vari ezin Yak Zi ire Akın” e mize, we niyo- artık i dan” Onrâ, var) yrmak değdi” 24 Hazitün*1938 A A emme Safi?e 7 İmperio Argentina Endülüs geceleri filminde bu genç lie e e artist çok muvaffak oldu İmperio Argentina ve Fredricli Benfer «Endülüs geceleri» filminden iki sahne Son zamanlarda Berlinde Ufa stüd- yolarında büyük bir filim çevrilmiştir. Filmin adı «Endülüs geceleri» dir. Vaka İspanyada cereyan etmektedir. Filimde İspanyol şarkıları, İspanyol dansları vardır. Filmin başyıldızı İmperio Argenti- na adında meşhür bir İspanyol artist- tir. İmperio filmin almancave ispan- yolca nüslialarını çevirmiştir. Artist beş altı ay evveline kadar almanca bilmiyordu. Altı aydanberi ciddi su- rette çalışarak almânca konuşmağı öğrenmiştir. Yalnız hafif bir yabancı şivesi vardır ki bu şive filimde yaptığı İspanyol çingenesi rolüne pek yakışı- yor. İmperio filimdeki rolünde çok mu- vaffak olmuştur. Bir çok sahnelerde Ateşliliği, kavgacılığı ile hakiki bir İspanyol çingene kadını tipi yarat- maktadır. Filimde rakibi olan Dolores adındaki kızla kavga ederken o ka- © dar heyecana kapılmıştır ki eline ge- çirdiği şişe ile kadının yanağını yar- / mıştır. İmperio ok güzel dans etmkete, bir çok şarkılar söylemektedir. Fil min şarkıları baştan başa yenidir. Bunları İspanyol bestekâr Molleda bestelemiştir. Karmen operasının gü- zel melodilerini almaktansa yeni şar- kılar ve melodiler bulunması tercih edilmiştir. Filimde geçen asrın İspanyası pek güzel bir surette canlandırılmıştır. Harici kısımlar Sevil şehrinde çevril- miştir, Stüdyo içindeki kısımlar için bir çok tertibat alınmıştır. Dekorlar arasında biribirine bitişik geniş üç hal vardır. Endülüs geceleri filminde İspanyaya ald bir çok şeyler, bu me- yanda boğa güreşleri de bulunmakta- dır, Yeni film yakında gösterilecektir. İmperie Argentian Bir pastacı çırağı sinema artisti oldu Son günlerde Fransada küçük bir Pasin: sinema artisti olmuş- tur. Paris akınında Joinville stüd- n ha Gultry'nin bir filimi çevrilirken mühim bir rol yapan ar- tist Luclen Baroux'u zartması yemesi Jâz geliyordu. Artistler her zaman tavuk kızartma- s1 yiyemiyeceklerinden, karşıdan tıb- bir tavuk kı- kı kızarmış tavuğa. benziyen bir pas- | tur: ta yaptılar. Üzerine yağ hissini ver- — Küçük, şimdiye kadar hiç filim De İ Bulfülimde de artist tavuk kızart- #layır, grirmedim. ması diye böyle bir pasta yiyecekti. Küçük çırak bu pastayı stüdyoya ge- tirmiştir. Sacha Guitry çırağın hali- | miş ve bu rolde gösterdiği muvaffa- ni, tavrını o kadar şayanı dikkat gör- | kiyet üzerine kendisini pastacı dük- | müştür ki kendisine şu suali sormuş- İ kânından alarak artist yapmıştır. 