bal SEM * Bahife 19 AŞK NUVELI Yıldızlar ve insanlar — Aman Allahım... Bü merdivenin dikliğil... Benim, oğlum Faik!... 'Telâşlı bir ses cevap verdi; — Rica ederim, anne! Beş dakika bekie!... KAğıd'arımı toplamadan kapıyı açarsam rüzgâr hepsini uçu- racak.., Rukiye hanim tırabzsna dayandı. İçeride aceleyle kâğıdların toplandı- ğını duyuyordu, Kitaplar kapanıyor, — Şimdi girebilirsin, anne! Affe- dersin, seni beklettim amma, notla» Tim üçsaydı, fenaydı, doğrusu... - Biliyorum, biliyorum, evlâdım.., Odana fırtına gibi girerek seni râhat- sız etmek istemem zaten ... — Amma yapdın, ünneciğim... Sen | benim saadetim, neşemsin... Seninle beraber, odadan içeriye temiz hava ve ferahlık geliyor... — Vay efendim!... Benim oğlum da ne naziktir... Fakat lütfedib de, ara sıra semalardan altkata inse, an- meslle konuşsa çok daha Omuvafık olur... Allah aşkına damın tepesine yaptırdığın rasathaneciği bukadar mı seviyorsun? - — En büyük emelimdi, tahakkuk etti, bilirsin... Hayatta başka hiç bir arzum yok... Kadın, hatifce içini çekti. Oğlu- yakfetmişti. Serveti müsald o olduğu için hiç bir işe girmemiş, bütün gün- lerini ecram tedkikile, kitap okumak- la geçirmeğe başlamıştı. ia hususta oldukça kıymetli eserler de hazırla- mıştı. Şöhreti ilim muhitinde duyul- muştu. Eserleri intişar edince daha da maruf olacağı muhakkaktı. Rukiye hanım oğlu ile son derece iftihar ederdi. Fakat hayattan bu derece el çekip semalarda& uçmasın- dan, doğrusu, son derece üzülüyordu. Anne - oğul yanyana cidden büyük ir tezad teşkil ediyorlardı. Kadın kırk sekizinde olduğu halde pek genç görünüyor; zarif giyiniyor, tuvaleti- ne fevkalâde itina ediyordu. Faik ise, tabir mazur görülsün, - biraz ayı gi- ; biydi... Fakat sevimli bir ayı... Omuz- ları geniş, yapısı kalın, yüzünde sa- kal... (Çünkü tıraş olmağa sarfedi- lecek vakti ziyan telâkki ederdi!) ve siyah gür saçları dalga dalga alnına düşerdi... Annesinin itinasına rağ- men elbiseleri bumburuşuktu, bir hizmetçi, pantalonlarını ütülemekle muvazzaf olduğu halde, o, elbisesini giyer giymez berbad ederdi. İşte bugün gene, Rukiye hanım oğluna şöyle bir baktı. Kırava$ bir ta- rafa gitmiş, ceket bumburuşuk, pan- talonun dizleri torbaya dönmüş. İçi- ni çekmekle iktifa etti. Zira biliyor- du ki; ne söylese kâr etmiyecekti... — Bütün hayatını burada nasıl geçiriyorsun? Hava öyle iy ki... Bir- âz çıksan a... Delikanlı, samimi bir tebessümle; — Anneciğim! Ben burada güneşe senden daha yakın oturuyorum... — Neyse... Seninle münakaşaya gelmedim... İşlerine aklım ermez... Ben büyük bir âlimsin... Elbet her şe- yi daha iyi bilirsin... Yalnız bir ri- cam var... Bir kaç dakikanı bana hasreder misin?... — Tabii, anneciğim... sun? — Nilüferden bahsedeceğim... An- lamadır mı?... Canım, oğlum, pekâlâ, Altı sene evvel annesile babası bir otobüs kazasında ölmüştü... Yavru- cak o zaman on iki yâşındaydı... Faik dalgın, dalgın; — Evet, evet! - dedi. - Biliyorum!... Sarı saçlı, mavi gözlü... Küçük bir — Şimdi on sekizinde... — Ya... On sekiz ha... Allah Allah... Ne istiyor- vi . Mazı GAZI hesaplıyorsun da altı ile on ikinin on. Neyse... Şimdi o mektebini bitirdi... Dinliyor musun beni?... — Öyle ya, anne... Eh, mademki mektebini bitirdi çıkartmalı... — Ben de o fikirdeyim... Fakat iş- te mesele... Yaşlı bir amcası vardır; bekârdır... Sinirli, aksi bir adam... Kızcağız orada rahat etmiyecektir... — Doğru... Başka akrabası yok mu? — Var... —o halde onlar alsınlar yanları- nal... Bu