z 18 Nisan 1938 —— — AKŞAM & Yeşil, parlak, iri gözleri vardı. Ağzı | mini mini idi, dudakları Kıpkırmızı... | Baçları güneş ışığı altında bir altın yı- gın gibi parlıyordu. Yüzü bu kadar güzel olan «Naciye ablanın boyu ga- yet kısa idi. Vücudü pek şişmandı. Bu dünyanın en güzel gözlü, en güzel ağız- Mı, en güzel saçlı genç kızı doksan kilo- Yu geçiyordu. Naciye ablaya bazıları «İki ayaklı bir kahkaha...» derlerdi. Son derece neşeli bir kızdı. Hakikaten o arkadaşları ara- sında -tabiri caizse- yürüyen, hareket, &den, doksan kiloluk canlı bir kahka- ha yığını halinde dolaşırdı. Daha mek- tepte iken, 16 yaşında insana dehşet verecek bir şekilde şişmanlamıştı, Yus- yuvarlak vücudü bu on altısındaki kı- za âdeta orta yaşlı, şişman bir kadın hali vermişti. İşte herkes o zamandan beri kendisine «Naciye abla> derdi. Herkes Naciye abladan son derece hoşlanırdı, Çünkü «Naciye abla, içten gülmesini bilen bir kızdı. Büyük bir dünya politikacı: «Gülmek saridir. Yanınızda birisi kahkahalarla gülerse, Siz de gülersiniz.» demiş... Bunun için en derdii kimseler Naciye ablanın ya- nında kederlerini, bir müddet için, unu. turlar, Naciye ablanın kahkahaları kendilerine sirayet eder, gülmeğe baş Yarlardı, «Naciye abla> her zaman ara- milan bir insandı. Yalnız «Naciye ab- Yasnın tuhaf bir tabiati vardı, Yanında aşktan bahsedilmesinden pek hoşlan- .mazdı. Herşeyden, herşeyden konuşur- du, fakat aşka dair ağzından tek keli- me çıktığı duyulmamıştı. Yalnız bir kere onun: | — Aşk da ne imiş. Benim âşıkla- | | | rim hamur işleri, şekerlemeler, tatlı- Jar... Zaten doksan kiloyum... Bu tatlı Aşıklarımı da yedikçe büsbütün şiş- Mmanlıyorum. Aşk herkesi zayıflatır, be- Mİ şişmanlatıyor... Dediği arkadaşları arasında meşhurdu. Naciye abla o gece de bütün arka- kahkahadan kırıp geçirdik- ten sonra odasina çekildi. Kapısını ka- Padıktan sonra bir dakika içinde âde- ta yüzü değişti. Şimdi o bir dakika ev- Yelki neşeli kadın değildi. Kitapları arasından bir fotoğraf çıkardı. Bu Na- €iye ablanın çocukluk arkadaşı, mek- tep arkadaşı, gençlik arkadaşı Selim- di. Naciye abla resme dikkatli dikkatli . Selim ne yakışıklı çocuktu, Ne ince, ne zarif bir vücüdü vardı. Selimle senelerdenberi günleri bera- ber geçmişti. Aralarında âdeta bir kar. deş sevgisi vardı. Selim bu doksan ki- Yoluk çocukluk arkadaşile konuşurken onun bir genç kız olduğunu hatırına bile getirmez. "Tıpkı karşısında bir'er- kek arkadaşı'varmış gibi kalbinin en gizli köşelerini ora açardı, Hattâ ba- 2en Selim kalbinden hiç bir fenalık geç- Meden Naciye ablanın pembe yanakla- Tını okşardı, (Fakat Naciye abla çoktanberi kalbi- Di yokladıkça Selime karşı içinde ço- €ukluk, mektep arkadaşlığından baş- Ka çok daha şiirli, çok daha derin his- ler olduğunu anlıyordu. O gece Naciye ablanın uykusu kaç- Bıştı, Pencerenin yanma oturdu. Dı- Şarıda ne güzel bir gece vardı. Ay Işı- Bında büyük havuzun suyu büyük bir &yna gibi parlıyordu. Naciye abla sırtına birşey alarak 'çeye çıktı. Havuzun kenarına otur- du. Bu bahçe Selimlerin evile kendi eri arasında idi, İki aile bahçeyi Müşterek kullanırlardı. Bir aralık Selimlerin köşkünün ta- Yafından havuza doğru bir gölgenin ilerlediğini farketti, Ay ışığında bu göl- E€yi tanımıştı, Kalbi