Sahife 6 * AKŞAM Yenikapı sahillerinde Kavunlar neden pahalı ? bir korsanlık vakası Raşid ile Şükrü bir sandala atlıyarak Muazzezi soyarken yakayı ele verdiler Yenikapı sahillerinde geceleyin ce- | reyan eden bir korsanlık vakası dün Adliyeye intikal etmiştir. Vaka etras fında şu malümatı aldık: Evvelki ge- ce yarısından sonra saat bir buçuk 8i- ralarında Langa mahallesi bekçisi Bi- lâl ile'polis devriye memuru Şakir sahil boyunda dolaşırlarken, uzaktan bir feryad duymuşlar ve kulak verin- €&, bir kadının: © — Yetişiniz.. adam öldürilyorlar.. imdad!... Diye haykırdığını anlamışlardır. Bekçi ile polis dikkat edince, sahilden epeyce uzakta deniz ortasında bir de sandal görmüşlerdir. Kadının «im- dad; feryadları bu sandaldan gelmek- tedir. Bu vaziyet karşısında bekçi ile po- Mis derhal sahilden bir sandala atlı yarak açıktaki sandala yaklaşmışlar- dır, Bunlar yaklaşırlarken, açıktaki Sandaldan kadının feryadı da kesik miş ve sandal hızla Samatyaya doğru uzaklâşmağa başlamıştır, Deniz orta- sında bir müddet kovaladıktan sonra sandal sahile yaklaşırken, bekçi ile polisin sandalı da yetişmiş, Kaçan san- daldaki iki erkekle bir kadin yakala- narak sahile çıkarılıp karakola götü- rülmüşlerdir. Karakolda yapılan tahkikat ve is- ticvap neticesinde bu esrarengiz va- kanın iç yüzü anlaşılmıştır. Tahkikata nazaran vaka süyle ol- ,muşlur: Aksaray civarında oturan Muazzez âdında bir kadın, evvelki ge- ce Alımed ve Salih adlarında iki kişi ile birlikte sandal gezintisi yapmağa karar vermişlerdir. Xenikapı ci da kum yüklü bir mavnanın sahibi olan bu iki adam, sahilden bir sandal Kiralıyarak Müaz- zezi de alip binmişler ve denize açıl- mışlardır. Bunlar sahilden bir hayli açıldıktan sonra gene Yenikapı sahi- Minden peyda olan ikinci bir sandal bütün hızile bunların üzerlerine doğru gelmeğe başlamıştır. Sahilden gelen sandal, biraz sonra öteki sandala yak- laşmış ve içinde bulunan iki kişi bağı- | Tarak: — Sandalı durdurunuz! Biz sivil po-| Jis memurlarıyız. Sabıkalı bir kadını arıyoruz. Sizin sandalda bulunan ka- dını göreceğiz... Demişler ve bir kibrit yakarık Sa- lihle Ahmedi ve Muazzezi gözden ge- çirdikten sonra ikisi birden bunların sandallarına âatlanışlardır. O esnada sahilde Salihle Ahmede ait kum kayığında bulunan tayfalar- dan biri, karşıdan bu hareketlerin far- , kına varmış ve gezmeğe çikan kendi mal sahiplerinin sandalına “yabancı bir sandalın yaklaştığını görünce, şüphelenerek, kendisi de kunt kayığı- nın fhlıkasına atlayıp sandallara yak- laşmıştır, Gece yarısı iki meçhul adamın, po- lis memuru olduklarını söyliyerek, kendi sandallarına atlamaları karşı- Sinda şaşıran Salihle Ahmed o aralık kendi tayfalarının fılıka ile geldiğini görünce, beraber götürdükleri Muaz- 262 sandal içinde iki meçhul adamın yanında bırakarak tayfanın getirdiği fııkaya geçip sahile kaçmışlardır. Sivil polis olduklarını söyliyen iki “kişinin bindikleri sandalın sahibi Hay» ri de bu esrarngiz hâdise karşısında büsbütün