Ben yaz kış bir sayfiyede otururum. O günü trenden çıkmış, iki tarafın- da güzel “köşkler bulunan tenha yol dan evime doğru ilerliyordum. Hava k güzeldi. . Arkadaşım öşkünün bahçesi önünden geçiyor- dum. Baktım bizim Şemsi b bir sehpa kurmuş, hari harıl resim yapıyor... Pek tuhafıma gitmişti. Çün- kü Şemsinin hayatında resimle, mu- sikile, şiirle, edebiyatla hiç bir alâka- sı olmadığını çok iyi bilirdim. O yal- nız İşini, bol para kazanmanın yol- larını düşündürdü. Köşkün demir parmaklıklı kapısı- nı iterek içeriye girdim. Şemsi beni görünce gülümsedi, alaylı bir sesle: — Gel, gel, dedi, dahi ressam Şem- sinin nasıl resim yaptığını seyret... Şemsinin yaptığı tabloya yaklaşın- ca hayretim büsbütün arttı, Çünkü arkadaşımın yaptığı resim pek garib bir şeydi. Bir takım çizgiler, kenarın- dan yaşlar akan acayib bir göz... Or- tasından bir ok geçmiş bir kalb. Bir kenarda 10 - 15 tane «?> işareti... Bunların tam karşısında 30 - 35 tan e kadar «|» işareti... Ortada dört mü- selles... Merakla; — Bu ne? diye sordum. O büyük bir ciddiyetle cevab verdi: — Bir sanat şaheseri!., — Haydi bakalım, yoksa aklını mı kaçırdı Böyle deli saçmalarile uğ- rTaşacağına faydalı bir işle meşgul — Azizim, dedi, bundan faydalısı tan sağlığı... Şu deli saçması dediğin acayip resmin bana neler temin et- tiğini bir bilsen ağzın hayretten iki karış açık kalır... Bu gördüğün resim yök mu? Benim saadetimi temin edi- yor, saadetimi.,. Otur da anlatayım... Acayip tablonun karşısında bir bah- çe iskemlesine iliştim. Şemsi bir si- gara yakarak anlatmağa başladı: — İnsan hiç unimadığı zamanda Aşık oluveriyor. İşte ben de Perihana i böyle tutuldum. Perihanın bence iki büyük kusuru vardı, Biri dünyada kimseye benzememek için gayet aca- Yip giyinmesi, ikincisi de bana kati- yen ehemmiyet vermemesi... Bir gün bana sordu: — Siz güzel sanatlardan hangisile meşgul olursunuz? Resimle mi? Ede- biyatla mı? Musikile mi? Heykeltıraş- Tıkla mı? Neyle?... Güldüm: — Ben, dedim, yağ işi yaparım. Yağ ticareti... O'da benim için Güzel sa- natlardan bir iştir. Omuzlarını kaldırdı: — Fakat efendim... dedi, insanın Işi ne olursa olsun bunun yanında Güzel sanatlardan birile de meşgul olmalıdır. Perihan kimseye benzememek için elinden geleni yapıyordu. Meselâ ba- gına giydiği şapka hacivad külâhı gi- bi bir şeydi. Zevk itibarile de kimse- ye benzemek istemiyordu. Meselâ her- kesin bayıldığı güzel bir tablo karşı- sında incecik Kaşlarını yukarıya kals dırıyor: — Beğenmedim... diyordu,.çok es- | ki bir tarz. ka bir şey... Bir gün limize bir Avrupa mecmua- si geçti, Bu mecmuada kübik resim- ler yapan ressamların meşhur tablo- larının fotoğrafları vardı. Perihan bunları görünce bayran hayran: — Aman ne harikülâde... Ne fev- kalâde!.. Ne güzel resimler... diye Mecmuayı önüne çekti. Hiç bir şeye 'emediğim bir resmi bana gös- tererek: — İşte, dedi, bu kübik resim ba- Yan ressam «Loth> un eseri.. Pariste kendisile tanışmıştım. Fevkalâde bir Sanatkâr... Bunları söyledikten sonra ilâve “ti; Bugünkü resim bambaş- — Ah, dedi ben resmi o kadar se- ağ ki... Ne yazık ki hiç istidadım © esnada aklıma bir şey geldi, Pe- gözüne girmek için biraz res- Me çalışmak... Çünkü onun mecmua- da beğendiği resimlere baktıkça ken- di kendime: «Canım diyorum, Peri- hayran olduğu