Arkadaşım Fahri dalgın dalgın an- Jattı; sas eli Kadınlara gösterilmesi lâzım g*- en İncelik bu hikâyeyi anlatmama mâni olmalı; fakst, gazeteci olmana en. ağzının sıkılığını (bilirim. 'em zaten boşboğazlık etsen de bü anlattıkların onun kulağına gitse; g8 me bu işi yalnız kendi ferkedecek ve hiç bir ferd vakanın hakiki kahrama- Banı sezemiyecektir.... Hoş, ismini de bilmiyorum. Kimin Mesidir, öğrenmedim. Mamafih, bil- miş olsam da, tabiidir ki söylememi Gârih bir hikâye, , Bir türlü unutamı- Yorum... Hayır azizim, hayır! Zannet- tiğin gibi âşık değilim... Bendeki sırf merak... Anlamak merakı... Sen bir kadının ne olduğunu tam3- men anlamış mısındır? Bak şu plâjın üstündeki sürüye., Göğüsler, kalça” lar... İnsan onları böyle seyredince pek basit mahlüklarmış vehmine kapılı: Yor... Lâkin hele bir kere giyinsinler... Yahud da Haydi haydi abuk sabuk konuştur- ma beni... Biliyorum, bü anlatacağım hikâyeyi başkası hoş tarafından telâkki rdi. Lâkin bana facıs gibi gel di, Anlatayım da sonra sen fikrini öY- le İşte: Geçen senenin yazındaydı.. Seya- hatten dönüyordum. Vapurda benden biraz daha genç, ancak otuz iki yaşla- rında bir erkekle giden lüm: Seyahat ahbablıl e biribirile konuşur; fakat hususiyeti- ne, hayatına git bir şey anlatmaz... Bu, uzun boylu, ciddi tavırlı, emni- yet bahşeden bir delikanlıydı. Ticari iş yapsam ortak olarak yanıma almak istedim, Fakat bir dost, bir koca sıfa- tile - kadınlar tarafından yel Ü beğenilmesine * ratacak bir tipi, Zira kendisinde şeklide göze çarpan iki büyük noksan vardı: İncelik ve müsamaha noksanı... Bir kadının fazla hassasiye- me anlamak kabiliyetinden mahrum- du. Rıhtıma yaklaştığımız zaman, be Yazlar giymiş, ince. zarif bir kadının vapur arkadaşımı beklediğini gördüm. Mendil sallıyordu. Yanımda oturan seyahat ahbabım kemen yerinden fir- ladı, Büyük bir coşkunlukla mukabele etti. Bunların sevişen iki genç olduğu nu keşfetmem güç olmadı. İskele in- dikten sonra biribirlerinin kollarına nasıl atılacaklarını görmek istiyor- dum. Hem bu beyazlı kadının güzel olup Olmadığını anlamak arzusun- ii daydım. Fakat, vapur aşmalarını bilirsin Ya... Bir kargı ıktır kopar. Eşyaları almak üzere hamallar hücum eder. Ben de o palırdıya kapılarak, merak im çifti gözden kaybettim. Aradan epey zaman geçti, Sonbahardı. Bursaya gittim, Mu- danyada otobüs i arkadaşımı gör: de inince, gene iyice Yanında güzel bir kadın vardı. Rıh- umdaki beyazlı... İri siyah gözlü, mat tenli, çok genç... Bütün hallerinden, âleme ogörün- mek istemedikleri belliydi. Vapurda Taslamayışımın sebebi, sanırım ki, ten- ha bir köşede oturmuş olmalarıdır. Kadının yüzünde dalgınlık ve neşe- sizlik göze çarpıyordu, Ekseriya susu- Yor; zihni meşgul, etrafa bakıyordu. «— Acaba karısı mi?» diye kendi kendime sordum. Fakat hissim, biribirlerile evli olma- dıklarıydı.. Sevişen bir çift miydiler? Pek merak etmiştim. Yolda arkam sıra gelirlerken teati ettikleri kelimeleri İşitmek istiyordum Kimbilir kaç