: ii ij : zi <d Hi ; Hava çok güzeldi, Şöyle kırlara doğ- ru bir gezinti yapmağa kürar verdim. Evden çıktım. Sayfiyenin tenha yolla- rında ilerledim. Bir aralık arkadasım Hamdiye rasladım, Hamdi elli yedi, elli sekiz yaşında bir adamdı. Çok taf- lu konuşurdu. Onu dinlemek hakika- ten çok büyük bir zeykti, Bunun için Hamdiye rasladığıma pek memnun ol- muştum, Meğer ona da doktor yürü- mek tavsiye etmiş. Konuşa konuşa ilerlemeğe başladık. Bir ara, eskilik- ten çökmek üzere olan yeşil, büyük bir köşkün önünden'geçiyorduk, Ar- kadaşımın gözleri bu harap, yeşil köş- ke daldı. — Hey gidi hey, dedi, yeşil köşk ne kadar da eskimiş, ne kadar harap ol- muş... Kuzum oraya kadar yürüyelim de şu köşkü yakından bir kere daha göreyim... Yeşili köşke yaklaştık. : Arkadaşım âdetâ eski bir sevgilisine raslamış gi- bi heyecanlanmıştı, Sordum: — Bu köşk seni pek alâkadar edi- yor galiba... Eski bir hatıran mı var burada”... Gülümsedi: — Evet... Hem de ne hâtıra... Yü- rüyelim de anlatayım... Yavaş yi köşkten uzaklaşırken Hamdi anlatmağa başladı: — Bundan tam $5 sene evvel b:n bu civarda oturuyordum. O zaman 23 yaşında ateş gibi bir gençtim. Yaz günleri akşam üstü bu yölda şöyle bir dolaşır, sonra deniz kenarına iner- dim. Ne de olsa genelik işte... Hor sk- şam güneşin batışını deniz kenarın- da seyretmesem olmazdı, İşte bu ara- larda bir gün bu köşkün önünden ge- çiyordum. Birdenbire köşkün bahçe kapısı aç Dışarıya tombulca, sim- siyah gözlü genç bir kadın çıktı. Biz o zamanki gençler tombul kadınları pek beğenirdik. O vakitler tombulluk şimdiki gibi bir kusur sayılmaz, me- ziyet addedilirdi. Lâfı uzatmıyayım, tombul kadın köşkten çıkarken beni gördü. Dik dik, tâ gözlerimin içine baktı. Daha o zamanlar çok toyum... Böyle bakışlara henüz alışmamışım... Heyecanımdan az daha bayılacak- tam. Yeşil köşkten çıkan güzel kadının peşine düştüm. Kırlar arasında yü- rTümeğe başladık O biraz ilerideki başka bir köşke doğru ilerliyordu. 'Tahminime göre genç kadın yeşil köşkte oturuyordu. Bürüya misafirii- ge gidiyordu. Sonradan da bu tahmi- nimin doğru olduğunu anladım ya... Genç kadın misafirliğe gittiği köş- kün kapısına gelince tekrar . döndü. Bana gene uzun uzun baktı ve belli belirsiz gayet haflf gülümsedi. Aman çıldıracağım... Bir kadın bana gü- Tümsedi ha?... O zamanlar bir kadı- nın bir gence gülümsemesi mühim bir şeydi dostum... Hoşa giden bir kadı- nın bir küçük gülümsemesine najl ol- mak için: gençler, sevgililerin peşle- Tinde saatlerce taban tepelerlerdi. Bu- nun için tombul kadının bana gülüm- semesi aklımı başımdan gölürmüştü. Kendi kendime: «Muhakkak, diyor- dum, bu köşkten tekrar kendi evine dönecek... Onu beklemeliyim.» Zaten genç kadının girdiği köşk deniz kona- rında İdi, Yürüdüm, Deniz kıyısında- ki taşlardan birine oturdum. Sen ben- deki budalalığa bak ki o sert kayanın üstünden tamam üç sani sevgilimi bekledim. Hava iyiden iyiye kararmış- tı. Bir aralık baklım, Köşkten fener elinde iri yarı bir erkekle bir kadın gölgesi süzüldü, Muhakkak ki kadın benim sevgilimdi, Çünkü fenerin ha fif ışığında bile önun endamını, yü- rTüyüşünü tanır gibi olmuştum, Otur- duğum yerden kalktım. Peşlerine düş- tüm. Yanlarına yaklaşınca aldanma- dığımı anladım. O idi, Sevgilimin ya- mında iri yarı bir adam olmasına rağ- men her şeyi gözüme alarak onlara pek yakın yürüyordum. Hafif bir ay Kığı olduğu için genç kadın da beni tanımıştı zannederim, Çünkü bir ara- lık yanındaki erkeğe befiim işitebile- ceğim bir sesle; — Şaban ağa,.. Sen benim için ra hatsız olma... Zaten ay ışığı da var... Fenere ihtiyaç yok... Sen köşke dön... Ne kadar yol kaldı ki... Ben buradan giderim... dedi. Yanındaki erkek te bağıra büğura; — Yok, hanımefendi... Gecenin bu zamanında sizin gibi genç bir kadın buralardan yalnız geçemez ...diye ce- vap verdi, O esnada elime verseler şu «Şaban ağa» adındaki adamı bir kaşık suda boğardım, Ne dersin birader? Adam benim sev gilimi yeşil köşke kadar götürdü. Genç kadın köşke girerken, ona ba- kacağım diye ayağımı bir taşa çarp- tım. Az daha düşecektim, Bu kaza tam sevgilimin kapısının önünde ol- muştu. Bu esnada genç kadın içeriye giriyordu. Benim sendelediğimi gö- rTünce, yanındaki erkeğe: — Aman Şaban ağa... Feneri tut... Buraları pek taşlık.. ayağımı bir taşa çarpıp düşmiyeyim... diye seslendi. Genç kadının bu sözlerile bana taş at- miş olduğu belli idi. O gece yatağıma yattıktan sonra üzün müddet uykum tutmadı, Ertesi günü gene yeşil köşkün etrafında do- laşmağa başladım. Ne dersin? Genç kadın ayni saatte köşkten çıkmadı mı? Gene uzun uzun bakıştık. Gene güldü. Hem de bu sefer adamakıllı güldü. Gene dün misafirliğe gittiği köşke doğru ilertiyordu. Tabil ben de | arkasındin.., Bir gün evvelki gibi köşke girerken gene döndü, gene bak- tı, gene gülümsedi, Âdetâ yirmi dört saat İçinde âşık olmuştum. Gene bir kayanın üstünde bekledim. Bu sefer de hava karardıktan sonra isminin Şa ban ağa olduğunu öğrendiğim fenerli adamla beraber çıktı, Yeşil köşke döndü. Artık bundan sonra âdet edinmiş- tim. Her gün onu misafir gittiği köş- ke kadar takib ediyorum, Gündüzleri de bazan kendisini yeşil köşkün pen- cerelerinde görüyordum. Göz göze gelince gülümsüyordu. Ben yeşil köş- kün önünden geçerken zaman zaman bir kafesin arkasından onun hafifçe «ah sçektiğini duyuyordum. Gülme... O zamanın sevdaları pek eahs Jı, «of? Yu idi. Azizim nihayet bir akşam üstü ar- kadaşına giderken yere küçük bir kâ- Zıt düşürdü. Etrafta kimseler yoktu. Eğildim, fotinimin bağını düzeltir gi- bi yaparak, kâğıdı aldım. Şu cümleler vardı: Bu gece eve dönerken misafir- liğe gitliğim köşkün bahçıvanını ya- nıma almıyacağım, Zaten bahçıvan da hasta imiş. Yalnız döneceğim. Be- ni bekleyiniz.» Onü o gene ne heyecanla beklediği- mi sana anlatamam. Gene ayni ka- yanın üstünde oturuyordum; burası köşkün kapısına pek yakındı. Nihayet sevgilimin misafirliğe gittiği köşkün kapısı açıldı. Uzaktan sevgilimin se- sini işitiyordum: — Canım merak etmeyiniz... Val- lâhi hiçbir şey yok... Neden korkaca- ğım. Yalnız, koşa koşa giderim. Zaten . Bağır- Köşktekiler her halde sevgilimin ya- nına bir adam katmak için ısrar edi- yorlardı. Nihayet genç kadın yalnız olarak köşkten çıktı. Epey ilerledikten sonra arkasına döndü. Beni gördü. Sayfiyenin güzelliğile meşhur «Çam- ık» denilen yerine doğru ilerledi. Ya- nına yaklaştım. Öyle abdallaşmıştım ki konuşamıyordum, Fakat o yanım- da tatlı sesile bana neler neler anlat- mıyordu. Dulmuş, Yeşil köşkte dadı- sile yalnız yaşıyormuş... O gece epey dolaştık. Geç vakit biribirimizedn ay- rıldık. Ertesi gece gene çamlıkta bu- yoktu. Ertesi gece, daha ertesi gece hep buluştuk. Bu güzel geceler epey sürdü. Fakat bende önüne geçilmez bir arzu vardı. Arasıra sevgilimin köş- küne misafir gitmek... Belkis te - genç dulun ismi Belkisti - bunu istiyordu amma herkesin gözü önünde nasl köşke girip çıkabilirdim? Bir aralık Belkis: — Buldum... dedi, sen buraya taşı- nalı bir ay bile olmadı, Semtte kimse senin mesleğini bitmiyor değil mi? — Yoon... dedim, kimse ile görüş- tüğüm yok... Buranın yabancısıyım... — Hele benim oturduğum semtte kimse seni tanımaz, Ben yalancıktan hastalanırım. Senin evine dadımla haber gönderirim. Sanki doktormuş- sun gibi gelirsin. Eline bir çanta alır- sın. Komşulardan soran da olursa — Venlâhi mükemmel fikir... He- men bu hafta doktorunuzu çağırma yüzl temenni ederim, Hakikaten Belkisin fikrini beğen- miştim. Bundan 35 sene evvel de bir genç kadının evine serbesçe girebil- mek için ancak doktor olmak iâzım- dı. O geceden sonra, hemen ertesi gün evimdeki hizmetçimi savdım. Evimde- ki komşular benim doktor olmadığımı bilmiyorlardı. İkl gün sonra kapım çalındı. Kendim açtım. İhtiyar bir kadın... Sordu: — Doktor siz misiniz? Boş bulundum, Az dahâ «ben dok- tor değilim, diyecektim, Fakat çabuk toparlandım, Heyecanla: — Eevet ...dedim. İhtiyar kadın: i — Aman evlâdım.. bizim küçük ha- nım hastalandı. Birdenbire ne oldu bilmem ki... İlerideki yeşil köşkte otu ruyoruz.. gel de kendisini gör... Beraber kalktık, Yeşil köşke gittik. Bendeki heyecanı sorma... Sevgilimi yalandan hastalanmış buldum. Güzel ve yalancı hasta, dadısına: — Dadıcığım, doktora kahve pişir... diyerek onu sardı. Biraz sonr& da da- dıyı çarşıya gönderdi. Dadısına pek sözü geçiyordu. Belkis ne söylese ih- tiyar kadın münakaşasız hemen ya- Piyordu. O günü geçirdiğimiz aşk ge- cesini unutamam. Bundan sonra da Belkisin hastalığı hep devam etti dur- du. O hasta oldukça - Allah günahımı affetsin - beh de hep doktor oldum. Bir aralık Belkisin teyzesi yeşil köşke misafir geldi Maamafih ben gene arasıra doktor diye köşke gidiyordum. ! Belkisin teyzesi yeşil köşkte misafir. | ken birdenbire hastalanmaz mı?.. İh- | tiyar teyze: — Aman senin doktorun beni mua- | yene etsin!... diye başlamaz mı? Deli olacağım. Sevgilim de muzip bir kadındı. Bir gün teyzesinin yanın- da bana: — Doktor, teyzem hasta... Bir mu- | ayene eder misiniz? deyince ne yapa- | cağımı şaşırdım. Anlattığına göre, 'h- | tiyar teyzenin midesi bozuktu. Diline baktım, nebzini tuttum: — Reçeteye lüzum yok... dedim. Ben size kendim bir ilâç getireceğim, Gayet lesirli, yeni bir ilâçtır. Ertesi günü bir şişe temiz suyun içine biraz karbonat karıştırarak gö- türdüm. Yemeklerden sonra İçmesini tavsiye ettim, Ne dersin azizim? Bizim karbonatlı su ile teyze Iyi olmaz mı? İhtiyar gayet çaçaron bir kadındı. | Gezdiği yerde benim doktorluğumu ! anlata anlata bitiremiyordu. Âdetâ bu kadının gevezeliği yüzünden semt- te meşhur olmuştum, Nerede ise beni hastaya çağıracaklardı; hattâ belki bunlar arasında bazı bildiklere bile raslıyacaktım. Çünkü adım «Genç doktor» diye çıkmıştı, İsinimi kimse bilmiyordu. Bir tani- dık bu genç dokloru bir gün çağırtı- verirdi, Onun için bu semtten kaçma- ğa mecbur oldum. Şimdi yeşil köşkü görünce, 35 sene evvelki üç ay.süren doktorluğum aklıma geldi... (Bir yıldız) & İssak Güneş Öğün İkindi Akşam Yalı E. 646 8517 439 8,35 1200 158 Va. 219 430 12,13 18,11 1934 2123 İdarehane: Babıkli civar Acımusluk So. Kızılay haftası 1 haziran da başlıyor, herkes Kızılaya üye yazılmalıdır | memleketi DİŞİ KORSAN Tariht Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli, 'Tefirka No, 11 Saray bahçivanı yeraltındaki gizli yolları biliyordu. (Fida ) yı hapishaneden ondan başkası kaçıramazdı Fidanın gittikçe muammalaşan hayatını, mazisini tedkik etmek, öğ- renmek lâzımdı. Bir yandan Perik- lis, bir yandan da müneccimler, bu muammayı çözmeğe çalışıyordu. Fida, imparatorun emrile Nomera- lara atılmıştı. (1) Halke civarında şüpheli adamlar çevrilip derhal sorguya çekiliyordu. Million (2) önünden yabancı bir kim- senin geçmesine imkân yoktu. Bü- yük kapılardaki nöbetçiler derhal ya- bancıları çevirip Nomerolardaki mu- hafızlara teslim ederlerdi. İmparator Mihail Paleoloğ Bizânsi yeniden imar ve ihya ederken, ya- bancıların saraya kolayca girememe- leri için, Halke (3) nin her köşesine" | küçük nöbetçi kuleleri yaptırmıştı. Mihail casuslardan çok korkuyordu. İmparatorun üzerinde bulunduğu bir çok işler vardı. Mihail Arnavudlukta, Makedonyâada, hattâ daha ileri Balkan nde askeri hareketler yapmak de idi. Bunlar etrafın- da sık sık kumandanlarile görüşür, onların da reylerini sorardı Yeni Bizans sarayı Avrupalıların tecessüsünü çekecek kadar esraren- EİZ bir mahiyet almıştı. Ecnebi dev- letler, Mihailin ne yapmak istediği- ni öğrenmeğe çalışıyorlardı. «Dilini yutan kadın!» sözü dillerde dolaşmağa başlamışıtı; General Anivas iki kere imparato- ra: — Ben onunla evlenmeğe karar vermiştim. Mukaddemeslle kurtulması yalvarmışsa da, Mihail: — Bu kadın benim tahlımı yıkma- ğa azmetmiş. Dün sarayımı yaktı. Yarın daha büyük bir cinayet işle- mesi muhâkkektır. Fida ölmeğe mahkümdur! Cevabını vermiş ve Anivasın şe- faati boşa gitmişti. Bu hadiseden sonra, Bizanstaki casuslar şiddetle araştırılıyor ve şüp- heli adamlar ya hapsediliyor ve ya- hut ticaret gemilerine bindirilip şe- hir haricine atılıyordu. İmparator Mihail, memleketi için- den yıkmak istiyen casusların faa- Niyetine nihayet vermeğe karar ver- mişti. Onları - kim olursa olsun - birer birer bulup meydana çıkarı- yordu. Bizans tarihinde sekizinci Mihafl Paleoloğ kadar casuslarta mücadele eden bir hükümdar görülmemişti. Halkeden Ogüsteon meydanına gi- den yol üstünde etrafina fazla bakı- narak yürüyen bir bahçıvan «İsko- ler» lerin (4) derhal gözüne çarp- mıştı. Bahçıvanı çevirip saraya gö- türdüler, Perikliş bahçıvana sordür — Nereye gidiyorsun? — Hergün gittiğim yere... Hü- kümdarın bahçesine, — Neden etrafı dun? — Havada uçan bir çaylak, küçük serçeyi kovalıyordu. Bunların uçu- şuna daldım. Bu bir kusursa, bir da- ha başımı yukarı kaldırmam, beni affediniz! Periklis, bahçıvanın konuşmasın- dan şüphelenmişti. Buadam çay- laktan ve serçeden ne cesaretle bah- sediyordu? İmparatorun mabeyincisi bu şüp- heli bahçıvanı da Nomeralara attır- mıştı. Garib bir tesadüf eseri olarak, ölüb mahkümu Fida bu mahbesde şüpheli bahçıvanla tanıştı, Bahçıvan, Fidayı görünce korktu: — Dilini yutan kadın sen misin? dedi. Fidanın halk arasında dönen de- Gikodulardan haberi yoktu. Bahçıva- nın ne demek istediğini anlıya- madı. u — Beni haşerat kuyusuna âtmış- lardı, Ben, orada bile konuşmadım. Fakat, sen temiz yürekli bir adama benziyorsun! Haydi, söyle bana... Seni buraya neden attılar? Yoksa için tecessüs ediyor- ağzımdan bir lâf almak için mi?... Bahçıvan şaşırdı: — Senin dışarıda olup bitenlerden haberin yok galiba? Herkes senin Akibetini merak ediyor: Acaba idam edilecek mi, yoksa kurtulacak mı di- ye... — Benim bir şeyden haberim yok. Eğlenceyi seyretmek üzere bahçeye çıkmıştım, dedi, birdenbire yangın- la karşılaştım, Kaçmak istedim, yer kalandım. — Neden kaçmak istemiştin? — Ben Anivasla evlenmek istiyor- dum. İmparator beni zorla sarayın- da alıkoydu. — Ne diyorsun, sen Anivâsın kay- bettiği kadm mısın? Bahçıvan hafif bir göğüs geçirdi: — Ben vaktile Anivasın bahçıvanı idim. Onu çok severim. Bizansta onun kadar merd ve cesur bir ku- mandan yoktur. Vatan uğrunda kan larını dökmek istemiyen bir takım zengin Kiryeler, onun peşine takılıp harbe gitmekten çekinmediler, Ani- vas tıpkı güneşe benzer. Girdiği yeri muhakkak ısıtır, Ve kendi kendine söylendi: — Koca kahraman! Aradığın ka dınla eski bahçıvanının şimdi burada başbaşa verip derdleştiğini görse kimbilir ne kadar meyus olurdu. Fida, o dakikada bahçıvanın safi- yet ve Anivasa olan bağlılığından istifade etmeyi düşünüyordu. — Bana bak Papulas! dedi - sen beni buradan kaçıramaz mısın? Bahçıvan birdenbire cevab vere- medi, Başını ellerinin arasına aldı, Şüp- he ve tereldüd içinde düşünmeğe başladı. Halkeden «Nomeras Jara geçen bütün gizli yolları Papulastan dahs iyi bilen kimse yoktu. Bahçıvan Pa- pulas bu yolların temirinde bulun- muştu. Mihail Paleoloğ gizli yollar. da çalışan bütün usta ve ameleleri şehir dışına sürmüş, Papulas nasıl- sa. - bahçıvan olarak - sarayda kal- mıştı. Şair «Pantos» un güzelliklerinden bahsettiği yeni sarayın bahçelerini bahçıvan Papulas tanzim etmişti. Es- ki efendisi Anivasa yararlık göster mesi sırası da gelmişti. Papulas: (Arkası var) (1) Nomeralar vaklile Halke civarında Romalı Kostantin tarafından yaplırI- yaştı. Dokuzuncu asırda üçüncü Mihal ve onuncu asırda da Romanos Lakapenoş devrinde mahpuslara tahsis edilen No- meralarda ayrıca bir muhafız müfrezesi otururdu. Bu daireler, saraydan Ogüsteon meydanına çıkılınca Halke'nin soluna ve Zoksipos hamamlarının arkasına tesadüf ederdi. Kayser Harakiluz tarafından bilâhare hapishaneye tahvil edilen Nomeralar bun- dan sonra hemen hemen ber türlü de- rada yapılmıştı. Mevkib kismen Nomera- ların önünde, kısmen de Millon'a doğru yer almıştı Muhafız askeri (Halke) nin parmaklığı dışında, Milion'a kadar olan mesafe boyunca meydanın revakları al- tında durmuştu. Bu cihette revaklar de- mir kapı İle kapanmış bulunuyordu. An- cak imparator Ayasolya mabedine gide- ceği zaman açılırdı, İmparator Halkeden çıkarken, sağ tarafa tesadüf eden revakın bu kısmından ehali geçemezdi. İmparalor mahfili muhafızlarla sarıldı. (21 Milo -— Ayasofya meydanında şimdiki tramvay yolunun aşağıdan yuka- rıya döndüğü köşenin tam karşısında İdi Oğüstem kapıları burada idi, 13) Halke — Büyük Ayasofya hamamı- ruri bulunduğu yerde idi. Etrafı parmak- lıkla çevrilmişti. Buradan Miller'o göçi- lirdi. (Eski Adliye binasının bubunduğa yer) burada da Apollonun eski bir heykeli vardı. Bu sütuna (Koştantin âbidesi) de- nilirdi. (4) Sekolaires — Halkedön saraya girer ken ilk tesadüf edilen muhafız bölğü id Bu efrad birinci karakolda. otururdu. İskoler olmak için en aşağı üç kere har- be girmiş olmak, imparatora veya impa- rator ailesine büyük yararlıklar göstere mek, bekâr olmak, iri boylu, kuvvetli ve cesur olmak gibi meziyetlere sahib olmak Tâzımdı.