şu acayip re- #inler kadar ben de birkaç şey yapa- mı?.. Hattâ istesem bunlardan 9k daha iyilerini bile yapabilirim...» Perihana; Şemsinin | — Ben de dedim biraz resme çalış- tım... Hattâ resimden iyice anlarım... İ Bu yakınlarda yeni bir tabloya başlı- İ yacağım. İsterseniz pazartesi günü ba- na geliniz de başlıyacağım tabloyu gö- rünüz. — Peki, dedi, gı Ertesi günü hemen bir ressam için lâzım olan her şeyi aldım, Boyaları- mu sıraladım. Fırçamı elime aldım. Fakat bu işin o derece acemisiydim ki fırçayı tutmasını bile bilmiyordum. Bir saat kadar uğraştıktan sonra hiç bir şey yapamıyacağımı anlamıştım. Elimdeki fırçayı hiddetle ve rasgele önümdeki muşambanın üstünde gez- dirmeğe başladım. Fena halde canım sıkılıyordu. Şim- di neredeyse Perihan gelecekti. Ona resimden anladığımı, yeni bir tabio- ya başlıyacağımı söylemiştim. Şimdi Perihana «başladığım tablo İşte...» diye bu birbirine karışmış acayip çiz- gileri mi gösterecektim? Ben böyle ne yapacağımı düşünürken köşkün bahçe kapısı açıldı. Perihan içeriye girdi. Ben sözüm ona çiçeklerin res- mini yapmak niyetile bahçede çalışı- yordum. Perihan gülerek resim seh- pasının yanına yaklaştı. Ben «tab- Joya henüz başlamadım... Belki yarın başlıyacağım!: diye bir mazeret uy- duracaklım. Fakat Perihan benim gelişigüzel çizdiğim birbirine karışmış çizgilere şöyle bir bakar bakmaz: — Aman, dedi, harika... Bir sanat şaheseri Şaşırmıştım. Acaba alay mı ediyor- du. Fakat o hayran hayran devam etti: — Bu şimdiye kadar gördüğüm kü- bik eserlerin en fevkalâdesi... Sizi tebrik ederim. Siz hakikaten büyük, çok büyük bir sanatkârmışsınız... Elimi büyük bir hararetle sıktı. Tab- loya bakarak ilâve etti: — Bu tablo genç bir gelinin mate- mini ne kadar kuvvetli gösteriyor... Hayretler içinde kalmıştım. Peri- han genç bir gelini de nereden çıkar- mıştı. Acaba çizdiğim çizgilerden bir kaçını insana, gelin kıyafetinde bir kadına filân mı benzetmişti? Tablo- ya şöyle bir göz ucile baktım. Ne mü- masebet? İnsana benzer hiç bir şey Perihan behim daldığımı görünce tatlı bir eda ile: — Ne daldınız? dedi. — Hiç... Genç bir gelinin matemini düşünüyorum... — Pakat siz bunu tablonuzda ne güzel göstermişsiniz... Tam yeni tarz- da bir eser... Baktım. Perihanın bana karşı va- ziyeti derhal değişmişti. İki de bir tabloya bakıp: — Şaheser!.. diyordu. O kadar be- ğenmişti ki bu «güzel tablo» yü ona hediye ettim. Artık sonsuz bir sevinç içinde: — Teşekkür ederim. Teşekkür ederim... dedi. Yelak odama, başucu- Artık Perihanın gözüne girmek için her pazar tatilimde bir yeni tablo, bir yeni şaheser yapıyorum. Hep çiz- gileri birbirine karıştırıyor, bir takım toparlaklar, bir takım müsellesler, gözler, ağaca benziyen karmakarışık şekiller çiziyordum. Perihan köşke gelir gelmez yaptı- ğım bu acayip resimlerden aklıma bile gelmiyen bir takım müânaler çi- karıyordu. Meselâ; — Aman, diyordu, bu tabloda bir kış gecesinde çakalların bağırışını ne güzel göstermişsiniz. Halbuki benim aklımda ne çakal var, ne kış gecesi... Mâamafih hiç boz miyordum: — Evet... Bir kış gecesinde çakal- Şimdi Perihanın evi benim yapi ğım ve ona hediye ettiğim deli saç- ması resimlerile doldu. O burlaria bütün duvarlarını süsledi. Onunla aramıhz da gayet iyi... Nihayet Peri- han karşısına çıkan bu «büyük sanat- kâr» a yani bana mukavemet ede- medi... Görüyorsun . ya... Bazıları «Güzel sanatlar İnsana bir şey temin etmez..