ME Aka pg m “ Sus,, vapurunda gördüklerim... A AR “Eskiden “Ticareti patpat,, vapuru ile bir haftada Bandırmaya giderdik,, Yolda “ Ticareti patpat ,, ın pervaneleri sökülür, dümeni yerinden çıkardı... Bizi dört saatte İstanbuldan Ban» taya götürecek olan Sus vapuru Phane rıhtımına yanaşmıştı. Bu gw Yet Şık, genç bir kadını hatırlatan iki im. bir çekirdek, yepyeni vapurun. < seferinde hazır bulunacaktık. Bu m için tarihi bir hatıra da olacak- Otuz sene sonra torunlarımıza, ar- İk © zaman &skiyecek ve şimdiki «Bağdad, «Basras vapurları haline Ericek olan Sus vapurunu göstere- Seğiz: —— Eh... diyeceğiz, işte biz bu vapu- Tun ilk seferinde bulunmuştuk... Hey Bidi hey... ğ Vâpura girdik. «Lüks» kelimesi için- bütün müstahdemin, her şeyim; Vâpuru kendisinde toplamıştı. İşte yu” *Karı katta birinci mevki kırmızı ar Woha çıkan şık merdiven. Bunun önün- Yarı açık oturma salonu... Bü kü- Sük salonun bir eşi de - tabii çok bü- Yüğü - meşhur Transatlantik Çucen Mary'de yardır. Sus'un bu salonu Gucen Mary'ninkinin pek küçük bir Modeli, Vapurun en küçük çivisine kadar kadar bütün müslahdemin, her şeyin Üzerine tiriyor, Yalnız vapur kalkma» dan bir şey gözüme çarplı. İzmire gi- decek yolcularını uğurlamağa gelen Kalabalık bir kafile. Uğurlamağa ge lenler çikolatalar getirmişler, bir sürü de fıstık, fındık kabilinden eğlencelik Öleberi alınmış... Yedikeri çikola- tanın renk renk yaldızlarını, kırdık- ları fıstıkların, fındıkların kabuklarını mütemadiyen bu şık vapurun, şık sa- lonuna atıp duruyorlar. İşte en büyük kabahatlerimizden biri, Hükümetin, Belediyenin yaptığı baxı çok güzel şeyl rşi son dere- “e dâkâyiz. Güzel bir parktan çalar Satır çiçek koparanlar az mıdır? Gü- Zel yeni bir binanın duvarlarını çizen» ler yok mu? Bu Sus vapuru da bizim en zel. an faydalı süslerimizden bi- r. Bunun üzerine tilrememiz gil mi? Vapur kalkınasna yirmi dakika ka- lıncıya kadar kamarotlar vapurun bi- yinci mevki güvertesini üç kere termiz- lemeğe mecbur oldular. Gönül ister ki halkta böyle güzel şeylere karşı daha Yakın bir alâka olsun, vapur müstah- demininin titiz itinası da yalnız İlk se İere inhisar etmesin... İstanbul iimanındaki vapurların düdük çalarak verdikleri selâmlâr ara- sında Tophane rıhlamından kalktık. Büratimiz mükemmel... Saraybur- Nunu dönünce biraz ileride Akay'ın Zavallı, ihtiyar Halep vapuruna Tas- ladık. «Halep bizim genç «Sus un önünde yorgun, bitkin, tıknefes bir ihtiyar halinde puflıya puflıya ilerli- Yordu. fi dakika içinde ona yetiştik Ve geçtik. İşte hayat yolunda. ihtiyara gencin farkı, .. Halep selâm vermek çin düdüğünü çafarken, bana acı acı derd yarıyor gibi geldi: — Ehiih... Ben de bir zaman böyle İdim. Gençtim. Nice vapurları böyle Arkamda bırakırdım. Saatte 16 mil hızla gidiyoruz. İstan- buldan kalktıktan tam dört saat on dâkika sonra Bandırmaya yanaştık. Bandırmalılar, hattâ civar kasaba