'Tebil değil mi? | |. — O halde çevirmek ister misin? İ İ Bunun üzerine çocuğa bir rol ver- | | . ribirine karışıyı Yazan: Sermed Muhtar Alus ma Tefrika No, 99 NANEMOLLA — (Mutasarnf bey gönderdi; ça- | buk götür) dediler diye bir kâğıd ver- di «Dersâadetten şimdi tebliğ kılhnan telgrafname mitadınca, Abdülâziz ha” | nın saltanattan mahlüen infikâki üzerine sultan Muradı hanı hsmis hazretlerinin calisi tahtı âli bahtı 0s- mani olduğu ve işbu haberi meyamin bedidin bilcümle vilâyat ve elviyei mahruseye iş'ar kılındığı.» İrfan “çılgına dönmüştü. kurtuldu halâs oldu; göründü ha”? Gömlek pantalonle i layıp yeleğini, ceketini giydi. Sevinci- ne uyar yok. Adım almiyor, koşmu- ya siçriyor. Utanmasa 50- Demek İstanbul yolu Mulasarrıfık dairesinin kapısına geldi. Yükarısı yıkılıyor. Bağırtılar bi- — Ey Aziz nasılmış? — Yakında ilâ cehennemüzümera da olacaksın! — Etme bulma dünyası derler bu- rat. — Bu kahbe felek Süleymanlara, Daralara, İskenderlere kalmamış, Yukarı çıktı. Herkes zeybek-oyu- nunda O güne kadar, el kaldırmış değil- ken o da aralarına karıştı. Mutasarn! bey,redif livası paşa, naib efendi ve Zincirkıranla beraber bir oynuyor, bir oynuyordu ki... Bu umumi vecd ve şevkin sebebi - yukarıda söylemiştik ya - hepsinin orada sürgün oluşu... İşin içten ve samimi tarafı böylece aralarında geçiştirildikten sonra hü- kümet konağında ve redif kumandan- lığı binasında toplantı ve kabul res- mi de yapıldı. Mutasarrıflık dairesinde naib, mu- hasebeci, tahrirat müdürü, telgraf ve posta müdürü, evkaf muhasebecisi, gümrük müdürü, defterhane başefen- disi gibi mahalli mülkiye memurları, askeri makamdan da redif ümerası ve zabitanı padişahı nevcahın cülüsunu tesid ve tehniye ettiler. Resmi dairelere, çarşı boyuna bay- raklar asıldı; gece de fenerler, kan- diller yakılarak donanmalar yapıldı. Halk toplanmış; sürgün ve yangın- Jarın teşvikile cuş ve huruşta. — Allahu yansuru sultan! — Yensuru sultanena Muhammedi hanı hamiğ!.. Bağırtılarına dearbekilerin o (yani darbuka), kudümlerin, zilsiz teflerin sesleri, arab kadınlarının (lülülü!) le- ri karışıyordu. Nanemolla o akşamdan tutturmuş- tu: — Amca, artık burada durmamıza mahal yok, ilk vapuriz İstanbula at- Jarız değil mi? Şaşılacak şeye bak, Rıza bey o ta- raflı değil, — İrfancığım, diyordu, buraya ge- Jeli dün bir, bugün iki, Daha ahbab- larla adamakıllı konuşamadık, biri- birimize döyamadık. Âcelân ne # ço- cuk? İrfan susuyor, ileri gitmiyor ama maksadı bir ayak evvel kendini İstan- bula atmak... Bağların çözüldüğünü, istediği zaman gidebilmek ihtimalini gördükten sonra her geçen saat ona günden, her dakika saatten uzun ge- liyordu. Bu kızgın güneşli, taş yığını, yan- gın yerinden farksız, çayır çayır ya- nan memlekette artık ne işi var? Rıza bey bunu anlamıştı. — Anladım evlâd, demişti; gençsin, canın tez, katiyen hatırım kalmaz; beni bekleme, git güle güle... Biz as- keriz, çoluk çocuğumuz bizi seneler- ce beklemeğe alışıktır!.. ' Borç etti, harc etti, ona yol parası da buldu; on beş mecidiyeyi önüne sayı — Aklını başına el, eski sakalının zıpçıktıcasına iradesile sürülmüşler- deniz, Vapura dört, nihayet beş meci- diyeden fazla verme Üst tarafını harçlık edersin; cıgaran yok, içkin yok, kumarın yok; yeter de artar bi- Je.. Neye duraladın, amcan değil mi- yim yahu?.. Daha istersen, borcun ol- sun; elin genişlediği zaman verirsin... Akâya arada bir uğrayan Mesajeri