son cümleyi söyledikten sonra delikanlı kalktı. Kütüphanesinden büyük bir tozrlu kitap alarak üfledi. Rukiye hanım — Faik! Üstün başın berbad olu- — > görün yok... Hizmetçi fırçalar... Kitabı masanın üstüne koyup sa- hifeleri açtı. Kadın, ısrarla; — Faik!... Dinle beni... Bitirme- dim sözümü... Nilüferin başka akra- bası vâr dedimdi... O akraba biziz... Âlim endişeli nazarlarla annesine baktı. Bu gözler cidden pek güzeldi: Koyu lâciverd, derin... Fakat sanki bü maddi cihana değil, manevi bir âleme bakıyorlardı... — Anne!... Kadın, tereddüdle ilâve etti: — Bu zavallı yavrucağı biz yanımı- za alsak diye düşündüm... Hiç olmaz- sa şimdilik bir kaç ay burada kalır- dı; sonra bir çaresine bakardık... Ev büyük... Rahatsız olmazdık... — Ne diyorsun?... Rahatsız mı ol- mazdık?... Bir genç kız buraya gele- cek de... Olur iş değil... Felâket... — Amma yaptın... — Elbette felâket... Kımıldıyacak, koşacak, yürüyecek... Herşeye bur- munu sokacak... Bütün evi altüst — Faikciğim, çalışmayı seviyorsun, âlâ... Fakat bu derece de hodbin ol- mak doğru değil... Bu kız dünya yü- zünde yap yalnız... Burada bir ev, bir anne bulacak... Delikanlı, isyanla; tiyen... - diye bağırdı. - An- nel... Benden bu fedakârlığı bekle- me... İmkânı yök, yapamam... — Emin ol, çok sevimli bir kız... — Ne olürsa olsun... Bütün kızlar sevimli ve tahammülfersâdirlar... Ricg ederim, ısrar etme... Ben Nilü- ferin buraya, evimize geldiğini iste- miyorum. — İnadın beni çok üzdü, oğlum... Arkalarından bir ses: — Anneni üzmesen e, fena çocuk! - dedi. - Aşağıda kimseyi bulmayın- ca buraya kadar çıktım... Affedersi- — A... Memduh, sen misin, safa geldin... Gir içeriye de münakaşa- mıza hakem ol... Bu gelen erkek, Faiğin en iyi ar- kadaşlarından otuz yaşlarında bir gençti. Sevimli ve tatlı bir yüzü vardı. İstanbulun büyük mekteplerinden birinde muallimdi. Ayni zamanda oda ilme merak sarmış; Garp ede- biyalında derinleşmeğe nefsini vak- fetmişti. İki genç biribirlerini çok severlerdi. Memduh Rukiye hanımın elini hürmetle öperek: — Meseleyi bilmiyorum amma, hanımefendi, eminim ki siz haklısı- niz! Kadın, helecanla iddiasını anlat- tı. Delikanlı, Fsiğe doğru dönerek: — Hayatımda senin kadar egoist insan görmedim. Nasıl oluyor da ök-. süz bir kızı sokak ortasında bırakı- yörsun... Bilhassa ki onu almağı an- nen arzu ediyor... — Çalışmama mani olacak. — Hiç de değil... Sen bütün gün o kadar meşgulsün ki, zavallı annen yapyalnız kalıyor. O genç kız gelirse arkadaşlık ederler, konuşurlar, vakit geçirirler... Evin içine biraz neşe gi- — Neşel... Karışıklık Patırdı de... Daha iyi edersin. — Haydi sen de... Sanki eve ordu gelecek... Hem maşallah eviniz Kos- Emini e Ne demek istiyorsun?... | Nakleden: (Vâ-Nü) | — Öyleyse katiyen odama girme- sin... Hiç birşeyime el sürmesin... Sonra, annesine: — Madem ki ikiniz de bir olmuş, böyle ısrar ediyorsunuz; pekâlâ... Mahud genç kız gelsin... Fakat anne ciddi söylüyorum ki, bu kata katiyen çıkmıyacak ... Memduh gülerek: — Çok ısrar etme, gözüm... Gün olacaktır ki buraya gelmesini ken- din rica edeceksin... E, belki de âşık olursun... Faik kaşlarını çatarak; — İmkân ve ihtimali olmıyan Şey... Ben o kuş beyinlilerin hepsinden nef- Tet ederim... Rukiye hanm, Nilüferi evine geti- rirken yolda sıkı sıkı tenbih ediyordu: — Aman kızım!... Oğlumun oda- sına sakın çıkma... O, çok çalışkan- dır... Hiç rahatsız edilmeğe gelmez... Hayatı mütemadiyen rasadhanesile kütüphanesinde geçer... Patırdıya