Tarr bah- öyle bir mektup aldım: Muhterem muharrir, , Daima gazetenizi okurum, Bu meyanda yanlarını da kaçırmadı- hu söylersem müdahane saymayınız; Çünkü şu esnada sizinle yüz yüze ol madığım gibi, mutad karşılaşmanız da ancak bir taraflıdır: Yani ancuk yanlarının okuyarak. o Plâtonik.. 8if bana taallâk eden bu gıyabı ahı» baplığımız beş on gündür inkıtaa uğ- ramaşlır... Müthiş bir sille yedim, mı&- nen hastalanmış, yatıyordum... Bu se- beple gazete filân da okuyamadım... Zaman neyi silmez? Nihayet kendi- mi toparladım... Evde oturup durur- ken: — Bakalım bugünler sarjında dün- yada neler olmuş, neler bitmiş? - di- yerek, tomar halindeki gazeteleri ma- samın üzerinden aldım. Yaprakları çevirdim. Garip tesadüf! Gözüme ilk çarpan, sirin bir usun hikâyenlz oldu... Nasıl alâkayla oku- yayım ki, sinilerimi altüst eden o menhus geceden, sis gecesinden bui- ti, Pakat sizin tasvir ettiğiniz vaka Hilmsetici... Benim başımdan ge te, heyhat, feci, efca... Hattâ daha #iddetli bir Kelime bulsam onu kulia- nacağım... Nilekim işte, günlerden beri, hasta, perişan yatıyorum... Âsab- dan eser kalmadı... Bir et yığını halin- .. Gözümün önünde sehpalor dolaştı... Rüyalarımda, boynuma idam beratları asıldı. Hikdyemi size, ağrı bir köğıdda ya- yorum. Siz, onu istediğiniz şekle 80- kun, evirin, çevirin... Neşredin Allak- neşredin de ümmeti Muham- med de dünya yüzünde ne kadınlar olduğunu görstin... ABDÜLKERİM #34 O: İstanbulun Asya yakasın- daki (3##) karakoluna temiz pak giyinmiş iki bayan müracaat etti. Heyecan içinde titriyorlardı. Renkleri UÇMUŞ... Adımları dolaşıyor... Kapıda bekliyen polis, daha tik na- Barda, işin içinde bir fevkalâdelik cl duğunu sezdi; ler çal ol: , anl Kadınlardan daha toplucası, yut- ya birşey söyliyemedi. Zayıfca- Gi Komiserle görüşmek istiyoruz! - — İçerik! odada, efendim. yürüdü; kapıyı vurdular. Kalın bir eş; a — Giriniz! - deği, ği memuru da merük ettiği için, İki adım yürüdü. Kapı aralık kal- dağından şu sözleri işitti: — Mahallemizde bir cina; Mi; yet olmuş- tu, komiser beyefendi... Tabti biliyor- sunuz. » Madam Hayganuş... Komiser, O ana kadar bir takım kâ- a tedkik ederek lâkayıd lâkayıd Türken, hemen ilgilendi: — Evet... 2. — Katili bulamıyorsunuz, değil mi? — Henüz bulamadık... Fakat iz fze- » Fakat bizi istintak etmek si- hez... Bir bildiğiniz var mı? ir 20 düşm — Va — Nedir bildiğiniz? — Katili tanıyoruz Komiser yerinden kalktı: — Oturun şöyle, bayanlar... Yak Dili; tahta bir kanapeye yan- i& oturdular, İkisinin de heyecanı artmıştı... Komiser; — Onnik diye sordu. — Topluca bayan: — Kim Onnik? — Sobacının çırağı... Katil Zayıf bayan: : b — Hayır... Katil o değil... Abdülke- Yem bey Zil... Abdülke- — Abdülkerim bey mi?, Te « Arkadaşımın zevei! ki kadın, hz ir R me i, huçkurığını zor zapte — Kocam... Benim kocam Komiser, büsbütü kalmıştı — Abdülkerim bey dediğiniz bey ta- Tuyamadım... Zira