"Gİ ay pwyay ver .— ya yay v2 “A ye EŞ ENE , 2 Haziran 1938 Karaköye geldiğim zaman yağmur giddetlenmişti. Saate baktım, Daha bizim vapurun kalkmasına elli beş dakika vardı. Bu yağmurun altında iskeleye kadar yürümenin, orada da- kikalarca beklemenin mânası yoktu. Gözüme ilişen bir birahaneye doğru ilerledim. Maksadım vapur zamanma kadar bir bardak bira içmek, gazete- mi okumaktı. Birahanenin kapısından içeri gi- zer girmez köşedeki masada oturan senelerce görmediğim arkadaşlarım gözüme ilişti, Onlar da beni görünce sevindiler, Masalarına çağırdılar. Şevki: — Aman, dedi, gayet meraklı bir hikâyeye başlıyorum. Tam zamanın- da yetiştin. Sen de dinle. Ahmed Hamdi, ben Avrupada talebe idik. Üçümüz de sokağa çıkmıyor, tiyatro ya gitmiyor, eğlence yerlerinin sem- tine uğramıyor, oturduğumuz ayrı pansiyonda mütemadiyen dersleri- mize çalışıyorduk. Bütün kadınlara karşı âdeta boykot yapmış gibi idik. Oturduğumuz pansiyon iki odacık- tı. Birinde Hamdi ile ben yatıyor- dum. Öteki oda da Ahmedindi. Bizim oda daha büyüktü. Daima burada ders çalışırdık. Bir gün aklımıza es- ti. Ahmedin odasında ders çalışmağa karar verdik. Bu oda oturduğumuz binanın arka tarafında idi, Ders ça- ışırken ara sıra pencereye gözümüz kayıyordu. Bu pencere karşıki evin Çiçeklerle süslü bahçesine bakıyordu. Bir aralık Hamdi: — Aman, dedi, karşıki evin bah- çesine bakın.. fi Başımızı çevirdik. Gözlerimiz fal taşı kadar açılmıştı, Karşıki bahçe de birbirinden güzel üç genç kadın ardı, Cıvil cıvıl konuşuyorlar. Kah- kahalar savuruyorlardı. İp atlarken havalanan kısa eteklikleri arasından son derece de biçimli bacakları göze çarpıyordu. Ahmed, sözüm ona, bir nükte sa- vurdu: — Meğer biz cennetin yanında otü- Tüyormuşuz da haberimiz yokmuş!.. Kitapları bir tarafa bıraktık, Onları seyre daldık. Genç kızlar da bizi gör- müşlerdi. Bizim pencerelere bakışa rak şakalaşıyorlar, itişip (kakışıyor- Jardı. Artık o günden sonra hep aynı odada, aynı pencerenin önünde çalı- şıyorduk, Buna çalışmak denilemez- di ya... Gözlerimiz, aklımız, fikrimiz hep karşıki bahçede idi. Bir müddet &onra genç kadınlarla selâmlaşmağa başlamıştık. Bizim arkadaşlar pek atleşlenmişlerdi, İlle biran evvel genç kadınlarla ahbap olmal: istiyorlardı. Nibayet bir gün Hamdi: — Buldum, dedi, bizim güzel kom- Şularla ahbab olmanın yolunu keş- fettim.. Aklımla bin yaşıyayım... Böyle söyliyerek pencereye yaklaş- ta. Elindeki kocaman felsefe kitabi- nı pencereden bahçeye düşürdü. Bun- dan sonra: — Eyvah... Kitabımı düşürdüm... diye haykırdı. Genç kadınlar da baş- larını kaldırmışlar, bizim pencereye bakıyorlardı. Hamdi pencereden uzanarak genç kadınlara seslendi: — Affedersiniz. Kitabım bahçeye düştü. Müsaade eder misiniz gelip #layım?, Güzel komşularımız hep bir ağız- dan cevab verdiler: — Buyrunuz, buyrunuz... Hamdi sevinç içinde bize döndü: — Ben gidiyorum... diyerek oda- dan fırladı, Biz Ahmedle yalnız kal- dık, Hamdi gitti gelmez, gitti gel- Bu çocuğa ne olmuştu? Pencereye koşup bir