lm... a e — —ğ—ğ ağam 31 Temmuz 1938 Cumhuriyet müddeiumumisi ile umumi hapishaneyi Ziyaret “ Burası tarihi bir eser » ye B. Hikme bat edilmeli ,, diyor a is0gi e ise bu iddia is “ Hakikaten suçlu da Jandarma yol verdi. Iç demir kapıyı büyük bir anahtarla, açtı, İstanbul müddelumumisi bay Hikmetle beraber içeri girdik. Gardi- jandarma eN amil evvel iç bahçe- deki fıskiyeli havuzun başında buzlu sularımızla kahveleri içerken İstanbul Mmüddelumumisi bir harabe halindeki umumi hapishaneye güzletini gezdiri- Yor ve anlatıyordu. Müddeiumumi soruyor. burası bir sarayise kimin — eseridir? ; — Ben tarihi eserlerin üzerine tit terim, Hiç birinin yıkılmasına taraf- tar değilim. Fakat şu hapishane ismi altındaki mezbeleyi yıkmağa Kalkılın- Ca ortaya bazı muarızlar çıktı. Bina nın eski ve büyük bir saray olduğunu iddia ettiler, Fakat muanzisra: — Peki madem ki bu bir eski saray” dır. Kimin tarafından yapılmıştır? Kimin sarayıdır? Bu hususta yesal- kiniz nedir? Diye sorulunca ortaya hiç bir vesi- ka koyamıyorlar ve weüsbet bir Şey #öyliyemiyorlar. Evet anlarım. Bu saray şayed me Selâ İbraniler veya daha eski.bir dev- Te Bit olsaydı, buranın ml Min sarayı olduğunu bilmemeğe verilirdi. Fakat Osmanlı imparator- luğu zamanında mimarların, padi- #ahların, vezirlerin yaptırdıkları bü- tün eserler tesbit ©di . Bu sara- Yın kimin tarafından ve kimin için ya- Pıldığı nasil anlaşılmaz? . > ei ük m lm an şim Mu 27 sene içinde bir adliye KAT kararın hangi reis tarafından verildi- , Bini derhal size söyliyeyim. d ğunu e kıymeti siktuğnr > ya Kel in. yapıldı; nasil Ki Bundan hi müddelumumi önde Artık maziye karışacak olan umumi hapishaneyi damlarına ve kubbeleri: nin üstüne kadar gezmeğe başladık. Kübbeye çıkılan merdivenlere yak lâşınca müddeiumumi: seli — Aman... dedi, birer im... Zira merdivenlerin birdenbire akıp aşağı düşmemiz çok muh lemel- Kubbelerin üstünde müddeiumumi çber dakika ihtar ediyor: çi — Aman dikkatli bâsınız. ae ınız yerin birdenbire çökmesi malt çok kuvyetiidir. “ z ları sanat eseri ii naz muhafaza edeceğiz ? Bu sırada bize hapishaneyi geni olsa bu bırakmak adliyecilerin daha | ya koyucağız.- YAZI renler, bir külçe halinde taşların top- Jandığı acayib duvarları, garib ve bir sanat kıymeitnden çok ouak kubbeleri göstererek bana soruyorlar: l —— Bunu mu Türkün büyük sanat eseri diye muhafaza edeceğiz? Bunla- 11 mı mimarimizni. şaheseri diye orta- trafıma bakıyorum ve onlara hak ya ız Tapu dairesinin ar- veriyorum. Yalmı tütün aş ediniz. diyor, oradu Öy- te müthiş ve İri pireler var ki eğer Üze- Hakikaten 2 buçuk metre > ğındaki duvarlarla çevrili alt kat girdiğimiz an e i ir kı ta ndı. Ey- mr “nüddelumuminin söyle- İ kmıştı. m elindeki mumun titrek ışığında ileriledik. — işte tecrid zindanları... — Tek penceresi yok... Demir kalın ğı yaman buraya eskiden andı parker lıların hali tüylerimi ür- da bir müddet İümden yanlışlıkla kapı miş... Fakat — katen müthiş. 500 vatandaşı bu korkunç zındanlarda fazla tahammül edemiyeceği bir iştir, u pa Beş numaralı koğuş Alt kat zindanlarından çıktık. Baş- an önümüzde. ge diyorlar... 