Ceki Kugan beş parasız Kazandığı dört milyon doları annesile babalığı yiyorlar Ceki annesi aleyhine dava açtı. Bu hadise Amerikada büyük dedikodulara sebep oluyor Bir zamanlar Şarlo ile birlikte fi- lim çeviren Ceki Kuğan (Jackle Coo- gan) 1 hatırlarsınız değil mi?... Altı yedi yaşında iken sineme artisliğine başlıyan Ceki, altı sene çalıştıktan sonta işten çekilmiş ve bir mektebe verilmişti. O zaman birçok kimseler; -Oh'ne âlâ... Küçük yaşında bir- kaç Sene çalışarak istikbalini temin etti, Mektebi bitirdikten sonra yan ge Hp zevkine bakacak, diyordu. Küçük Ceki çevirdiği her filim için birkaç yüz bin dolar alıyordu. Allece mütevazı bir hayat yaşadıklarından, bu paranın pek az kısmını sarfediyor- lardı, Birkaç sene içinde küçük artis-' tin birkaç milyon doları toplanmıştı. * Bu suretle artisi yalnız ihtiyarlığını değil, gençliğini de temin etmişti.” Mektepten çıktıktan sonra isterse ça , hşacak, İsterse rahatça gezip eğlene- cekti, Seneler geçti, küçük Ceki büyüdü ve geçen sene evlendi. Fakat vaziyeti hiç te tahmin edildiği gibi değildir. Ceki bugün beş parasızdır ve karısının kazancile geçinmek meçburiyetinde- dir. Ceki bunun sebebini şu suretle an; latıyor: Şarlo ile tanışması — Beni meydana çıkaran büyük ar. * tist Şarlodur. Babam küçük bir ar- tistti, Bir akşam annemle beraber kendisini kuliste bekliyorduk. Baba» mi sahnede görünce annemin elinden kurtuldum, sahneye çikarak baba mın yanına koştum. Babam birkaç cümle uydurarak vaziyeti kurtardı. Ben sahnede hiç te korkmamış, kim. seden çekinmemiştim, Seyirciler arâs sında bulunan Şarlo, halimi, tavrımı beğenmiş. 'Tam o sırada çevireceği filim için bir çocuk arıyormuş, Babar ma müracaatle beni angaje etti, Bir- Mikte çalıştık. Bundan sonra Şarlonun yanında birkaç filim daha çevirdim. İsmim her tarafta duyuldu, Çok para kazanıyor” dum. Babası ve annesi Babam çok iyi bir adamdı. Bütün hayatımı ailesine vakfetmişti. Vakit vakit balık avına gitmekten başka bir yevki yoktu, Kazancıma mukabil al- dığı parayı bankaya yatırıyor, bun- dan pek azını sarfediyordu. Anneme gelince, o bilâkis gösteriş- ten bol para sarfetmekten zevkalır. dı. Babamla uzun münakaşadan son- ra mükellef bir otomobil satın almıştı. | Herkese: «Oğlumun hediyesi...» di- yordu. Ben de bu sözlerden gurur du- yuyordum. Fakat çok zaman geçmeden yen' yeni hâdiseler oldu. Evimize Bernsteı adında biri girdi. Bu adam benim me- nacerim sıfatile hüâreket ediyordu. Annem menacerimi çok takdir edi- yordu. Aradan birkaç sene geçince artık çocuk rolleri yapamıyacağım anlaşıl- dı, Beni mektebe verdiler, Esrarengiz Bernstein gene ailemizden ayrılmadı. Bana haftada 6dolar veriyorlardı. Beş yaşında iken haftada 75 bin do- Jar kazanan bir çocuk için az para. Fakat ben gene memnundum. Beklenmiyen bir hâdise 935 senesinde babam bir otomobil kazasında öldü. Bu, beklenmiyen bir hâdise idi, Çok müteessir oldum. An- .Bem de pek müteessir olduğunu söylü- yordu. Fakat bu hal, ertesi sene Bern- #tein ile evlenmesine nani