de bakalım? Bahçenin tâ öteki köşesinde Hamdi ile genç ka- dınlar İp atlamıyorlar mı? Hamdi İpİ tutuyor, çeviriyor, genç kadınla- rm en güzeli göksünü titrete titrete atlıyor. Ahmedle birbirimize bakıştık. Ko- Duşmağa başladık: — Hamdinin işi iş yahu... Oğlan İşini bilir, akıllı çocuktur vesselâm. Hamdi ancak bir, bir buçuk saat sonra eve döndü, Alı al, moru mor, memnundu... Ertesi günü Hamdi bu sefer de not defterini pencereye düşürdü, Sonra da genç kadınlara seslendi: Affedersiniz... Fakat defterimi bahçenize düşürdüm, Müsaade eder misiniz, gelip alayım?.. Genç kadınlar gene cevab verdi- ler; — Tabii efendim, nuz. Hamdi gene bize döndü. — Allahaısmarladık, ben gidiyo- rum. Gene bahçede dünkü gibi âlem baş- ladı. Hamdi iki gün içinde genç ka- dınlarla can ciğer olmuştu, Bu sefer iki saat sonra eve döndü. O günden sonra Hamdi artık âdet adinmişti, Her gün bir şeyini pence- Teden bahçeye düşürüyor, haydi al- mak için doğru komşuya... Bu sefer benim aklıma geldi. San- ki bizim ne kabahatimiz vardı? Aynı usule ben de baş vuramaz mıydım ? Birkaç gün sonra Ahmedle, Ham- dinin imtihanları vardı. Evden er- kenden çıkmışlardı. Ben evde yalnız kalmıştım. Biraz sonra üç genç ka- dın bahçeye çıktı. Fırsat bu fırsattı, Hemen pencereyi açtım, Elimdeki kocaman lügat kitabını yalancıktan pencereden aşağı düşürdüm. Arkasından güzel komşularımıza seslendim: — Affedersiniz. Kitabımı bahçeye düşürdüm. Müsaade eder misiniz ge- lip alayım... Üç genç kadın cevab verdi: — MHayhay.. Tabi efendim, buy- Tunuz. Hemen fırladım. Bahçenin kapısı- ye bana sarışını açtı. — Sizi rahatsız ettim... dedim, Gülüştüler: — Bilâkis, bilâkis... Zalen bizim de © kadar canımız sıkılıyordu ki... Ki- tabımı alırken bana kapıyı açan sa- rışın kadın gülümsedi: Kitaplarınıza derslerinize çok düşkünsünüz galiba... — Yooo... dedim, hele bu yakınlar- da hiç dersime çalıştığım yok... Ahbab olduk. Artık o günden son- ra sıra ile bir ben bir Hamdi pence- reden bahçeye kitab, defter vesaire düşürüyor, sonra bunları almak için koşuyorduk. Doğrusu Hamdi de, ben de mükem- mel. bir hayat geçiriyorduk. Ahmed bizl gördükçe: — Benim elim armud devşirmiyor ya... diyordu. Ben de şu bahçeye bir şeyimi düşüreyim bari... Fakat bu esnalarda bir aksilik ol- du. Bitişik komşuların aksi gibi tey- zesi dışardan geldi. Ahmed hâlâ: — Ben de bahçeye bir şey düşüre- ceğim. Bitişiktekilerle ahbab olaca- ğı... diye tutturmuştu. Ahmed kibar görünmeğe pek düş- kün bir adamdı. Bizim gibi kitab, defter düşürmeğe tenezzül etmedi. 'Tuttu, elindeki altın yüzüğü bahçeye düşürdü. Fakat bahçedeki genç kızlar bu esnada hemen içeriye kaçtılar. Ah- med ne yapacağını şaşırmıştı, Evden çıktı. Komşunun kapısını çalmağa başladı. Biz onu pencereden seyredi- yorduk. İhtiyar , teyze bahçede gö- rünmüştü. Cadaloz cadaloz Ahmede seslendi: — Ne istiyorsun bakalım?... Ahmed kekeledi: Affedersiniz. Yüzüğümü pence- reden bahçenize düşürdüm de... İhtiyar kadın bağırdı: — Haydi oradan çapkın.. yaptığınız