> derler... Halbuki ben sanat sayesinde, kübik resimler yaparak aşkta muraf- fak oldum. Güldüm: — Peki... Şimdi yaptığın bu tablo nedir?... Neyi gösteriyor?... Şemsi: — Onu ben de bilmiyorum.. dedi. | Pek merak ediyorsan bekle.., Şimdi Perihan gelecek... Benim ne yaptığı- mı o sana söyler... Hakikaten biraz sonra kapı açıldı. Güzel bir genç kadın içeriye girdi. Şemsinin elini sıktı bana selâm ver- di. Sonra tabloya yaklaştı. Hayran hayran: — Aman, dedi, ne güzel, ne güzel... Bir arab çocuğunun bir beyaz çocuğu kıskanması tabloda ne güzel gösteril- miş!.. Şemsi sen hakikaten dünyanın en büyük sanatkirısın... diyerek ar- kadaşıma sokuldu. Şemsi bana baka- rak memnun gülümsüyordu... (Bir yıldız) | | ————— | 18 Mart 838 Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,06: 1330: Muhtenf neşriyatı: 17: İnkilâb tarihi dersi; Üniversiteden nuklen Receb Pe- ker, 18,30: Beyoğlu Halkevi gösterit kolu tarafından bir temsil, 1915: Çocuk ter- biyesi: Ali Kâmi Akyür, 1955: Bursu ha- berleri, 20: Memleket şarkıları Nebil oğ- Ma İsmali Hakki, 2030: Hava raporu, 2033: Ömer Rıza tarafından arabca söy- lev, 2045: İnci ve arkadaşları tarafından | Türk musikisi ve halk şarkıları, (Sast syar), 21,15: Mustafa ve arkadaşları ta- rafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2150: ORKESTRA: 1 - Şuberi: Senfoni inuşöve, 2 < Staub; Babel uved, 3 - Çay- kovski: Marş slav, 4 - Langer: Grosmüt- terhen, -5 - Drlgo: Leko, 2245: Ajans | haberleri, 73: Plâkla sololar, opera ve ope- ret parçaları, 23,20: Son haberler ve er- | tesi günün programı, 2330: SON. Ankara — Öğle neşri; telif piâk neşriyatı, 12, musikisi ve halk. şarkıları, 13,15: Dahil harici haberler. Akşam neşriyatı; Saat 1830 Muhlelif plâk neşriyatı. 19,15 Türk musikisi ve halk şarkıları (Hikmet Riza ve arkadaşları) 20 Saat ayarı ve arapça neşriyat 203 Solo Saksofon: Nihat Esengin (Piyano Marsel B). 2045 Karışık plik neşriyatı. 21 Konferans: Parazitolor Nevzat. 2115 Plâkla dans musikisi, 29 Ajans haberleri, 2215 Yarınki program, Avrupa Saat 20 de Viyana 2025 de radyo orkestrası — Berlin 20,10 da opera konseri — Breslau | 20,10 da muzika Hamburg 2016 da marşlar Kolonya 20,19 da marşlar —| Stuttgart 20,15; de -radyo orkestrası — Brüksel 2045 de akordeon konseri — National 20,35 de hafif orkestra muzlku- st — Londra 20 de askeri muzika © Orta İngiltere 20 de piyano konseri — Roma 20,20 de muzika — Florans 20,20 de man- dolin konseri — Bükreş 2035 de «Gizli izdi operası — Bromünster 2025 de fanfar muzikası, 20,55 de radyo orkestra- sı — Prag 2030 da radyo orkestrası — | Peşte 20,15 de piyano Konseri. Sant Dewteehi, 5. 21,15 de çeşitli muzika — Berlin 21 de muzika — Frarkfart 31 de «Barber de Seville operas — Hamburg 2125 de dans muzikası — Königsberg 21 de hafif orkestra muzikası — Leipzig 21 de konser — Münih 2i de senfonik kon- ser — Saarbrüeken 21 de askeri muzikr — Rad. Toulouse 21,15 de filim havalırı — | Nation 21 de «Kırlangıç», operası — Mi- | lano 2130 da.radyp orkestrası — Florans 2130 da salon musikas — Hilversum 21,55 de senfonik konser — Varşova 21 de sen- Tonik konser — Bükreş 21 de operaya de- vam — Sotten 2130 da senfonik konser — Beromünster 2155 de radyo orkestrası — Peşle 21.25 de radyo orkestrası. Saat 2? de 22 de askeri muzika — Stutt- gart 22,15 de salon muzikâsı — Brükse) 22 de radyo orkestrası — Paris PTT 2230 da sentonik konser — Strasburg 2230 da salon muzikası — Roma 22 de senfonik | konser — Milâno 22 de «Sinema opereti — Prag 22 de radyo orkestrası, Saat 23 de Viyana 7320 de radyo orkestrası kon- seri — Dewtsehl, 8. 