklü bir adam, bu patırtıya taham- Mül edemiyerek yerinden fırladı, ço- Cuklara bağırdı: — Gidi yumurcaklar! İnsanda ka- fa bırakmıyorsunuz! Sen, Jakin, yal- lah odana... Siz de, haşarı oğlanlar, haydi sokağa! Markiz, ağlamağa başladı. Oğlan- lar da başlarını önlerine eğerek usul- lacık sıvışmak üzereydiler ki, ciddi Ye sevimli yüzlü, gayet zarif giyinmiş bir genç araya girdi: — Yavrucaklar ne kabahat yaplı ki, Mişale, zavallıları paylıyorsun? — Baksanıza, efendim... Kitapçı, kollarını âçarak etrafı — Bütün rafları altüst etmişler... dö Balzak'ın eserleri hep yer- sürükleniyor! Rezalet... Delikanlı, hafif bir tebessümle! — Aadam, sen del... Bunlar esasen fikirce öyle hafif şeyler ki, bir fiske, devrilmeleri için kâfidir Haydi, ârtık öfken geçsin de Mişule, küçük trkadaşım Jakin'i affeti... — En ciddi muhsvereler esnasın- da bu haşarıların gürültülerini dinle- Mek hoş bir şeymidir sanıyorsun? — Ne bilirsin? Beiki de onları meş- Bul eden oyunlar, kendilerince, bizim erener dahs ehemmiyetli- Sonra Jakine dönüp kızın bukle bukle saçlarını okşıyarak: — Oyununuz neydi, minimini dos- tum? — Ah efendim, ne güzeldi... Ben markizdim... Frerol arabacı, Nikola Attı... Fransua da beni kurtaran wlam,.. Kralı ziyarete gidiyordum... Yolda haydudlara Traslıyacaktırn... Beni onlardan da kurtaracaktı. Ben de, mükâfat olsun diye, kendisine va- Tacaktım. Fransua, büyük bir gururla, din- deki cedveli kama gibi sallıyarak: — Evet... Hem de kralın huzurun- da evlenecektik... Zarif giyinmiş adam, gülerek: — İşte tam bir roman! - dedi, Sonra Mişale'nin koluna girerek: — Bırak, çocuklar neticeye varsın- lar... Onlar, korkma , bizden daha akıllıdır. Çünkü hayattan istifade et- mesini bilirler. Bırak şimdi şakadan €vlensinler, (Yavaş sesle ilâve etti:) Cidden karı koca olacakları zamana ... Zira ben öyle görüyorum ki, küçük Jakin, Nikolanın öfkesine rağ- Men, komşunuzun oğlu Fransua ile “vlenecektir. İki erkek böylece konuşarak, dükkân ıma gelmişlerdi. Kitapçı merakla sordu: — Demek sizin dikkatinizi celbetti, çocukların oyununda bir mana mu — Evet,.. Ve zannederim ki onla- Çocukların büyüyünce ne olacakları küçük yaşlarından anlaşılır. Meselâ | Nikola kavgacı, kıskanç ve çok bil- | miş bir erkek olacak. Fransua İse, onun aksine, doğru Sözlü, iyi kalbit, nazik bir genç haline geleceğini şim- diden vadediyor, Eminim, Jakin onun- la evlenirse mesuğ olur, Mişale, içini çekerek: — Maatteessüf imkânsız bir iş! - dedi. Fransuanın âilesi parayı seven, kendini beğenmiş bir ailedir, Onlar zengin tüccar,.. Oğlanın da şimdiden hesaba aklı eriyor... İstikbali parlak olan bir gence benim gibi bir tâbiin Kızını alırlar mı? Bilirsiniz ya, kitap basanlar da yazanlar gibi para ka- zanmıyor... — Hayır, bayır efendim... Para her şeyin başıdır... İşlerfena gidiyor... İki ucunu bir araya getiremiyoruz... Bu gidişle Jakine bir drahoma top- lamamıya imkân yok!... İNâsa yürü- yoruz... Eğer kız günün birinde ev- lenmek için köşe başında bir bakkal, bir kasap bulursa ne âlâ... Delikanlı, isyanla: — Bu ince, zarif Jakin mi?... Ka- ba bir heriflemi evlenecek?... Yapma yahu Mişale!... — Elden ne gelir? Teyzesi gibi ih- tiyar kız kalmaktan daha iyi ya... O, hep mevkiinin üstündekilere varmak istedi, kendini de onlara beğendire- medi, Ne oldu? Ekşimiş bir kadın ola- rak ortada kaldı, — Vallâhi bence fena bir izdivaç yapmaktansa ihtiyar kız kalmak ha- yırlıdır... — Olabilir efendim, fakat ben ka- rarımı verdim: Bugünden tezi