25 Ağustos 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11

25 Ağustos 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 11
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Tahtı deviren elma Zemini yeşil malakitle (1) kaplı bir salonda Bizans imparatoriçelerin- dei Pülşeri, divan kurmuş, memle- ket halkını kabul ediyordu. Devlet hududlarının her köşesin- den halk fevç fevç akmış, derdini Anlatmağa gelmişti, Asıl, küçük biraderi 'Toodos'un bu fil dişi tahtında oturup Müracaatçı- Yarı dinlemesi lâzımdı amma, kendi- si henüz çocuk denecek yaşta oldu- ğu için, bu vazifeyi şimdilik ablası deruhde ediyordu. O gün Pülşeri bütün ricaları din- Jemiş, hükümlerini vermiş, kederli- leri teselil etmiş; yorulmuştu. Şimdi başı ağrıyordu. Artık kimseyle ko- huşmağa mecail kalmadığı bir sıra- dâydı ki, kalabalık arasında bir ha- reket hissedildi ve bir kadın koşarak tahtm önünde #deta secdeye vardı, Bu, o kadar âni oldu ki imparato- riçe ricacının yüzünü bile göremedi. Fakat titriyen omuzlarının inceli- inden, parıl parıl parlıyan saçları- ın sarılığından, bunun pek genç bir kız olduğunu farketti. Yorgun, fakat müşfik sesile: — Kalk, çocuğum! İnsan ancak istavroz önünde secde eder, dedi. Pülşeri son derece dindardı. Ricacı, imparatoriçeye doğru başi- hı kaldırdı. Helen ırkından olduğu belliydi. Bizanslıların aksine olarak, yüzünde hiç boya izi yoktu. Bütün benliğinde safiyet. nezahet hissedili- yordu. Cidden çok güzeldi. İmparatoriçe, munis bir ifadeyle: — Ne istiyorsun yavrum? Kimsin? Babanın ismi ne? Bizans tahtı kar- fsında ne gibi bir hak dilemeğe geldin? - diye sordu. Kız, ayağa kalktı. Evvelâ heyecan- lâ titriyen, sonra (osakinleştikçe ahengini bulan bir sesle anlattı: — İsmim Atenais'tir... Akropol'da doğdum. Babam üniversitede gramer ve şiir hocasıydı. Bana da edebiyat ve sanlur öğretti. Kendisi ölünce ağabeylerim bütün mirası benimsi- Yerek beni evden koğdular. Ne elişi mede iplik burarım... Anlatıyordu ve her sözü şiir kadar ahenkliydi. Halk kendi derdini unut- Muş ona hayran kalmıştı. Utanma- salar, tiyatroda imişler gibi alkışlı- ıyacaklardı. Pülşeri, bir anne hareketile kizi kendine doğru çekerek kalktı. — Celse kapandı. Bütün müra- €aatçıların dilekleri tedkik edilip hak- ları verilsin! - dedi. Sonra, Atenals'e dönerek: — Gel yavrum!... Mademki sığı- nacak yerin yok; seni sarayıma al yorum. Harem dairesinde Atenais, rahat, müreffeh, fakat ayni zamanda zevk- 8iz günler geçiriyordu. oİmparalori- çenin hayatı gayet besit ve müteva- Zadı. Resmi davetlerden maada ek- Ber günler baş eğlencelerini ilâhiyat Münakaşaları teşkil ederdi. Bir âlim, genç kıza, hiristiyanlığı telkin ediyordu. - Zira Pülşeri, hima yesine aldığı bu putperets çocuğa İsamn dinini aşılamak emelndeydi. İlk gündenberi, imparatoriçe, bu gü- zel olduğu kadar saf, palen (2) ol- mamasına rağmen son derece bilgili kızı biraderine muvafık bir zevce te- İâkki etmişti, Yavaş yavaş kardeşi Teodos'u da bu fikre aşılamağa başladı. Kendisi- ni göstermiyor, ismini söylemiyorsa da bir gün kızın altın gibi saçlarını medhediyor, başka bir sefer şiir oku- duğu zaman sesinin ne ahenkli ol- duğunu anlatıyor; yahut hocasına verdiği cevabları tekrarlıyarak zekâ- sının parlaklığını isbat ediyordu. Yavaş yavaş genç hükümdar, Ate- naisi” görmeden, lanımadan sevme- ğe başladı. Nihayet tahammül ede- miyerek, ablasına: — Onu bana göster! - diye yal- vardı. Kiz meseleden bihaber odada otu- Turken, imparatoriçe, kardeşine bir perde arkasından onu seyrettirdi. — Nasıl buldun? Delikanlı cevab veremedi. Heleca- Yundan, sapsarı kesilmişti. Büyük saadetler de, büyük acılar | ahde kavuştuğundan sevinçle çal- kandı. Line Desbordes'ten Nakleden: o (Vâ-Nü) Ji gibi, yıldırım darbesile insana çarpar.! Ertesi gün, genç imparalor Atenais'i huzuruna kabul etti. Kızda onu derhal sevdi. Çünkü 'Teodos, iri si- yah gözlerile, Jüle Jüle sarı saçlarile, ince uzun endamile cidden fevkalâ- de güzel bir erkekti, Hem sesinde, hem bakışlarında insanı cezbeden harikulâde bir tatlılık vardı. Oda edebiyatı, şiir ve musikiyi seviyordu. Böylelikle, Pülşeri'nin hazırladığı aşk, iki genç arasında büyük bir coşkunlukla taştı, kabardı. Hıristiyanlar için asıl doğum vaf- tisdir. Atenais de, din değişitrip Ödosi (3) olduğu gün dünyaya yeni gelmiş gibiydi. Bu merasimin ferda- sında Ayasofya kilisesinde düğünleri yapıldı. Beşinci asır Bizansının bu ihtişa- mı tarif edilemez! Sırma kumaşla rın bolluğunu, kıymetli taşların çok- Tuğunu, elbiselerin harikulâdeliğini, at nallarile çiğnenen halıların enfes- liğini tasvire kelimeler elvermez. Hükümdar ve zevcesi genç ve gü- zel... İstanbulun yaz güneşi pembe mermerlerin üzerinde pırıl pınl par- layıp onlara ne mükemmel dekor teşkil ediyordu. süreceğini sanıyordu. Halbuki hiç yerdi. Artık şiiri de, santuru da bi- rakmış; siyasetle uğraşmağı başla" muş, Bizansın rehberi olmuştu. Bu sıralardaydı ki, Romada ehem- | miyetli hâdiseler başgösterdi. İmpa- râtor Onoryus ölmüş, düşmanları dâ oğlu Valantinyen'i memleketlen çi- karmışlardı. Delikanlı, annesile be- raber Bizans hükümetine iltica etti. Ödösi, kocasına kuvvetle tesir ede- rek onları şu şartla kabul ettirdi: Eğer kızile evlenip Bizans veliahdini Roma tahtına şerik ederse... Böylece, iki hanedanın çocukları nişanlandılar. Artık imparatoriçenin sevincine pâyan yoktu. Şimdi nezrettiği Ku- düs ziyaretini de yapacaktı, Sarayın kapısından sahile kağar iki sıra sırmalı asker, yalın kılıçları- rı parlatıyordu. Ödosi, beyazlar giymiş yürüyordu. Arzı mukaddese gitmeden evvel İstanbuldan yaya geçmek istedi. Köprünün üstünde 'Teodos gemiyi götürecek olan ihtiyar kaptana son tavsiyelerde bulunuyor- du. PFilhakika bu, tecrübeli, bütün rüzgârları bilen ve denizi vahşi hay- | van mürebbisi gibi teshir eden “bir | krttu amma, Teodos aradan on beş | gene geçtiği halde karısını eski gün- | ler gibi sevdiği için bu ilk ayrılıktan | korkuyordu. l Sedef borular, üç kere çaldı. Bu, im- paratoriçenin geldiğine işaretti. Teodos hemen karısının istikbali. | ne koştu. Maiyeti, hürmeten geride duruyordu. Resmiyeti bir an bile | düşünmiyerek, hükümdar, zevcesini kucakladı. — Hayatımın ışığı!... Gemin he- zır!... Rüzgâr müsald... yalnızlık hissi vardı. İki yıl sonra imparator gene köp- rünün üstünde, bu sefer bir gemi- nin gelişini heyecanla bekliyordu. Hava bozuktu, sema bulutluydu. Zev- cesini taşıyan gemi göründü. Gü- vertede siyahlar giyinmiş bir hayal nazara çarpıyordu. Bu. Ödosi'ydi... Bizans imparatoriçesi hâlâ güzel... Fakat niçin böyle matemli renge bü- rünmüş? Niçin benzi manastır r&- hibelerininki gibi uçuk? Neden eski- den safiyetle parlıyan gözleri şimdi deruni bir hararetle yanarak etra- fını görmeden ileri bakıyor?... Bütün