2340 da keman kon- seri — Breslau 29,20 de hafif orkestra mu- zikası — Münih 2330 da yece muzikası — Stuttgart 2330 da dans ve eğlence — Diğer Alman istasyonları Berlin den nak- len 230 gece muzlkası — Rad. Toulouse 23,15 de akordeon konseri — Londra 23 de Stokahlm radyo orkestrası — Roma 23 de konsere devam — Milano 3 de operete devam — Hüversum 73 de hafif muzika — Strasbug 1 de gece konseri — Rad. Towlose 2415 de konser, 1,15 de İtalyan havaları, 135 de gece muzikası — National 2445 de salan muzikası — Londra 24,35 de dans bavaları — Roma 2425de dans hava- ları — Lüksemburg 2415 de salon must. Kası, 1-3 e kadar dans — Peşle 2405 de | mediniz mi? cazhand. 19 Mari 858 — Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12.30; Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis 1308 Plikin Türk musikisi, 1930: Muhtelif piâk neşriyatı, 14: SON, KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll samanı Tefrika No. 172 Küçük martiler, Kılıç Ali paşaya, Korsan Filipin İspanyaya kaçtığını Sinanın kollarını çözdürmüş. «Haydi - * Şurada seninle boğuşalım. Eğer beni yenersen, seni serbes bırakacağım!» demiş. Güvertede boğuşmuşlar, Sİ- nan, Filipin sırtını yere getirmiş, Fa- kat, Filip sözünde durmamış. Tees- sürle kalkarak hasmının bacakları- na demir bağlayıp denize âtnuş! — Böyle bir kahbeden başka ne beklenir? Sinanın onünla boğuşma- sı büyük bir kabahattir. İnsan, ye- nildiği adamın elini öpmez ya... Mahnind reis tekrar Kihç Ali pa- şanın kulağına eğildi: — Bu herifin söylediklerine kulak vermeyin, devletlim! Bu, dünyanın en meşhur hilebazlarından biridir. Bütün sözleri yalan ve uydurmadır. Böylelikle bizi avutmak, kandırmak ve vakit kazanmak istiyor. — O halde Mesinaya kadar gide- lim. Şu kaçakçılar orada bir halt ka- rıştırmış olsalar gerek... Donanma zaten Mesinanın yolu nu tutmuştu. Veneyroyu tekrar ambara attılar Doğan reisten hâlâ bir haber yoktu. Konuşan martiler Üç dört saat sonra Mesinaya vara- caklardı. Kılıç Ali paşa bir aralık deniz üs- tünde Hüsrev reisle görüştü. — Benden önce Mesinaya uğradı- ğınızı söylediler! Orada bir şey gör- — Hayır. Bir kaç yelkenli vardı. Halkın ağzına kilit vurulmuş gibi. çocukların bile çenesi açılmıyordu. — Bir şey öğrenemeden döndünüz demek?... — Evet. Şimdi de öyle döneeeği- mizi sanıyorum. | — Filipi orda bulacağımızdan emin değil misin? i Hüsrev reis güldü: il — Hayır. Çünkü, . Filip böyle göz | önünde duran limanlara girip sak- lanmaz. ğ — O halde nerede saklanacağını | tahmin ediyorsun? | — Şimdilik hiç bir tahminde bulu- | namam. Fakat, bütün kaplanlar Me- | sinaya gitmemizi istiyorlar. Bu umu- | mi isteğin önüne geçilemez. Oraya | gitmeğe, mecburuz. Paşa gemisinin sancak tarafından | bir ses yükseldi: « — Uzaktan bir kayık geliyor. İs- terseniz çevirelim onu!» Kılıç Ali paşa geminin güvertesin- de dolaşıyordu. Bu sesi