yok, bu İşin önünü almak için, Fransuayı kâ- pıdan içeri sokmıyacağım! > O sırada gelen müşteri sözü kesti. Mişâle kilab satmak için alıcının et- rafmda dolaşıyordu. Genç adamsa camekânın önünde her zaman otur- duğu iskemleye çöktü ve yeni çıkan eserleri karıştırmağa başladı. Fakat aklı mütemadiyen çocuklarla meş- guldü, «— Zavallı yavrucaklar!... Kendi- lerini tehdid eden hayat tehlikesin- den bihaber, ne güzel oynuyorlardı!» Sonra, hüzünle: «— Neyse... Allahtan ki dünyada hiç bir acı devamlı değildir... İnsan- lar kendilerini teselli etmesini bilir- ler... Beşerin kalbi sebatla sevmeğe, sebatla iztırab çekmeğe mütehammil olmadığını, bu çocuklar da zamanla öğreneceklerdir.» Derken birdenbire irkildi. Ruhu- nun en derin yerinde bir nokta sız- lamıştı. Güzel, kibar bir kadın yü- zü, bir an gözlerinin önünden geçit. Ve kalbinde cesaretle boğduğu bu geçmiş aşkın hatırası ona hayatla tedavi edilemez ağıların da mevcudi- yetini isbat etti, Bütün günü derin bir dalgınlık Ja geçti. Akşam üstü gideceği sıra- da Jakin ona veda ederken çocuğun sevimli yüzüne baktı, — Yavrum! Yarın sana bir hediye getireceğim! Belki şimdi hoşuna git- mez. Lâkin şunu bil ki onu sana istikbalde işine yarar ümidile can ve gönülden veriyorum. Filhakika ertesi gün muayyen sö- atte gene geldi. Dükkân bermutad gene bomboştu. Kitabet şikâyet edi- yordu: — Böyle giderse ticarete vedadan başka çare kalmıyacak... Ne gelen var, ne giden... Sinek uçmuyor... Jakin teyzesinin yanında oturmuş, göğsü hıçkırıklarla sarsıla sarsıla ağlıyordu. Mişele öfkesini yavrudan almak istiyormuş gibi ona dönerek aksi aksi bağırdı: li | okunuyordu. | les moeurs de ce slöles di; imza da — Ağla, ağla... İlerideki göz yaşlar rma idman yapmak lâzım zaten... Ne oluyor sanki?... İki yumurcağı koğdum diye... Zatif kılıklı adam, Jakine bekti. Sonra kitabcıya büyük bir paket uza- | tarak, lâkayd bir eda İle: — Al şunu... Bu eski bir Yunan muhârririnin eserinden tercümedir... İçinde asnn üâdetlerine ve saray hal- kının tasvirlerine dâir kendi görüş- lerim de var. Eseri bas... Ne geti- rirse küçük dostum Jâkinin drahu- ması ölsün... Mişale, şaşırmış bir halde, kâğıd tomarını aldı. Âdeta kıymetini ölç- mek istiyormuş gibi, sıkletini elinde tartar gibi bir hareket yaptı. Müte- reddiddi. Ahbabı olan bu adamın eserini basmak istiyordu amma, bu yüzden zarara uğramak ta onu kor- kutuyordu — Ben... Cidden... - diye kekeledi. Delikanlı, gülerek; — Yok, yok... Zorlamıyorum... - de- di, - Sor, anla... Basıp basmamakta muhayyersin... Zannederim ki bu ese- Tİ fena yazmadım... Hoş, altı bin senedenberi temas edilmemiş mevzu yâr mı;... Hem benim Jakine yar- dım etmek emelim olmasaydı, bu kâ- ğıdlar çekmemde kalırdı... Jakinin saadet!!... Kumral saçlı yavrucak, içini çeke» rek yaş dolu gözlerini kaldırdı. Bu kara mürekkeble çizilmiş kâğıdların kendi saadetine ne yardımı olaca- ğım hayretle düşünüyordu. Ayni iti- madsızlık babasının gözlerinden de Uzun tereddüdlerden sonda Mişa- le tevekkülle: — Tecrübe ederiz! - dedi. Eser umulmadık bir muvaffaki- yetle parladı. Muharririn hüsnüni- yetini tahakkuk ettirerek hakikaten bir genç kızın saadetine sebeb oldu. Böyle bir mahviyetle uzatılan kâ- ğld tomarının ismi «Les Caractöres ou J. de La Bruyöre... Herkes bu kitabın, insan zekâsının şaheseri olarak, ne büyük namı kâ- zandığını bilir. Eserin satışı Mişale- ye günden güne öyle büyük bir servet temin ediyordu ki, adamcağız âdeta afallamıştı. Vicdanen kendini