ER AKŞAM R HİKÂYE le üstü, Meksikânın kumar- meşhur Kaliente şehrinde, bir a olurmuş etrafı seyreğiyor- nceremin önünden uzun tarâk- gözlü, kapkara saçlı, esmer kadınları, kocaman hasır şap-. anlılar, bağıra bağıra İspan- konuşan çaçaron ihtiyarlar ge- f karşıki kaldırımda, zayıf, oylu bir adam gözüme ilişti. içinde yerimden fırladım. Bu n ahalle arkadaşım İzzetti, Mek- küçük bir şehrinde İzzete ras- Burada ne işi vardı. Kendi * sİmkâni yök... diyordum, ta benzetiyorum. » Fakat ayağa » Pencerenin önüne geldim. üikatli baktım. 'TA kendisi, İz- Yet dayanamadım. yi seslendim: mke teti., Gaşım Karşıki kaldırımda şaş- m durmuş, etrafına bakınarak i kimin çağırdığını arıyordu. Nİ görünce derin bir hayrete oşarak benim oturduğum ga- geldi, Kucaklaştık. Ben ona sor- arıyorsun buralarda İzzet? ksikaya gelmek ak'ımdan geç- Fakat hayat garip bir» İ zen tesadüfler ihsanı hiç aklın- İrmiyen yerlere sürüklüyor. Bi- işte böyle oldu, Yarı iş, biraz ek maksadile buralara kadar dünyanın en çapkın erkek- n biri İdi. Fakat karısı ona göz Yordu. Dikkat ettim. Benimle irken gözleri gene pencerede, Bindan geçen süzgün bakışlı Mek. tadı da idi. Sordum: n mı? hki nasırına basmışım sıçradı: Pekin birader bırak... Dedi li p — » geçen Şıma öyle bir vaka geldi ki, an- şaşar kalırsın... kahvelerimizi içerken anlat- şladı: gaya karımla geldim Yolda ar- doğum genç bir Fransız <> demiş- m sonra genç mü- Sine Büğe kadar hak verdim. İleri b özündeki esmerlerin iz, GRAZ toplanmıştı, Otel- t eden fevkalâde munta- A BÜZ âctırmıyor k ; Bezdiğim m el. edemiyeteğin ka- dağa nd €şyayı seyrede- Körü Yaklaşıyandu, Bu esna. ski bir fı akıştık. Bir aralık genç Uzi Yol Slâhının önün- i an durdu. Elindeki mi tedkik €diyor, sonra karşi- €ski silâha dikkatli nde İn e be onun yarına h gözlerini iştım, Döndü, güzel, pe Hfedersiniz. Hd olduğunu 3 OZta O kadar Bu silâhm hangi biliyor musunuz? aradım, bula- kendi ketaloğ i umu açtım. başladım. Fakat ben de bu. 8 görün, dedim; ben yabancı- SL m amma buşe- kilim... Ben de buruya yeni e ği ROZİIT geldim... dedi. Eski silâhın esrarını öğ- ! renmekten vaz geçerek birlikte salonu dolaşmağa başladık. Gördüğümüz şey- ler hakkında biribirimize fikirlerimizi söylüyorduk. Bir aralık 0: — Burası ne kadar tenha... dedi, âde- ta insanın içine korku vetiyor... Bu tepe tenha müzede bir buçuk sa- at kadar dolaştıktan sonra âdeta ar- kadaş olmuştuk. Müzeden çıkınca: — Yoruldum, deği, boğazım kuru- | du... Bu fırsatı kaçınr mıyım? Hemen: | — Soğuk birşey içsek... Diye teklif ettim. Derhal kabul etti. Küçük bir gazinoya girdik. Buzlu iç- kiler içtik. Aramızdaki arkadaşlık da- kikalar geçtikçe daha ilerliyordu. İsmi Rozlta idi. Buraya ilk defa ve yalnız olarak gelmişti, Bizim otelin biraz ile- risindeki beyaz, büyük otelde oturuyor- du. Ayrılırken ertesi günü için biribiri-, mize randevu verdik. Otele döndüğüm zaman aklımda fikrimde, hep bu güzel Meksikalı kadın vardı. Rozita ile Yan- devum ertesi akşam saat sekizde idi, Beni bir düşünce aldı. Saat sekizde ne bahane bularak sokağa çıkmadım. Dü- şünceli düşünceli, elimdeki «seyyah— lara mahsus şehir rehberivni karıştırı- yördim. Bir aralık gözüme şu cümleler ilişti: «Geceleri vakillerini hem İstita- deli, hem de eğlenceli geçirmek istiyen seyyahlar rasathaneye gitmelidirler. Mehtaplı zamanlarda rasadhanede kuvvetli teleskoplarla seyyahlara ay ü- zerindeki lekeler ve saire gösterilir.» Hemen bu fırsattan istifade ederek: — Aman, dedim, ben bu gece Tra- sadhaneye gideceğim... «Ay» üzerin- deki lekeleri görmek istiyorum... «Ay» hakkında tedkikat yapacağım. Karım dudak büktü: — Başka yapacak tedkikat bulama- dın mı? dedi... Atıldım: — Aman ne diyorsun? «Ay. çok mühim şeydir. Bu fırsat her zaman ele geçmez. Gidip tedkikat yapmalı- Yım.., — Rica ederim, git ama... Çabuk gel.. Hayret ediyorum, bütün gün, bütün gece geziyorsun, gene de yorulmuyor- sun?.. Benim adım atacak halim yok... — Seyahatten maksad ne canım?.. Gezip, görmek değil mi? Yosa bir otel odasına kapandıktan sonra bunun m&- nası kalır mi? Böyle söyliyerek giyindim, otelden fırladım. Rozitayı büyük kumarhane- nin önünde buldum. Meksikada pek meşhur olan yeraltı barlarından birine gittik... Burası tatlı bir rüya kadar güzel yer- di. Göşede garip elbise giymiş cazband- cılar... Her masanın üzerinde yanan ikişer müm... Her taraftan tutulan renkli projöktör ışıklarının içinde kıv- rak vücudlu, esmer kadınlar rumba oynuyorlar... Rozitanın bu gece bütün neşesi ye- rinde idi, Artık onunla sanki kırk yıl- iyi Sabah, öğle ve aksam RADYOLİN BERR ba Sd z . : Diş doktoru diyor Ki : «İyi bir diş macumunda, diş etlerine muzır te- sirleri olmıyan antiseptik bir madde bulunmalı» asıl dişleri temizleyici madde, mineleri sıyırma” yacak şekilde hazırlanmış olmalı, içinde hâmız ol- madıktan başka ağızdaki hâmızları da temizlemek üzere kalevi maddeler ihtiva etmeli ve nihayet ko- ku ve lezzeti nefis olmalıdır» İşte Radyolin budur ! A dan beri tanışiyor gibi idik, Bu güzel dekor içinde öyle bir gece geçirdim ki sorma... Üstüste beş viski içtiğim için etrafı adamakıllı göremiyordum. Yal- nız gördüğüm birşey varsa Rozila idi... Bir aralık yanımıza bir adam yak- laştı. Elindeki garip bir kutu ile bir şeyler yaplı. Sonra bana döndü: — Efendim, lütfen adresinizi söyler misiniz? dedi, Evvelâ şaşırdım: -- Adresimi ne yapacaksın? dedim. O ısrar etti. Baktım Ki adamın yanı- muzdan ayrılmasına imkân yok, ismi- mi ve otel adresimi söyledim. O gece Rozita ile unutamıyacağım saatler geçirdikten sonra otelime dön- düm. Fakat dehşetli geç kalmıştım. Karım sordu: — Niçin bu kadar geç kaldın?.. Hemen cevap verdim: — Aman karıcığım. Ay'dan başka yıldızları da tedkik ettim. Züheli, Me- rihi tedkik ederek bu vakte kadar kal- mağa mecbur oldum. Ertesi günü geç kalkmıştım. Akşam- ki viskilerden başım biraz ağırıyordu. Otelden çıkmadık. Akşam üstü oda- mizın kapısı vuruldu. Benim adresime bir zarf... Şaşımuıştık, Burada bizi kim tanırdı? Kartım zarfı aldı. Açtı. İçinden bir fotoğrafla, bir mektup... Fotoğraf ne olsa tahmin edersin? ! Benim gece barda Rozita ile çıkmış resmim değil mi? Ben kolumu Rozita- nın beline dolamıştım. O başını omuzu- ma dayamış... Tabi! bu fotoğraf bizim küçük otel odamızda bir fırtma kopar- dı. Foloğrafia berâber zarftan çıkan mektubu karım okudu. Mektubun ba- şında «Haber verilmeden alınan tabii fotoğraflar» servisi.. yazıyordu. Altın- da da şu cümleler vardı: «Muterem efendim, Dün gece barda size farkettirmeden çektiğimiz tabii pozdaki resminizi siz- den aldığımız adresinize gönderiyoruz. Fotoğraf ücretini iki gün sonra sizi ra- hatsız edecek olan memurumuza tedi- ye etmenizi hürmetlerimizle rica ede- TİZ.» Görüyorsun ya felâketi., «Meğer birçok Avrupa ve Amerika şe- hirlerinde olduğu gibi burada da <0- kaklarda, barlarda böyle haber verme- den tabii pozda resim çeken fotoğraf- çılar varmış. O gece de benim adresi- mi-soran adam Rozita ile beraber ves- mimizi çekmiş ve otelime göndermiş. Bu hâdiseden nasıl kurtulduğuma, karımın ben! dayaktan öldürmediğine hâlâ hayretteyim... 4 Hikmet Feridun Es Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM; güzetesi ve «AKŞAM neş- riya Bursada münhasıran Atatürk caddesi Okullar Pazarında satılmak- tadır. «AKŞAM: abonelerine hususi tenallât yapılır. Sahibi Bay Esuda müracaat, KE yemeklerinden sonra e3 defa KULLANINIZ ! | m ka Tarihi Yazan: İskender F. Sertelli DİŞİ KORSAN Deniz Romanı Tefrika No. 45 Gabes kalesinde yatan Said denizden kaçmayı düşünüyordu. Graçyodan henüz bir haber yoktu Ağzından beyaz köpükler. geliyor, dili ve dudakları çarçabuk kuruyor- du. Semiko, Saidi hatırladı: — Ne soğukkanlı, ne metin adam! - diye bomurdandı. - Balık gö- türdüm de başını çevirip bakmadı bile, Odanın içinde esnedi, gerindi. — Aklım başıma geldi... Şimdi Baidle görüşebilirim. Bu sabah di- Minin altında bir şeyler dolaşıyordu. Her hâlde bana gizli bir şey söyle- mek istiyor. Bana öyle geliyor ki, artık Said bizim elimizden çıktı. Şim- di Graçyo, onun elinde esirdir. O, ne zamatı İsterse, sinyor Graçyo O zaman gelecek galiba... Ve kendi kendine konuşarak Sal din yattığı zindana gitti. * Kapının deliğinden seslendi: — Uyandın ımı? Sald zincirlerini sallıyarak: — Uyandım, dedi, sen de ayıldınsa, gel de, şuradaki balık kemiklerini topla... Semiko tekrar kapıyı açtı; içeri girdi. Saldin ayaklarında yirmişer kiloluk demir lâleler vardı. Meşhur deniz kartalının ayakta durmasına imkân yoktu. Graçyo onu zincirle sımsıkı sarmıştı, Sald: — Sabahleyin sen de benim gibi uyurken konuşuyordun, dedi, şimdi ikimiz de uyanığız, Semiko! Graçyo- dan bir haber yok mu? Gardiyan kapıya dayandı: — Melrire giden kuyvvvetlerimiz henüz dönmediler. İzini bulmamış olsalardı, şimdiye kadar dönerlerdi. — İzini bulsalar, yakalıyabilecek- ler mi sanıyorsun? — Kimbilir? Belki de getirirler. -—— Onu boşuna bekliyeceksiniz, Semiko! Tuvareklerin eline düşen adam, kolay kolay kurtulmaz! O, ar- tık benim esirimdir. Benim elimde- dir. Ne zaman İstersem, Graçyo an- cak o vâkit kurtulabilir. Semiko: — Biliyorum, dedi, Graçyo senin eline düştü, Fakat, bunu bizimkilere anlatmak kabil değil. Sald ciddi bir tavırla gardiyana döndü: — Melrire giden kuvvetleriniz bel- ki yarın, belki öbür gün, eli boş dö- necekler. Sinyor Manoya git. be- nim tarafımdan, Graçyoyu kendile- rine bir şartla teslim edebileceğimi söyle! — Nedir o şartın? — Beni, limandaki yelkenlilerden birile denize çıkarmak... Semiko gözlerini açtı: — Çıldırdın m sen? Bütün bu ba- şma gelen felâketlerden hâlâ uslan- madm mi? Deniz, seni Gâbes zin- danına düşürdü. Tekrar denize çı- karsan, bu sefer de Arşipel korsan- larının eline düşersin! — Sen, benim dediklerimi iyi din- le, Semiko! Sözlerimi Manoya ay. nen söyle! İsterse gelsin, benimle konuşsun. Kendisile ancak bu şart- la anlaşmağa hazırım... ; — Eğer kaçmak istiyorsan, ben seni kaçırabilirm, Salü! Fakat... Gardiyan daha bir çok şeyler söy- lemek ister gibi, gözlerini süzerek Arab korsanının yüzüne baktı: — Evet, dedi, istersen ben seni bu- radan kaçırabilirm. Fakat, buna Karşılık benim de senden bir isteğim var, — Beni nasıl ve nereye Kaçıracak- sın? — — Su mabzeninden denize... Ora- dan yüzerek bir kayığa atlayıp kör- fezden çıkar gidersin! Adamların ge- lir, seni arka sahillerden ormana ka- çınrlar. Bu suretle buradan kurtul. muş olursun! Said bir müddet düşündü: — Bu iyiliğine kârşılık benden ne istiyorsun? — Para istesem, biliyorum ki ya- rında yoktur. Senden, şu parnfa- Lı Ai #eiiiie lr ee — Bu yüzük bana ecdadımdan ke lan biricik hatıradır. Bunu pazara çıkarsan on pata vermezler. Bu yü- züğün değeri bence manevidir.. . se- nin işine yaramaz. — Ben böyle istiyorum, Said! O yüzüğü bütün Tuvarekler tanıyorlar. Onu kime güsterirsem, yardım görü- Tüm, — O ne? Çöle gitmeğe imi hazırla riyorsun? Çünkü, benim yüzüğüm ancak çölde geçen paraya benzer, Semikonun gözleri sulanmıştı. Birdenbire sesinin ahengi değişti: — Ben usandım ertik burada ya- şamaktan. Sen yarın kurtulup gide- ceksin! Ve senih gibi, bu uzun yıl- İar içinde nice mahkümlar kurtulup gittiler. Ben hâlâ buradayim. Yirmi yıldanberi - bir mahküm gibi - bü- tün ömrüm bu Kalenin içinde geçti, Müebbed bir kalebend gibi, bu ke ln ve yüksek duvarların içinde gü- neşl, dünyayı görmeden yaşıyorum. — İyi amma, sana ben de arıyo- Tum, Semiko! Fakat, ne demek iste- Giğini anlıyamadım. İhtiyar gardiyan - yirmi yıldanbe- ri yaşadığı Gabes kalesinde - belki o gün ilk defa ağlıyordu: Bundan sonra < paşacığım günleri çölde geçirmek istiyorum, Said! Ben buradan başka bir yere Kkaçamam. Beni ancak hurma or. manları ile, engin denizlere benziyen kızgın çöller kabul eder. İstersen be- nide birlikte götür! Ve Tuvareklere çölde yardımım dokumacağından emin ol! Ben, çok becerikli bir ada- mım... Biliyorsun ki, Gabesde lâğım humbaralarını benden başka kimse yapamaz. Bunun nasıl yapıldığını Tuvareklere öğretirim... Bunu öğ rendikten sonra yüz kişi ile, yüz bin kişilik orduya karşı koyabilirler. Ka- bilen, böyle bir mucizeye sahib ok mak istemez mi, Sald? Baid, ihtiyar gardiyanın sözlerine inanamıyordu. Acaba Semiko, Arab korsanını des niyor muydu? Said kolay Kolay yenilir ve avla nır bir adam değildi. — Semiko, dedi, ben sana bir iyi- lik yapabilirim... İlkönce dediğim gibi, şu limandaki tekvelerin birini benim emrime hazır olmak üzere temin edebilirsen, çöle gideceğine, seni Bizansa götürürüm. Orada, on yıldır hasretini çektiğin oğluna ka- vuşur ve bü zindan hayatından kur- tulursun! Sonra zinerilerini yere vurarak ilâ- ve etti y — Çöle dönmek, benim için ölmek demektir, Semiko! Ben yaşamak, akınlar yapmak ve Hamdanilere git- mek, orada beni bekliyen sevgilimi bir kere daha görmek istiyorum. — Fakat sen orada bir köle ola” yak yaşıyormuşsun! — Hayır. Ben Hamdaniler arasın- da, kabile reisinden daha nüfuzlu bir adamım. Köle gibi değil, kabile reisi gibi hür olarak yaşıyorum. Venedik- lilerle, İspanyollarla iki kere denizde çarpıştım ve anları mağlüb ederek kaçırdım... Gemilerini, tayfalarını €sir aldım. Beni, denizler bekliyor, Semiko! Ben çölde yaşıyamam. Eğer bana yardım edersen, sen benimle denizlerde dolaşırsın | -—- Ben denizden korkarım, Said! Hele bir düşüneyim... Eğer Bizansa gitmeğe karar verirsem, beni oğluma kavuşturursun! Ben ihtiyarladım ar- tık.. dalgalarla çarpışacak mecalim yok. Hem benim bir dostum daha var ki, nereye gilsem, ondan âyrıla- mam... — Yoook. İş değisli simdi. Ancak iki kişi kaçabiliriz buradan, Semikol Başka bir dostunu götürmeğe imkân yoktur. Ben, senden başka birine güvenemem. * İhtiyar gardiyan güldü; — Bahsettiğim dostumu sen de ge versin, Said! Onun kimseye. zarar yoktur, Bize ağırlık vermez. BİlâKİS neşe, cesaret ve kuvvet verir, Tan- a mi org şimdi?. (Arkası var) | 4 ee imene ei n .