şaşırarak sandalını alıp o da sahile kaçmıştır. Bu suretle Muaz- z€z, tanımadığı ve zorla sandallarına atlıyan iki meçhul adamla deniz orta- sında, sandal içinde baş başa kalmış- tar, Meçhul adamlar birdenbire Muaz- zezin üzerine &tılarak parmağındaki yüzüğü çıkamp almışlardır. Bu taar- | Tuz karşısında Muaa2zez âvazı çıktığı kadar bağırarak sahilden imdad !s- temeğe başlamıştır. Meçhul mütearrızlar bu defa da kadının ağzını tıkamışlar ve tecavüz- lerini daha ileriye götürmeğe kalkış- mışlardır. O sırada da, yukarıda yazdığımız şe- kilde, kadının feryadını duyan bek- çi Bilâl ve polis memuru Şakir imda- da yetişmişlerdir. Karakolda tahkikat genişletilince, bu mütenrrızların Yenikapı Raşid ve Şehreminli Şükrü adlarında iki ki- şi oldukları ve kendilerine sivil polis süsü vererek deniz üzerinde korsan- lığa kalkıştıkları anlaşılmıştır. Bunları Muâzzezin bulunduğu san- dala götüren ve sonradan sandalını alıp kaçan sandalcı Hayri de hâdise- yi şöyle anlatmıştır: — Gece, Yenikapıda sandalla dü- rurken bu İki kişi gelip sandalıma bin- diler. İkisi de sarhoştular. Denizde gezeceklerini söylediler, ilden bi- Taz açılınca elrafta gördükleri sandal lara yanaşmamı söylediler, Ben, her- kesin sandalına yanaşmak doğru ol- muyacağını söyleyince, biçak çekerek: «Biz sandalları kontrol edeceğiz. Bir kadın arıyoruz. Bizim göstereceğimiz sandallara yanaşacaksın; yoksa seni yakarız.» diye beni tehdid ettiler. Böylelikle birkaç sandala yanaşıp bak- tık. Nihayet son sandala yaklaştık ve ikisi birden o sandala atlayınca ben de küreklere yapışıp sahile kaçtım, Vaka bu suretle tesbit edilince Ra- şidle Şükrü haklarında evrak tanzim vlunarak Adliyeye teslim edilmişler. dir, İki mazmun dün asliye ceza mah- kemesine verilmişler.. fakat mahke- me evrakı tedkik edince, bu vakayı kendi vüzilesi harcinde ve ağır ceza- Bir gecenin romanı Yazan: Perihan Ömer Evet, kalbi, gizli bir yara gibi sızlı. yor, ağrıyordu. Vücudü teselli dilene- cek kadar yorulmuştu. Halbuki, HAl dun onu, her gün biraz daha sarsıyor, şüphelerini derinleştiriyordu. Bütün bu iztırablara rağmen, ne sevdiği adama, ufak bir isyan, ne de bir güz yaşı göstermemişti. Onu sevmemek İs- tediği dakika bile olmamıştı. Gecenin karanlığında, yorgun vücudünü, onun İ yanında uzanmış bulunca, âcıları yu- | muşuyor, kıvrlıyor, damarlarım ge- | yerek boğazında düğümleniyor, &ilit- lenen dişleri hıçkırıklarını hapseder. “ken aralanan dudakları yayılıyor, gözleri kaparuyordu. Her şeyi unut- mak, kısa bir müddet için bile olsa, wişte benim» diyebilmek ümidile yak- Jaşıyordu. Kaç kere adamın, geniş göğsünde ağlamak ihtiyacile kıvranır. | ken, kesik kahkahalarla gülerek, şa- kalaşmıştı. Hiç olmazsa onun içini skmamak, yanında yaşamakla de. vam etmek gayesile çırpınıyordu. Vü- | cudünün sıcaklığını cildinde, damar. larında, kalbinde hissederek, Ferid! | diyebilmek saadeti az mıydı? Bu saa- detten uzaklaşacak © olursa nasıl ya- | : A Tefrika No. 14 şardı? Ferid! Canından