tahammülü yoktur!... — Merak-etmeyin, teyzeciğim... Ben kimseyi rahatsız ötmemeğe ça- lışırım... Fare kâdar bile patırdı et- mem... Doğrusu Faik ağabeğimi pek merak edyiorum... Büyük bir âlimin nasıl olduğunu görmek -İstiyorum... Eve gidince göreceğim, değil mi? Bütün zevki rasadhanede meşgul olmaktı... Nilüfer, çok sevimli, ateş gibi bir kızdı. Hattâ mektepte lâkabını <kü- çük şeytan» koymuşlardı. Rukiye ha- nım âdeta anne gibi onu bağrına bastırmak arzularını duyuyordu am- ma, genç kızın bu afacanlığından biraz korkuyordu. Allah vere de oğ- Tanu Kızdıracak bir şeyler yapmasa... Fakat kızcağız da pek cana yakındı doğrusu... Bahçe kapısından po girmez ie, avazı çıktığı kadar bağırma- Faik ağabey!... Kadın, telâşla onu susturmağa çalıştı. — Gel... Şimdi sana odanı göste- reyim... Falk sonra gelir; konuşur- sunuz... Nilüfer, şımarık bi eda ile: — A... Ben onu hemen görmek İs- tiyordum... Odasına baskın versem ne olur? — Yok yavrum... Sen kendi işinle meşgul ol... Çantalarını koy; eşyanı aç, yerleştir. Birlikte yürüdüler... Kadın bir odanın kanadını itti. Kızcağız sevinç- le bağırdı. Burası cidden pek güzel süslenmiş bir genç kız odasıydı. Kilüfer, teyze dediği bu akrabasi- nın boynuna sarılarak: — Ah, siz ne iyi bir hanımefendi- siniz... Hakiki bir anne!... Bilseniz, evsiz, yurdsuz olmak ne acı şey... — Yavrucuğum! - diye bağrına bastı. ee bee b — Sizi hiç üzmemeğe gayret ede- ceğim... Ne yapmak lâzımse hep- sini bana söyleyin... Elimden geldiği kadar gayret ederim... Sonra birdenbire sustu. Pencere- den dışarı bakarak damın üstünde rasadhanenin camlı kubbesini işaret etti: — A... - dedi - Faik ağabeyimin çalışlığı yer görünüyor... Onunla konuşmak lâzım gelirse odamdan «Hul Hu!» diye seslenebileceğim... Ve hemen koşarak bağırmağa baş- Jadı; — Faik ağabeyi Faik ağabeyi... Uyuyor musunuz? Neredesiniz?... Yoksa ben şimdi yukarı çıkacağım... Ayak sesleri işitilince, genç kız, neşyele: — Hah, işte... duydu, geliyor... Fakat, öfkeli bir ses; — Bu ne patırdı?... Ben çalışıyo- rum kafamı altüst etmek mi istiyor- sunuz?... Yukarda bir kapı şiddetle kapan- dı. Nilüfer hayret ve mahcubiyetle Rukiye hanıma bakıyordu. Kadın misafirine bir iki nezâket cümlesiyle itizar ettikten sonra oğlunun yanına çıktı. Odasından içeri girerek, sakalı la karışmış, öfkeyle dolaşan — Kral Evlâdım! Ne oluyor- sun? Nilüfer geldi... Daha âdetleri- mizi öğrenemeği... Sana sesleniyor... Delikanlı hışımla; — Affet anneciğim amma, bu kü- çük hanım da beni rahatsız etmeme- ği çabuk öğrensin... * ” Aradan günler geçti. Bir sabah Ni- Yüfer, usullacık, Faiğin çalışma oda- sına girdi. Delikanlı onu görünce hayretle sordu: — Burada işiniz ne? — Merak ediyordum da, görmeğe geldim. Genç kız, etrafına, bakındı. Camlı kubbeyi göstererek; — Bu mavilik ne güzel! - dedi, — Mavi değil... Beyaz cam... — Aradan sema görünüyor da in- sana mavi hissini veriyor. Kim bilir sizin bu uğraştığımız ilim ne kadar enteresandır. Kütüphaneye yaklaştı. Kitaplara ! baktı. Güzel yüzünü ekşiterek: — UT! Güç şeyleri - dedi. Delikanlı, omuzlarını silkerek: . — 'Tabil... İhtisas işi... — Ne olur? Bana da anlatın... Mehtab neymiş, yıldızlar neymiş. Sizin nazarınızla onları görmeğe alı- şayım... Erkek, asabi asabi: — Vaktim yok! - dedi. - Çalışaca- Genç kız, şakaya boğmağa çalışa- rak: — Anlatmak hassanız yok da onun Için söylemiyorsunuz galiba... Hak buki bunları bende pekâlâ biliyo- rum... Mehtab gökyüzünün feneri- dir... Onu oraya akşam üstü melek- ler asar ... Faik, hakiki bir hiddetle annesine seslendi. Genç kız, katıla katıla gü- lüyordu. Rukiye hanım: «Ne var oğlum?