âşıklar gibi kör olan Teodos bunları farketmedi, Çok taze ve çok genç bir hararetle karısına atıldı. Dudaklarını aradı. Fakat Ödosi usul- Ja ağzını çekerek alnını uzattı. Bu soğukluk imparâtorun kalbini dondurdu. Resmiyetle elini uzatarak zevcesine inmesi için yardım etti. Fakat yüreğinde, sevgili bir ölünün karşısında duyulan bir acı vardı. Ha- kikaten de Ödesi tamamen değişmiş- ti. Nasıl imparatoriçelik şahsiyeti Atenais'i ortadan kaldırdiyse, ve an- nelik hissi de, nasıl artistlik hüviye- tini yok ettiyse, şimdi de din cezbesi bu kadının zevcelik ve maşukalık his- #ini öldürmüş bulunuyordu. Kudüste yaşadığı müddetçe impa- te öyle olmadı. İzdivacından bir kaç gün sonra Teodos ona bir çok €r- kekler ve kadınlar takdim etti. Hepsi de kraliçenin maiyetine tayin olun- muştu. Kendinin ayrıca bir teşri- fatçısı, bir de haznedarı vardı. Haya- tını istediği şekilde tanzim etmek hakkı olduğunu işitince, sevincinden çocuk gibi el çırptı. Karı koca, yeni tanışan çılgın âşık- lar derecesinde sevişiyorlardı. e İzdi- vaçlarından az müddet sonra impa- ratoriçe, anne olacağını hissetti, Ve | dünyaya bir kız getirdi. Kız evlâdla- rı tahttan mahrum birakan Oo ah- | makça âdet Bizansta meycud olma- | dığı için, bütün memleket bir veli- | İmparatoriçe Ödosi, kocasına gös- | terdiği muhabbetin bir benzerini de kızına hasretti. Tahsilile meşgul | oluyor, kızını Roma imparatoriçesi | görmek istiyordu. Ve bu duası ka bul olursa Kudüsü ziyareti nezretti. On dört sene mütemadiyen evlâ- dının tahsili ve terbiyesine emek Düğünleri Ayasofyada yapıldı Sonra, kekeliyerek: — Sahiden gidiyor musun? — Benim lütufkâr efendim!... Git- meliyim... oAllamma nezrettim... Adağım var... Ve neşeli bir eda ile ilâve etti: — Ey kocam... Beni kollarının arasına alıp ta fil dişi yatağımiza gö- türdüğün gün kadar bugün de, ya- nn da kuvvetli ve metin ol... TTeodos dalgın dalgın karısının ma- vi özlerine bakarak: — Ödesi! - dedi! - O gündenberi bende hiçbir değişiklik olmadı... Hep sana âşık olan Teodos'um ben!... Fakat sen?... Sen o zamanlar bu s€- yahate kalkışır mıydın?... Karısının cevabını beklemeden, at- kısını sallıyarak, hareket işaretini verdi, Geminin demiri alındı. Tayfalar ko- şuştular, İmparator karısını ciddi- yetle alnından öptü. Tekrar sedef bo- rular çaldı ve uçmağa hazırlanan büyük bir kuş ibi, gemi, yelkenlerini şişite şişire Marmaranın sularında kaymağa başladi. “Teodosi, maiyeti ortasında bir müddet, bakakaldı. İçinde acı bir ratoriçe Monofisitizm tarikatine gir- miş; İsayı doğrudan doğruya ilâhi bir öz telâkki eden (4) bir nevi müfrit dervişliğe kapılmıştı. Ortodoks olmasi lâzım gelen Bi- zans impâratoriçesi, bundan böyle bir rafızıydi ve bütün Şark impara- torluğunu bu yeni itikadına sevket- mek istiyordu. ... Hükümdar kadın kendine taraftar- Jar hazırlıyor; mutaddan ziyade per- hizler yapıyor, dualar ediyor; vakti- le anne gibi hürmet ettiği Pülşeri'yi kardeşi impratorla darıltmağa ça- Jışıyor; görümcesi sarsılmaz bir or- todoks olduğu için, nüfuzunu kırmak istiyor; hülâsa bir inkilâb hazırl. yordu, Maamafih, Ödesi'nin düşmanları kendisine nasıl hücum edeceklerini bilemiyorlardı. İmparatoriçenin hiç- bir sui hareketi yoktu. Tam 6 sırada ortaya Polen çıktı. Bu adam, impara- torun mabeyincisi idi. Ve ayni aman» da çocukluk arkadaşı... O da kral gibi genç, güzel bir delikanlı... Zamanlardanberi