tuhaf tuhaf at Mağa başladı, Gelen Selimdi. Delikan- vuzun kenarına yaklaşınca: dedi, gecenin bu aşında ne arıyorsun... “pkı âşiklar gibi senin de uykun mu | kaçtı? Naciye abla bir katikaha kapardı: — 100 kiloya yakın bir genç kızın Aşk. yüzünden uykusu kaçmıştı!... Aman Selim ne şakacı şeysin sen... Selim Naciye ablanın tü yanına, ha- Yuzun kenarına oturdu, Ay ışığında Naciye ablanın gözleri ne güzel parlı- Yordu. Delikanlı Naciye ablanın yüzü- De baktı, bâktı, sonra: — Naciye abla, dedi, hiç dikkat etme- miştim. - Sen bayağı güzel bir kızmış- $ın!... Hele gözlerin... Geceleri büsbütün güzelleşiyor... Naciye ablanın bir tablati vardı. Pek Şok hislerini çin çin öten bir kahkaha- nın arkasında saklardı. Bu seferde ge- | ne öyle yapmak istedi, Delikanlının | sözlerinden duyduğu derin heyecanı Selime hissettirmemek için bir kahka- ha savurdu. — Selim, dedi, bu gece bülün şaka- cılığın üstünde... Delikanlı teminat veriyordu: — Vallahi şaka söylemiyorum Na- ciye abla... Gözlerin hakikaten fevka- lâde güzel... Bir müddet için ikisi de sustular, Se- im: — Naciye abla, dedi, sana mühim birşey söyliyeceğim... Kalbimi açaca- Naciye abla heyecandan boğulacak gibi Selime baktı. Genç Adam: — Aşığım Naciye abla... dedi, Sonra ilâve etti; — Evleneceğim... Ferideyi seviyo- rum... Hem belki senin tuhafına gi- decek... İnanmıyacaksın... Öyle seviyo- rum ki, geceleri uyuyamıyorum... İşte görüyorsun ya... Gece yarıları odamdan fırladım. Bahçede soluğu aldım, Belki sen bir insanın bu haline inanmazsın... Selim daha uzun uzun Ferideye kar- «şi duyduğu hislerden bahsetti. Naciye abla ile Selim gece yarısından çok son- ra birbirlerinderi ayrıldılar... #. Bir mürddet sonra Feride ile Seli- min evleneceğini duymıyan kimse kal-! mamıştı. Her taraf bu havadisler çalk Janıyordu, Nihayet iki sevgili nisan- Jandılar ve evlendiler. Selimin düğününde Naciye abla çok | neşeli görünüyordu. Zaten Naciye ab- | Ja için neşe ve kahkaha kadar hisleri, | acıları saklıyan bri maske olamazdı. | O gün bir aralık Selim, Naciye abiz- | nın yanına yaklaştı, onun kulağına eğildi: | — Naciye ablacığım, mesudum, Heri | o kadar mesudum ki... Sana duyduk- | Tarımı anlatamam... diyordu, fakat bu» gün senin neşene de hiç diyecek yok | hani... Bu neşeni, bu saadetini gören | seni evleniyor sanır... Naciye cevap verdi: — Nasıl sevinmiyeyim Selim... Senin | saadetin benim saadetim demek değil | midir? Sen benim kaç senelik arkada- | şımsın?. Teşekkür ederim Naciye abla... Ben evlendim... Darısı senin başına.. Bu söz sanki pek komik birşeymiş gi: bi Naciye abla kahkahalarla gülmeğe bâşladı. Durmadan gülüyordu. Selim: — Tuhafsın Naciye abla... diyordu, | hayatta herşeyi alaya alıyorsun... En ciddi bahislere bile SUN... Naciye abla hem gülüyor, hem de: — Hayır... diyordu, kendimi gelin el- bisesi içinde gözümün önüne geliriyo- rum da... 100 kiloluk minimini bir ge- | Tin... diyor ve tekrar gülmeğe başlıy: du... Selim ona büsbütün sokularak fı- sıldadı: — Fakat kimbilir bir gün bir de ba- karsın ki kalbinde bir aşk... Sen aşka her zaman gülerken âşık oluvermiş- Bu söz Naciye ablanın büsbütün si- nirlerini bozdu. Kahkahalarla gülerken gözlerinden akan iki damla yaş yanak- larından süzülüyordu. i — Şu Naciye