kopup gelen bu isim bütün bir hayattı. Zevkile, acısile, korkusu ve neşesile, bütün bir hayat. Nasıl, nasıl, Haldunun sözleri- ne kanımıştı. Şimdi, ne olacaktı? Lâmia, belki on dakikadır çöktüğü yerde kıpırdamadan kalmıştı. Yüzünü avuçlarından çekti, etrafına ümidsiz nazarlarla bakınarak; — Bitti, her şey bitti! dedi. Artık ağlıyamıyordu. Kocasının yat- tığı odaya açılan kapıya baktı, Ha- yır.. Ona yanaşamazdı. Daima oturup yazı yazdığı yere döndü, ve iradesiz bir hareketle, masaya doğru sürük- lendi, Sevdiği gözlerin saatlerce üzer- lerinde yorulduğu satırlara bakmak, ellerinin temas ettiği sahifeleri okşa- mak arzusile kitaplara uzattı. Lâkin birden durdu. Masanın üstünde açık kalmış büyük bir defter, bütün duy- gularını bağırarak, göğsünü açan bir i yatıyordu. Her şeyi söndü- rerek parlıyan bir merakla iğlld!, be- yaz sahifenin görünmiyen kalbinde ka- ra bir damga vardı: Bir gecenin ro- manı. Onlara yazacağını suylediği, kendi. Bu, kavunların azlığından ve üzümlerin geç yetişmesinden ileri geliyor İktisad Vekâleti ihracatı » teşkilât- Jandırma dairesi, muhtelif mıntaka- Jarda, İstihsal kooperatifleri kurmak- tadır. Yakında Rizede portakal müs- tahsilleri arasında bir kooperatif ku- Tulacaktır. İhracatı (o teşkilâtlandır- ma müdürü, Bu işlerle uğraşmak için şehrimize gelmiştir . Gazetelerden birinde, istihsal koo- peratiflerinin fiat pahalılığına sebebi- yet verdiği hakkında bir yazı yazıl- muştı. Buna misal olarak, Uzunköp- rüde kooperatif kurulduktan sonra, kavun fiatlerinin de pabalılaştığı ile- ri sürülmektedir. Kooperatif işlerinde selâhiyetter bir! zat, bu misal hakkında şu izahatı wremiştir. — Henüz Uzunköprü kavunları pi- yasaya iki gün evvel gelmiştir. Vakıa flat itibarile geçen seneye nazaran bir fark vardır. Fakat bu fark bu se- ne mahsulün oz olmasından ileri gelmektedir. İkinci bir sebep de, üzüm mahsulü geç idrâk edilmiştir. Piyasaya geç geldiği için, kavun fi- ailerinin düşmesine imkân olnis mıştı. Hasılı karun fiatlerindeki pü- halılık bu, tabii sebeplerden ileri gel- mektedir. İddia edildiği gibi, koope- ratiflerin pahallığa (sebebiyet ver- mesi değildir. Esasen oistihsal kooperatiflerini kurmaktan maksad, malı ucuza ih- raç etmektir. Vaziyet, böyle olduğu halde, bazı mutavaşsıllarla, kabzi- mallar kooperatifler aleyhinde böy- Je bir iddiada bülunmaktadırlar. Gazetelerimizin bu 'iddialara karşı koymaları lâzımdır. İlk tedrisat umum müdürü sehrimizde Maarif Vekâleti İlK tedrisat umum müdürü B. İsmaili Hakkı Ankaradan şehrimize gelmiştir. B, İsmail Hakkı bundan evvel Ege mintakasında ted- kikat yapmış ve Ankaraya dönmüştü. B. İsmail Hakkı, şehrimizin de ilk” tedrisat vaziyeti hakkında - tedkikat yapacaktır. Maarif Vekâleti, ilk ted- risat işleri etrafında esaslı ıslahat ve müfredat programlarında yeni ihti- yaçlara göre bazı tadilât vücude ge- tireceğinden B. İsmail Hakkının ra poru bu bakımdan mühim esasları ihtiva edecektir. ; Ceviz ağacından düştü Üsküdarda