olmadı. Ben de 20 yaşına basmıştım. Ben- den iki yaş küçük olan artist Betty Grable ile seviştik, evlenmeğe karar Ceki Kuğan ve karısı Betty Grable . fetinde, Ceki ve karısı Betty Grable verdik. Annem bunu duyunca artiste telefonla: — Cekiyi milyoner zannederek ov- | leniyorsanız aldanırsınız, beş paresi | yoktur... dömiş. » Betty Ne birfbirimizi hakikaten sevdiğimizden, geçen sene evlendik. Fakat evvelce çalışarak kazandığım paradan bir santim bile alamadım. Bugün karımın kazancile geçiniyo- rum. Bir sene İçinde yalnız bir filimde küçük bir rol için bin dolar alabildim. 4 milyon dolar ne oldu? Banka hesaplarma göre benim bu- gün 4 milyon dolarım olmalı idi, Bu para ne oldu? Annem hesap vermi- yor, «sarfedildiz diyor. «Nereye sar- fedildi7?, diye dartıyorum, cevap ala- miyorum. Bunun için mahkemeye mü- racaat ettim. Annemden hessp iste- dim. 'Tahkikatımızai göre bu parayı be- balığım yiyor. At yarışlarına, kumara | meraklı olan bu adam benim kazan- | dığım paraları bol bol sarfediyor. Mahkemede ânnem ağladı, birçok şey- ler söyledi. Fakat sözleri arasında | mantıki bir şey yoktu. Karımla bera- | ber karar verdik, bu davayı sonuna kadar takib edeceğiz; ! Cekinin vaziyeti Amerikada büyük dedikodulara sebep olmuştur, Küçük artistlerin kazandıkları paraların is- | raf edilmemesi ve bunlarin hakları- | nın müdafaası için tedbirler alınma- | si isteniyor. Konstans Bennet'in bir davası Bir muharrirden 62,500 dolar . c Zarar ve ziyan istiyor * Sinema yıldızı Konstans Bennet, İnadcı ve kavgacı bir kadındır. Ken- disine yapılan tecavüzlere karşı koy- mak için hiç bir zorluktan çekinmez. Geçenlerde yıldız, kendisine iftira ettiği iddiasile münekkid Jimmy Fidler aleyhine 250,000 dolarlık bir tazminat davası açmıştı, Şimdi de Konstans Bennet, ayni münekkidden, ayni sebepten solayı 350,000 dolarlık | yeni bir tazminat davası ikame eyle- miştir, Konstans Bennet, fç ay evvel bir #inema şirketinden, mukaveleyi boz- mak yüzünden 350,000 dolar tazmi- nat almış, altı ay evvelde yağlıboya resmini yapan bir ressama vermeği taahhüd ettiği 3,000 doları kendisi- mi Adi kabara kadınlarına benzettiği iddissile, tediyeden istinkâf etmiş ve nihayet mesele mahkemeye akset- miştir. Güzel yıldız yine on ay ev- vel kendisine vakit ve zamanında bir sanaryo hazırlamıyan bir muharrir &leyhine dava açmış ve 62,500 dolar- lık zarar ve ziyan istemiştir. Yazan: Sermed Muhtar Alus 'Tefrika No. 75 NANEMOLLA Mutlak Pembeyi bu gece bulmak- | hığa, aydede veçhini görmekliğe ateşli talib isen, beraber rakı çekip yosma- larla kef etmek arzusunu besleorsan, kulak tabağa gelmiş olan malümatı iş'ar etmişim işte. Teşrif et Saraylının kapısına, yanaşıp çal, Cenabınm nam ve şanını kim bilmez, derhal içeride- Zincirkıran tekmeyi vurmak için Ayağını kaldırırken durdu: — Gece karanlığında. Kumkapi- da, sokak sokak, kapı kapı ev mi ara- tacaksın bize?... Öne düş deyyusi Haçik çizmeyi öptü; — Bu yaşıma kadar Kumkapıyı, Nişancayı görmüş isem yumurcaklar çıkarayım... Rıza