5 numaralı koğu- mann koğuş hapishanenin hakikster en korkunç yeridir. Bir sa- Jonda 30 - 35 kişi yatıyor. Mahıkümlar yiyeceklerini, eşyalarımı birer teneke Je tavana asmışlar. Bu tenekeler bir nevi dolab vazifesini görüyor. Yanımda izahat veren İstanbul in sözlerinden anlı- âdeta bir tarihçi olmuş. Şimdiye kadar hapishane için: — Burası ilk defa şifahane olarak yapılmıştı. Yahud: — Burası İbrahim paşa sarayı idi... diyenlerin iddislarmı da çürütüyer, Çünkü müğdtiumumi, hem burada yapılan İbrahim paşa sarayının, hem de şifahanenin yerini bulmuş. Burası sanatoryom yahu Koğuşları gezerken bir gardiyan gülümsüyor: — Eyüplü Halid de bizim misatiri- miz... diyor. Bu koğ'uştaki sefalet manzarasını seyrederken eski bir mahküm: — Burayı beğenmedin mi bayım... diye bize gülümsüyor ve ilâve ediyor: — Burası sanatoryom yahu... Ya $en öteki koğuşları bir görsen... Onla- rın yanında burası cennet, Başka bir mahküm yarımıza yak- daşıyor: — Bayım... diyor, Allah aşkına bizi damarlı damarlı, hamam böceği gibi pirelef ve tahtakuruları yar... Hem de pireler kanatlı... Onu dinlerken düşünüyorum. (Devamı 11 inel sahkfede), Hikmet Feridun Eş Yazan: Sermed Muhtar Alus Bahite * 'Teftika No: 135 NANEMOLLA Aleksinaç muharebesinde yaralan- diktan sonra doktorun kendisine fev- kalâde itina ile baktığını, âdeta bir baba muhabbeti ve şefkati gösterdiği meclüb, müteşekkir ve mirmettar kal- dığını, aralarındaki dostluğun gün- den güne arttığını, samimileştiğini, rühayet Knâri beyin (kızımı sana ve- receğim de vereceğim) diye tuturdu- ğunu, nihayet fırka kumandanı Ha- fız paşadan on beş yirmi gün izin alıp / Selâniğe geldiklerini, nikâhı yapacak- Yarını, #nümüün olursa düğünü de aradan çikarıp gene Nişe, fırkaya dö- neceklerini anlattı. Zincirkıran: — Hiç bir habere bu derece mem- ten içim kabardı evlâd!. biribirlerine bu kadar denk olur, kü- füv olur işte... Kocası cevher, karısı mücevher, Kıratı kıratına biribiriniz- Rıza beyi kuyumcu dükkânına soktu: — Hediye, hatıra, nişan, muvafıkı herhangisi ise ona da Mehlika hanı- ma bir yüzük almak niyet etmiştim. Şunlara siz de bir baksamız!.. Zincirkıran neşesinden duramıyor- du: — Hay İrfancığım hay!.. Hay koca yiğit, hay koca aslan!.. Dağ dağa ka- vuşmaz, insan insana kavuşur dodik- leri ne doğrudur. Seni öyle de bir gö- receğim geldi idi kil. din, hem de öyle bir müjde verdin ki bana cihanı bağışlamış kadar oldun!.. diyor, bir taraftan da camekfnm üs- tüne konmuş kadife kutulardaki yü- züklere bakıyordu: — Doğrusunu istersen bu işten hiç çakmam. Gene sen kendi sevdiğini, gönlünün çektiğini gl! Yalvudi kuyumcunun 50 liradan ka- pı açtığı, pırlanta diye öne sürdüğü yüzüklerdeki üç dört taş kuş yemi ka- dar şeylerdi. İskambi kâğdmdaki sinek, yani ispati şeklinde olan yüzük nisbeten en zarifleriydi. İrfan hepsinden fazla onü beğen- mişti. Rıza bey de muvafık buldu ve usulca kolunu dürttükten sonra: — İntihabı senden, pazarlığı da benden!, diyip fiatini sordu. — 50 altan paşami.. Hemen dükkândan fırladı. Karş» dan iki elini havaya kaldırmış,on parmağını gösteriyor, 10 Jira veriyor- du. Yahmdi de sökağı boylamış: — Otuza birakayım paşa beyim!.. Yirmi beş veriyor musun”. Yirmi de mi yok?.. On 'beş?.. Nihayet daha kuvvetle bağırdı: — Yelin tlin, sabisi yule yule kul- lansin! Yüzüğü aldilar, sımsıkı kavramıştı: — Ben de seninle beraber geliyo- — Demek kaynata, damnd dün gel 'diniz ha?.. derken, İrfan o vakile ka- dar daha ismi geçmemiş olan Veli be- yin de birlikte geldiğini söyleyince alay beyi gayet telişin sordu: 5 — Hangi Veli bey? Babayiğitlerin Şahı Veliciğim mi yoksa? — Ray rara Tayram, TATArATA TAKİ. İşte buna da