bizim semtte bu isimde birkaç zat »« Kimi Kerim, ki- - dedi, n merak içinde MACERA NUVELİ imi Abdi, kimi doğrudan doğruya âb dülkerim.., Sizinkisi hangisi? — (999) şirketinde muhasebe mü- dürü, — Amma da yaptınız? — Vallahi kocamdır. — Hani şu uzun boylu, siyah saçlı, siyah biyıklı? — Evet, tâ kendisi... — Fakat... — İnanmıyor musunuz efendim?,, - diye kadın asabiyelle ayağa kalktı. Katil o dur... İşte, ben de onun zevce- siyim.., Adım Lütfiyedir... Koynundan bir defter çıkararak: — İsdivac cüzdanımıza bakınız Is- terseniz., İkimizin de resimlerimiz yan- yana yapışık... Komiser, defteri dalgın dalgın aldı. İki fotoğrafa da göz attı; «— Bahi,. Tâ kendisi, - diye kara- rını verdi, - Fakat bu kadın delirmiş olmasın?..» Halbuki, yanında başkası da vari Polis Amiri zayıf kadına döndü: — Siz kimsiniz? — Lütfiye hanımın komşusuyum.. Merhum Necdet beyin zevcesi Mihri- mah... İkisi birden delirmiş olamaz ya? Bir ihtimal kalıyordu: İftira! Komiser: | bir halde: — Zevcinizle dargın mısınız? - diye sordu. — Kardeşim.., Sakın bayılma! - diye yerinden kakarak, masanın üze“ rindeki sürahiden su doldurdu. Lütfiye bir iki yudum içtikten son- ra, devamla: — O feci gece... - diye bir iki kere 80- luk aldı. - Yatağımdan kalktım... Di- | şarıda bir pılırtı duymuştum... «Beyi» diye seslendim... Baktım, karyolasın- da yok... Niçin çıkmış olabilird!? Pı- tırtı abdeshane tarafından da gelmi- yor... Demek ki o da benim gibi sesi dn- yarak çıkmış... Merakla dışarı fırla- dım... Bey, merdvlenden hırsız gibi kor- kak korkak çıkıyordu... Beni görünce dona kaldı, Güya bu hareketile gizlene- bilirmiş gibi, yüzünü kapamak istedi... | Fakat elektriği yakmıştım... Saklanma-| sına İmkân var miydr? | «— Nedir 07... Ellerin kan içinde! « İ diye haykırdım, «— Allah aşkına... sus... beni mah- vedeceksin! - diye yalvardı, - Ben, her kim olursam olayım... Senin kocan de- gil miyim? Sırımı İaşetmemeğe mecbursun... «— Hangi sırrı? «— Sormasan daha iyi edersin... Ah, Lütfiye! «Ve ağlamağa başladı... Biran, asa- biyetle gömleğini bile paraladı perişan «— Ben artık idamlığım! - diyordu. «Caketini çıkarırken, ceblerinden t0- mar tomar bir takım paralar döküldü... ! «Ötesini anlıyorsunuz, değil mi, ko- miser bey... Açığını kapatmak için ci- nayet yapmış... Ermeni kadını öldür. müş... Onu soymuş... Hırsızlık maksa» «Ne yapsak... Ah nasıl emin olsak ki aldatmıyor?.. Bunun çaresi nedir? — Hayır efendim... Ne münasebet?.. Her akşam muntazaman evine gelir. Çok iyi geçiniriz... İşte Mihrimah ha- rum da şahittir İsterseniz, bakkala s0- | runuz... Diğer komşular da bilirle: Bekçi de bilir... Yatsıdan sonraya kal dığı vaki değildir! Polis âmirinin aklına birdenbire, vaktile işittiği bir muhavere geldi; va- purda bir kılıbıklık bahsi açılmıştı da, | arkadaşları bu Abdülkerim beyle ekılı- bıkların padişahıl» diye alay etmiş- lerdi, Sordu: — Aramızda