ve. Loyd vapurları, tesadüfe bukın, o gü- | lamak için gene Rıza beye başvurm nün ertesi sabahı dizilmişlerdi kersi- ya, İrfan acenlaları bulup sordu, Hem de güverte bileti, biri 20, öbürü 23 me- cldiye. Mevcudün üst tarafını tamam ayıb... O günün akşamına doğru vfukta gene bir dümen. Bir tekne belirdi; yaklaştı; demir attı. İdarei Aziziyenin «Malakof» Yapu- ru... Bosnaya gidecek Nablüs redif tabu- Tunu Yafadan almış, Giriddeki Kan- diyeye kadar götürüp, orada başka bir tabur da beklediği için, bunları da- ha büyük bir gemiye aktarma edecek, İstanbula boş dönecekmiş. Zincirkıran gene öne düştü, İrfan- Ja beraber vapura gitti. Kaptanla ve vapurun binbaşısı ra bile ayırttı. Vedalaştılar, Biri el, öbürü tepe öp- tü. Ayrıldılar, «Malakof, idarenin vapurları için- de en yollusu; saatte 10 mil gidiyor. Kandiyede Nablüs taburunu «Ba- tum» vapuruna aktarma etti; İstan- bul yolunu tuttu. Açıkla deniz kabarmağa başlamış- tı. Yunan adalarına yaklaşırlarken azdıkça azdı, fırtına halini aldı. İnsanın günü gününe, saati saatine benzemez derler ve doğrudur da. Gi- derken daracık kamaradan çıkamı- yan, sergi gibi yatan, tenekeden bası- nı ayıramıyan Nancmolla şimdi dim- dik, ufacık bir öğürtüsü bile yok. İkindi ile akşam arası «Malakof» Sirkeci önüne demir atmıştı. İrfan, ilk yanaşan sandala atladı. İstanbul toprağına ayak basar bas- maz, üstünde bir hafiflik, bir hafiflik ki. Sanki kuş; pir diyip uçuverecek. Bir arabâya bindi. Koskaya geldi Kapıyı çalıyor çalıyor, açan yok... Sokakta çelik çomak oynıyan ço- cuklar: — Bey amca, dediler; kimse yok ki orada. Kim açacak kapıyı? Nanemolla, konağın cümle kapısı- nın eşiğine çöküverdi: — Yanlış olmasın, kimi söylüyorsu- nuz siz? Çocuklar oyunu bırakmışlar, oraya toplanmışlardı: — Hahniya bu evde kırmızı saçlı, kir- mim parmaklı, ihtiyar bir kadın yok mıydı, onu söylüyoruz biz... Bir haf- ta mı ölüyor, ön gün mü, cenazesini Bir çocuk atıldı: — İmam efendi önce dikildi Bu burada kalır Böyle, masrafını verecek yok. Belediyeden gelsinler yükleyin nereye götüreceklerse götürsünler de- di. Etraf İrfana zindan. Evinin kapısı- na bakamıyor, yüz çevirmiş; — Peki sonra ne oldü? — Biz kâydırık oyununa dalmiş- tık; pek farkelmedik ama galiba he- malları çağırdılar. Geldil döndüler. İmâm efer bekçi de Bıraktı İrfan mahvoluyordu: O kadın günlerce evde mi kal- dı? Büyükçe, 14; 15 yaşlarında bir ço- cuk, içi dut dolu bir örtüyü dertop halde arkadaşlarına verdikten sonra dedi ki: — Bey amca, ben hepsini söyliye- yim sana, Biz bu mahalleliyiz; seni, konağını iyiden iyiye biliyoruz; mer- hum sadrazamın oğlu imişsin sen.. 'Teyzen mi, haminnen mi, o ihtiyar kadın geçenlerde öldü. Götürdüler, gömdüler onu!., İrfanda anahtar da yok. Ecinniler yuvası köhne konağın kapısini kim açacak şimdi?.. Orada kalmak, göce- lemek meselesi sonraya kalsın... Çocuklara sordu: — O günden sonra buraya gelen giden, kapısını açıp kapıyan kimse çıkmadı mı? — Onu bilemeyiz bey amca... Bir ucu ta neredeki ma- kapısı var buranın.. Doğru, çocukların hakları var,