> .—. 15 Nisan 1938 Ölmüş adamın sağla AKŞAM m gözünü bir - köre takmak mümkün müdür ? Körler zannedildiği gibi bedbin insan- la. değil, bilâkis şen ve hayırhahtırlar Anadan doğma kör olupta sonradan ameliyatla gözleri açılanlar bu hâdiseden hiç de memnun olmıyorlarmış Solda; Telefon santrallığı yayan bir kör, sağda: Körler müessesesinde yaşıyan körler günün ba diselerini hulâsa eden telgrafları ellerile okuyorlar i Amerikan gâzetlerinden biri hâzik bir göz hekiminin çok mahirane bir ameliyatla ölmüş bir adamın tek Gözünü çıkarıp bir körün göz çuku- Tuna yerelşiirmeğe muvaffak oldü- Bunu ve körün başkasına ald bu ye- Mİ gözle dünyayı görmeğe başladığı- MI haber vermişti. Bu heyacanlı haber bir hafladan- Fransız matbuntında bir çok akisler uyandırmaktadır. Fakat bü- göz mütehassısları, dünyanın €n zengin ve en mükemmel ilim mü- €steseleri Amerikada olduğu için bü- Yük müjdelerin de oradan gelmesi dalma beklenebileceğini kaydetmek- e beraber, hâzık göz hekiminin mu- Yaffakıyetle yaptığı bildirilen ameli- Yala inanmadıklarını, çünkü bunun hayatiyet" prensibine tamamen mu- halif olduğunu ilân ediyorlar, Bu münasebetle yazılan yazılar Arasında; körler ve körlerin dünyası- DA aid şayanı dikkat bazı malüma- ta'da tesadüf edilmektedir. Son zamanlarda göz ameliyatları hayli incelmiş ise de kör kalmıya Mahküm olanları kendilerine ve ce- Miyete faydası olacak şekilde talim, terbiye etmek suretile onları haya- İS alıştırarak gözlerinin yokluğunu Ssettirmemek usulü takib olun- Maktadır. «Bu maksadiz Fransada körler için büyük müesseseler kurulmuştur. Bu- TAĞA bulunanlar, körlere mahsus alfabeyi öğrenerek mükemmel yazı Yazabilmekte ve romanlar okuyabil- Kör yazısı kabartma yazılıp parmak ucile okun- adır. er zanredildiği gibi bedbin War değildirler. Bilâkis şen ve bayırahtırlar. Hattâ başkalarının Ki Ve elemlerile müteessir olurlar. örler müessesinde yaşıyanların ha- Yatlarından çok memnun oldukları görülmektedir. Çünkü bir körün ha- Yat ülçüleri, biz görenlerden tama- men başkadır, örlerde işitme ve yoklama Kürlerin görme noksanları şayanı âyret bir surette inkişaf eden yoklar Ma ve işitme hassalarile yarıyarıya Jâti edilmektedir. İşitme hassası müh Yaşadığı muhite bağlıyan çok ik a bir köprüdür. Evinde ve dışar- a endisini sesle idare eder, Sokakta bakarim çıkardığı sada ile nerede a ve bir manianın ne ka- uzakta olduğunu bir dereceye ka- dar tahmin edebilir. z N hassaları ise gözü arat- iyacak kadar mükemmeldir. Bir kö- K Para işlerinde aldanmasına ka- Yen imkân yoktur, Çünkü üzerleri- —( Melle dokunduğu paranın cineini derhal tefrik eder, “ Hattâ Fransız muharriri Didro kör- lere dair yazdığı bir eserde körde do- kunma hassasının cild üzerindeki en ince pürüzleri farkedebilecek derece- de olduğunu kaydederek şu nükteyi ilâve etmektedir: «Bir körün başka bir kadını yanlış- lıkla kendi karısı diye yanına alma- sından katiyen korkmamalıdır, Meğer ki bu değişmeden kârlı çıksın.» Körler arasında yetişen büyük adamlar Kürleri hayatta her türlü