marifetleri komşularım hep mektupla bana yazdılar. Bizim kızlarla aşna fişne etmek için hep böyle pencereden bahçeye öteberi atıyormuşsunuz. Sonra bunları â- mak bahanesile eve geliyormuşsunuz. Defol oradan bakayım... Ahmed süklüm püklüm: — Aman efendim... Yüzüğüm pek kıymetli idi... Ne olur alsam... o İhtiyar kadın kudurdu: Sana defol diyorum, ben zaten yarım akıllı bir kadınım. Şimdi bas- tonumu alınca kafanda kırarım. di- yerek üzerine doğru yürüdü. Ahmed kaçmağa başladı. Zavallı arkadaşımız: — Dimyala pirince giderken evde- ki bulgurdan olmak diye buna der- ler... Genç kadınlarla ahbaplığa gi- derken bizim altın yüzükten olduk... diyordu... (Bir yıldız) tabii... Buyru- 24 Haziran 1958 Cuma programı İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla 'Türk musikisi 12.50: Havadis, 13,05: Plâk- Ja Türk musikisi, 1330: Muhtelf plâk neşriyatı, 14: SON, Akşam neşriyatı: Saat 1830 Plâkla dans musikisi. 16,15 Konferans: Ali Kâmi Ak- yüz (Çocuk terbiyesi). 19,555 Borsa haber- leri. 20 Saat ayan: Grinviç rasathanesin- den naklen. 20,02 Müzeyyen ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları. 2045 Hava raporu, 20,48 Ömer Riza Doğrul tarafından arapça söylev. 21 Mu- zaffer İlkar ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2145 ORKESTRA: 1 - Morena: Strausfedem. 3 - Çaykovsky: Vuls de flör. 3 - Manfred Le pötl gamen. 2215 Ajans haberleri. 2230 Plâkla sololar, opera ve operel pa: çaları. 2250 Son haberler ve ertesi günün programı, 23 SON, Ankara — Öğle neşriyatı: 1230: Karn- şik plâk neşriyatı, 12,50: Plâk; "Türk mu- #ikisi ve ha'k şarkıları, 13,15: Dahili ve harici haberler, Akşam neşriyatı: Saat 1830 Plâkla dans musikisi, 1915 Türk musikisi ve halk şar- kıları (Handan ve arkadaşları). 20 Saat ayarı ve arapça neşriyat. 20,15 Türk mu- siksi ve halk şarkıları (İstanbul radyosu okuyucularından oBemahat), 21 Çocuk Esirgeme kurumu hamına konuşma, 21,15 Stüdyo salon orkestrası 1 - Grige: Peer Gynt - Suite II Morgen- timmung. 2 - Grleg: Peer Guynt-Suite 1 Anitras 'Tanz. 3 - Grieg: Peer Gynt-Sultte H İngrids Kluge. 4 - Grelg: Peer Guynt - Suitte II Heikehr. 22 Ajans haberleri. 2215 Yarınki prog- ram ve İstiklâl marşı, Avrupa istasyonları Sant 29 de Berlin 20:10 orkestra — Breslau 2010 konser — Deutsehi, 8. 20,10 orkestra — Hamburg 20,10 askeri muzika — Kolonya 20,10 orkestra — Königsberg 20,10 solist- ler — Laipzig 20,10 askeri muzika — Mü- nih 2010 operet ve filim havaları — Stuttgart 20,15 plâk neşriyatı — Viyana 20,10 konser — Athlone 2045 konser — Budap. 2050 «Travlatas Verdi operası — Bükreş 20,20 salon muzlkası Fiorans 20,20 armonik “- Helsinfors 20 konser — Hüvers. I 2055 - 23/10 konser — Londra 2030 konser Milano 2030 konser — Oslo 2040 akordiyon Sofya 20 kon- ser — Sirasburk 2030 konser Rad. “Toulouse 20,15 konser Varşova 20,40 - 2145 muzlka Sant 21 de Berlin 2130 senfon. konser — Breslau | 21 konsere devam — Deutschl, 8. ve Lon- | dradan naklen Danzig, Habmurg ve Vi- yana 21 güzel melodiler — Frankf, 21 senfon. konser — Kolonya ?2i orkestraya devam — Königsbere 21 «Melsteringör» Vagner operasının 3 üncü perdesi — Leipzig 21 konser — Münih 21 operet ve filim havalarına devam — Stuttg. 