aydanberi onlar bu kaçamak seyahati beklemişler, bugün- den ne saadetler ummuşlardı.", Hal- buki şimdi, endişeli ve rahatsız oldı larını farkediyordum., Birdenbire kal- bimde bu çifte karşı bir muhabbet Uyandı. Rahatlarını bozan şeye kızı- Yordun. Bursada mütevazı bir oda tuttuğu- Mu biliyorsun, İyi oteller dolu olduğu İçin, ancak köhne bir yer bulabilmiş- AŞK ve MACERA NUVELİ İlle aldatmam lâzım geldi! iş bir oday- tüm, Bu, pek fakir döşenmiş dı, Bir çok âdetlerimden feragat met buriyetinde kaldım. işte bu yüzdendir Ki, yatma saatine kadar, günümü di- rda geçiriyordum. Ti mi serseri serseri ii tenh: bir sokakta bir kadının yürü- düğünü arkasından gördüm. Efe kılık- 4 bir adam da peşisira gidiyordu. Ka- ranlık bir köşeye varınca, herif yak- laştı, onu kolundan yakaladı. İnce bir feryad: — Bırakın benil < Hemen imdadına koştum. Herifi ittim. Kadını elinden tutarak, aydın- uğa doğru sürükledim. Saldıran adam, sarhoştu. Yıkıldığı için mukabele ede- medi. Peşimizi de bıraktı. Kurtardığım kadın meğer kimmiş, anladın mi? Vapur arkadaşımın sev- gilisi; mahud beyaz elbiseli kadın... Bir şey söylemiyordu. Hattâ bana teşekkür bile etmiyordu. Şaşkın, peri- bir hali vardı, Acaba o da mı sar- hoştu? Yok, bu mevzuu bahis bile ola- maz. Kendisini hangi olele bırakmak ZAzım olduğunu sordum, Bir türlü ce- vab vermiyordu. Nihayet sinirleşerek: -— Peki, nereye götüreceğim? - diye tekrarladım Şu cevabı verdiğini hayretle işittim: — Sizin odaya! ”. Azizim, romancı değilim, Onun için sana iyice tarif edemediğime kaniim. Bu kadın cidden pek güzel bir mah- Tüklu. Zarif bir endam... Gayet biçimli bir çehre... Hal ve harekâtı cidden ki- Mi şaşırtan, garib teklifinden zi- yade onu sarhoş sarman olmuştu. Bir küçük çocuğa nasihat eder gibi: — Haydi, haydi... - dedim. - Gelin biraz benimle yürüyün... Hava aldık- a açılırsınız... Tin girdi ve dayanarak, ciddi bir sesle: y -- Beni odanıza götürün!» dedim, Söylediğim sözün mânasını pek âlâ, biliyorum... : Bu cümleleri o kadar katiyetle söy- Yüyordu ki, tahminimde yanıldığımı anladım. Belli ki aklı fikri yerinde, | sarhoşluğu da yok... — Aman efendim... Ben sizi nasıl götürürüm?.. Hem odam çok fena... İyi bir otelde yer bulamadım. Omuzlarını silkti. Ve emrini yerine getirmemi asabiyetle bekledi. Birdenbire anladığımı sandım: Evet, mutlaka biri bü kadını kızdır. mıştı, O «Biri; nin de kim olduğunu biliyordum. Herhalde onu üzmek için Şimdi benimle yürüyecek; oturduğum yere kadar gelecek; belki kapıda ayrı- lacak; belki de, kimbilir, odama ka- dar çıkarak, bir kaç kelime söyledik- ten sonra gidecek... Eski seyahat arka- daşım işi ciddiye almazsa mesele O ka dar mühim değildi, Yanyana yürürken, itiraf ederim ki, meraktan bir kaç kere başımı çevire- rek arkama baktım. Kimseyi görme- dim. Herhalde yaklaşıyorduk ve bu komedinin bitmesine az zaman kal- mıştı. Bir kaç adım daha yürüdük. Durduğumu görünce genç kadın #or- du: İ Nakleden: (Vâ-Nü) — Burası mı? Açık olan kapıyı