larda, köylerde, şehirlerde oturanlar içinde bizi tâ koyda karşıla- Ölar. İskelede binlerce kişinin önün- de çalınan bando muzika kulağımıza in dikkatine çarpan kir isim vardı: “Bus böreğis... «Sus böreği» Sus va- Puru kadar güzeldi. Yolcular arasında bu börek pek meşhur oldu. Bnra- dan öğrendik ki Sus vapuru için İs- ulun en eski ve en üstad ahçısı tutulmuş Vapurdan bando muzikalar, alkış- arasında çıktık, Bu sırada 40 senedenberi Bandır- Mada oturan ve daims İstanbulagi- İD gelen Bandirma eşratmdan Kaba- Sakal bay Mehmed adında bir ihtiyar alla ahbap olmuştum. Bay Mehmed i Sus vapurunun Bandırmaya ilk seferinden iki intibâ 65 yaşlarında idi. Vapurdan çıkarken anlatıyordu: — 40 senedenberi Bandırmada oturuyorum. Her zaman İstanbula gi- dip gelirim, hâlâ inanamıyorum, bu vapur dör saatte buraya nasıl geldi? Nasıl inanayım Ki, biz bu yolu eski- den ne kadar uzun zamanda geçer- dik. Ben İstannuldan Bandırmaya bir haftada geldiğimi bilirim. Bir hafta... Otuz sene evvel İstanbulia Bandırma arasında Ticareti babriye, Bahri ce- did, Anadolu isminde bazı vapurlar işlerdi. Hele Ticareti bariye ve Bahri cedid vapurları pek ömür şeylerdi. se eri takmıştı, «Ticareti Patpat» k Bu «Ticareti Patpat ile İsanbuldan yola çıkardık. Daha Yeşilköy önünde bir Arıza olurdu. Gidebilirsen git... Za- ten vapur son derece yolsuz. “Yolda Bakraç denilen bir liman vardı. Ekse- riya bu limana kendimizi 3-4 günde atardık, Üç gün bu limandan çıkamadığı- mızı bilirim. Hele bir keresinde e imam, bu Bakraç limanına gir- dik; vapurun bütün yolcuları tiriltiril titriyorduk, Ha battık, ha batacağız.. içeriye su doldu. Herkes Den başladı. Ağlıyanlar mı istersin? - disini denize atmağa kalkanlar mı? Neler de neler?... Bu seferde İstanbuldan kalktıkan y in, yani bir hafta sonra tamam yedi gün, Y: ale iu dört saatte geçiyoruz. Bandırmalı- iar buna nasıl sevinmesinler?... Hiç unutmam, Bir gün Bandırma” dan kalkan Kalvados vapuru biraz sonra alabura oldu ve yirmi kişi bo- ğuldu... İşte bütün bu meşakkatli yol- culauklar an ad dört sasi olda olu; ui. keriz vapurlar İstanbuldan kalk- tıktan sonra birkaç ârızaya uğrama- dan dünyada Bandırmaya «Ticareti patpat» vapurununun kâh- pervaneleri sökülür, kâh dümeni ye- rinden çıkardı . Nihayet son zamanlarda halkın 15- rarı üzerine idare, bu Ticareti Patpat vapurunu sökmeğe mecbur oldu. Biz de ondan o da bizden kurtuldu.» Bugün Bandırmada herkes sokak- lara, rıhtıma dökülmüştü. Herkes İs- tanbulu 4 saallik kısa bir mesafe ile Bandırmaya bağlıyan, Bandırmayı âdetâ İstanbulun bir sayfiyesi haline getiren vapuru seyrediyorlardı. Sokaklarda o günün İstanbul ga- zetelerini bağıran müvezriler dolaşı- yordu. Vaziyeti bilmiyenler şaşırıyor- lardı; — A... Bugünkü gazete mi?... diye müvezzilere soruyorlardı. Sus vapurile gelen posta da dağı- anca halk büsbütün şaşırdı, Çünkü postada ayni günde yazılıp