bir kıskançlık hâdisesi filân oldu da onun için mi haber ve- riyorsunuz? | Lütfiye, samimiyetle: — Evet! - dedi. ! Komiser, kendi kendine: l «— Ah, bu kadınlar!... Kıskanınca neler yaparlar... Birçok çanileri alda- | tılan karıları haber vermiştir.» Yüksek sesle; | — Fakat efendim, biz, Abdülkerim beyi gayet doğru dürüst bir insan bi- liriz... Nasıl olur? Böyle bir iş yapabi- lir mi? — Ummudık taş, baş yarar efendim... | Yaptı işte... Şirkette mühim bir açığı varmış... «#Namusumuz mahvoldu! Ha- | pislerde eceğimi! » diyordu, Gün- lerce azap çekti: «Ha bugün kontrol | gelecek, ha yarın!» diye. Bir hafta us dolaştı. Zihninde pek ırladığı belliydi... Niha- Ah, sormayın efendim 6 feci geceyi... Hıçkırmağa başladı. — Müteessir olmayın efendim... Mihrimah; İ kendisini ihtiyaten tevkif ederler.. dile katil!, Feci... onu. «Bu cinayeti belki gizliyecektim. | Fakat işte bu akşam diğer feci bir şey öğrendim... Arkadaşım Mihrima'ı ağ- zından kaçırdı: Meğer, madam, koca» mın maşukası değil mi imiş?.. Hınzır Abdülkerim, paraları ona yedirmiş... Sonra, bu cinayeti, hem açığını kapat | mak için, hem de kadını kıskandığın- dan dolayı yapmış... Haber veriyorum... Tutunuz onu... — Nerede?.. Nasıl?.. - diye komiser düşündü. - Bu gece kim kime, tum tu- ma, Feci... Yakalayın — Niçin? — Bilmiyor musunuz?., Sis var... Va- purlar işlemylor. — Kocam, bu saatle hâlâ dairesin- dedir... Eski hesapları düzeltmekle uğ- raşıyor... Şimdi hemen, Beyoğlundaki polis arkadaşlarına haber verirseniz Eğer bu tedbire baş vurmazsanız, yar rın kaçması da muhtemeldir... Çün- kü haber vermemden korkuyor... Me- $ul olursunuz, haber veriyorum... #3 K adınlar, merkezden çıktılar... Gel- diklerine nazaran, daha büyük bir heyecan içindeydiler. Mihrimah: i — Ne yaptık?.. - dedi, - mesul olaca- İ Ez... Ah, Lütfiye ah... Senin arkadaş- lığın yüzünden hapishanelere girece- Em galiba — Biliyorsun kıskançlığımın derece- sini, Bunu yapmasa ydık, çıldıracaktım. Sen kadın ruhunu anlarsın... Zira sen de benim gibisin... Vaktile, kocanın ar- dolaştırmıştın... Şimdi o fedakârlığı mın karşılığını senden bekliyorum... | Ve sen, Allah için, bana tam mânasi- ni gösterdin... — Bari için rahat etti mi, Lütfiye! — Çok... Oh, yarabbi şükür.. Şu da- kikada kocam Beyoğlu merkezinde, ki ld altında... Başında nöbetçiler bekli- yor... Dışarı çıkamıyacak... Kadınlarla fink atamıyacak... Bu sis gecesinden is- tifade edemiyecek... Oh! Eihamdülil- lâh... Oh, Elhamdülilâh... ss rtesi sabah, sis açılınca, Lütfiye ile Mihrimah gene (4#*) mer- kezine giderek, komiseri buldular. Abdülkerim beyin karısı, ilk söz ola- rak: — Biz ettik, siz elmeyin; beyefendi! - dedi, —?