21 or- kestra — Bari 21,09 Yunanca neşriyat — Berumn, 2005 şehir bandosu — Brno 2130 «Mligaone Thomas operasının 2 İnci per- desi — Brüksel II 21 Belçika muzikası — Budap. 7) operaya devem — Budap. II 21.25 orkestra — Bükreş 21 - 24 «Carmen» Bizet operası (plâkla) — Droltviç 21 eğ- lenceli muzika — Granoble 2130 konse, 730 orkestra — Kowno 2130 konser — Lyubliana 21 hafif muzika — Lyon 2130 askeri muzika — Marsilya 2130 - 2830 orkestra — Midland 21 orkestra — M. Ceneri 21 Şubert şarkıları — Nis 210 - 2330 «Bebek. Sudran'ın opera komiği — Norih Reg ve Londra 31 orkestra — Paris P.T.T. 2130 - 2330 orkestra - Prag 11 21 orkestra — Rennes 2130 - 2230 konser — Sofya 2120 hafif muzika — Btokholm 21,30 operet — Rad. Toulouse 21 marşlar, 2145 salon muzikası, Saat 22 de Berlin 22 konsere devam — Dutachi 8. ve Viyana 22,15 güzel melodiler — Hasıbürg «Der İllegende Hollander« Vag- ner operası — Königsberg 22 operaya de- vam Sharbr. 22 operet muzikası — Btutig. 22 konsere devam Belgrad 22 orkestra — Brüksel 22 konsere devam Brüksel TI 22 konser — Büükreş 22 opera- ya devam — Budap. 22 operkya devam — Droitviç 2235 - 2340 orkestra — Kowno 2255 hafif muzika — Londra 22 çiran mu- sikası — Milano 2230 senfon. konser Prag 22 orkestra — Sofya 22 hafif muzi kaya devam — Slokholm 27 öperete de- vam — Rad. Toulouse 2230 operet kon- seri — Varşova 22,10 dans, Saat 23 de Frankt, 2350 eğlence ve dans — Münih 2330 gece muzikası — Stutte. 2330 eğlen- ce ve dans — Diğer Alman İstasyonları 2330 Leiprig'den naklen dans ve eğlen- ce — Brüksel II 23,10 - 24 pik neşriya — Budap. 23 carband — Kopenhag 230 örkestra — Londra 23.25 dans — Lüksem- burg 23,06 orkestra — Milano 23 konsere devam — Riga 23 dans — Sirasburg 23 Havay kitaraları — Rad. Toulouse 23,10 Arjantin muzikası ve marşlar — Varşova 23 orkestra. Sant 14 den itibaren Alman istasyonları saat 1e kadar ev- velki programlarına devam Droltwiç 24,15 dans — Budap. 2410 çiğan muzi- kası — Kopenhag 2410 - 140 dans — Lüksemburg 24 -2dans — Milano 24 dans — Rad. Paris 24 - 130 orkestra — Rad. Toulonse 24 konser ve dans — * Btuttig., Frankf, ve Deutsehi, 8. 1 - 4 gece konseri — Diğer Alman istasyonları i 4 Künigsberg'den naklen gece muzikası, Tarihi - müş DIŞI KORSAN Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli 'Tefrika No, 35 Fırtına, yağmur bir felâket halinde devam ediyordu. Düşen yıldırım, çadırdaki Mogol askerini yakmıştı! — Hatırladım. orada da bir ka- yanın altına sığınmışlık. Sen gene bugünkü gibi korkmuştun! — Korku mu? Hayır. Ben o gün korkmamıştım. Bugün de korkmu- yorum. Fakat, bu dehşetli gök gü- rültüsü bana eski bir masalı hatır- latıyor. — Hangi masaldan bahsediyorsun? — Gerolan boylarında Cengiz han geyik avına gittiği zaman, bir ak- şam böyle bir fırtınaya tutulmuş. Kaçacak, sığınacak, bir yer yokmuş. Yağmur dağlardan kayaları koparıp irmağa endiriyormuş... Müthiş bir tufan içinde kalan Cengiz han şaşır- mış: «Ulu Tanrım demiş. senden başka sığınacak kimsemiz yok, Sen bizi kurtari» O zaman göklen bir ses duymuş: «Gerolan senden bir kurban istiyor Bu kurbanı Ove- rirsen, fırtına dinecek ve ölüm- den kurtulacaksın!» Cengiz derhal irmağa bir koyun attırmış. Fakat, fırtına dinmemiş. Hakan bu seler yanındaki göz bebeği gibi sevdiği ge- yiği suya atmış. Fırtına hâlâ devam ediyormuş. Cengiz: «Tanrım! demiş, bir kurban istedin. Iki tane attım. Fırtına hâlâ durmadı. Daha ne İsti- yorsun?,> Tekrar enginlerden şu sesi duymuş: «Irmağa alacağın kurban, insan oğullarından biri olacak'» Cen- giz han titremiş. İnsan oğullarından nehire kimi atabileceğini düşünmüş. ve bunu maiyetindekilere de söylemiş. İşte o zaman, hakanın adamları bep birden: «Biz senin kurbanların de- gli miyiz? diyerek yere kapanmışlar, Emir beklemişler. Hakan, adamları- nn bu sadakatinden pek memnun olmuş. Aralarında kura çekerek, bun- lardan birini nehire atlırmış, «Gero- lanş in coşkunluğu durmuş, fırtına çarçabuk dinmiş.. boğulmak, mahvol- mak tehlikesi de kalmamış. Şimdi, çöl mabudu da bizden bir kurban is- terse, yedi kişi arasından hangimiz öleceğiz acaba? Çadırlar o kadar sarsılıyordı ki, İ Moğol zabiti sözünü kesmeğe mec- bur olmuştu. Bir başka çadırda oturan diğer Moğol askerlerinden birinin sesini duymamış olsalardı, belki bu hikâye- nin sonu gelecekti. Moğol askeri: — Yıldırım, yıldırım... Diye bağırıyordu.” Gerçek, müthiş bir şimşek çakma» sını müteakib yandaki çadırlardan birine düşen yıldırım, hem kabile şeyhini, hem de Moğolları dehşet ve korku içinde bırakmıştı, Kumlar artık su çekmiyordu. Ya- gan yağmurlar dizlere kadar çıkmış, çadırların içini su basmıştı. Etrafta bağrışan Arapların sesleri işitiliyor- du. Araplar yağmurdan ve gök gür- lemesinden çok korkarlardı.. Arabis- tanda yağan yağmurlar çok defa bü- yük tahribat yapardı. Böylesi de na- diren görülürdü. Bu, yağmur değil, bir tufandı. © Zabitler kendilerini çadırdan dışa- rı attılar, sesin geldiği tarafa koştu- lar, Moğol askrelerinin yattığı - ev ka- dar mazbut ve sağlam çadır yangın dan çıkmış gibi paralanmış, kül ol. muştu - ve yerde suların içinde yatan bir Moğol askerinin kömürleşen ©c8- sedi, zabitleri dehşet içinde bırak- mıştı, Aykut gürültüyü duydu. Çadırın küçük deliğinden seslendi: — Ne var orada? Çadırınızı su bas- tıyse, benim çadırıma geliniz! Zabitlerden biri: — İhtiyar falcının dediği çıktı, bir kurban verdik, Diye bağırdı. Orta boylu zabit de Şunlari ilâve etti; * Merak etmeyin. Çöl, istediği kurbanı'aldı, “Artık hiç kimse için tehlike yok... Aykut bu sözleri işitince fenalaştı. Belindeki hançere çadırın deliğini yarıp başını dışarı çıkardı: — Ne diyorsunuz.. bir kurban m verdik? , Moğollar suyun içinde kalan arka" daşlarının cesedini omuzlayıp öteki çadıra götürüyorlardı, Aykut bu korkunç manzarayı sey- rederk !. vüdudünde bir ürperme duhmuştu. Zabitler yağmur altında sırsıklam işlandıktan sonra çadırla- rna girdiler. İçlerinden birisi dişlerini gıcırda- tarak homurdandı: — Çöl, kurbanını aldı. Ve işte yağ- mur birdenbire hafifledi, Uzun boylu zabit de yere göğe İs- yan eder gibi, boşluklara doğru yum- ruklarını salladı; — Kum gibi kaynaşan şu Arapla- rın içinde,'Tânrının bizden kurban alması büyük bir adaletsizlik değil de nedir? Biz yedi kişiyiz. Onların sayısını kengileri de bilmiyorlar, Za- valh Tongur! Sayısız cenklerde öl medin de seni gökten düşen bir yıldı- rım çabucak yere serdi! Meğer gök- lerin İnsafı, adaleti yokmuş. Fırtına diniyordu. Tıpkı orta Asyadaki Gerolan ırma- ğı gibi, çöl de kurbanım alınca tu- fan hafiflemiş, yağmur kesiliver- Mmişti. İki zabit tekrar baş başa verdiler: — Hâlâ ellerini göğe kaldırıp boş- Tuklardan yardım dileniyorsun.. ah» mak! i — Bundan sonra, sıkıldığım z8- man elimi yukarı kaldırırsam, kılıcı- nı çek ve kolumu bir vuruşta yere düşür, Hiç tereddüd etme, e mi? 5 : ... Fırtınadan sonra.. 'Hem Moğol askerinin rüyası, hem de ihtiyar Arab falcının dedikleri ci- muştu. Yıldırım çarpan Moğol as kerini - fırtına dindikten sonra - ka- bilenin mezarlığına gömmüşlerdi. Şeyh Abdullah bu hâdiseden çek müteessirdi, Şeyhin kızıma gelince, o şimdi ba- basına Moğollar hakkında daha sid- detli davranıyor : — İşte, Allah bile onların aramız- da bulunmasına tahammül etmedi. birini yıldırımla öldürdü, Ötekilerin de bâşına bir felâket gelecek. Daha ne bekliyorsun, onları neden yurdu- muzdan kovmuyorsun ? Diyordu. Şeyh Abdullah kızını suslurmasını bilmez bir adam değildi. Fakat, ona Moğollar kadar kızı da lâzımdı. Ka- bile şeyhi, kızını darıltmadan bu işin içinden nasıl sıyrılıp çıkacaktı? Hele bir kere şu Saydavilerle an- laşsınlar, ondan sonra Moğolları at- latmak kolay olacaktı. Aykut'un tufandan sonra manevi- yatı bozulmuştu. Hattâ bir sabah ar- kadaşlarına: — Göktay bizi bekler. Burada da- ha fazla kalmamız doğru olmaz. Bir- an evvel dönüp gidelim. Demeğe bile lüzum görmüştü. Aykut Hamdaniler arasından uzak laşmakla aşkını da yenmiş olacaktı, Aykutun Saydavilerle anlaşmağa gitmesi suya mı düşüyordu? Aykut fikrini neden değiştirmişti? Oysa ki, şeyh Abdullah onu Say- davi kabilesine gidecek sanıyordu. Kabilenin biricik cengâveri olan kah- raman Said de Saydavilerle anlaş mağa terâfdardı. Onun da bu işe rey vermesi şeyhin ümidlerini takviye elmişti, Arlık aradaki husumeti unü- tacaklar, Bizans” muhasaraya gitmek fikri etrafında birleşerek, yarın bel- ki de - eskisi gibi - müstakil bir dev- let kurmağa muvaffak olacaklardı. * Tunus, Tarablusugarb cihetlerin- deki Araplarda da kalkınma hareket- leri görülüyordu. Suriye sahillerin- deki Arapların bütün ümidi ve göz- leri şeyh Abdullahta.. onun Bizansa karşı yapacağı harekete bağlanmıstı. Acaba şeyh Abdullah maiyetindeki korsanlarla birlikte bu işi yapmağa muvaffak olabilecek mi? Bütün Arap dünyası bunu sorüyor ve bu neticeyi bekliyordu, © © veriye U 7 aşar