bey teftiş müdür muavinine döndü: — Seni unuttuk be. Sen varken ne diye başkasını arıyoruz? Saraylı- nın evini öyle domuzuna bilirsin ki. Hadi düş önel... Dimitri efendinin dili tutuldu. Yalnız başını, kaşlarını kaldırmada; bilmediğini işarette, Sergardiyan: — Alaybeyim, dedi, evin Nişanca- da olduğunu öğrendik; bulması güç mü? Nanemolla kımıldanıyordu. Fikrini söyliyecek — Rıza beyefendi, diyecek, vazgeç. Maazallah elinden kaza maza çıkar da başına iş açılır, Eşref denilen O deni mahlüku Allaha havale ettim. Allah yanına birakmaz elbet... Fakat, bir türlü diyemiyor. Adam şimdiye kadar kendisine karşı nazik, mülte- fit; tepesi atıp afatlayı verirse. Sabri ağa, Saraylının evine gitme- ge delikanlının taraftar olmadığını halinden sezmişti. Zincirkıranı kiş- kırtıyordu: — Kimseyi dinleme beyim, bildi. ini yap; hayırlısı bud Alaybeyi, Haçiğe: — Defol oradan!... dediklen sonra arabaya atladı. Hürmelensola çe- kilmiş olan İrfanı bir kolile kaldı- rip hıngadak sağa oturttu; yanına geçti: — Arabacı sür İstanbula, Kumka- pıyal... Saraylının evinde... Kumkapı Nişancasında ev işleten Saraylı, asıl ismile Tarandil (yani terandil), 15, 16 yıl evvel, sultan Me- cidin gözdelerinden imiş. O zamanlar 14, 15 yaşında olacak ki şimdi ancak oluzluk. Bu kadarı göstermiyor bile; gören 23, 24 ünde sanıyor; katiyen 25 inde yoktur di- yor. Abdülmecid karılarının, gözdeleri- nin, cariyelerinin içinde, çirkini bi- rTakalım, şirini de geçelim, tasvir, ahu, bir içim su olmıyan var mı ki? Hepsi birbirinden güzel, birbirinden | güzalıcı, birbirinden şafak attırıcı. Sarışınlarında topuklara kadar sırma saçlar, kılabdan gibi kaşlar ve kirpikler, . firuze gözler. Kumrallar rında kıvır kıvır kestan& rengi saç- lar, samur kaşlar ve kirpikler, elâ, gövelâ, yeşil gözler. Buğdaysılarında İ parlak siyah saçlar, anfili anflli ka. ra kaşlar, birbirine girift kirpikler, ahu gözler... İçlerinde ne boduru, ne kıradusu, ne de lenduhası var. Hepsi boylu, endamlı, ince belli, batık eti. Malüm a, Abdülmecid kadın tirya- kiliği hususunda cedleri üçüncü Mu- rad, birinci Ahmed, Deli İbrahim ile yarış edenlerden. Belki kemmiyette değil, fakat keyfiyette belki onlara taş çıkarmış; rekoru kırmış... Çeşnicibaşılıktaki ustalığına söz yok, zira mallar meydanda. Dilberlikleri bu derece yüksek kı- rat kadın efendilerin, ikballerin, göz- delerin arasında canı da tüketmiş, ciğeri de; mis gibi verem, Hekimlikçe fenni bir esasa müs- tenid midir, yoksa lâkırdı kıtlığında asmalar budamak kebilinden midir bilmem, veremler hava ve hevesine son derece düş olur, derler. Sultan Mecid de öylesi olacak. Yalniz şu nokta müphem: (Tavuk mu yumurtadan çıktı, yok- sa yumurta mu- tavuktan) hesabı, o da gidişatından mı ince hastalığa tutuldu, yoksa ince hastalığı olduğu içinmi bu gidişata kendini Bilinen şu ki işi ayıştır Az1Ş- tırmış; dörtnalı verdikçe vermiş, Kırk yaşına basarken damn deyip Sul- tanselim camiinin selâtin türbeleri- nin birine gömülüp gitmiş, Kadınefendiler, ikballer, de