İstanbul- dan verilmiş mektuplar vardı, Bandırmalılar İstanbuldan gelenle- re nasıl ikram edeceklerini bilmiyor. lardı, İstanbuldan hareket &dip ayni günde İzmire varacak olan İzmir yol- cularının treni, düdükle verilen selâm- Jar arasında kalktı. Beş buçukta tekrar binlerce avuç- tan çıkan alkışlarla kalktık. Vapurun her tarafındaki radyo ter- tibatı vasıtasile alafranga plâklar din- liyoruz. Her halde bu işle uğraşan ve Plâkları satın alan zat kimse, son de- rece alafranga meraklısı olacak... Çün- kü gayet güzel alafranga parçalar dinledik, Dönüşte bir şey daha gözüme ilişti, Bir adamcağız, elinde bir sürü simit, kocaman bir karpuz, birinci mevkiin © şık masalarından birine kuruldu. Çantasından kocaman bir bıçak çi- kardı. O canım, etraf mauni lüks ma- saların üsünde şakır şakır karpuzu kesmeğe kalkmaz mı? Bandırmadan İstanbula dönerken yol 15 dakika kadar uzuyor, Bunun sebebini sordum: — Sular... dediler, Bandırmaya gi- derken su cereyanları çok müsaittir. Fakat dönüşte cereyanlar biraz va” purları oyalar... Sus'un dekor odasını gezdik. Bu- rada vapurda Âni fıtık ağrılarına kar- şı bile sargılar ve ilâçlar var. Yalnız Sus'ta şu noktada dikkatime çarpı. Birinci mevklin harikulâde lükslüğü ile ikinci mevkiin farkı... İki mevki arasında bir derece değil, birkaç derecelik bir fark var. Hükümetimiz halk hükümeti oldu- ğuna göre, ikinci mevkilere daha ziya- de ehemmiyet vermemiz lâzım de- gil mi? İşte Sus'un ilk seferinde gördük- lerim... Hikmet Feridun Eş Bir yüz, güzel bile olsa, eğer müzta- rib ise, sizi nihayet bıktıtır; derdini anlatsa sıkılırsınız, çünkü anlıyamaz- sınız. Ben senin ilmi kitablarını okur- ken nasıl bir mâna çıkaramiyorsam sen de muztarib bir insanı dinlediğin halde anlıyamazsın, Bu acı bir ilâea benzer, Başkası içerken senin de yüzün buruşur; fa- kat içenin duyduğu acıyı hissede- bilmek için evvelâ senin de o ilâçtan içmiş olman lâzımdır. Geçenlerde bir srkadaşım anlatı- yordu: «Beni daha çocuk denecek bir yaşta iken biri sevmişti. Uzun s€- neler arkamda dolaştı, izlirab çekti. Benden merhamet dilenirken rengi- hin sarardığını ölgünleştiğini görür- düm, hattâ bazan hıçkıra hıçkıra ağ- lardı, Fakat bir kere olsun ona acı- madım, Kslbimin yumuşadığını, his- lerimin titrediğini duymadım, Çünkü anlamıyordum. Bu böyle uzun seneler devam etti, Nihayet birbirimizi kaybettik. Ara- dan uzun seneler geçti, Ona alışkın olduğum halde pek çabuk unuttum. Hemen hiç aramadım. Bugün ben de seviyorum, hem de bir çılgın gibi, fekat bir başkasını seviyorum; belki de beni hiç sevmiyen birini... Kısa bir müddet zarfında çok iztırab çek- tim. Şimdi, bu kadar zaman sonra, onu, benim için iztırab çeken o biça- reyi anlıyor, acıyor, hattâ ariyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istediğim dakikalarda, bir zamanlar ona o ka- dar yakın iken başımı yaslamak ih- tiyacını duymadığım göğsüne