borçlu telâkki ederek muhirrire; — Artık ortak olalım! - demşiti, Fakat necib hisli müellif, teklifi katiyen kabul etmedi: — Bu, benim küçük dostum Jakine hediyemdir! Benim servete ihtiyacım yok! Fakat kitabcı daba ziyade ısrar edince: — Haydi dostum!... Beni memnun etmek istersen bütün bu parayı ala- koyarsın! Ve genç filozof tadı bir tebes- sümle ilâve etti: — Zevkle verilen bir hediyeyi zevkle kabul ediş, veren dostü ayni derecede memnun eder. Bir kaç sene sonra Mişalenin kı- zına verebildiği büyük bir drahoma sayesinde Jakin eski arkadaşı Fran- sus ile evlendi. İşte hayatta bazan böyle garib ha- disejer de olur. i Tercüme eden: (Vâ - Nü) Yer değiştirecek kiracılara tavsiye ! Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA- RP'nı dikkatle okursanız kendi- nize en elverişli yurdu yorulma» dan bulabilirsiniz. * PIN Baş, Diş, Nezle, Grip Romatizma Nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. Yun bu saf hislerini inkişaf ettirmeli... |MANAN MSAŞİ İcabında günde 3 kaşe alınabilir. KANN SANAN DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli Tefrika No. 105, Gece yarısı Aryüs yavaşça Bizanslı prensesin yanına gitti: “ Aris, seni kaçırmağa geldim!, Diyerek mütemadiyen gülüyordu. Said, Necibin sevincini görünce büs- bütün neşeleniyor, memnun oOlü- yordu. Muhammed Nühaş: — 'Taltin varmış, Necib! Haydi, şu meleklerle beraber şarap içelim... Diyerek kadehleri doldurdu. Şimdi gözdesini meydana çkarmak Sırası Saide gelmişti. Zaten arkadaş- ları ona: — Seninki nerede? Diye soruyorlardı. Said, Semikoya emretti: — Arisi getir buraya... Nühaş elinde dolu duran kadehi yerine koydu: — O gelsinde, hep birlikte içelim. Necibin ve Nühaşın hediyeleri gü- zellikle hemen hemen âyni ayarda idi. Boylar, cazibeleri de birbirinden farksızdı. Aris şüphesiz onlardan bi- raz daha güzeldi. körpeydi. Fakat, yüzü hiç gülmüyordu. İnikam al mak hevesinden henüz vazgeçmedi- ği Için daima so murtkandı. Aris içeri girer girmez, korsanla- rın ikisi de genç kıza şöyle bir göz at- tılar. Nühaş: - İşte, bir içim su... Diye mırıldandı amma.. bunu Sai- de duyurmadı, Necib Hayyat üç yıl- dır hayalile yaşadığı Bizans dilbe- rine kavuşmuştu, — Bu, benim nasibimdir, diyordu, ben artık başka kadına bakmam... Dedik ya.. Necib Hayyat çok uysal bir erkekti. Reisin gözdesine yan gözle bakmak bile aklından geçmi- yordu. Muhammed Nühaşa gelince, onun gözleri kalmıştı doğrusu bu pi- liçte... Kendisine hediye edilen ka- dının yegâne kusuru, Aristen dört | beş yaş büyük olmasıydı. Semikoya göre (Yuana) gemideki esir kadınla- rın hepsinden çok daha güzeldi. Aris bir prenses ise, Yuana da Pe- riklis gibi meşhur bir Rum asilza. desinin kız kardeşiydi. Said, kadınlara: — Sizi ambardaki demir parmak- lıklardan kurtarıyorum, dedi, bun- dan sonra bu reislerin cariyesi ola- Tak hür yaşıyacaksınız! Yeni efendi- lerinize sadakat gösterseniz, rahat edersiniz! Sald, bu sözleri söyledikten sonra, kendi kadehinin yanında boş duran bir kadehe şarab koydu. ve Arise uzattı: — Haydi yavrum, hep birlikte içe- lim... Aris muhteris ve öfkeli bir bakışla şarab kadehini aldı. birden Saidin üzerine fırlatarak bağırdı: — Ben orospu değilim, anlıyor mu- sunuz? Ben, kapımda sizin gibi yüz- lere uşak besliyen namuslu bir ailenin kızıyım. Beni öldürünüz.. ge- bertiniz.. ben, sizi eğlendirecek, ne- şenize neşe katacak kadınlardan de- ğilim! Said birdenbire ateş püskürerek yerinden kalktı: — Tutun şu kahbeyi! Ben ona, do- nanma