> diye içeriye girince delikan- lı hışımla; — Şu küçük hanıma söyleyin... Benimle alay etmekten vazgeçsin... “ Artık sabrım tükeniyor. Ben onun oyuncağı değilim... Gitsin efendim, gilsin... Beni rahat birâksin.:. Canı- mı sıkıyor... Sabrımı sulistimal eği- yor... : Kadın oğluna hayretle bakıyordu. O Faiğin pek vahşi olduğunu biliyor- du; fakat bu derece kabalıklar yapa- cağını tahmin etmemişti. Genç kız gözlerinden akan yaşları göstermemek için usulla aşağı indi. * “ Ertesi gün, Nilüfer, teyzesine: — Müsaade edin... Ben gideyim!... « dedi. - Oğlunuzu rahatsız ediyo- 'Ah, oğlu adam olsaydı ne güzel Be çifk teşkil ederler; evde, öz kızı telâi# ki edeceği bu yavruya muhabbetla kollarını açardı. Rukiye hanım; kızı şefkatle bağı na bâsarak; — Dur, yavrum!... Bir ay dahi sabret... O zamana kadar vaziyet dü zelmezse istediğini yaparsın... a Evlerine sık sık gelen Memduhi& derdleşti — Nilüferi evlendirebilsem içim rahat ederdi... Kız yerleşirdi... AM casının yanına giderse pek perişan olacak... Geçen gün Faik bana seli ondan hoşlandığını söyledi smma garib bir tarzı vardı. Alay mı, istie faf mı ediyor; anlıyamadım... Eğer bir niyetin varsa hiç çekinme o ö; Pek memnun olurum kızla nişanlıyım. Yakında eren Maamafih hiç üzülmeyin: Nilüfer hanımın yakında evleneceğini habef vereyim... Eminim ki vahşi oğlunuz onu seviyor... Bunu kendi kendin? de itiraf etmiyor amma, anne Ku”. iie yüreğindekini öğrenebilir. Kr oğlum. nasıl olur?... Boyu” na kızla kavga ediyor. di — Siz bakmayın ...Nilüferin ken disini beğenmiyeceğine kani olduğu için hırçınlaşıyor... Ben arkadaşımın. ruhunu gayet iyi tedkik etmişimdir. Siz de tecrübe edin, göreceksiniz!. Meselâ benim Nilüferi istediğimi, yö” kında düğünümüz olacağını haböf evrirseniz, bakın, ne hale gelecek.» a / Dedikleri gibi yaptılar, Kadın oğ” Yuyla başbaşa kalıp meseleyi açik. Faik, yüzü kıpkırmızı olmuş, hey& canını göstermeğe çalışıyordu. Ruki" ye hanım oğlunun kollarını tutars$ gözlerinin içine baktı: — Söyle bana yavrum! Sen bei | den birşey ogizliyorsun... Halbuki anneler her sırrın farkına varırlar. Nilüferi seviyorsun, lâkin söylemeği cesaretin yok, değil mi, koca bebek! Gel, yavrucuğum, gel... Çocukkei. nasıl derdlerini hep bana anlattın$ şimdi de anlat!.. Erkek biran içinde, annesinin di lerine kapandı ve hakikati bir çocu gibi ağlıyarak: — Evet, seviyorum... Fakat pes k bu halimle hangi kadın beğenir?” Hele o, hiç beğenmez.. Birdenbire huçkırmağa başladı © bütün saffetile açıldı: — Ah, anne! Birkaç sene ev Memduhun evinde de bir kız tanım” tım, pek beğenmiştim... Bütün o saretimi toplıyarak ilânı aşk etmi tim... Fakat o, yüzüme karşı kank# halar stu ve arkadan arkadaşları0İ işittim: büsbütün nefret ettim; asndan kapandım anne... İşte kadınların baha | ne nazarla bakti" larım... Bedbahtım... Çok beğbii” tım... Yegüne sevdiğim bir sen, b de rasadhanem... Burada avunuy” rum... Kadın oğlunun saçlarını ok$ — Ne çocukmuşsun, Faik! - a: “a Her kız ayni şekilde düşünmez... Cİ” di, namuslu, âlim, şerefli kann tiyen pek çokları vardır. Nilüferin seni son derece takdif m ine kanilm... SE Yok, yok, anne... Sakın bişi söyleme... Sonra oda benimle öteki ibi alay eder... şi sırada Nilüfer kapıda içeri girmez mi? Elinde bir mekt? vardı. O hoppa ve sevimli edasile “ zesine hemen anlatmağa başladı: (Devamı 11 inci