abla ne neşeli kadın, di- | yorlardı, şuraya bakınız, O kadar gülü | yor ki, sanki ağlıyormuş gibi gözlerin- | den yaşlar boşanıyor. İnsan gülünce iş- te böyle tâ içinden gülmeli... Fakat tu- haf bir gülüş değil mi? Ağlıyor mu? Gülüyor mu belli değil. Evet... Belli değildi... Naciye abla ağ- hyor mu idi? Gülüyor muydu? Fakat muhakkak ki o göz yaşlarını kahkaha ile saklamasını bilen bir in- sandı, Biraz sonra uzaktan Naciye ab- Jaya seslendiler: — Naciye abla... Gel de biraz içimiz açılsın... Bizi neşelendir. Naciye ablaya bakanlar biribirlerinin kulaklarına eğilip fısıldıyorlardı: — Şu şişmanlar ne kadar neşeli ohur- lar... (Bir yıldız) Akba müesseseleri Ankaroda her dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. Ündervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada yeridir. Telefon: 3377. Pazartesi konuşmaları (Baş tarafı 6 ncı sahifede) Iki aydır kirasını veremediği evden, evin sahibi onu kapı dışarı ediyor, Bu müthiş sahneyi sabahleyin erkenden | kendisini ziyarete gelen kız, kısmen gördükten sonra habersizce kaçıyor. Doktor Hikmetin, sevgilisini bu son görüşüdür. Artık onun bu gurbet elin- de ne yakınlık duyduğu bir insan, ne sığınacak bir yeri vardır. Pariste tanı dıklarının en hakimi ve en insanı ola- rak bildiği ve kendisini hastalığında meslektaşlık dolayısile para almadan tedavi eden Fransız doktora cl uzatı- yor. Öğreniyor ki her şeyile Fransız olan bu adam “Bir Yahudidir ve Ya- hudiliğinden şikâyetçidir. Doktor Hik- met tekrar hastalandığı zaman ken- disile tek alâkadar olan bu hayır se- ver, fakir doktorun yanındadır. Çok za- manlar aç ve soğukta kalmak, sefalet | ve yoksulluk artık onu ölüm döşeğine sermiştir. Son günleriride davet ettiği halde bir defa bile kendisini ziyarete | gelmek zahmetine katlanmıyan Fran- $iz sevgilisinin adını ana ana, hayali- ni kucaklaya kucaklaya buhranlar ge- çiriyor. Öleceği gün kendini iyi hisset mektedir. Halbuki hastasının nabzını sayan doktor ateşle beraber kalb vu- ruşlarının süratle düştüğünü gördük- çe onun ölüme ne kadar yakın oldu- ğunu anlamaktadır. Doktor Hikmet, ölüm anına yakın müthiş bir fenalık geçiriyor. Yüreği yerinden kopuyor sa- rıyor. Bir çocuk gibi haykırıyor” — Anneciğim, anneciğim. Her insanın en mânalı kelimesi olan bu sözün ne demek istediğini hic kim- sc anlamadan hayata gözlerini kapı- yor. Doktor Hikmetin cesedi toprak pa- rası olmadığı için Parisin umumi ka- birlerinden birine gömülmüştür. Bir sürgünün hikâyesi böyle bitiyor. Romanı başka hiç bir şeyle meşgul ol- maksızın hemen bir hamlede okudu- | ğum zaman kendimde duyduğum de- | rin heyecanı tahlil edip sizdeki tahas- süsleri de bozarım korkusile eserin ted- kikini başka bir konuşmama bırakıyo- | Türkiye <— Ecnebi SENELİK © 1400 kuruş 2700 kuruş GAYLIK 750 » 1450 > 4 AYLIK ww >» s0 » 1 AYLIK 80 » - » Posta ittihadına dahil olmıyan ecnebi memleketler: Sereliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1000 kuruştur, Adres tebdili için yirmi beş Kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Sefer 17 — Ruzukasım 162 & İmrak Güneş Öğle İkmi Ağam Yeni E 5401024 522 0081200 138 Va. 331 5,15 12,13 1559 1857 2030 İdarehane: Babi Acımusluk So. No, 17 Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli. Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl enddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüzsekkaldırımda Vinkopulo, Gala- *n: Topçular caddesinde Merkez, Ka- mpaşa; Vasıf, Hasköy: Halıcıoğlun- da Barbut, Eminönü: Agob Mir yan, Fatih: Veznecilerde Ünive; Karagümrük: Mehmed Fuad, Ba köy: İstanbul, Sarıyer: Nu Tay: Yen!kapıda Sarım, Beş leyman Receb, o Fen Kumkapı: Lileji dar, zar; Necati Yedikulede Teafilos, Alemdar: Ali Rıza, Şehremi- hit. Ahmed Hamdi, Kadıköy: Sadık, Yeldeğirmeninde — Üçler, Üsküde Ahmediye, Heybeliada: Tomas, Bü- yükada: Halk: Her gece açık eczaneler: ç Yeniköy, Emirgin, Rumelihisarı, Or- taköy, Amavutköy, Bebek, Beykoz, Çocuğun en çok sevdiği şeyler annesi, güneş, su ve temiz hava- dir. Bunları çocuğa her gün veri- niz. İ rum. İ Hasan - Âli Yücel | İ bu mevzuu kapatmağa vesile ol- Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mame Tefrika No. 203 mm Üfürükçü Zeynel, Siyaviş paşaya iltifat göreceğini söylemişti. Halbuki Padişah onunla alay ediyordu — Size yanlış haber vermişler, oğ- Tum! Gerçi benim yanımda Sinan adlı biri vardı amma, bu, henüz yedi yaşını bile doldurmıyan bir çocuk- tu. Mihrimah sultan, bu çocuğun, Si- nan relsin oğlu olduğunu Muraddan saklamıştı. Üçüncü Murad birdenbire yelken- leri suya indirmişti. — Demek ki sizin yanınızdan ka- çırılan Sinan, küçük bir çocuktur, öyle mi? — Şüphesiz. Başka türlü hasıl olabilirdi, oğlum! Ben, sizin idama mahküm ettiğiniz bir adamı hima- ye edebilir miyim? Biraz daha gülerek ilâve etti: — Benim için bunadı diyorlar amma. görüyorsunuz ki aklım ve muhakemem yerindedir! Murad, halasının kalbini kırdığı. na zahib olarak: — Bana darılma, hala! dedi. Bu- nu söyliyen bir çocuk değil. Siyaviş haber verdi bunu bana, Hem 'de gö- zile görmüş gibi anlattı. Mihrimah sultan böyle bir şeyden haberi olmadığını ve küçüktenberi beslediği küçük bir çocuğun bir haf- ta önce saraydan ve meçhul kimse. ler tarafından kaçırılmış olmasından vi bir hadise geçmediğini söy- Muradın canı sıkılmıştı. - Onun izini bulacağımı umu- yordum, dedi... Sonra birden aklına mucize nevin - den bir şey gelmiş gibi telâşla aya- ga kalktı: — Sakın 'adamlarınızdan biri onu - sizin haberiniz olmadan - sa- Teyda saklamış olmasın?! — Bu cesareti gösterecek kimse Adamları- birer birer huzurunuza çağırtayım. Osman kâhya hepsini sorguya çek- sin. — Hayır. Buna lüzum yok. Madem- Ki siz kimseden şüphelenmiyorsunuz. Ortalığı velveleye vermiyelim. Mihrimah sultan, yeğeninin gös- i terdiği hiddet ve şiddet karşısında © ecel teri döküyordu. Şehzade Mehmedin yaramızıkları muştu. Murad çıkacağı sırada halasma döndü: — Kaçınlan evlâdlığı aratmadın m? — Araltım.. bulduramadım. — Nasıl olur bu? Dağ başında mi- yız?... Saraydan - bir çocuğu kaçır. mağa kim cüret edebilir? — Bu hain eli bende anyorum. Bulur bulmaz kırdıracağım. — Şu hâlde adamlarınız arasında size ihanet etmek istiyen kimselerin mevcudiyetini inkâr etmeyiniz! Bü- nu yapan canavar, yarın sizin haya tınıza da kıyabilir, değil mi? Mihrimah sultan susmuştu. Muradın bu sözü yabana atılır bir ihtimal değildi. Öyle ya, yüzlerce haremağası ve cariyelerin içinde büyüyen küçük Sinanı hariçten bir yabancının ka- çırmasına imkân mı vardı? Mihrimah