*. Komiser, hayrette! — Gene ne var? — Bizi yakmayın... Dün geceki ifa- delerimizi resmi muamele haline koy- mayın... Kıskançlığından başka kaba- hatı olmıyan bir biçare kadını rezil et- meyin.., Hapishanelere attırmayın.. — Neymiş, yahu, anlatın... — Kocam, masumdur... Cinayetle fi- lân hiç bir alâkası yok... — Esasen biz de tedkik ettik... Öyle l le yalancı şahitlik ettin... Arkadaşlığı- İ | K ocasını tevkif ettiren kadın anlıyoruz. Fakat dün geceki iflirani- zın sebebini de anlıyamadık. — Ben, kocamın het akşam dakikası dakikasına eve gelmesine alıştım... Yan rım saat geç kalsu dünya başıma yıkı- hr.. En olmadık şeyler tasavvur, ta- hayyül ederim... Dünyanın en büyük azabı, kıskahçlıklır... Hem de, benimki gibi, hastalik nevinden bir kıskançlık!. Dün gece, sis bastırıp da kocamın eve gelmiyeceğini anlayınca, onu, polis- lerin muhafazasında ve kilid altında bekletmekten başka çare bulamadım... nu da biliyorum... Bizi affetmezseniz, cezamıza da razıyız... Fakat kıymayın bize! Komiser, güldü: — Kocanız affedecek mi bakalım? Munis bir kedi halinde olan Lütfiye, bu söz üzerine hemen tırnaklarını gös- terdi: — Ne haddine! Hele etmesin... Bi? kılıbıktır ki... Erkek bir daha güldü: — Peki, bu tarzda bir hareketinizin tekerrür etmiyeceğini bana neyle te- min edersiniz? — Bu semtten taşınmakla... Koca- mın dairesi yanında bir aparlıman tus tarız... Evden işine, işinden evine gider, gelir... Bizim gibi bir karı kocaya ya- kışan da budur! (VA-N0) Bursada güzel bir turizm âbidesi; Çelik Palas oteli Çelik Palas otelinin yandan görünüşü Memleketin en uzak yerlerini gü- zel şehir ve kasabalarını yakından gördüğüm halde, Yeşil Bursayı ziyaret etmek son günlere kadar bana nasip olmamıştı, Bursa kablıcalar şirketinin İstan- bul gazetecilerini davet etmesi yurdu- muzun bu güzel ve tarihi şehrini ya- kından görmek fırsatım bana temin etti. Bursada üç gün süren misafir. liğimiz esnasında bu tarihi ve terte- miz şehrin kalkınma hareketlerini, | güzel köşelerini birer birer tedkik et- | tik. Bursa Marmara havzasında türizm bakımından parlak bir istikbale nam- zedüir. Çelik Palas oteli Bursada gün- den güne inkişaf eden türizm hareke- tinin idesl bir âbidesidir. ve Gönen (Akşam) — Yenidoğan spor klübü Kozanoğlu piyesini muvaffakı- ! kasından beni casus gibi, hafiye gibi | yetle temsil etmiştir. Yukarıki klişe temsilden bir se-eyi gösteriyor En müşkülpesend seyyahlar bile bu güzel ve tertemiz otelde, aradıkları huzur ve konförü bulabilirler. Çekir- ge ile Bursa arasındaki geniş asfalt yolun en güzel ve yüksek bir nokta» sında inşa edilen bu otel, modem ve sıhhi tesisatile, Bursa ovasına nazır, eşsiz manzâarasile hem mükemmel! bir şifa yurdu, hem de güzel bir dinlenme yeri addedilmeğe lâyıktır Avrupadaki meşhur kaplıca otelle. Tİ, kış mevsiminde bom boş oldukları halde Çelik Palas, bir gün bile müş- | terisiz kalmamıştır. Halkın gösterdiği bu rağbet, çok ye- rinde addedilmek icab eder. Çelik Pa- las otelinin bütün lüksüne rağmen her keseye elverişli tarifesi de gördü- gü rağbetin sırrını teşkil eder. Mustafa Ragıb Es-aik A e a ey