inkişaf imkânlarını kaybetmiş zavallı insan- lar addetmek çok yanlıştır. Bilâkis muhtelif asırlarda körler arasında bir çok ince düşünceli, faal ve zeki kafa- lar yetişmiştir. Bilhassa sonradan kör olanların, ilk korkunç devreyi atlat- tıktan sonra, harikulâde bir enerji kudretile tekrar hayata atıldıkları görülmektedir. Amerikalı Hellen Keller sonradan öğrendiği kör imlâsile felsefede ve ede- biyatta büyük malümat sahibi olmuş- tur, Bugün içtima! fikirleri efkârı umumiye üzerinde büyük tesirler yapmaktadır. İngiliz Sanderson bir kör olduğu halde ziyanın evsafile uğ- raşmaktadır. Bunlardan başka körler arasında bir çok meşhur şairler ve kompezitörler gösterilebilir. Bach ve Hendel de kördüler, İlyada ve Odise şalri Homerin kör olduğu söylenir, Bu mesele münaka- şalı olmakla beraber Homerin anadan doğma değil, sonradan kör olduğu ve bu suretle mekân hissinin kendisinde evvelden bulunduğu kabul ediliyor. Bach ve Hendelde olduğu gibi Homer- ş de de körlük sanat kabiliyetini sön- dürmemliş, bilâkis ziyadeleştirerek de- rinleştirmiştir, | Anadan doğma körlerde mekân hissi Anadan doğma körlerde mekân his- leri ve eşyayı tanıma şekilleri biz gö- renlerden büsbütün farklıdır. Onlar eşyayı yalnız ellerinden ve onlara vur- dukları zaman çıkardıkları seslerden tanırlar. Fakat bunları hayallerinde canlandıramazlar, Anadan doğma kör olduğu halde kırk yaşına geldiği zaman smeliyatla gözü açılan bir ka- dın senelerce içinde yaşadığı odanın eşyasını katiyen tanıyamamış, kendi- sine «bu odada bir sandalye göster» denildiği zaman gösterememiştir. GöZ- leri açıldığı halde sandalyeyi ancak elile yokladıktan sonra tanımıştır. Bu şekilde sonradan gözleri açılan- lar yeryüzündeki bütün eşyayı yeni- den tanımak mecburiyetinde kaldık- ları için çok ıztırab çekerler, Umumiyetle körlerin yanında gör- düklerimizden bahsetmenin onları inciteceğini zannederiz. Halbuki kör bundan fazlasile memnun olur, Onla- rı asıl müteessir eden şey başkalarının kendilerine karşı duydukları merha- mettir, Kör elini tuttuğu bir adamla konuşmıya başlar başlamaz onun kendi hakkındaki hükmünü derhal hisseder. Uzun zaman kör kaldıktan sonra gözleri açılan bir çok kimselerin bu hâdiseden fazlasile memnun olma- dıkları görülmüştür, Çünkü o zaman kendilerini dört beş yaşındaki bir ço- cuk kadar âciz hissetmektedirler. Ş.H.R. Ayvalık Halkevinde açılan resim ve karikatür sergisi Ayvalık (Akşam) — Halkevinde, Güzel Sanatler kolundan B. Sezal Sul- hinin eserlerile bir karikatür ve resim sergisi açılmıştır, Sergi cidden muvaf- fak olmuştur, Binlerce halk sergiyi ziyaret ederek, hem teşhir edilen eserleri, hem de sergiyi çok beğenmiştir, Yazan: Sermed Muhtar Alus 'Tefrika No, 33 NANEMOLLA Dücttocu ve Kuyartettoculardan Tos patyan, yüzü un çuvalına batmış, yas naklarında galibarda, en dibdeki çat- lak aynaya bakarak, kaşlarına, biyık- larına yanmış mantar çekmekle meş- gul. Güvercin tersi yemiş kısık sesi. & le: (Açık fayton içinde, geserim piya- sada) yı söylemede... > Omuz başında, boyuna kafasına tos vararak makiyajını yapan Papazyan da himhım hımhım ötmede: Dinleyiniz güzel kızlar, benim sige bir sözüm var! Komedyayı savacaklar gitmiş, Ar- kadan bu ikisi çıkacağı için hazırlık- talar, Diğerlerine gelince, bazısı 0 ge- ce oyuna çıkmıyacaklarından, bazısı da drama daha vakit olduğundan is- tirlerini bozmuyorlar. İrfan düşündü. Girse mi, girmese mi?.. Ne ahmed Necib, ne de Ahmed Fehim yok. 