sullanın, Küçük. Sinanı ne kadar sevdiğini de herkes bili. yordu. Üçüncü Murad şehzadesile birlik- te geç vakte kadar Üsküdarda kel dıktan sonra, güneş batarken salta- nat kayığına bindi, Topkapı sârayı- na döndü. Şimdi veziriâzamla padişsh ara- sında bir cümbüş vardı. Murad, Si- yavişle alay edecekti. Sinan reisin izinin bulunmadığına hiddetlenmekle beraber, Siyaviş pa- şanın bu gafletine de gülmekten | kendini alamıyordu. Siyaviş paşa huzurda.. Üçüncü Murad dayanamadı.. Üsküdardan saraya döner dönmez Siyaviş paşayı çağırttı Üfürükçü Zenyel O sırada veziri. Me dim lb ib fake ğ ! | âzamı ziyarete gelmişti Başbaşa ver- mişler konuşuyorlardı: — Yirmi dört saat geçmez, devlet- Mm! Padişahın iltifatına ma>har olacaksınız! Yıldızlar kulunuzu bu- güne kadar aldatmadılar. Bundan sonra da yüzümü kara çıkarmazlar. Siyaviş paşa memnundu. Âdeta Zeynelik kerametine iman etmişti. — Zeynel, eğer benden önce ölür gen, sana mükemmel bir türbe yap- uracağım! Diyordu." Bu sırada paşanın kâh- yasının getirdiği haber ikisinin de yüzünü güldürmüştü. Vezirlâzamın kâhyası: —— Şimdi sarâydan haber geldi, ee efendimizi bekliyorlarmış! Siyaviş paşanın yüzü aş zü gülmeğe büş- Zeynelin ekmeğine © sırada sürülmüştü; mağrurane bir tavırla kollarını kabartarak: — İşte devletlim, dedi, eşref saat hulül etmiştir. Dediğim ne kadar çabuk çıkacak... Sevineceksiniz! Siyaviş paşa hazırlandı, kâhyasını yanına alarak gece karanlığında sa- rayın yolunu tuttu. * Yatsı ezanı yeni okunuyordu. Siyaviş paşa sevinçle Muradın hu- zuruna çıktı. Eğer Zeynelin dediği gibi, Sinan reis bu kadar çabuk ele geçmiş olur- sa, Siyaviş paşa bu sahtekâr üfürük- çüye vadettiği türbeyi hemen ertesi gün $aptirmağa başlıyacaktı. Padi- şahın yanma “girerken buna karar vermişti. Üçüncü Murad çok neşeliydi. Siyaviş paşa İle alaya başladı: — Sinanın, halamın sarayından kaçtığı doğru imiş, iyi haber almış- sın! — Kulunuz bu haberin gerçek ol- duğuna İinanmasaydım, efendimize &rzeder miydim, — Sinanı kim kaçırmış acaba?... — Tehlikeyi görünce kendisi kaç- mıştır, şevketlim! — Yedi yaşında bir çocuk, hala- mın sarayından kendi kendine na- sıl kaçabilir? Siyaviş paşa birdenbire hayretini gizliyemedi: g ” — Çocuk mu dediniz, şevketlim? Sinan kırk beşinde bir adamdır. Murad içki kadehini ağzına gö- türdü: 2? — Fakat, halamın sarayından ka- çırılan bir'çocüktur ve ade Sinandır. Siyâviş paşa fikrinde israr etmek istedi: — Benl.aldâtmış olmalarına ihti- mal vermiyorum, şevketlimi Ve sözüne kıymet vermek için ilâ- ve etti: f — Hatiâ kaçan Sinanı Mihrimah Sultan hâzretleri de çok seviyorlar- — Çok doğru. Halam bugün bana da bu sevgisinden bahsetti, Günler- ce arkasından ağladığını söyledi, Kaçırılan Sinanın bir küçük ço- cuk olduğunu anlıyan Siyaviş paşa bu.sözleri kulağı ile duyduğuna bir türlü fananamıyordu. — Sinanım Yıldızı bile oyun uzun zamandanberi halanızın yanında ve himayesinde: bulunduğunu söyle- Siyaviş paşa cahil bir adam olma» dığı için Murada hakikati söyleme- ğe mecbur oldu: — Kulunuz konuşınadım... Fakat, bu İşlerde çak denenmişolan Zeynel söyledi bunları bana: — Zeynel mi dedin? Bu da kim? — Kumkapıda oturan bir münec- — Ne dedi bu adam sana? — Sinanın hayatta olduğunu ve söyledi. > ; rem yi a an Mx