yü- zümü koyup teselli bulmak istiyo- rum, Sonrakini seviyorum, fakat ev- velkini de artık azılıyorum. Sevdiğim için sevilmenin kıymetini öğrendim.» dedi. Ben de ona hak verdim. Feridin sesi üdela dikleşti; — Bir başkasından teselli dilene- cek kadar düşen bir insan yaşama- malıdır, — Teselliye ihtiyaç hissetmiyecek kadar hissiz bir insan da zülen ya- şamıyor demektir, — Yaşamak eğer sadece yeis için- de kıvranmaksa doğru. Fakat sana böyle derdini döken kim? Senin ka- dın arkadaşlarınla pek samimi ol- duğunun farkında değildim. — Evet... Muhitimizde samimiyet kelimesinin mânasını bilen kadınlar az As ondan, Yalnız bir tanesi müs- tesna... Vedia! — İmkânı yok. Sana bu hikâyeyi Vedia mı anlattı? — .Neden imkânı olmasın? Vedia insan değil mi, sevemöz mi? Hem bilsen ne büyük, ne yakıcı bir aşkla seviyor. Bana: «Bilir misin, deği, Ha- yatta en acı şey insanın kendi ken- dinden iğrenmesidir. Dünyadan iğ- reniyorum, diyen bedbinlere acırlar, değil mi? Onlar gene mesuddurlar. Çünkü dünyayı iğrenç bulurken ken- dilerini çok yüksek, onun içinde yâ- şamağa lâyık olmıyacak kadar yük- sek buluyorlar, demektir. Kendi nef- sile gururlanan insan çök bedbaht addedilemez. Halbuki benim gibi kendini her şeyden iğrenç bulan, her şeyden ziyade kendi benliğinden tük- sinen bir insan... Bazan bu adamı na- sıl seviyorum, ondan niçin nefret edemiyorum diye düşünüyorum. «Bilsen bana neler yaptı? Üzerin- den eteklerimi toplıyarak stladığım bir çamurdan sakınır gibi ondan kaçmam lüzum, Halbuki yalnız pislik içinde yaşayabilen bir böcek gibi ayrılamıyorum. Neden? Bu sevgi mi? Hastalık mı? Şifasız bir hastalığa tu- tulan insan ne yapar? > 'Tamdıklarımdan pek çoğu, kimse- nin olmıyan bu ince kızın peşinde dolaşmışlardı. Fakat hiç biri ona el uzatıp leke sürmeğe cesaret edeme- mişler, sönmiyen arzularım, içlerin- de saklıyarak dönmüşlerdi. Daha geçen gün Macid, tanıdığım kadınların belki en güzeli değil, 14- kin en mânasılı, onda başka bir şey var. İnsanın içinden, seni beğeniyo- rum, istiyorum demek yerine karşısı- na geçip sana tapıyorum diye saaf- leree bakmak geliyor, diyordu. Dü- şün, bu havai çocuğa bile bu hissi vermiş. Onda, hıristiyanların mu- hayyilelerinde yaratıkları Hazreti Bir gecenin romanı| Yazan: Perihan Ömer >< Sahife ? Tefrika No, 2 Meryem resimlerinin, heykellerinin hüzünlü azameti vardı. Narin vücü- ünün etrafında şef- kat, merhemet dalgalanır, insanın kalbini yumuşutırdı. Onu kim öldü- Ferid söyledikçe, kadının yüzü ki- zariyor, gözleri parlıyordu. Kocası- nm, daha © zamana kadar hiç bir kadını o medhettiğini oduymamışlı. Hiddet ve hayretle: — Onu öldüven yok ki! dedi — Henüz yeryüzünde durabildiği için sen de bunu kanun kitabları gibi ölmek saymıyor ve yapana canl demiyorsun değil mi? Bu adam ne * hapsedilir, ne de idam. Lâkin yicda- nının sesini duyabilenler de ona ca- ni diyemezler mi? Biraz evvel