Gazhanede oturan Fe- ridun isminde bir çocuk çıkmış oldu- ğu ceviz'ağacından düşerek muhtelif yerletinden yaralanmış, Haydarpaşa hastanesine yatırılmıştır, AA yı müstelzem suç mahiyetinde göre- rek, evrakı müddelumumiliğe iade et- miştir, Maznunlar dün akşam üzeri ağırceza mahkemesine verilmişlerdir. Ağırceza mahkemesinde Cürmümeş- hud kanununa tevfikan muhakemele- ri yapılacaktır. si baloda Ve otelde iken yazilân rö- man: O göcenin romanı, "Titreyen parmaklarile sahifeyi güç- lükle çevirdi, ve okumağa başladı: (Bir Gecenin Romanı) Kırbaç şakırdıları, boru sesleri, at i nallarının çıkardığı gürültüler arasın» da, üzerleri altınlarla süslü iri atların çekliği bir kaç araba geçti, Genç adam yanindaki beyaz sakallı ihtiya. | ra sordu: İ — Altın sizin memleketinizde bu kadar bolmu ki, atları süslüyorlar, bu mücevher kutusuna benziyen araba- nun içindeki kimdi? İhtiyar gülerek cevap verdi: — Sen daha Nerohu tanımıyor mu- sun? — Hayır, Romaya bugün ayak bas- tım. İlk gördüğüm şey, açlıktan ba- cakları titreyen adamları döven, pa- zulu kollar oldu. Şimdi de altınlarla süslü atlar. — Neron eğer can verebilseydi, ât- Jarmı altından yapar, siyah incilerden de göz takardı. l — Peki bu adam milletine acımaz | mu, ilâhlardan korkmaz mı? — Onun ilâbı, milleti, kendi İsteği, | kendi zevkidir, o, başka bir şey tanı- mâz. — Tuhaf, ihtişam ve sefalet, iki düşman nasıl beraber yürüyorlar? — İki düşman mu oğlum, yanılıyor» raf çekmeği de öğrenmiştir. Yarınki » ayağı ane Birr “İspanya kralının izdivacı günü atılan humbara 1906 tarihinde İspanya kralon | üçüncü Alfonsun İngiltere kraliçesi | müteveffa Viktoryanm torunu pren- | ses Batenberg ile izdivacı merasimin- de hazir bulunarak padişahi ve devle- timizi temsil etmek üzere «fevkalâde murahhas büyük elçilik» ile Madride gönderilmiştim. Refakatime yaverlik ile Rahmi paşa ve hariciye nazırı Tev- fik paşanın oğulları İsmail ve Ali Nu- ri beyler tayin olunmuştu. Madride varınca başvekil ve harlelye nazırı ile ziyaret teatisinden sonra kral tara- fından resmen mülâkata kabul edil. dik. Bu teşrifat merasimi ve ziyaretler bizi üç gün kadar işgal etti, Nihâyet nikâh merasiminde hazir bulunmak üzere bir gün sonraya külseye davet edildik. Bu daveti aldığımız gün bir aralık yaver beyler yanıma geldiler ve «babamıza mensubiyeti olan biri- nin oğlunu beraberimizde hususi su- rette buraya kâdar getirmiştik. Dira- yetli ve hünerli bir gençtir. İyi fotog- merasimin #olograflarını çekmek tize- Ye yollarda ve kilisede ve: tivarında serbesçe dolaşabilmesi için polis na- zırından bir vesika taleb etmenizi rica ederiz. Çekeceği resimlerin bir kollek- siyonunu da bu memuriyetinizin hatı- rası olmak üzere size takdim ederiz» dediler. Beylerin bu dileklerini is'af ettim. İkametimiz için bize tahsis olunan konağın hem sahibi ve hem de milhimandarımız olan Kont Tora Pal- mayı çağırıp istediğimiz vesikanın ve- rilmesi için polis nazrına benim nâmi- ma rica etmesini söyledim «hemen