gizli bir aşkla Ödesi'yi seviyor; fakat aşkını belli et- Biçare bir kızın Bizans tahtına yükselişi, iftiraya uğrayıp menfada ölüşü... meğe hem cesaret etmiyor; hem de bunu namusuna © yakıştıramıyordu. Merd bir insan! Hissiyatının tesirile gayet tabii olarak imparatoriçenin mezhebine iltihak ett, Bu suretle vl- sun hizmetinde bulunmak onu mem- nun ediyordu. Ödesi ise delikanlının kendisine karşı olan aşkından bihaber, onu çok iyi bir arkadaş telâkki ediyor; kozu- nu müdafaa etmesi için boyuna onu çağırıyor; fikirlerini aşılamağa çaba- lıyor, saatlerce baş başa kapanıyor- lardı, Bu hal, imparatoriçeyi lekelemek istiyenler için büyük bir fırsat oldu. Hemen dedikodular başladı. Mesele 'Teodos'un kulağına kadar erişti, Zavallı adam artık gece gündüz ka- rısımı gözetliyor, çocukluk arkadaşı Polen'i öldürtmeğe kalkıyordu. Gün- lerce Cehennem iztırabı çekti. İmparator karısile kaskançlık kav- gaları yaptıktan sonra o gece barış- mış, Ödesi'nin kendisine ihanet etme» diğine kani olarak mesud bir gece ge- çirmişti. Sabahleyin pürneşe ata bi- nerken kendisine bir ihtiyar fakir yak- Jaştı, Altın üzengisini öptükten son- ra, görülmemiş derecede büyük ve gü- zel bir elma uzattı, — Ey Bizansın ışığı, Allah seni da- im etsin! - diye bir de dua okuduktan sonra bir iki adım geriledi. Hükümdar, kendisine bol bir ihsan verdi ve elin- de bu koskocaman meyvayla azıcık tereddüd etli. Isırmak istiyordu amma, birkaç dakika evvel öyle çok yemek yemişti ki canı istemedi, Birdenbire yüzünde bir tebessüm belirdi. Maiyteinden bir zabit çağıra- Tak: — Saraya dön, Aleksi! - dedi. - İm- paratoriçenin uyanmasını bekle ve tarafımdan bunu kendisine takdim O ... O sabah, imparatoriçe azap içinde uyandı. Dün gece bir an dini huşudan ayrılıp kendini kocasının okşayışla- rına terkeltiği ve bundan da ayni de- rTecede zevk duyduğu için, şimdi ken- di kendinden korkuyordu. Kudüstey- ken kapıldığı itikad öyleydi ki, bir ka- dın, nefsini - zinhar - bedeni zevke, velev kocasile, kaptırmamalıydı... Diz üstü kapandı. Uzun tövbeler ct- ti, istiğfarlar çekli; kebuirinin affını diledi. Bu sıradaydı ki Polen'in geldiğini bildirdiler, Genç asilzade, hürmetle impratoriçenin elini öptü. Sonra, İs- kenderiye patriği nezdindeki teşeb- büslerini anlattı, Derken ikisi de, her şeyi unutup, sadece gayelerini göz önünde tutarak derin-derin bahislere daldılar, z Polen, ayrılmak üzere müsaade 1s- teyince, İmparaloriçe, gaye arkadaşı- na memnuniyetini izhar için, masu- mane bir maksadla, ona kocaman e)- mayı veriverdi. Bu, zamanımızdaki kızların lâalettayin bir ahbaba bir çi- çek uzatmaları kadar basit bir hare- ketti, Fakat bir saltanata maloldu ! Polen, saraydan henüz çıkmıştı ki, biraz ötede, imparatorun, toz, toprak, kan ter içinde avdan döndüğünü gör- dü. Vurduğu şikârları atının terkisi- ne asmıştı. Müthiş bir hararet orta- lığı kasıyor, kavuruyordu. 'Teodos; 'çocukluk arkadaşmı gö- rünce, gülümsiyerek? — Bayıldım, susuzluktan! - dedi, Polen de, saf bir eda ile, koca elma- yı çıkardı ve hükümdara uzattı. ... Kalın duvarlı, küçük pencereli bir höcrede, muazzam bir istavrozun altında bir kadın ölmek üzeredir. Bu (Devamı on üçüncü sahifede (1) Bakır taşı denen kıymettar bir (2) İlâhlara tapan. (3) Eudoele, (4) Katolikiik İs peygamberi bir «Allah » Adams telakki eder. 4 » ğe ir di i i d Me)

Bu sayıdan diğer sayfalar: