30 Mayıs 1938 HER AKŞAM BİR HİKÂYE Cemil geniş bir koltuğa gömülmüş kitap okuyordu. Birdenbire içeriye, yıldırım gibi Nigâr girdi, Zalen genç kızın âdeti idi. Merdivenleri dörder be şer atlıyarak çıkar, trabzanlardan aşağıya kayar, oda kapılarını imzlâ açarak içeriye yıldırım gibi girer, sa- | lonlarda sıçrıyarak, yahut seke seke yürürdü. Nigâr, Cemilin çocukluk ar- kadaşı idi, Küçüklüktenberi genç ki- za «Haşarı Nigâr» derlerdi. Güzel kızdı; hattâ çok güzeldi. Fa- kat ele avuca sığmaz, kavgacı ve gâyet şirretti. Genç kız odasına girince, Ce- mil okuduğu Kitaptan başını kal âırdı : — Ödümü patlattın Nigâr... dedi, odanın içine yıldırım düştü zannet- tim.. Nigâr kocaman kocaman siyah göz- lerini açarak: — Ne de nüzik ödünüz varmış!... Odanıza birisi girer girmez hemen pat layıverdi. — Hayır... Okuduğum romana pek dalmıştım da... Vah vah... Sizi rahatsız ettim. Nigâr sinirlendiği zaman eski ço- cuklük arkadaşı Cemil fle hep böyle «siz» diye konuşurdu. Cemil genç kı- za yanında yer gösterdi: — Oturmaz mısın Nigâr... Şöyle gel, güneşe karışı sırtını ver... Sen güne- şi pek seversin Nigâr, Cemilin gösterdiği kanapeye yerleşti, Genç “kız Cemilin evinin bi- Taz ilerisinde oturuyordu. Nigâr, de- likanlıya sormağa bile Yüzüm den onun paketine elini uzattı, Bir 3i- gsra alıp yaktı. Cemil ona alaycı göz- lerle bakarak: — Vay Nigâr, dedi, sen sigaraya da başladın ha... Her marifetin yetişmi- yormuş gibi.. Nigâr gene sinirli cevap verdi: — Marifetlerim bana ald... Arası- ra annemden gizli sigara içtiğimi hiç görmedin mi?... Öteden beriden konuşmağa başla- dılar, Bir aralık Nigâr gayet sakin bir tavırla Cemile sordu: — Hayırlı bir haber işittim. Nişan- lanıyormuşsun... Doğru mu?... Delikanlı gülümsedi: — Evet... Ne yapayım Nigâr... Ar- tık evlenme çağım geldi, hattâ geçi- yor bile ... -—— Nişanlanacağın genç kızın ismi Naciye imiş... Ben kendisile tanışmam #ınma... Uzaktan bir iki kere gördüm. Doğrusu fena kız değil... Sonra çok zenginmiş... Bari seviyor musun? Cemil çocukluk arkadaşına bütün samimiyetile açıldı: — Bizimki bir taşk evlenmesiz ol- mıyacak Nigâr... Zaten Naciye ile bu nişanlanma münasebetile tanıştık, Fa- kat «nikâhta keramet vardır; derler. Biribirimizi seveceğimizi ümid ede- rim, Sonra ben parasız bir adamım. Bizim dilimizde eski bir söz vardır. «İki çıplak bir hamamda» derler. Ben parasız sandet olmıyacağına ka- ilim, Bunun için gene kendim gibi pa- rasız bir kız alırsam mesud olamıya- Cağıma kanilm Halbuki Naciyenin pek çok parası var. Eğer evlenir, biri- birimizi de biraz seversek, bu para da saadetimizi tamamlıyacaktır sanırım. Nigâr, Cemilin sigara paketine bir kere daha uzandı. Bir sigara daha yaktıktan sonra: — Eese... dedi, nişan ne zaman ba- kalım?... — Zannederim gelecek ay... — Haydi hayırlısı... Saadet temen- ni ederim, Genç kız böyle söyliyerek ayağa kalktı, Birdenbire lâfı değiştirmek is- tiyormuş gibi, kendisi odaya girdiği zaman Çemilin okuduğu romanı eline aldı. Kitaba şöyle bir göz attıktan sonra: — Aman... dedi, bu roman da oku- nur mu? Nigâr böyle söyliyerek kitabı tutun ca açık pencereden dışarıya bahçeye fırlattı, Genç kız sanki nişan almış Bibi kitap, sahileleri dağıla dağıla bahçedeki havuzun tam ortasına düştü. Cemil: Ne yapıyorsun Nigâr?... Niçin kitabı attın?... Tam da en meraklı ye- rine gelmiştim. Nigâr, çocukluk arkadaşına cevap bile vermeğe lüzüm görmeden, kırmı. xi dudakları arasında ıshkla bir hava # mırıldana mırıldana odadan çıktı. De- kanlı uzun uzun onun arkasından baktıktan sonra kendi kendine: — Ne garip, ne haşarı kız?... dedi, bununla evlenecek biçare erkeğin ba- şına gelecekler var... Ne ele avuca sığmaz şey yahul... Günler geçiyor, Cemilin evinde ha- zırlıklar ilerliyordu. Eskiden Nigâr, her gün sabah akşam Cemilin evine gelir giderdi. Fakat nişan hazırlıkları baş- Tadıklan sonra genç kız köşkten aya- ğını kesmişti Naciye, nişanın Beyoğlundaki bü- yük otellerden birinde yapılmasını is- tiyordu. Nihayet karar verildi. Nişan gelecek hafta büyük bir otelde yapıla- caktı. Nişan günü oteliri salonu davetliler- Je dolmuştu. Cemil bir aralık gözleri- le etrafı aradı. Nigâr henüz gelme- mişti. Acaba niçin bu kadar geç kal- mıştı? Delikanlı kendi kendine: «Tu- haf şey... dedi, nişan günümde müte- madiyen Nigârı düşünüyorum, Aca- ba haşarı kız nerede kaldı. Belki de şu esnada köşkte kiraz ağaçlarından birinin dalları arasındadır. Acaba ni- şana gelmiyecek mi?... Gelmez, gel- mez... Nigâr bu, aklından eseni ya- par..> Salonda yeyip içiliyordu. Naciyenin babası nutuk söylemek meraklısı idi. | Bir aralık oturduğu yerden kalktı. Bir- kaç parlak cümle ile Cemilin Naciye ile nişanlandığını davetlilere bildire- cekti, Müstakbel kayınbaba şairane cümlelerle nutkuna başladı: — Hayat dikenli bir yoldur. Bu yol- da ârızasız yürümek için bir erkeğin bir kadına, bir kadının bir erkeğe ih- tiyacı vardır, İşte Naciye ile Cemil... Tam bu esnada salona yıldırım gibi birisinin girdiği görüldü. Bu, Nigârdı. Üç dört yaşında kıvırcık saçlı bir kız çocuğunun elinden tutmuş fİlerli- yordu. Cemil onu görünce gülümsedi, İçin- den: «Garip şey... dedi, Bu kiz çocu- ğunu da nereden bulmüuş?... Sonra ço-| cuğu neden nişana getirmiş? Nigâr küçük kızla beraber tam Ce- milin önüne geldi. Delikanlıya hid- detli hiddetli bakarak sert sert ba- gırdı: — Alçak!... Alçak!... Herkes hayretler içinde gözlerini Nigâr ile küçük kız çocuğuna çevir- mişti. Ne oluyordu? Fakat herkesten fazla şaşıran Cemlldi. Delikanlı Ni- gârın bu hâline bakıp kendi kendine soruyordu: «Acaba aklını mı ka- çırdı?» Nigâr ayni şiddetle elinden tuttu- KAŞE NEVR İ yılma taklidi yapan Nigâr Zu küçük kızı delikanlıya işaret ede- rek: — Al çocuğunu... dedi. Genç kız bunu söy! re yuvarlandı, yalandan bayıldı. Bütün salonda: —A.. milin çocuğu varm — Ne ahlâksız adam... Çocuk sahi- bi, başkasile evlenmeğe kalkıyor... -— Yazıklar olsun... Halbuki ne ah- lâklı bir çocuk gibi görünüyordu. — İnsanlar kapalı bir tenceredir efendim... İçinde ne kaynadığı belli değildir ki... sözleri yükseliyordu. Naciye ile babası hiddet içindeydiler. Cemil abdallaşmıştı. Küçük kız çocu- ğu etrafında olüp bitenlerden ürk- | müş, hele Nigârın yalancı bayılma- sını sahi zannederek ağlamağa baş- lamıştı, Cemil şaşkınlıktan çocuğun elini tutmuştu. Naciye deli gibi Cemilin üzerine yü- rüyerek! — Pek ahlâksız bir adammışşınız... dedi, bereket ki tam zâmanında haki- bati öğrendim. Cemil: — Fakat Naciye... Beni dinle... di- | ye itiraz edecek oldu. Naciye masanın üzerinde hazırla” | nan nişan yüzüklerini hiddetle yere | fırlattıktan sonra: — Bundan sonra sizi ne diye dinli- yecekmişini ...dedi, çocuğunuzla me- sud olunuz. Ben gidiyorum. Yürü baba... Böyle söyliyerek babasile beraber salondan çıktı. Davetliler de gidiyor- lardı. Yalnız misafirlerden ihtiyar bir adamcağız hâlâ yerde yatan Nigârı göstererek: — Canım efendim, zavallı taze ba- yıldı, Kimsenin aldırış ettiği yok... Bari Cemil oğlum... Biraz şu taze ile meşgul olalım, Yüzüne su filân çar- palm... İki dakika içinde, salonda garson- larla beraber Cemil, delikanlının da- hâlâ ağlıyan küçük k otuğu tayyareden düş ak yatmış, ba- kalmıştı. Salon boşalınca Nigâr evvelâ tek bir gözünü aralıkladı. Etrafta kimseyi görmeyince kendi kendine kalktı, Bir sandalyeye oturdu. Cemil de, ihtiyar adam da onun bu hâline hayretler içinde bakıyorlardı, Nihayet Cemil sordu: — Bu işi neden yaptın Nigâr... (Devami 10 uncu sahifede) (Bir yildiz) Ğısı ihtiyar adam ve ye: müş gibi İki elini a 074 Sizi günlerce ıstırab çekmekten kurtarır En şiddetli baş, diş ağrılarmu, üşütmekten mütevellid bütün. sancı ve sizıları keser, nezleye romatizmaya, kırıklığa karşı çok müessirdir. Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz ! İcabında günde 3 kaşe alınabilir, İsmine dikkat: Taklitlerinden sakınınız ve Nevrozin yerine başka bir marka verirlerse şiddetle reddediniz. ikten sonra ye- DİŞİ KORSAN Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Tefrika No, 10 Periklis (Fida) yı kamçı ile söyletmeğe çalışıyordu. Fakat “Allahın kızı,, ağzını açmıyordu. Yoksa, yangın bir olarak mı çıkmıştı? Venedik şövalyesi bu muarımayı çözmek istiyordu. Uşaklarının ağız- larına kilit vurmuştu. Hepsi susu- kaza nelicesi yordu. Fakat, kendisi mütemadiyen | bu işle meşgul oluyordu. Aksöoyün bir Mogol casusu olduğu tahakkuk ederse, bu Bizanslılardan ziyade şövalyeyi utandıracak bir ha dise olacaktı. Çünkü, sinyor Kontarino, kendisi- ne ebediyen sadakat güöstereceğin- den emin olduğu kölesine o kadar açılmış, ona o kadar mühim ve gizli | işler gördürmüştü ki... Şimdi bu işler meydana çıkacak olursa, şövalyenin bütün plânları ve Bizansta çevirdiği entrikalar anlaşı- lacak... Konlarino bu yüzden Bi | zansta kalamıyarak Venediğe dönme- ğe mecbur olacaktı. Sinyor Kontarino, Bizans impara- toruna karşı eşsiz ve samimi bir dost- luk rabıtası göstermi Venedikli- lerle Bizanslıların kardeş olduğuna imparatoru inandıracak kadar ileri gitmişti. Imparator Mihail kimsenin dost- Juğundan ve hele hiç bir mâna ifade etmiyen kardeşliğinden emin değildi. Mihail Paleoloğ nefsine itimadı olan, fakat, başkalarına kolay kolay inan- miyan bir hükümdardı. Lâtin isti- lâsında Venediklilerin Lâtinlere karşı gösterdiği maddi, manevi himaye ve alâkaya bizzat kendi de şahid ol- muştu. Imparator, bu hadiseyi duyacak olursa, ilk işi Venedik şövalyesini bir yelkenliye bindirip memleketine gön- dermek olacaktı. Kontarino bunu pek âlâ biliyordu. Bunun enin yaptığı lik iş, adamlarının ağzını kapatmak ol muştu. O artık, yabancılara değil, dostla- rına bile bir Mogol kölesi olduğun- dan bahsetmiyor, tanıyanlara da; — Geçen gün birdenbire hastalan- e öldü. Diyordu. Bereket versin ki, şövalyenin köle- sini sarayda tanıyan da yoktu. Ak- soy eğlenti gecesi, uşaklara, hizmet- çilere aynlan İNbünün arkasında durmuştu. Burada efendisini bekli- | yordu. Diğer misafirlerin uşakların- dan onunla meşgul olan bile yoktu. Aksoyun bir aralık telâşlı telâşlı do- laştığını ve heyecanını gizlemeğe ça- lıştığını yalnız Fida görmüştü. Fida, o gece Aksoydan çok haklı olaak şüphelenmişti, Aksoy o gece mühim işler görmeğe, hattâ yalnız Bizans sarayını değil, bülün Bizans ülkesini ateşlemeğe karar vermiş gi- bi görünüyordu. ” «Fida» işkence mi görüyor? Sarayda Fida gibi şüpheli bir in- san varken, yangın hâdisesinde el bette başka bir kundakçı arıyacak değillerdi. O gece hassa zabiti, Periklisin $ız- dığını imparatora haber verince - her- kes gibi - Mihail de derhal şu hük- mü vermişti: — Şüphelerim tahakkuk etti. Fida bir casustur ve tribünleri ateşliyen odur. Hemen yakâlayın melünu. İmparator hassa zabitlerine emri verirken, general Anivaş, paratorun yanına sokuldu: — Fidanın izini buldular mı, haş- metmaab? Mihailin gözü dünyayı yordu. İmparator. ateşten dekorlarile açı- hp kapanan bu müthiş facia kar- şisında fazla bir şey düşünemezdi: — O, bir casustu. Onu yakalatlım. Kaç gündür sarâyımda mahpustu. Nihayet bu gece rolünü oynadı, ken- disi meydanda yok... Diye bağırdı. Anivas, imparatora: — «Allahın Kızı» bu ayeti yapa- maz, haşmetmaab! Bu kundakçı, Fidadan başka biri olsa gevek... Dediyse de, imparator o kargaşa- bu im- görmü- lik arasında generalin sözünü dinle. medi, Ben de budalanın birisin! de- Gi. Onun gökten indiğine hâlâ ina- nıyorsun! Misafirler dağılmış, yangın, sara- yı sarmadan, güçlükle söndürül- müştü, İmparator çok asabi ve hiddetliydi. Ve nihayet o gece güneş doğup te her yer aydınlanınca 4Fidas, im- paratorun adamları tarafından bir ağaç dibinde yakalanarak saraya ge- tirilmişti. Fidaya dünyanın en müthiş İş- kenceleri yapılacaktı. Fakat, onu İlk önce imparator sorguya çekmek İs- temişti: — Haydi, çabuk söyle, melünel Ki- min hesabına çalışyorsun burada? Ve Bizansa nereden geldin. diye haykırdı. Fida inadçı bir kadındı, Ağzından; — Ben masumum. Sözünden başka madı. Mihal — Adamlarım seni söyletmesini bis Mirler! Diyerek Periklise işaret etti: — Haydi, vakit geçirmeden, bu ka- dına dünyanın kaç bucak olduğunu anlat bakalım! Periklis «Allahın kızı dan tutup yere vurdu: — Beni sarhoş edip Kaçtın amma, gene elime düştün! Seni gebertince- ye kadar döğeceğim. Aklın varsa, çabuk itiraf et... Bizansa nereden ve niçin geldiğini söyle! Fidanın şiddet gördükçe inadı ar- tıyordu. — Atinadan geldim, işte o kadar... Diyebildi. Sırtında şaklıyan kes- kin bir kamçının ince telleri güzel kadının pembe omuzlarında yer yer izler bırakmıştı. Fakat o artık ağzı- nı açmıyordu. Periklis, kendisini aldatan ve af- Jalan kadından öç almak fırsatını bulmuştu. İmparatorun mabeyincisi bütün insafsızlığile - hem de impa- ratorun gözü önünde - ateş püskü- rerek, genç kadını yerden yere vüru- yordu. Bizanslılar Periklise boşuna; «İm- paratorun cellâdı!» dememişlerdi. Periklis, eli baltalı cellâdlardan da- ha merhametsizdi. Üstelik Fidanın gözlerine bakarak, aşkına mukabele etmediği için bu felâketle kurylaş- tığını anlatmak istiyordu. Mihail bir aralik elini uzatlı : — Yeter ârtık, Periklis! Onu ha- şeratın içine at.. ve başında dur, Dayakla cürmünü itiraf etmiyenleri haşerat çabuk yola getiriyor. Dayâk faslı bitmişti. Fida ne imparatora, ne de Perik- ise boyun eğmemiş, hattâ - beni Affedin demek şöyle dursun - artık «ben masumum!; sözünü tekrarla- Mağa bile lüzum görmemişti. Fidayı haşeratın koynuna attılar. bir şey duyuk nı saçların. — Dilini yutan kadın!.. Sarayın zemin katında penceresiz bir oda vardı, Muhafızlar burada bir takım haşerat beslerlerdi.. Ak- reb, çiyan, su yılanı, tarla faresi gibi. Bunlar derin bir çukurun içinde bu- Yunuyordu. Mahpuslar buraya alıl- dıktan sonra, yukarıda bulunan bir delikten seyredilir ve suçlunun İti- rafları buradan dinlenirdi. Bu, Makedonyalılardan alınma bir işkence usulüydü. İskenderin babası Filip maznunları böylelikle çabuk yola getirirdi. Fida burada da bir tek söz söyle- memişti. Sarayın muhafız kumanda- ni Fidayı bitkin bir halde haşerat kuyusundan çıkardığ ızamân önü; — Di utan kadın! demişti, Fide, haşerat yuvasında gördüğü işkence ve iztırabdan sonra dahi ağ- Zını açmamıştı. Fida, ölüm mahkümuydu. Fekat, imparator, onu kolay kolay öldürt- mek istemiyordu. - (Arkası var)