gi- dip polis nazırını bulurum. İltiması. ruzı kabul edeceğinden eminim» dedi. Fakat âdeti veçhile ertesi sabah er. kence gelişinde pek endişeli ve hale- canlı bir sima ile sıkılarak söze baş- Jadı! Affınızı rica ederim. İltimasını- zı icra edemedim. Çünkü dündenberi polis nazırını her tarafla aradığım hâlde bulamadım. Sebebi de şudur ki merusimi esnasında yollarda “vöya kilisede anarşist fedailerinin kra- Ja ve kraliçeye suikasd yapacaklarını mevsuk surette haber almıştık, Polis nazırı ve polis erkânı bu fedaileri ta- kib ederlerken dün izlerini kaybetmiş- ler. Onun için bütün zabıta memurla rı gibi polis nazırının da aklı başın- dan gitmiş. Taharriyat için her biri bir tarafta dolaşıyor. Nazırın nerede olduğunu kimse bilmiyor. Bende araşlırdımsa da öğrenemedim. Lâkin bana söylediklerine göre bu suikasd korkusundan dolayı resmi davetliler. den gayrisinin kiliseye ve civarına ve sair taraflara sokulmaları pek s:kı su- rette menedilmiş» dedi. Ben beylerin istedikleri fotografların çekilmesini hesaba almıyarak Kont Palmanın ver. diği haberin dehşetinden ürktüm. Hayatımız her an tehlikede kalacak demek oluyordu. Tahaffuz kabil de. sün, onlar biribirlerinden hiç ayrımı. yan iki kardeştir. — İki kardeş ha! Fakat biribirleri. ne hiç benzemezler. — Her kardeşte benzeyiş olmaz ki. Meselâ biri pek güzel, öteki çok çir- kin, hattâ kambur, topal olabilir. Lâ- kin beraber yaşarlar, Biri gülerken öteki ağlar, biri koşarken öteki topal- Jar, ama gene beraberdirler. Ve başını sallıyan gence bakarak güldü: — Hele hele!.. Biraz daha yanaş, bak senin boyuna, bak benimkine, nerede ise iki karış fark var, bir de şu saçlara, şu kollara bak. Senin gözle- rin Neronun altınlarında, benimkiler de senin bazularında kaldı. Ne dersin kocu genç, bunlar da pay . edilebilir mi? Hey hey! Bak şu geçen güzel ka- dına, sana nasıl baktı, âdeta çağırıyor. Şimdi gidip ben de, payımı istemeli miyim? Omuzlarına dökülen beyaz saçları, göğsünü örten sakalının çok yaşlı gös- terişine rağmen, daha hayata yeni açılmış kadar canlı, parlak gözlerini kırpıştırarak güldü. Genç, başını sallıyarak söylendi: — İhtiyar, o başka, bir gün benim de kollarım seninki gibi düşecek, genç ihtiyar, güzel çirkin olacak. Ve o za- man güzel, çirkinden daha çok ıztırab çekerek geçirdiği tatlı günleri ödeye- gildi. Her ne ise çaresiz canımı Allâ- ha emanet ederek üniformayı giyip kiliseye muayyen saatte korku içinde gittim. Kilisede benim gibi ve fevkalâ- de büyük elçiler hep toplandık. İçimiz- de ayni sıfatı ve unvanı haiz olarak İngiltere veliahdi prens Core, (Beşin- ci Core ünvanile sonra İngiltere krah olmuştu) ve Çann büyük amcası Grandük Viladmir, Belçika veliahdi, Almanya ve Avusturya imparatorları &ilesine mensup prensler vardı. Tesa- düfen Grandük Viladmirin yanında bulunurdum. O da fedailerin izleri kaybedilmiş olduğunu ve suikasd teh- likesinden okorkulduğunu işittiğini söylediklen sonra hem bizim ve hem de solumuzda kral ve kraliçe için ko- nulan