duyunca et- rafına bakındı. Mesinadan gelmekte olan üç dört tayfahı küçük bir yelken kayığı gördü. Haydi, önliyelim şu martiyi 'Türk akıncıları Akdenizde dolaşan bu küçük yelken kayıklarına (Marti) derlerdi. Uzaktan, dalgöların üstün- den sekerek gidişleri, denizdeki mar- tilerin uçuşuna benzerdi. İ Küçük martıyı çok çabuk çevirdiler. İ Kayığın içinde üç balıkçı vardı. Üçünü de paşa gemisine alarak, ka- yığı geminin dümenine bağlamış- lardı. Kayıkçılardan üçü de rumdu. Kılıç Ali paşa bunları sorguya çekti, — Nereden geliyorsunuz? — Mesinadan... Diye cevab verdiler, Kayıkçılar türklerle karşılaştıkları için korkmuyorlar; bilâkis kendile- rini her yerden daha emin bir yerde görüyorlarmış gibi seviniyorlardı. Bunlardan birisi sakalı ve şirin sına meydan vermeden: — Biz balıkçıyız, dedi. Şu karşıki adanın arkasına gidiyoruz. Şimdi büyük balık avı mevsimidir. Kılıç Ali paşanın kim olduğunu bilmiyorlardı. Fakat, donanmanın amiralı veya amiral kadar nüfuzlu bir kaptanı olduğunu tahmin etmiş- lerdi, Kaptan paşa bu sakallı balıkçıyı yanına çağırdı: — Mesinada kimler var? — Liman bomboş. Şehirdekileri so- Tuyorsanız. .. — Hayır. Bizim, şehirdekilerle alâ- kamız yok. Limandakileri anlamak haber vermişlerdi ! istiyoruz. — Üç gün önce gelseydiniz, Kor- kunç Filiple ve İspanyol korsanı Don Alvaro ile karşılaşındınız! Kılıç Ali paşa gözlerini açarak: - Ne diyorsun? - diye bağırdı - Filip üç gün evvel orada mıydı? — Evet. Yirmi dört saat kaldılar, Alvaro ile birleşip gittiler. — Nereye gittiklerini biliyor mu- sun? — Kimseye bir şey söylemediler amma biz onlârın nerye gittiklerini tahminde güçlük çekmedik. Filip, korsan Alvaro ile İspanyaya gitti sa- Kılıç Ali pâşa birdenbire duraladı. Mahmud reis söze karıştı: — Alvaronun gemisinde asker var minin yanına kimseyi sokmadılar. — O halde nereden anladınız İs- panyaya gittiklerini? — Uzun yolculuklarda kullamiz- cak miktarda yiyecek ve içecek aldı- lar. Bundan şüphelendik. Kıhç Ali paşa bu malümatı alınca canı sıkıldı. Mahmud reisin kulağına fısıldadı: — Acaba Sinanı İspanyaya mı gö- türdüler? Mahmud reis-heyecan ve tereddüd içinde, ne cevab vereceğini bilmi- rada İlk ve Bâkh olarak hatıra gelen bir ihtimal olmuştu. Bu ciheti de balıkçıya sordular — Phip desba İspanyaya birini mi > Bu sırada balıkçılarm üçü birden atıldılar: larmı bile almağa vakıt bulamadan Ymanı terketti. Eğer gemide, kaçır- mak istediği biri bulunsaydı, sahile alışveriş için inen gemiciler bunu bi- ze söylemekten çekinmezlerdi. — Demek eminisiniz kimseyi kaçır- madıklarından. — Evet, Gemisinde yabancı biri yoktu. Fakat, bize öyle geliyor ki, korsan Alvaro Mesinaya, Pilivi Facır- mak için geldi! Kaptanpaşa da, der Mahmud reis: — Artık vâziyet anlaşıldı, dedi, Filip Akdenizde barınacak bir köşe bula- madığı için, Alvaro ile İspanyaya kaç- miş. tr) Kılıç Ali paşa bu ihtimal üzerinden yürüyerek; donanmanın yolunu kes- mek fikrinde değildi. ğ — Helesbir kere Mesinaya gideli; er de gü- Diyordu, Mhamuğ Feise de düşüncelerini an- lattı: N — İs ,Osmanlı devleti ile ye- ni birranlaşama 'yapmıştır. İspanya kralı, PortekfBlilerden yediği dayağı henüz unütmâmuştır. Bizimle dost geçinmek için, İstanbula üstüste Kâç heyet gönderdi. bunu bildiği halde, Filip gibi bir Türk düşmanı korsanı, i edilmiyti,