itti. Birlikte merdi- venlerden çıktık. Sinirlerim bozulma- ğa başlamıştı. Kapının anahtarını güçlükle çevirebildim. Bu odanın me- zelleti şimdi artık büsbütün sinirime dokunuyordu. Fakat misafirlerinin bir şeye baktığı yoktu.” Girer girmez soyunmağa başladı. “. Unutmağa çalışıyorum, Köollarımın arasında tutuğum bu ölü gibi kadınla geçirdiğim anları içi- min en temiz tarafından gelen bir mahcubiyetle unutmağa çalışıyorum. Fakat buna rağmen öyle sanırım ki bu hayal benden pek güç silinecektir. Hele sonra... Giyindikten sonra... Başı- nı iki eli içine aldı... Titreyerek öyle bir oturuşu vardı ki... Saçlarının peri- şanlığını henüz düzeltmemişti. Küçü- cük iskerpinlerini de giymemişti. Titremesindeki, halindeki ıztırab sebebile kendisine tekrar yaklaşmak cesaretini göstermededim, Hattâ «sen» bile diyemiyordum. Biraz evvel koynü- ma aldığım bu kadına teklifsizce hitab edemiyordum. — Soğukl.. Üşüyorum... Yanlarından geçer- ken baktım ve tanı- o dım: Mahud beyazlı * kadındı! Halbuki hava boğucuydu bile... — Çay ister misiniz? Bilirsin meraklıyım, Dalma yanım- da çay takımı taşırım. İspirtoyu yaktım, Su kaynadıktan ve çaydan demlendikten sonra fincanı genç kadına uzatarak: — Buyrun! - dedim, Gözlerini kaldırdı ve eminim ki ilk defa olarak beni süzdü ve sonra: — Teşekkür ederim! - dedi, Elleri titriyordu. Kâh alevlerle ya- nan, kâh buz gibidonanbu zavallı başı, bu küçücük elleri tutmak istiyor» dum. Fakat bir türlü cesaretim yoktu. Tekrar fincanı uzattı: — Daha verin! - dedi, Hemen arzusunu yerine getirdim. Bu ikinci fincanla beraber ardarda ve bir kaç ta konyak içtikten sonra biraz kendine gelir gibi oldu. Bana a Fakat görmeden baktığı belliy- Dukularında hecelerkınmldadı. Keli- melerini anlamağa çalışarak: — Evet, evet... Farkındayım... İnti- kam almak istediniz, değil mi? Başını salladı: — Hayır... Öyle bir şey demedim... Ne dediğimi de bilmiyorum... İntikam mı almak?.. Çok basit $ey... Halbuki ben basit değilim... Fevkalâde muğ- lâk bir benliğim vardır... Bu son cümle âdeta ağzından dö- küldü, Sonra asabi bir kahkaha çın- Jadı. Çok acı, çok hazin bir kahkahay- dı. Gene süküt, Kalktı. Pencereye doğru yürüdü. Ortalık henüz Aydınlanmamıştı. — Daha gitmek istemiyorum... Gündüz olsun, sokak kalahalıklaşsın. öyle çıkacağım! Değil mi Refet,. «Refetu dediği adam, mutlak o ba- | sit, o ruhtan anlamıyan yol arkada- şim olacaktı, Belli ki ona hitab ediyordu. Asabi- yetle içtiği konyaklar başına vurmuş- tu. Kımıldamadan onu dinliyordum. Biçare kadın; kendi kendine söyle- nir gibi, artık anlatmağa başladı; — On sekiz aydır. Daha da fazla... İzdivacımdan evvel... Refet... Hoşuma gidiyordu... Fakat genç kızları sevme- diğinden bahsederdi... Bunun üzerine kocamla evlendim... Ve artık onu unut- tum... Zaten o da seyahate çıkmıştı... Altı ay sonra döndüğü vakit, evvelâ benimle flört etmekten çekindi... Me- suddum... Kocam iyiydi. Bunu herkes söylüyordu... Fakat ben, minen hiç te bahtiyar olamıyordum... Uyuşmuyor- duk... Mahkemelerin