'Tospatyanla da bir kere, gene bir dalkavuk araya girerek, üç beş lâf ei miş, Yani büsbütün yabancı değil, Duramıyor, içi içine sığamıyor; yü- reğini kurd değil, yılan, ejderha, timi» sah kemiriyor... Kahveye girdi. Karşılandı: — Hoş gelmişsin, safalar getirmiş- sin vezir mahdumum!.. — Asuparin, kişizadel.. — Yalvar yakar olurum, nezdime teşrif et!.. Kın kıpındamıyan Fasulyacıyan, Dünyaya metelik verdiği yok, rakısı- nı çekmede, Başını çevirmiyenin biri de Minakyan. Fesi, ceketi atmış, yazı- sında... Tospatyan, en ehlidilleri... Bir elin- de mantar, öbüründe yağ mumu isi- ne tutulmuş kahve fincanı tabağı, »- buna kibrit çöpünü sürüp gözlerine sürme çekecek - delikanlının koluna girmiş ve kısık sesile gene tuturmuş- tu: Açık fayton içinde Gezerim piyasada Harf atarım kızlara Bırakırın merakta, Gencin böyle vakitsiz düşüşünün sebebini şıppadak çakmıştı: — Hava serinledi isede satlıcan- dan (1) korkacak adam değilsin; çe- Mik misali bir gençsin. Kapı dışına iki sandalye atıp bizbize konuşalım... Ama önce piryolünu kolla, aceb dörde yak- laşoor? Saat kimde? Mığırdıç ağa cevab verdi: — Üçü on geçoor... 'Tospatyan, sözüm yabana bir te- kerleme yaptı: — Şanoya çıkmamıza dokuz ay on gün varmış be!.. Kahvenin dışına iki İskemle çıkar- dı, Oturdular, Hemen başladı: — Biloorum ne sebebe mebni büra- ya kıdar zahmet ettiğini. Küçükten ötürü gelmişsin, İsmi yed ilânname- lerinin kaydı balâsına geçtiğini, hal bukim cümle kapısı afişlerinde na- mevcud olduğunu, palüze endamın yerine başka namın ikame edildiğini | meraktasın? Âşık, bir ipucu elde edeceği için son | derecede memmun, sıçradı yerinden: — Ömrünle bin yaşa 'Tospatyan efendiciğim! Beriki aldı: — Ürüzgârli karı olduğu Memaliki mahrusede, Yevropada, Çinimaçinde bile menşurdur. Kedi uzanamadığı ci- ğere mundar der imiş. Garazlıların abuk subuklarına bakma; Grankordo- nu veya medalyonu (2) enkselemiş dediler ise işit te inanma... İrfan sıkılmasa, sevincinden karşi- sındakinin boynuna sarılıp şapur Şu- pur öpecek, Tospatyanın dili işlemede: — Hamallığa kalkışmış, yük taşoor deorlarsa o d& martavaldır; mek da- vul, mek zurna, zırzırın gertasdır. Ellerini biribirine vurarak bağırt- yordu: — Papazyan!,. Güzel kızlara diğ tecek sözü olan buna, bunda gel!... Papazyan, ağzında buram buram sarımsak kokusu, bir elinde mantar, öbüründe ısırılmış bir topik, düştü yanlarına. O da, takma dişlerini ça tardata çuturdata, Küçük Karakaş- yan hakkında Topasyanın söyledikle- rini tekrarladı, Delikanlının yüreği rahat mı ra- hat.. içindeki işkili kökünden atmak için: iel ld ye Moris Zimmarrıanın kitabından: 1878 