diyecek yok, bir kat da- ha memnun oldum... Bu da fevkalâde, kardeşimden ileridir, canım ciğerim- dir. Yemende, Şamda, Giridde sene lerce arkadaşlık, kardeşlik ettik. İçti- imiz su ayrı gitmezdi. İrfan ilerleyip evin kapısını çalar. ken Rıza bey gür seslle sokağı çınla- tayordu: v — Kadri bey!.. Veli bey!.. Dektor- cuğum, Veliciğim kim geliyor, bilin bakarım? Kapıya koştular, Üçü kucakiaşarak dertop olmuş, şapur şupur öpüşüyor- lar, sırtlara yumrukları iniyorlar, fi- ril fırıl dönüyorlardı. Yaygaraları bi- ribirine karışıyordu: — Nerelerdeydin be gözüm nuru?.. — Gözümde tütüyordun!.. — Kaç yıldır görüşmedikdi, ne de- Tece göreceğim gelmişti!. Zincirkıran o gür #esile gene fer- yadda: — Mehlika, bacaksız neredesin? çık meydana, gel yanıma!.. Mehlikanın sesi: — Şimdi geliyorum bey enişte!.. Odaya girince, yakalar yakalamaş , bir çocuk gibi kucağına ahvermiş: Kış, kış, kış, kış Dandini dandini danalı bebek Elleri, kolları kınalı bebek Diye sallayıp duruyordu. Öğle yemeğinden kalkmışlardı. Vas kit öğleyi çok geçmiş, ikindiye yak« laşmıştı. Üç eski dost, senelerdenberi biribir« lerini görmedikleri için eski arkadaş- lıklarına ve geçmiş günlere dair ba“ histen bahise atlamışlar, bir türlü sof« ra başına gidememişlerdi. Kahvelerini içiyorlardı... K çö Yındı; , — Telgrnt!.. Doktor fırladı taşlığa... Hayli şaş“ kın, sendelemiş bir halde odaya dön- dü, ! Telgraf Hafız paşadan. İki, üç güne kadar behemehal Selânikten hareket etmelerine dairdi. Ortalıkta bir süküt... Kimsenin s6 si çıkmıyor... (Ya!.. Öyle mi?.. Vay, yolculuk mu var?) kelimeleri bile yok. Ağa ilk oynıyan gene Zincirkıran; — Acaba bana da bir telgraf geldi mi dersiniz? Rıza bey Zayçar taraflarındaki Os“ man paşa fırkasında imiş. O da karı- sıni ve çocuklarını Selâniğe getirt- mek niyelile, izinle oraya gelmiş. İstanbuldan vapura binmişler; bus gün yarın vasıl olmak üzere imişler... Şen ve alaycı adam: — Ey gaziler yol göründü, gene ga- rTib serime! diye Lutlurarak, malüm türküyü söylemeğe başlamıştı j Devletin hayli zamandanberi karı- şık giden siyasi vaziyeti, pek yakında Moskoflunun hârekele gelmesi ih- timali birdenbire her vakitkinden da- ha giyade kuvvetlenmişti. Rusyada harb taraftarı olan İstan- bul elçisi general İgnetiyefden maada general Milatin ve Kişnev ordusu ku- mandanı gran dük Nikanın muradla- rı akıbet yerine gelmek üzere, General İgnatiyef, İstanbul kanfe- ransında kararlaştırılan ıslahat teğ- birlerinin devleti aliyece biran evvel tatbikini, bu babda geçikilirse hep bir- likte müsellâh bir tazyikte bulumul- masım Avrupa büyük devletlerine tek« If etmiş, İngiltere hükümeti ilk ham- lede bunu kabul etmemişti, Dört hafta süren, bir çok dela ke- silen ve tekrar buşluyan müzakereler- den sonra, $i mert tarihli protokol imzalanımışlı. Avrupa büyük devletleri, 'Türkiys- nin ıslahat projeleri hakkındaki vand- derine intizarda bulunduklarım ve İs- tanbuldaki elçilerinin ve Rumelinde- ki konssloslarının yapılacak işbu ısla- Karadağa Nikşik ve civarındaki big kaç kasabayı ihtiva eden bir kısım arazinin verilmesi de kararlaştırılan şernit aksamındandı, Mitat paşanın halefi sadrazam Etem paşa Karadağa bir karış bile arazi terkini kabul etmiyor, mebusan meclisindeki âzalar da ayni fikirde ola« rak nutuklar söylüyorlar, nümayiş“; Jerde bulunuyorlardı, (Arkası var) , —— 2 eni LEONE —— — NN Aİ m a yi unonan yandaki Lİ