uyuşmamak yü- zünden verdikleri boşanma kararları ne doğru... «Bir kitab, bir manzara, bir eğlence yoktu ki, ayni zevkle tatalım... Sabah- ları uyanır uyanmaz, ruhumda yor- gunluk duyuyordum. Bütün gün mü- cadele İçindeyim... Fakat buna rağ- men onu tekrar görmeseydim, boşan- mağa karar veremezdim.. Manevi yalnızlığımı anlar anlamaz, Refet, ba- na yaklaştı. Beni elde etmeğe çalıştı Fakat namuslu kadındım. Bir türlü metres olmağa razı gelmedim. Bu ha- lim evvelâ onu sinirlendirirdi. Sonra büsbütün beni sevmeğe başladı. Evlen- | meğe karar verdik. Benim boşanma davam bitinciye kadar seyahate çıktı. «O müddet zarfında mektublaşıyor- duk. Bir gün mektubuma bir cevab günderdi ki beni hiç anlamadığını satırların arasında okudum!.. Bu me- seleyi daha derinleştirmek, şayed ben- liklerimiz arasında fark varsa bu zıd- diyeti daha tebarüz ettirmek için his- siyatımdan, düşüneelerimden sahife sahife bahsettim. Ve her seferinde yan çizerek anlamadığını, benim için birinci plândaki hislere ehemmiyet vermediğini bana isbat etti, «İşte o zaman hayatımın değişme- sinde hiç bir mâna kalmadığını. onun- la da eski kocam gibi anlaşamıyacağı- mızı farkettim ve günden güne soğu- dum... Evlenmek fikrinden vazgeçtim. «Maamafih, arkadaşlığım devam ediyordu. İstanbula döndüğü zaman onu rıhtımda karşıladım ve hissiyatı- mı anlatmak istedim. Sözlerimi kabul etmedi, Mütemadiyen bana: «— Mademki başkasını sevmiyor- sun, mademki bâna ihanet etmedin, bu hissi buhranların ehemmiyeti yok- tur... Geçer bunlar!,, - diyip duruyor- du. «Anlıyordum ki, ayrılmamızın im. kânı yok; ve istemiyerek izdivaç bağı» na yeniden sürükleneceğim... Bunu koparmak lâzimdı, Mademki onun na- Zarında yalnız filliyatın kıymeti var, © halde mühim, affedilmez bir: şey yapmam lâzimdi a fırladım, İlk önüme gelen- m Sustu, Sonra içini çekerek: — Ortalık aydınlık olunca giderim... Herkes benim buradan çıktığımı gür- sün... Ona söylesinler... Karşılıklı konuşmadan oturduk... Ortalıkta hayat başlavınca, bir ge- celik misafirim kalktı. Saçlarını dü- zeltti, ayakkabılarını giy Bir şey arar gibi etrafına bakındı, Benimle nazikâne veda edeceğini sandım. Fakat o: — Sahi, şapkasız gelmiştim! - çıktı, gitti diyip SEN — «E... Ne oldu sonra değil mi? Ne mi oldu? » diyorsun, Ne bilej azizim?.. O gün, on ikide Yalovaya hü decektim. Ancak atlıyabildim. lanıp otobüse Türkiye o Ecnebi 1400 kuruş 2100 kuruş 7 » 140 SENELİK 6 AYLIK 3 AYLIK I AYLIK 150 Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Ben Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Cemaziyelihir 10 — Ruzuhuzır da 8. İmsuk Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı ER. 74 940 500 852 1200 146 Va. 304 5001220 1613 1819 210 İdarehane: Bubrdli civarı Acımusluk #kâk No. 13 Kastamonu Halkevi ve hastanesi bitti Kastamonu (Akşam) — Halkevi ve hastane inşaatları bitirilmiştir. Ağus- tos ayı içinde küşad resimleri yapıla» 400 Yunanlının Edirneyi ziyaretinden fki intiba