efendileri gibi civalı... Moskofla muharebeye tutuşulup, Fransalı, İngütereli,, Sardünyah yar- dıma gelip Kırım zaferi kazanıldık- tantan, Pariste de müahede imza- lanarak devletin şan ve şevketi ba- lâter olduktan sonra İstanbulda zevk ve safa düşkünlüğü alıp yürümüş. En başta, tahttaki padişah. İmamı görerek cemaatin işi azıtması kabi- Mnden, kadınlı, erkekli saray takım- larından tut, bütün İstanbul halkın- da bir hoppaladır gidiyor. Kadınefendiler, gözdeler, hüzne dar ustalar, cariyeler seyir yerlerin- de; çarşı içlerinde, Divanyolu, Yeşil- tulumba, Aksaray piyasalarında, Daha evvel, sarayda kapalı, dört duvar içinde kükumav haldelerken bile tek durmazlar, türlü haltlar eder- lermiş ya... Hoknacı poliçaları, bohçacı koka» naları, kasnâkçı ve divalcı duduları önayak edip Kalpakçıbaşındaki ya- hud! çorapçı çiraklarını, rum zenne- cl kalfalarını, Kuyumcu çarşısında» ki genç âhbarları - hadımağalarının yüzüne gülefek, fingirdeyip gönülle- rini hoş ederek - gizlice sarayın ha- rem bölüğüne alıverirlermiş. Bunların bir tanesinin geri dön- mediği ve araya kaynadığı dillere dahi düşmüş. Kalpakçılarbaşında tuhafiyeci Kü- çük fesli denilen ermeni delikanlı. Saraylılar, dükkânda herifle (ten- ten, ne istersin benden), (el üstünde kimin eli var), (Masana, nedir o, bir yelpaze) oyunlarile bilek, kol çim- dikleyişler, göğüs, böğür dürtüşle- yişlerden sonra bir akşam ahbari saraya alıvermişler. Küçük feslide giriş o giriş amma çıkış o çıkış değli. Çarşıda bir daha ne cismi görülmüş, ne gölgesi; ne adı işitilmiş, ne sanı, Abdülmecid ahrete göç edince. anane mucibince sarayda kalanlar, merhum hakanın itbal arasına kalı- lanlar devede kulak kabilinden. Bun- lar da abullabudlar, Diğerleri etrafa yayılmış Kimi Tunus gediği bir kısmet bulup ko- nak köşelerine kurularak hanfendi olmuş. Kimi konak, konak yavrusu arâ- mamış; koca olsun da ne olursa ol- sun diyerek, Unkapanında hâmal, Sirkeci iskelesinde kayıkçı, Tahtaka- lede baklavacı, mahallede saka... İs- tediğim böylesi deyip varmış. Kimi de İstanbul koltuklarna düşüp yosma olmuş, İşte Nişancadaki evi işleten saraylı 'Tarandil hanım da bunlardan biri. Ona çıkanimış şarkı bile var; gözdeler Tarandil gayet güzel Biz söyleriz şarkı, gazel Yukarda dedik; bir daha tekrar- lamak lâzımsa bu sabık padişah göz- desi de hasena müstesnalıkta biri- eiklerden. Boylu poslu, pembe beyaz, kum. ral... İnce ince Kaşlar, çekik çekik gözler, ufacık ağız... Omuzlar geniş, bel ince, aşağısı taşkın. Hele sazı, hele sesi... Neler çalmı- yor? Ud, tambur, kânun, piyano... Hepsini söyletiyor. Gazele, şarkıya, türküye gelince de döktürüyor. Ayni zamanda kafalı, uyanık. Oku ması, yazması var; fransızca konu- şuyor, çatrapatra rumca da söylü- yor; ermenice anlıyor, Şimdi denilecek ki: — Amma da yaptın ha!.. Böylesi | kim, çaçalık kim? O da neye bir Tu- nüs gediğine varmadı, hiç değilse kapalması olmadı? Koltuk işletece- ine, iti, çapkını, zilzurna sma olay- deyi yay- baniler maşallah de- (Arkası var)