emirine hakaret etmenin ne demek olduğunu göstereyim... Kapıda nöbetçi duran iki korsan süratle içeri girdi. Arisin kolların dan yakaladılar. Muhammed Nühaşın fena halde ca- nı sıkılmıştı. — Sen, korsanların elinde esir ok duğunu unutuyor musun? Diye sordu. Said, Arisin saçlarmdan yakalıya- rak şiddetle yere çarptı: Seni geberleceğim... Fakat, ayaklarımın dibinde süründürece- ğim! Said nöbetçilerden birinin kulağı- na bir şeyler fısıldadı. Arisi sürükliyerek dışarı çıkardılar. Said: — Keyfiniz bozulmasın, arkadaş- lar! dedi. İçkimize, eğlentimize de- vam edeceğiz. Ve Semikoya dönerek: — Bana âmbardaki kadınların en güzelini getir... Semiko korkarak dışarı çıktı. Zavallı gardiyan! O, kaç gündür Yuanayı emirin gö- züne sokmak için boşuna çalışmıştı. Tam O gece, emire Yuanadan bah- setmek sırası gelmişken, emirin bu güzel kadını Muhammed Nühaşa he- diye etmesi Semikonun ne kadar da canını sıkmıştı. 'Yuana elden gidiyor muydu? Semiko şimdi ne yapacaktı? ambara indi amma,. kadınların en güzelleri elden gitmişti. Yuâna, Ki- veli, Aris. Bunlardan başkasını Said beğenir miydi? Her halde, emiri bu içki sofrasın- da kadınsız bırakmak ta Semikonun işine gelmiyordu. Necib Hayyat “ve Muhammed Nü« haş en güzel kadınları almışlardı. Emir, arkada kalanları da diğer reis- lere hediye edeceğini söylemişti. Tekrar içmeğe başladılar. Şimdi, iki arkadaş Saide gelecek kadını me- rakla bekliyordu. Arisin âkibeti de meçhuldü Bu gü- zel prensesi nereye gölürmüşlerdi? Semiko ambara indi. Esir kadınlar birbirlerine sarılarak uyumuşlardı. Ambarda tek bir kafes içinde uyanık duran Aristen başka kimse yoktu. Arisi emirin emrile ötekilerden tec- rid elmişlerdi. Aris bu demir kafes İçnide vahşi bir hayvan gibi, par- maklıkları sarsarak mütemadiyen: — Alçaklar... Köpekler... Vahşi. ler... Diye haykırıyordu. Semiko kadınlardan birinin kolun- dan çekip kaldırdı. Bu, Karadeniz şivesile konuşan, kara gözlü, kara kaşlı, kara saçlı otuz yaşlarında bir kadındı. Geride kalân esirler arasında bun» dan daha güzel kadın yoktu. Semiko; — Haydi yürü, dedi, reis seni isti. Genç kadın birdenbire şaşırdı, göz- lerini uğuşturarak Semikoya baktı; — Beni nereye götürüyorsun? — Hayata.. eğlenceye. hürriyete.. Semiko fazla konuşmadı. Arise dö- nerek: — Dilinin cezasını çekiyorsun! de- di. Sende bu akıl ve bu gurur var ken, daha çok çekeceksin! Semiko ambar ağzında Aryüse ras- lad. — Göze görünme, delikanlı! Ka- sırga dolaşıyor gemimizin üstünde., Aryüs, ihtiyar gardiyanın omuzu- nu okşadı: — Benden, kimseye zarar gelmez, Semiko! Reis beni hürriyetime ka- vuşturdu. Ben bundan sonra yalnız onun esiriyim. Semiko: — Şu küçük prensesin sesini du- yuyor musun? dedi, Durmadan ba- gırıyor. Haydi şuna sen de biraz na» sihat ver. Sesini kessin. Emir kendi- sine çok ağır ceza verecek. Aryüs sevinçle yürüdü: — Ben onu susturmasını bilirim, Merak etme sen. Semiko yanındaki kadınla yukarı çıktı; Aryüs te ambara indi, Denizdeki hışırtiyı yunus balığı sandılar! — Aris! Sesini kes.. seninle nuşmağa geldim. — Haydi, defol! Sen de korsanın esirlerinden değil misin! — Hayır. Ben esir değilim, Arisl Seni kurtarmağa geldim. Yavaş ko- nuşalım. Sana her hususta yardım edebileceğimden emin olmanı İste- rim! Aris bunu duyunca birdenbire s6 sini kesti. — Venedikli misin? — Hayır. Romalıyım.. — Yabancı olduğun konuşmân- dan belli. Korsanlar arasında ne işin var? — İmparator tarafından korsan- larla konuşmağa geldim. Yakında döneceğim. ko. (Arkası var)