de basılmış rant ağa... derken, Tospatyan sözü ağzına tıktı: — Sevgilinin başı için dört adım at, kasab bizim Sivaslı Garabetten bir sa- tır kapıp getir. Palabıyığın çorbalık gerdanını, pirzolalık kaburgalarını, rostoluk kaba etlerini ayınp ayırıp köpeklere dağıtayım... Utanmaz herif oğullarını, kızlarını, gelinlerin, da- madlarını görmocr da göz atmış Kü- çüğe... Ulan ne hakla, he cesaretle?.. Civansın yahud paşasın, mabeyinci- sin, yaversin, yahud da kasası lira do- Ju bangersin, baronsun? Yüreğe asil suyu serpen Papazyan oldu: — TTosunum, tavaya oturmuş kuzu ciğeri gibi ciğerini kavurma, Seninki- nin afiyeti domüzuna yerindedir. Şun- da bir saat vakit geçir, lândona binip Beyoğluna sür; onu (Kafe Flam) da veya (Pirinçei) de yakaladım gitti, 'Tam o sırada: — Vezirzadem, karşı bekarşı selâm kelâmımız yok ise de cenabına fefkâ- lade hürmetim mevcuddur. Ben de sizlerdenim, şahsı meçhul değilim!.. diyerek, Magakyan damladı. Kahve- ciden sandalye istedi; ata biner gibi oturdu: — Bir çiçekle yaz olmaz derlerse yaman proverbdir. Cailsin, yiğitsin, bugünler bir daa gelmez; sür zevkini! Kulağa iğildi: — Farkındayım. Bir ev tavuğu ilem kefini edoorken mahalleli kapıya bin- di, zatında uşağın urbalarını sırta geçirip atladın arka duvardan, Elbiselerine bakarak baskından kur tulup kaçmış saniyor... Hemen atladı mahud bahse: — Buraya niçin teşrif buyurduğu- na da agâhım, Seninkinin neden do- layı (Afeti cehii) e iştiraksizliğini öğrenmek istedin... 'Tospatyanla Papazyana döndü: — Ahbarlar, Küçüğün bu gece mef- 'kudiyetinin neye binaen olduğunu ben kefşetmişim... Bugün ne işittim, haberiniz var?.. Yevropa ceridelerine göre Franksız mareşali menşur Ba- zen (3) gizli gizlice İstanbula gelmiş. Beyoğlundaki (Otel dö Bizans) da (4) Bazil veya Vasil namile mukim imiş. Küçüğü prezante etmişlerse, hasbam da utunu enksesinde çalmışsa (5) he- Tif derhal sevdalanmış: Karının arada | bir rol beğenmezliği, tiyatroya havyar kesişi bundan ileri geloor. Ayakta bulunan İrfan, diz bağları gevşiyerek iskemleye çökerken, 'Tos- patyan geyirip: — Abdullah paşa kızını verdi alma- dım! dedi; Megakyanı baştan aşağı bir süzdü O yalan bu yalan, fili yut- muş bir yılan, Karakaşlı, iki buçuk otuzunda, kaçâk, meteliksiz mareşal. dan ne ağnar? Papazyan da bir geyirti basıp: — Getirin kazma kürekleri!. dedik- ten sonra hık deyiciliğe başladı: — Çakı gibi delikanlılar, altın ba- bası paşalar ve beyler, kasalara yas- lanmış bankerler durur iken... (Arkası var) (1) Zatülcenp. 12) O zamanlar, zührevi hastalıklara verilen tabirler. (3) 1870 deki Fransa - Almanya muha- rebesinde (Metz) Meç şehrinde 140 bin kişilik ordusile teslim olan, divanı harp damına karar verip sonra mahkümiyeti kalebendiiğe çevrilen ve Sen Margarit adasından İspanyaya kaçan meşhur ma- reşal Bazen İstanbulu kapağ! attığı hak- kında o zamanlar hakikaten bazı şayialar. ikmaş. 7 (4) O zamanki İstanbulun en yüksek krat oteli, (5) Küçük Karakaşyan güzel vd çalar- miş, Bu tabir udda pek mahir önle. Metkim vi yiz