bu kadının bedbiniikten daha ağır bir derdle sarsıldığını söylüyordun. Şim- di de yaşadığını iddia ediyorsun. Kadın kocasının sözünü keserek söylendi: — Bu vakahın senin böyle üzece- ğini bilseydim 'anlatmazdım,. — Vedia benim için kirler arasın- da parlıyan temiz bir nokta idi. Bu parlak temizliğin devam etmesi beni uzaktan memnun ediyordu. Bu kıza karşı takdirden başka bir his duy- muş olsaydım, seninle bu kadar açık konuşmazdım. Zaten, pek küçüklü. gümdenberi ben, temiz bir şeyi kir- letenlere karşı müthiş bir hiddet du- yarım. Feridin sözleri ve sesindeki hüzün kadının hayretini artırmıştı. — Bu kadar hisli olduğunu zan- netmezdim. Demek beş senedir seni anlıyamamışım, dedim. — İnsanların birbirlerini anlıyabiğe roeleri için, bazan bir gün çok gelir, bazan da bülün bir ömür azdır. Oda bir müddet sessiz kaldı. Lâmla da sesini çıkarmıyor, kıpırdamadan düşünüyordu. Her zaman kıskandı. ğı kocasına karşı o akşam daha de- rin bir kıskançlık duymağa başla. muştı. Kendi kendine: «Hiç bir kadı- mi böyle candan medhettiğini duy- madım. Muhakkak onu sevmişti. di- yordu. Kocasından israrla beklediği sev- ginin bir başkasına verilmiş olması ihtimali, ona çögmea bir iztarab vermişti. Sevdiği ve acıdığı Vedin- dan birden nefrot etmiş, şimdi onun kirlenmiş olmasından teselli bul mağa başlamıştı, Aşk İztırablarını hafifletebilen yegâne düşünce İnti- kamdır. Lâkin Lâmia, her şeyden üüs- tün tuttuğu Kocasını, intikama ka Gar gidemiyen bir aşkla seviyordu. Rakibesi zannettiği kadına kara duyduğu hınç ta fazla sürmeden, «ben ne fena imişim» diye düşünerek kendinden utandı. Bütün bunlar belki de, kıskançlığın yarattığı ev- hamlardan ibaretti. Vedianın hikâye- sini dinlediği zaman, kocası gibi o da müteessir olmamış mı idi? Silkinerek Kalktı, Odanın içinde biraz dolaştıkta nsonra neşeli olmağa çalışan bir gülüşle: — Ferid, dedi. Sana bir sürprizim var, beş on dakika bekle, - Kapıdan çıkarken ilâve etti: — Şimdi geliyorum, bakalım beğe- necek misin? Ferid, ufak bir merakın parlatma» dığı, hattâ gillikçe dalgınlaşan göz- lerini, gene câmın yağmur damlaları mzan karanlık suratına dikmişti. Belki bütün söylediklerini unutmuş, biraz evvel candan medhedip acıdığı kızdan, odasından ve karısından 8y- rılmış, düşüncelerinin sürüklediği uzaklara dalmışta. Bu düşünceler ne idi? İhtimal kendisi de pek toplyamıyor, sade on- ların parça parça dağılarak kafası. m saran kuvvetlerinden kurtulamı. yordu. Uyuşuklaşan vücudü, eğırla- $an başile kendini bırakıyordu. Herkesin oyaşadıkları muhitten, dünyadan uzaklaştıkları dakikalar vardır, Ne hissederler, ne için birden bu garib hisse kapılırlar? Kendileri de pek anlıyamazlar. Bu his acı mr- dır, tatlı mıdır? Bu da pek bilinmze, Her halde ağır ve kuvvetlidir. İnsan- da kurtulmak için mücadele etmek takatini bile bırakmaz. Bu his bizi nerelere kadar sürükler; anlaşılmaz. (Arkası var),