yaldızlı büyük koltukların tam karşısına tesadüf eden kapımız bir ko- ridoru gösterip »fedailer çaresini bu- Jurlarsa işte buraya gelirler, humba- ralarını atarlar, İyi nişari alsalar da aimemış olsalar da biz kralın sağın- da ve pek vakininde bulunduğumuz- dan parçalanmaklığımız muhakkek- trc deği: Ben de kendisine cevaben: «Herhalde kiliseye davetsiz, ürüforma- sız, nişansız kimseyi salıvermezler, Onun için hariçten bir kimsenin girip koridorun ağzına kadar gelmesinin ihtimali yoktur» diyerek hem kendi. mi ve hemde yanımda bulunanları ve Grandükü temin etmek istedim. Biraz sonra kral ve kraliçe de geldiler. Nikâh merasimi icra olunmağa başla- dı. Bir de ne bâkayim bir âralık kori- dorun ağzında elinde kutuya benzer bir şey olduğu halde bizim yaver beyle- rin Refiki duruyor! o Vesikasız sokul- muş olması bence muhakkak olması- na mâzaran zabıta, memurlarının mis mancalına tesadüf etmeksizin girmiş demek oluyor. Binaenaleyh bizimki memurların gafletinden İstifade ede- rek nasıl gelmiş ise fedailerin de onun gibi sokulmaları imkân dahilinde bu- lunduğuna hükmettim. Korkum ve hâlecanım son dereceyi buldu. Mera- sim tam oluncıya kadar çektiğim uza. bı tarif edemem. Her ne ise humbara patlamadan ve bir kazaya uğramadan önümüzde kral ve kraliçe ve arkasın- dan bizler kiliseyi İerkettik. Arabala- rımıza bindik, yola çiktık. Allaha si- gınarak giderken bir aralık ileride top sesine benzer dehşetli bir patırdı kop- tu, Şüphesiz humbara ile korktuğu- muz suikastin vukua geldiğini anla- dık. Kralın arabasından uzakça oldu- gumuz için şükürler olsun bize bir zarar olmadı. Fakat biraz sonra anla- dik ki yol üzerindeki evlerden birine gizlenmiş olan mahud İedailer çiçek demetleri içine humbara. yerleştirip kralın arabasının ön tarafına ve Seyi- $in iskemlesine almışlar. Araba par- (Devamı 8 inc sahifede) Yazan: Salih Münir Çorlu Mütekâid Büyük Etçi cek. Hem bazu sökülüp verilemez, gü- zellik parçalanıp dağıtılamaz, lâkin eğer bana, akşam yiyecek ekmeğim yok dersen, kolumdaki gümüş bileziği çıkarıp sana verebilirim, Ben bunu yaparsam koca Romanın en büyüğü» nün ne yapması lüzimgelir, sen dü. şün. İhtiyar omuzlarını kaldırdı: — Gene ilk sözümü tekrarhyaca- ğım, sen Neronu tanımıyorsun, onun başı dönmüş, biraz daha dönebilmesi için, Romanın uzun sokakların dok duran bütün halkın kanlarını sağdi- rarak içebilir. Altınlarımı dağıtmak istiyorsun ha! Mümkün olsa o, hep- sinin canlarını toplatır, biribirine ka- tarak yutar. Genç gene başını salladı: — Tuhaf dedi, bir adam bütün mil- Tetinin canını yutabiliyor da bu kadar insan, bir adamın canimi nası) ezemi- yor. İhtiyar, işaretler yaparak, ve keli- melerin üzerine basarak söylendi: — Kuvvet, sade bazuda, çoklukta değildir. Bu adamı kader yürütüyor ve o İstediği müddetçe kimse bir şey yapamaz. Neron yiyecek, içecek, res sim yapacak, saz çalacak, kadınları süsleyip gönül eğlendirecek, ahali ça- lışacak, kırbaçlanacak, sürünecek, gös berecek. (Arkası var)